İSTANBUL 1 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DOSYA NO            : 2024/74 E

SUNAN                  : Adnan Oktar


KONU                    : Müvekkil insanların sevgiyi bilmemesinin hem dünyalarını hem de sonsuz hayatlarını mahveden bir felaket olduğunu gördüğünden, bu hayati konuyu gündem yapmanın insanlığın kurtuluşu için önemli olduğunu düşünmektedir. Müvekkilin konuyla ilgili görüşlerinin sunumudur.

AÇIKLAMALARIMIZ:

Müvekkil Adnan Oktar, Allah’ın dünyayı yaratma amacının sevgi olduğunu, tüm toplumsal sorunların, acıların, mutsuzlukların temelinde ise sevgisizlik olduğunu, sevginin olmadığı yerde insani yaşamın mümkün olmayacağını gören ve yaşayan bir insandır. Ülkemizde ve dünyada adalete duyulan özlemin, yoklukların çatışmaların kavgaların, insanların mutsuzluğa mecbur bırakılmalarının tek sebebinin sevgisizlik olduğunu gören bir insan olarak da sevgiyi anlatmanın her şeyden öncelikli olduğuna inanmaktadır.

Müvekkilin konuyla ilgili düşünceleri şöyledir:

İnsanların birçoğu sadece romanlarda, filmlerde, şiirlerde, şarkılarda duyduğu “sevgi” üzerine bir kere bile düşünmeden, anlık duyguları ya da geçici hevesleri sevgi sanarak bir ömür geçirirler. Algıları ve ufukları kendilerine telkin edilenle sınırlı olduğu için de sevgi denildiğinde düşündükleri de içlerinde canlanan duygular da sınırlıdır ve çoğunlukla tekdüzedir. Oysa sevgi yaşadıkça ve düşündükçe gelişen, insanın tüm algılarını açan, her bir hücresine ayrı hitap eden, yaşama coşkusunu, zevklerini, beğenilerini, heyecanlarını baştan aşağı şekillendiren muazzam bir güçtür. Çünkü sevgi, Allah’ın sevdiği ve beğendiği kulları için yarattığı özel bir nimettir.

  1.  HER ŞEYİN ALLAH’IN TECELLİSİ OLDUĞUNU BİLMEK SEVGİNİN DORUĞUDUR

    Hayatı sadece günlük işlerinin rutinlerinden ibaret olarak gören, en büyük lüksü ya da özlemi birkaç günlük tatil yapmak, daha lüks bir araba almak, daha iyi bir semtte oturmak, terfi alıp yükselmek vs olan kişiler için en büyük yokluk ve acı aslında sevgisiz bir hayata mahkum olmaktır. İnsanların çoğu bu acıyla yüzleşmekten kaçınır, unutmak için de düşünmemeyi tercih eder, kendisini kendince “önemli” gördüğü işlerle oyalayarak dikkatini dağıtmaya çalışır. Bu durum ne yazık ki dini bilen ve yaşayan birçok kişi için de geçerlidir.

    Oysa din ve iman sadece Allah’ın varlığını bilmekten ibaret değildir. İman, Allah’ın büyüklüğünü, sonsuz gücünü, nefes kesen aklını ve sanatını, mükemmel yüksek ahlakını coşkuyla, aşkla, hayranlıkla düşünmek, anlamak, takdir ve tesbih etmektir. Bu ise dinin hükümlerini bilmek ya da fıkhi bilgilere vakıf olmakla değil, Allah’a aşkla bağlı olmak, Allah’a en yakın olmak için yollar aramak, Allah’ın dostluğunu ve sevgisini en büyük tutku ve özlemle istemekle mümkündür. Böyle bir arzu doğal olarak derin düşünmeyi, detay görmeyi, asil bir ruha sahip olmayı da beraberinde getirir.

    Sıradan bir insanla mümini ayıran bu önemli fark, imanın ve hayatın özüdür. Mümin gördüğü, düşündüğü, hissettiği, duyduğu her şeyin Allah’a ait olduğunu, her varlıkta ve eşyada Allah’ın tecelli ettiğini, tek bir limon çekirdeğinde dahi Allah’ın muazzam bir sanatı olduğunu bilerek yaşar. Tek bir limon çekirdeğinin içinde dünyadaki tüm limonların genetik bilgisi vardır. Tek bir çekirdeğin içinde metrelerce uzunluğunda yüzlerce dalı ve yer altında ilerleyen kökleri olan ağacın tüm bilgisi saklıdır. Bu tek bir çekirdekte her yıl kilolarca limon üreten bir bereket vardır. Minicik bir çekirdeğin içinde yer altında karanlığın içinde metrelerce ilerleyen, suyu bulan, bulduğu suyu gövdeye ve dallara ileten kökler, gövdenin ve dalların içinde bir limon çiçeğinden dilimleri, kabuğu, zarı ile tastamam bir limonu oluşturan, her bir dilimin içindeki su miktarını, minerali, vitamini ayarlayan, mis gibi kokusunu da oluşturan muazzam bir akıl vardır. Parmak ucu kadar minik, bir kabukla örtülü çekirdeğin içinde kokuyu bilen, tadı bilen, minerali bilen, ürün vermeyi bilen, toprak içinde ilerlemeyi bilen, topraktan C vitaminini, minerali ayırt edebilen, aldığı minerali vitamini tam gerekli miktarda her bir limonun içine yerleştiren, suyu kökten alıp metrelerce yukarı ağacın en tepesine iletmeyi başaran, her bir yaprağının her bir zarında bir kimya laboratuvarı saklayan akıl, her şeyin tek sahibi Sonsuz Güzel Rabbimiz’in aklıdır.

