Gazeteciler Sayın Nevşin Mengü ve Sayın Cansu Şimşek, 12.07.2025 tarihli Youtube yayınları sırasında, ABD’li siyahi rap şarkıcısı ve yapımcı P. Diddy isimli kişinin yargılandığı dava hakkında görüşlerini beyan etmişlerdir.

Öncelikle ifade etmek isteriz ki müvekkil Adnan Oktar, Nevşin Hanım ve konuğu Cansu Hanım’ın zarafetlerini, bakımlı, modern, aydın görünümlerini, hoşgörülü ve özgür düşünen anlayışlarını beğenmekte ve takdirle izlemektedir. 

Program sırasında Sayın Cansu Şimşek, üzerinde konuştukları davanın Adnan Oktar Davasına güya çok benzediğini beyan etmiş, sonrasında da kendince bazı benzetmeler yapmıştır. Sayın Cansu Şimşek’in Adnan Oktar Davası hakkında sadece magazin kanallarında yer alan sansasyonel haberlerden bir izlenim edinmiş olduğu; davanın içeriğiyle, dosyadaki somut delillerle ve aleni hukuk ihalleriyle ilgili hiç bilgisi olmadığı bu beyanlarından anlaşılmaktadır.

Bugün Türkiye’de İMAMOĞLU DAVASI kapsamında tüm Türkiye;

Bir dosyanın içeriğinin yalan beyanlarla ve baskılarla nasıl kurgulandığını,

Bir gecede bir grup insanın nasıl suç örgütü ilan edildiğini,

Aynı iş yerinde çalışan aynı yerde oturan birlikte günlerini geçiren insanların sadece ortak HTS verilerinin olmasının dahi suç örgütü ilan etmek için yeterli görüldüğünü,

İnsanları önce ya kendisini ya da yakınlarını tutuklayıp veya baskı altına alıp sonra da suçlayıcı iftira içerikler vermeye nasıl mecbur bırakıldıklarını,

Yalan dolu manşetler, çarpıtma dolu haberler eşliğinde bir kara propaganda yapılmasından çekinilmediğini izlemektedir. Tüm bunlar ve daha fazlası Adnan Oktar Davası dosyasında misliyle yaşanmış ve yaşanmaktadır. Kendisiyle benzer düşünce inançtan insanlar söz konusu olduğunda hukuksuzluğun farkına varan, başkaları söz konusu olduğunda ise hiç hukuksuzluk yokmuş gibi tutum alan bir üslup hiçbir gazeteciye yakışmamaktadır. Haberlerin nasıl ve ne amaçla yapıldığını, dava dosyalarının nasıl kurgulandığını yakından yaşayarak gören insanların söz konusu müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları olduğunda aynı oyunun oynandığını görmeyip, benzer odakların kurguladığı hikayelere aldanıp destekçisi haline gelmeyi kabullenmemeleri son derece önemlidir.

Sayın Cansu Şimşek ve Sayın Nevşin Mengü’nün iyi niyetlerine ve dürüstlüklerine güvenerek, bilgi eksikliklerini gidermek amacıyla aşağıdaki başlıkları kamuoyunun dikkatine sunmak isteriz.

SAYIN CANSU ŞİMŞEK’İN “FUHUŞ İDDİASI” ADNAN OKTAR DAVASI DOSYASIYLA HUKUKEN VE GERÇEK HAYATTA HİÇBİR İLGİSİ OLMAYAN BİR YORUMDUR

Programda P. Diddy’nin yargılandığı mahkeme hakkında konuşulurken, Sayın Şimşek P. Diddy için “bunu böyle fuhuş üzerinden yapıyor olması...” diyerek bu konuyu Adnan Oktar Davasıyla özdeşleştirdiğini söylemiştir.

Fuhuş suçu, Türk Ceza Kanunu'nda genel ahlaka karşı suçlar başlığı altında 227. maddede düzenlenir. Bu suç, bir kimsenin para karşılığında cinsel ilişkiye girmesi ve bu durumun süreklilik arz etmesiyle ortaya çıkar. P. Diddy Dosyasında böyle bir suçun işlendiğine dair iddialar varsa bile, Adnan Oktar Dosyasında “fuhuş” olarak tanımlanabilecek hiç bir iddia yer almamıştır. Bu konuda hiç kimseye bir suçlama yöneltilmemiş ve dolayısıyla yargılama da yürütülmemiştir. Dolayısıyla Sayın Şimşek’in iki dosyayı bu yönden birbirine “benzetmesi” kanaatimizce tamamen bilgisizlikten kaynaklanan bir isabetsizliktir. Ortada böyle bir iddia dahi olmadığı halde Sayın Cansu Şimşek’in bu şekilde bir yorumda bulunması, halk arasında bu gibi durumlarda kullanılan “kişi kendinden bilir işi” özdeyişini akıllara getirmektedir. Herkesin bildiği üzere, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında aynı gerçek dışı iddiaları kullanarak yayınlar yapan geçmişte de bazı kişiler olmuş bu çirkin iftirada bulunanların bizzat kendileri hakkında fuhuş ve uyuşturucu isnadıyla soruşturmalar açıldığı iddiaları basına yansımıştır.

Ne yazık ki zaman zaman bazı kişiler kendilerini esas alıp hiç tanımadığı, haklarında hiç bilgilerinin olmadığı insanlar hakkında iddialar öne sürebilmektedir. Oysa iddia sahibinin iddiasını kanıtlayacak ispata da sahip olması gerekmektedir.

Nitekim bugünlerde, Ekrem İmamoğlu Soruşturmaları kapsamında etkin pişmanlıkçı diye ortaya çıkan şüphelilerin her türlü suçlayıcı beyanı kılı kırk yararak incelenmekte, bu beyanlar somut delillerle desteklenmediğinde kabul görmemekte, kamuoyunu ikna edememektedir. Elbette ki doğru olan da budur.

Müvekkil ve arkadaşları hayatlarını Kuran ahlakına göre şekillendirdiklerini beyan eden insanlardır. Haram olan hiçbir fiile hayatları boyunca tevessül etmemişlerdir. Zina Kuran’a göre açık olarak haramdır. Dolayısıyla müvekkil ve arkadaşlarının böyle bir konu ile isimlerinin dahi yan yana gelmesi mümkün değildir.

SAYIN CANSU ŞİMŞEK’İN MÜVEKKİLİN SONSUZ MADDİ İMKANLARA SAHİP OLDUĞU VE MAFYATİK YÖNTEMLERE BAŞVURDUĞU İDDİASI

Sayın Şimşek, P.Diddy’nin çok geniş maddi imkanlara sahip olduğundan bahisle, Sonsuz bir para, siyasi bir güç var. Diddy çok güçlü bir figür, eğlence dünyasında da, bir yetenek avcısı olarak, bir prodüktör olarak… Mafyatik ilişkileri var, hatta Topac’ın öldürülmesinde adı geçiyor. O yüzden bu çok politik bir konu” yorumunu yapmıştır. Bu düşünceden hareketle, Adnan Oktar Dosyasını güya çok andırdığını beyan etmiştir.

Bu benzetmenin de ne kadar mesnetsiz olduğu açıktır. Forbes dergisinin açıkladığı 2017 yılının en zengin 100 ünlü listesinde, P. Diddy 130 milyon dolar geliriyle birinci sırada yer almıştır. Sözcü Gazetesi’nin 28.10.2024 tarihli haberine göre ise, bu servet 2019 yılına gelindiğinde 740 milyon dolara erişmiştir.

Oysa müvekkil Adnan Oktar ve yaklaşık 300 arkadaşının toplam mal varlığı, Türkiye’de sıradan bir vatandaşın mal varlığı seviyesindedir. Müvekkilin kendi üzerine tek bir malı ve mülkü bulunmamaktadır. Bankada hesabı, kasaları, birikimleri, altınları vs yoktur. Tüm kazancını Allah yolunda karşılıksız olarak harcamış, eserlerinden (Allah’ı ve İslam’ı para karşılığında anlatmak haram olduğu için) telif hakkı dahi kabul etmemiştir. Bazı basın kuruluşlarının birbirleriyle dahi çelişen ve her seferinde farklı rakamların telaffuz edildiği magazin haberlerinde müvekkile ithafen “milyar dolar” gibi yakıştırmalar yapılmış olsa da, MASAK Raporlarının ortaya koyduğu üzere bunların hepsi hayal mahsulüdür. 29.03.2018 tarihli MASAK Raporunda “kuvvetli suç şüphesi” içeren bir eylemden veya “suç konusu” olabilecek herhangi bir tutardan bahsedilmemiştir. Bu raporda sadece dikkat çekici görülen bir takım işlemlerden bahsedilmiş ve ancak bunların daha iyi anlaşılabilmesi için diğer belgelerle birlikte inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir. 05.06.2018 tarihinde ikinci kere MASAK Raporu alınmıştır. Bu raporda da bir suç tespiti yer almamaktadır. Denetim elemanları marifetiyle defter ve belge incelemeleri yapılmasını, sahaya inilerek inceleme ve tespitlerde bulunulması önerilmiştir. Her iki MASAK raporunda da suçtan elde edilen değere ilişkin en ufak bir değerlendirme yoktur.