    Ve bu, tarifi mümkün olmayan bir sevinç, heyecan ve coşku kaynağıdır. Allah’ın her yerini sarıp kuşattığını bilerek bir kuşa, bir çiçeğe, denize, Ay’a, gökyüzüne, yanındaki eşine, sevdiğine, çocuklarına bakan bir insanın her birinde her defasında Allah’ın tecellisini görmesi; her defasında tüm bu güzelliklere yeniden hayran, yeniden aşık olması demektir.

    İnsanların bir kısmı her şeyin Allah’a ait olmasını ve Allah’ın tüm varlıkta tecelli ediyor olmasını tam anlamıyla düşünmezler ve anlayamazlar. Oysa Allah, insanın gördüğü, duyduğu, dokunduğu, kokladığı, hissettiği her şeyi bir görüntü olarak yaratmıştır ve bu bilimsel bir hakikattir. İnsan kıpkırmızı mis gibi kokan bir gülü görüp kokusunu içine çektiğinde, gözü ve burnundaki sinirlerin beynin görme ve koku merkezine güle dair tüm bilgiyi elektrik olarak iletir. Eğer iletilen elektrik bir anlık kesilse insan için gül yok olur. Ya da iletilen elektrik sarı bir güle dair bilgi taşırsa dışarıdaki gül kırmızı da olsa insan sarı bir gül görür. Dolayısıyla her insan beyninin içindeki gülü görür, beyninin içindeki gülü koklar ve dışardaki güle dair aslında hiçbir bilgisi yoktur. Her insan kapkaranlık beyninin içinde ışıl ışıl izlediği bir dünya ile muhataptır. Bugüne kadar hiçbir insan beyninin dışına çıkmamış, görüntünün aslını görmemiştir. İnsanın kendisi, sevdiğim dediği eşi, dostu, yakınları, en sevdiği arabası, en rahat ettiği evi, en lüks yatı, en lezzet aldığı sofrası, özetle hayata dair her şeyi Allah’ın beyninde var ettiği görüntüdür. Ve o görüntü Allah’ın dilediği şekilde Allah’ın sonsuz güzel sanatının tecellisi olarak yaratılır. Allah’ın var ettiği görüntü ile muhatap olduğunu bilen insanın o görüntüye dair algısı ve tepkisi de ona göre olur.

    Karşısındaki insanda, oturduğu sofrada, bindiği arabada, işyerindeki bilgisayarında, aynada gördüğü kendinde Allah’ın sanatını ve ikramını gören insanın en kıymetli ve değerli nimeti, tüm bunları ince bir sanat ve kaliteyle ikram eden Allah’ın varlığına, sevgisine, özenine, cömertliğine, güzelliğine duyduğu hayranlıktır. Bu hayranlık bir kere hissedilip yaşanacak bir şey değildir. Durağan değildir. Kesintisizdir, sürekli ilerler ve gelişir. Bu hayranlığın mümine kattığı en önemli güzelliklerden biri ise hayatının dar kalıplar içinde kalmaması, sevgisinin ve takdirinin birkaç basmakalıp tanım, ifade ya da cümleyle sınırlanmaması, bakışından sesine, oturuşundan yürüyüşüne, mimiklerinden kıyafetine her şeyine yansıyan bir sanat, kalite, asalet, derinlik ve ufuk kazanmasıdır.

    Bu sebeple Allah ile bağlantısını hiç koparmamaya, Yalnızca O’na yönelerek yaşamaya azmetmiş bir mümin sürekli derinlik alıp gelişirken sevgi anlayışı da gelişip derinleşir. Sevgisinin gelişmesiyle birlikte hayatına anlam katan tüm değerler de gelişir. Karakteri, kişiliği, zevkleri, beğenileri sürekli güzelleşir. Kendisi de kendisindeki bu gelişimi görerek ayrı bir zevk alır. Bu zevki bir kere tadınca hep daha fazlasını talep eder. Allah’ın muhteşem güzel tecellilerine duyduğu sevgisinin ve hayranlığının aklına, beynine, ruhuna, her hücresine kattığı heyecanı, zevki, kaliteyi, derinliği gördükçe daha coşkulu bir aşk ve duayla gelişir. Allah’ın Kuran’da peygamberlerin güzel vasıflarını sıralarken sık sık “o ne güzel kuldu, yalnızca Rabbine yönelip dönerdi” diye bildirmesi de, müminin her şeyde Allah’ı görüp Allah’a yönelip Allah’ı sevip Allah’a bağlanmasından kaynaklanan derin sevgi ve sıcak ruha, sürekli gelişip güçlenen tutkuya, arzuya ve aşka bir övgüdür.