Öte yandan, yasal yolla kazanıldıktan sonra kimsenin serveti veya mal varlığı kimseyi ilgilendirmemektedir. Müvekkilin arkadaşlarının çoğu 30 yılı aşkın süredir ticaretle uğraşan başarılı iş insanlarıdır, bir kısmının da Türkiye’nin ünlü ailelerinin çocukları oldukları, ailelerinden gelen bir maddi varlıkları bulunduğu bilinmektedir. Bunların tek bir kuruşunda dahi yasa dışı veya suça dair bir gelir bulunmamaktadır. Ortaya bu iddiaların atılmasının yegane sebebi, müvekkil ve arkadaşlarına düzenlenmesi planlanan polis operasyonu için zemin oluşturmak, mal varlıklarına el konulmasını sağlamak ve basında sansasyon yaratarak kara propaganda yapmak içindir. Yargılamanın sonucunda müvekkil ve arkadaşları bu isnatlardan beraat etmiştir.





Sonuç olarak, ne müvekkilin ne de arkadaşlarının “sonsuz bir para kaynağı” olmadığı bellidir. Kaldı ki neredeyse tüm kazançlarını İslam’ı tebliğ faaliyetleri doğrultusunda kitaplar bastırmak, bilimsel konferanslar düzenlemek, sergiler açmak gibi pek çok faaliyette harcadıkları da ortadadır.

Diğer bir konu ise, P.Diddy’nin siyasi ve mafyatik bağlantıları olduğu, bunun ise Adnan Oktar Dosyası ile benzerlik taşıdığı düşüncesidir. Bu da çok büyük bir yanılgıdır. Her şeyden önce her iki hanımefendinin de gayet iyi bildiği üzere, gerçek bir mafya yapılanması söz konusu olduğunda hiç kimse bahse konu kişiler hakkında böyle rahat cümleler kuramamaktadır. Hiçbir mafya lider ya da mafya yapılanması hakkında bu kadar rahat yalan haber yapılamamakta, bu kadar aleyhlerine bu kadar rahat kampanya düzenlenememektedir. Müvekkil ve arkadaşlarının hiçbir hukuki dayanağı olmadan akıl almaz karalamalara maruz kalıyor olmaları herkesin için için kendisinin efendiliğinden, güzel ahlakından, asla hukuk dışı bir tepki göstermeyeceğinden, affedici ve anlayışlı olduğundan emin olmasından kaynaklanmaktadır.

Müvekkil ve arkadaşlarına “silahlı suç örgütü” yaftası vurulması, gerçeklikle çok uzak olması bakımından hayret verici olsa da, yapılan hukuksuzluklar için kamuoyunda rıza üretmek ve isnat edilen hayali suçlamaların inandırıcı gözükmesi için zorunlu başvurulmuş bir hikayedir.

Suç örgütlerinin faaliyet bölgeleri olur, bu bölgelerde başka suç örgütleriyle alan savaşı yapar, başka suç örgütleriyle iş birliğine giderek kaçak silah ticareti, uyuşturucu kaçakçılığı, çek senet tahsilatı vb. çok büyük kazanç getirecek illegal faaliyetlere girerler. Aralarında zaman zaman çatışmalar olur, vurulanlar olur. Zaman zaman kendi içlerinde infazlar yaşanır. Bu örgütlere dahil olan kriminal tiplerin profilleri incelendiğinde eğitimsiz, maddi imkanlardan yoksun, kültür seviyesi düşük, suç işlemeyi göze alarak başka türlü asla elde edemeyecekleri maddi imkanlara kavuşma peşinde koşan kişiler oldukları görülmektedir.

Oysa müvekkilin arkadaşları çok iyi derecede tahsili olan, kolej ve bir kaç üniversite mezunu, yabancı diller bilen, çok iyi ailelerden gelen, kendi iş hayatları, kendi sosyal hayatları bulunan kişilerdir. Burada ortaya koyduğumuz iki tip profilin birbirinden 180 derece farklı ve bağdaşmaz olduğunu anlamak için adli bilimler uzmanı olmaya ihtiyaç yoktur. 




Müvekkilin ve arkadaş çevresindeki bazı kişilerin yıllar içinde tanıdığı başta Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasi kişiler olduğu muhakkaktır. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hem evlerinde hem yatlarında misafir etmişlerdir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan da müvekkilin arkadaşlarını evinde misafir etmiş, kendi eliyle pişirdiği yemekleri ikram etmiş, arkadaşları Sayın Cumhurbaşkanı’nın çalışma odasında namazlarını kılmışlardır.  Müvekkil ve arkadaşları, sofralarında yüzlerce defa çok sayıda Ak Partili Bakan ve milletvekilini ağırlamışlar, Sayın Devlet Bahçeli olmak üzere bir çok MHP’li siyasetçi ile içiçe olmuşlar, BBP, Saadet, Gelecek Partisi, Deva, CHP’li siyasetçi ile yakın ilişki içinde olmuşlardır.

Müvekkil her gün katıldığı televizyon canlı yayınlarında da gerek yurt içinden gerekse yurt dışından önemli konuklar ağırlamış, bu kişilerle Türkiye’nin ve dünyanın sorunları konusunda çözüm yolları aramıştır.

Bununla birlikte, A9 Tv canlı yayın programları için müvekkilin bazı arkadaşları bazı siyasileri, akademisyenleri, gazetecileri ve cemiyet insanlarını kanala davet etmiş, bu kişilerle birlikte Tv programları çekmişlerdir. Bu kişiler müvekkilin arkadaşları tarafından organize edilen etkinliklere de davet edilmiştir. Bunların hiç birisi gizli saklı değil, tamamen şeffaf ve tüm kamuoyunun gözü önende cereyan etmiştir.

Müvekkil ve arkadaşlarının bu kişilerin siyasi bağlantılarından menfaat elde etmesi gibi bir durum ise hiçbir zaman olmamıştır, buna ihtiyaçları da bulunmamaktadır. Zira müvekkilin yakın arkadaşlarının bir çoğunun ailesi hali hazırda köklü siyasi bir geçmişe sahiptir. Müvekkil ile siyasetçiler arasındaki ilişki, vatan sever, Devlet’e bağlı ve hayır için faaliyet gösteren insanların siyasetçilerle fikir alışverişi içinde olmasından ve müvekkilin vicdanına, aklına, dürüstlüğüne duyulan güvenden ibarettir.

SAYIN CANSU ŞİMŞEK VE SAYIN NEVŞİN MENGÜ’NÜN “RIZA KAVRAMI” HAKKINDAKİ YANLIŞ YORUMLARI

Program sırasında P.Diddy’nin yargılandığı mahkemede, müştekilerin rızası olduğu yönünde değerlendirmeler olduğu, sanık ile müştekiler arasında çok samimi içerikli mesajlaşmalar tespit edildiği, iddia edilen suçtan sonra da sanıkla görüşmeye devam edildiği yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Konu hakkında müvekkilin yargılandığı dosyayla bağlantı kurulmuştur. P.Diddy’nin yargılandığı dosyada hangi delillerin bulunduğu, nelerin doğru nelerin çarpıtma olduğunu kuşkusuz ki en iyi dosyanın müdahilleri ve ilgili yargı mensupları bilmektedir.

Ancak müvekkil Adnan Oktar’ın yargılandığı dosya söz konusu olduğunda en önemli gerçek BU DOSYANIN TEK BİR TANE BİLE DOĞAL MÜŞTEKİSİ OLMAMASI, TÜM MÜŞTEKİLERİN ZORLA VE DAYATMAYLA ŞİKAYETÇİ YAPILMASIDIR. DOSYA SADECE ZORLA MÜŞTEKİ YAPILAN KADINLARIN VE ETKİN PİŞMANLIĞA MECBUR EDİLEN İNSANLARIN, HİÇBİR SOMUT DELİL İLE İSPATLANMAYAN GERÇEK DIŞI BEYANLARINDAN İBARETTİR.

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların ispatlanması ya da suç isnat edilen kişinin aklanması bakımından baz alınan belli kriterler bulunmaktadır. Bu kriterler Yargıtay’ın uzun yıllara dayanan yüz binlerce adli vaka üzerinde yürütülmüş çalışmalara dayanılarak tespit edilmiştir.

İLK OLARAK, İSNAT EDİLEN EYLEMİN GERÇEKLEŞTİRİLİP GERÇEKLEŞTİRİLMEDİĞİ TESPİT EDİLİR. Bunun için müşteki ve sanığın aynı yerde olup olmadıkları, müştekinin elinde somut delili olup olmadığı, eyleme şahit olan kişi olup olmadığı gibi kriterlere bakılır. Güvenlik kameraları veya MOBESE kameraları, HTS kayıtları ve BAZ çakışmaları araştırılır. Müştekinin ifadelerinde çelişki ve tutarsızlıklar olup olmadığı incelenir. Müştekinin şikayetini eylemden ne kadar süre sonra yaptığına, bu konudan yakınlarına bahsedip bahsetmediğine, eylemden sonra sanık ile görüşmeye devam edip etmediğine bakılır. Çok iyi bilindiği gibi, cinsel dokunulmazlığa karşı işlendiği iddia edilen suçların bir bölümü asılsız çıkmaktadır. Husumet, intikam, beklediğini elde edememe, ailesine veya çevresine karşı mahcup duruma düşme gibi sebeplerden dolayı her yıl binlerce sahte cinsel saldırı suçlaması dava konusu olmaktadır.

Yargıtay tarafından tespit edilmiş ve artık yerleşik içtihat haline gelmiş temel kriterlere göre Adnan Oktar Dosyasına baktığımızda, HİÇ BİR ŞEKİLDE CEZAYA HÜKMEDİLEMEYECEĞİ SON DERECE AŞİKARDIR, çünkü;

  1. Müşteki kadınlar, sözde suç eylemlerinden sonra yıllar boyunca müvekkilin arkadaşları ile görüşmeye, arkadaşlık etmeye devam etmişlerdir. Dava dosyasında güya “hunharca tecavüze uğradığı” yazan, oysa bu hayali iddia tarihlerinden sonra da çok samimi mesajlar gönderen, sarmaş dolaş fotoğraflar çektiren, birlikte yemeklere, konserlere, konferanslara katılan kadınlar mevcuttur.
  2. Müşteki kadınlar Mali Şube tarafından telefonla aranarak ifadeye “davet edilmiş”, şikayetçi olmaları gerektiği yönünde ikna edilmişlerdir. Müştekilerin hiç biri doğal şekilde, bir suça maruz kaldıkları için kolluk kuvvetlerine başvurmuş değildir. Hepsi organize edilerek aynı tarihlerde tek tek Mali Şube’ye alınarak ifade verdirilmiştir.
    Müvekkile husumet besleyen ve tüm kumpas sürecini yöneten 3 kişi, müşteki olma potansiyeli olan kadınlara tek tek ulaşmış, onları müşteki olmaya mecbur etmiştir. Bu kişilerin müşteki kadınlarla hangi tarihlerde irtibata geçtiğini gösteren resmi tutanaklar dava dosyasında yer almaktadır. Bu irtibatın içeriği hakkında da, çeşitli resmi ifadelerde somut örnekler bulunmaktadır. Örneğin bir kadına “gel bizim tarafımızda yer al, burada taraf olmayan bertaraf olacak” denilmiş, bir diğerine “gidip ifade vereceksin, orada sürekli mağdur oldum diyeceksin, yoksa senin için zor bir süreç başlar” denilmiştir. Hatta kadınların ifadelerinde ne şekilde konuşacakları dahi onlara öğretilmiştir. Örneğin henüz reşit olmamış bir müşteki, ifade vermeye bu husumetli kişiler tarafından götürülmüş, ifade sırasında çok ekstrem bir anlatım yapınca ifadeyi alan polis meraklanıp “bunu nereden öğrendin” diye sormuş, müşteki de “Özkan abiden öğrendim, beni buraya getiren adam” diye cevap vermiştir. Bir başka müşteki kadın, ifade verirken polislerin yanından bu husumetli kişi ile telefonda görüşme yapmıştır. Bunlara benzer pek çok örnek daha sunmamız mümkündür. Müşteki kadınların hiçbirisinin ifadesinde yanında avukat bulundurulmamış, ifadeleri kamera ile kayıt altına alınmamıştır. Bir sayfa ifadenin alınmasının 10,5 saat sürdüğü vaka mevcuttur. Buna benzer başkaca pek çok süre anormallikleri bulunmaktadır.
  3. Mali Şube’nin Adnan Oktar Soruşturması kapsamında sebebiyet verdiği onlarca hukuksuzluk ispatlanmıştır. Bu hukuksuzlukların başında, müştekilerin söylemedikleri cümlelerin sanki söylemişler gibi ifadelerine eklenmiş olması gelmektedir. 4 müşteki, farklı zamanlarda verdikleri mahkeme ifadeleri sırasında bunu açıkça ortaya koydukları halde, Mahkeme Heyeti bu şaibeli duruma göz yummuştur.
  4. Müştekilerin fotoğraf teşhis tutanakları, ilgili kanunda yazılı tüm emir ve yasaklara aykırı olacak şekilde gerçekleştirilmiştir.
  5. Genç kızların bir kısmına ise ilk aşamada yasaya aykırı bir şekilde yurt dışı çıkış yasağı uygulanmış, Mali Şube’ye alındıklarında “hakkınızda iddialar var, yurtdışı yasağı da kondu. Şüpheli konumuna geçip yargılanabilirsiniz. Ancak şikayetçi olursanız başınıza bir şey gelmeyecek” denilmiştir. Nitekim tıpkı İmamoğlu dosyasında etkin pişmanlığı kabul edenlerin tahliye edilmeleri gibi, 20 – 30 yıl boyunca müvekkillin yanında bulunmuş, ifadelerinde sürekli “sağ koluydum”, “en yakınıydım”, “her olayın içindeydim” gibi tanımlamalar yapmış ve hatta kendilerinin de sözde suçlar işlemiş olduklarını beyan eden kişilerin tamamı ya müşteki ya da tanık statüsünde kabul edilerek yargılanmaktan muaf tutulmuş, tutuklananlar ise tahliye edilmiştir. Örneğin İngiliz basınında da yer bulan ve Sözcü Gazetesi’nin haber yaptığı vakada, müşteki olarak dosyada yer alan bir şahıs, güya 200 kadını getirdiğini beyan etmesine rağmen “kovuşturma dokunulmazlığı” almış ve yargılanmamıştır. Elbette ki bu beyan, dokunulmazlık aldıktan sonra başına bir şey gelmeyeceğini bilerek sırf müvekkil ve arkadaşlarını suçlu göstermek için üretilmiş bir hikayedir. Diğer tarafta, suç iddialarını kabul etmeyen hatta başkalarına yönelik suçlar konusunda dahi destekleyici beyan vermeyenlerin tamamı ise sanık yapılarak yargılanmıştır.
  6. Müşteki kadınların ifadelerinde yer alan beyanların hayali anlatımlar içerdiği bellidir çünkü bu kişiler bir odaya ayağından zincirlenerek esir edilmiş kişiler değildir. Tamamı ailelerinin yanında yaşayan, üniversite veya iş hayatları olan, bu çevrelerden de arkadaşları olan kişilerdir. Her biri gündüz okuluna veya işine gitmekte, buradan çıktığında o çevredeki arkadaşlarıyla sosyal hayata karışmakta, akşam eve döndüğünde anne babasıyla aynı sofraya oturup yemek yemekte, sohbet etmektedir. İfadelerde iddia edildiği gibi yıllar boyunca aralıksız tecavüze uğrayan, şiddet gören, işkenceye maruz kalan kişiler olsaydı, bu durumun iş, okul çevresinden ve aileleri tarafından fark edilmemesi olanaksızdır.
  7. Kaldı ki bu kadınların tamamı, sözde tecavüzcüleri, sözde işkencecileri ile sarmaş dolaş yıllar geçirmişlerdir. Dosyadaki fotoğraflara, videolara, sosyal medya paylaşımlarına bakıldığında, söz konusu şiddet ve tecavüz hikayelerinin gerçek dışı olduğu hemen anlaşılmaktadır.
  8. Müşteki kadınların güya dini telkinlerle kandırıldığı ve bu yüzden sayısız tecavüze göz yumduğu iddiası da büyük bir kandırmacadan ibarettir. Öncelikle, müştekilerin pek çoğu ifadelerinde dini bir hassasiyeti olmadığını ya da bu inancın zayıf olduğunu beyan etmiştir. Kendisine verilen dini kitapları poşete koyup çöpe attığını, namaza uyandırıldığında kalkmadığını, kendisine anlatılan dini konulara ilgisiz olduğunu söyleyen müştekiler mevcuttur. Bu kişiler dine karşı bu yaklaşım içindeyken, iddianamenin öne sürdüğü şekliyle, güya sırf ecir kazanmak için yüzlerce kere anal ve oral ilişkiye girmeyi kabul edecek kişiler değildir.
  9. İddia edilen sözde cinsel ilişkilere dair tek bir somut delil dahi ortaya konamamıştır. Hatta pek çok vakada, HTS kayıtları ve BAZ çakışması tabloları, sanıklar ile müştekilerin aynı ortamda dahi bulunmadığını göstermiştir. Bazı durumlarda ise müştekinin iddia ettiği suç tarihinde o kişinin yurt dışında olduğu, ya da kanser tedavisi gördüğü veya ameliyat olduğu anlaşılmıştır. Bunların tamamı resmi evraklarla belgelenmiştir.
  10. Müşteki kadınların ifadelerinin çoğunluğu, “bana saldırıda bulunan kişiler” diye başlayan isim listeleri şeklindedir. Yer, tarih ve saat belirtilmemiş, iddia edilen olayın ne şekilde cereyan ettiği, müştekinin kurtulmak için ne çaba sarf ettiği gibi detaylar tamamen boş bırakılmıştır. Hukuken bu şekilde tanzim edilmiş bir iddianame geçersiz olup iadesi şarttır, çünkü TCK 170/4 maddesine göre iddianamede şüpheliye atılı suçu oluşturan olayların mevcut olan delillerle ilişki kurularak anlatılması gerekir. Ancak Adnan Oktar Dosyasındaki sayısız hukuksuzluk gibi bu konu da görmezden gelinmiştir. İddianamede yer almayan sayısız detay, sanıklar mahkemeye çıkıp kendilerini savunmaya başladıktan sonra, onların dediklerine göre şekillendirilmeye çalışılmıştır. Bu “ayarlama” yapılırken ilk emniyet ifadelerinden büyük sapmalar olmuş ve müştekiler çelişkiye düşmüşlerdir. Örneğin, emniyet ifadesinde şiddete dayalı bir tecavüz senaryosu anlatan müştekiler (boğazının sıkılması, içeceğine ilaç atılması, silah gösterilmesi, görüntülerinin çekilip şantaj yapılması, darp edilmesi gibi) sanıkların ilk mahkeme sorgularında ortaya koydukları savunmalar karşısında 180 derece dönmek zorunda kalmıştır. Sanıklar bu şiddete dayalı cinsel saldırı iddialarının geçersizliğini, daha sonraki zamanlarda birlikte çekilmiş mutlu mesut fotoğraflarla, sevgi dolu mesajlaşmalarla ve uzun süre boyunca görüşmeye devam etmeleriyle çürüttükleri için, müştekiler ifadelerini güya “dini telkinle iradelerinin fesada uğratıldığı” senaryosuyla değiştirmek zorunda kalmıştır.
  11. Yukarıda bahsettiğimiz şaibeli durumlara, ifade çelişkilerine ve Yargıtay’ın cinsel suçlarla ilgili tespitlerine daha çok fazla örnek eklememiz mümkündür. Adnan Oktar Dosyasını inceleyen 100’den fazla hukuk profesörü ve akademisyen, suçmuş gibi iddia edilenlerin hiç birisinin Türk Ceza Hukukunda suç diye tanımlanamayacağını, ortada bir kumpas olduğunun aşikar olduğunu tespit etmiştir. Bu profesörlerin bazıları, bugün Ekrem İmamoğlu Soruşturmaları kapsamında mütalaalar kaleme alan, sosyal medya paylaşımlarında yaşananları eleştiren ve hukuksuzlukları dile getiren hocalarımızdır. Bu hocaların Adnan Oktar Dosyasında da inceleme yaptıkları, hukuk ihlallerini görüp raporladıkları her nedense tüm kamuoyu tarafından göz ardı edilmektedir.
  12. Yargılamada iddia edilen suç eylemlerinden herhangi birine maruz kalmış bir mağdurun nasıl büyük bir travma yaşayacağı, bu travma neticesinde de sosyal yaşantısına mutlu ve hayat dolu devam edemeyeceği izahtan varestedir. Ancak, söz konusu hanımların yaşamlarının en rahat gözlenebildiği ortam olan sosyal medya hesapları, arkadaş grubuyla bir arada oldukları dönem kadar sonrasında arkadaş grubundan ayrılmalarını takiben de paylaştıkları fotoğraflar, bu kişilerin en ufak bir travma izi taşımadıklarını, dolayısıyla herhangi bir baskı, tehdit ve alıkoyma veya iddia ettikleri cinsel eylemlerine maruz kalmadıklarını gözler önüne sermektedir.
  13. Bununla birlikte, dosya kapsamında öne sürülen “dini telkinle iradeleri fesada uğratılmak suretiyle genç kadınların taciz veya baskıya maruz kaldıkları” iddiası da, bu fotoğraflardan açıkça görüleceği üzere, kabili mümkün değildir. Özgür, dışa dönük ve dini çevrelerle iç içe olmadıkları günlük hayatlarından görülen bu hanımların, dini telkinle hareket ederek, sevap veya ecir kazanmak için güya sayısız cinsel ilişkilere girmek gibi bir düşünceyi kabul edecek dünya görüşleri veya sosyal hayatları da olmadığı da aşikardır. Dolayısıyla, adı geçen bu kişilere ait işbu dilekçenin ekinde yer alan fotoğraflar, aynı zamanda huzurdaki dosyada hiçbir suç eylemin bulunmadığının da önemli bir ispatı niteliğindedir.

SONUÇ OLARAK,

Sayın Mengü, Sayın Çelik,

Sizler aydın, münevver ve modern insanlarsınız. Müvekkil sizlerin nezaketinizi, kalitenizi, modernliğinizi, medeni ruh halinizi, gazetecilik çalışmalarınızı, tek başınıza zor bir sektörde zor bir dönemde ayakta kalma gayretinizi büyük bir beğeniyle takip etmektedir.

Sayın Mengü pek çok yayınında tarafsız bakış açısına sahip olduğunu belirtmekte, aynı görüşte olmadığı kişilerin de hakkını savunmakla övünmektedir. Gerçekten de bu, çok güzel bir karakter özelliğidir. Ancak konu müvekkil Adnan Oktar olduğunda, her nedense ona yapılan tüm haksızlıklar, hukuksuz uygulamalar bir çok kişi tarafından görmezden gelinmekte, 7 yılı aşkın süredir suçsuz yere hapiste tutulan kişiler önemsenmemektedir.

Adnan Oktar Dosyası bir kumpas dosyasıdır. Müvekkil ve arkadaşları suçsuz oldukları halde 7 yıldır hapistedir. 19 Mart 2025 tarihinden beri kamuoyunda çokça dillendirilen Ekrem İmamoğlu Soruşturmalarında yaşanan hukuk ihlalleri, bire bir aynı şekilde Adnan Oktar Dosyasında da yaşanmıştır. Bugün bu ihlallere karşı şaşkınlığını, kızgınlığını, üzüntüsünü dile getiren kişiler, aynıları müvekkile karşı yapıldığında hiç ses çıkarmamış, hatta memnun olmuştur. Bu doğru bir tavır değildir.

Eminiz ki Adnan Oktar Dosyası’nı tarafsız gözle inceleyen ve savunmanın ortaya koyduğu argümanlara ve delillere tarafsız gözle bakan her kişi, ortada inanılmaz bir durum olduğunu, basında koparılan fırtınanın asılsız olduğunu ve en önemlisi, müvekkil ve arkadaşlarının suçsuz olduğunu kabul edecektir. Bundan sonrası, tamamıyla kişilerin vicdanlarına ve “insanlar ne der” endişelerini ne ölçüde aşabildiklerine kalmaktadır.

Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine arz ederiz. 14.07.2025

Daha yeni Daha eski