    Kimi insanlar sevginin bu tarifsiz coşku ve heyecanını hiç yaşamamış olabilirler. Bazıları bu durumda kibir ve gururdan kaynaklanan şeytani bir tutumla sevgiyi küçümsemek ister, alaycı bir üslup geliştirir. Bazıları katı bir ruhla soğuk bir üslup geliştirir. Bazıları da için için bu sevgiye imrenir ama nasıl yaşayacağını bilmez. Aslında bunların hepsi, sevgiyi insanların elinden almaya azmetmiş, dünyadaki varlık amacı insanların mutsuzluğu ve yalnızlığı olan şeytanın oyunudur. Kimi zaman sevgiyi zor göstererek, kimi zaman sevgiyi küçümseyerek, kimi zaman sevgiyi ütopik bir şeymiş gibi tanıtarak, insanların gururunu, kibrini, benciliğini körükleyerek, özünde de Allah’a olan imanlarını, güvenlerini, sevgilerini ortadan kaldırarak insanları sevgisiz bir dünyaya itmek isteyen şeytandır. Şeytanın gücü ise zayıftır. İnsanların çoğu sadece düşünmedikleri için ve “bu hep böyledir”, “böyle gelmiş böyle gider” büyüsüne kapıldıkları için sevgisiz, sıkıcı, acı, tatsız, mutsuz bir dünyaya kendilerini mecbur ederler.

    Oysa insanın yapması gereken tek şey sadece bir an için durmak, hayata dair “bu böyledir” diye öğrendiği her şeyi bir kenara koymak, özgür bir akıl ve ruhla Allah’a yönelmek, Allah’a samimi olmak, dürüst ve temiz bir vicdanla sevgiyi talep etmektir. Allah samimi olan her kuluna yakındır ve samimi olan her kuluna sevginin yollarını sonuna kadar açmış, şeytanın yolunu ise tam olarak kapamıştır. Bir kere Allah’a sığınan ve sevgiye azmeden kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Allah’a sevgiyle ve hüsn-ü zanla bakana Allah sevgiyi yaşatır. Allah ile var olana, Allah sevginin en yükseğini verir. Bu, bir temenni bir iyi dilek ya da bir ütopya değildir. Bu, Allah’ın Kuran’da müminlere vaadidir. Allah vaadine sadık olandır.

    2.  SEVGİ, İMAN DERİNLİĞİNE SAHİP OLANLARIN USTASI OLDUĞU BİR SANATTIR

      Sevgi imanla birlikte oluşan ve gelişen bir nimettir. İnsanların bir çoğunun bildiğinin aksine zamanla asla azalmaz, sarsılmaz ve yıkılmaz. İnsanların sarsılır ve azalır diye bildikleri şey sevgi adı altında birtakım hevesler ve hazlardır. Sevgi bambaşka bir şeydir. Çünkü sevgi; Allah’ın sanatını görüp aşık olmak, Allah’ın büyüklüğüne hayran kalmak, Allah’ı daha güzel ve daha coşkuyla takdir edebilmek arzusuyla yaşamaktır. Sevgiyi geliştirip güzelleştiren, umulmadık zevkler ve incelikler katan, insanın hiç bilmediği tatmadığı yepyeni duygular yaşatan, daha da fazlasını arzu etmesine ve istemesine sebep olan şey imandır. İmandan kaynaklanan sevgi, Allah’ın koruması ve garantisi altındadır. Bu sevgi, adeta bir okyanus gibi insanın kilometrelerce açılıp gelişebileceği bir güzelliktir.

      İnsanların bir kısmı imanı “Allah’a inanıyorum” demekle sınırlı bir kavram sanırlar. Bu sebeple de namaz kılmayı, oruç tutmayı, bayramda kurban eti dağıtmayı, arada bir ihtiyaç içinde olanlara sadaka vermeyi, vakit buldukça Cuma Namazına gitmeyi, bayram sabahı camide olmayı yeterli görürler. Çocuklarına iyi bir gelecek sağlıyorsa, akşam evine güvenle geliyorsa, sofrasında da bir tas çorba varsa hayata dair beklentileri karşılanmış olur. Allah’a inanmak ve Allah’ın istediklerini yapmak bu gibi insanlar için, içinde ruh ve sıcaklık olmayan, soğuk, kurallardan ve rutinlerden ibaret bir hayattır.

      Oysa iman etmekle İslam’ı kabul etmek aynı şey değildir. Allah Kuran’da Hucurat Suresi’nin 14. ayetinde, “Bedeviler, 'İman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz; ancak 'İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir” buyurmaktadır. Ayette geçen imanın kalbe girmesi insanın sevgiyi bilmesi, öğrenmesi ve yaşaması demektir. Bir başka ayette de “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96) bildirilmiştir.

      Demek ki, sevgi Allah’ın müminler için özel yarattığı bir nimettir. Ve mümin imanının derinliği oranında sevgide ustalaşır. Allah’a yakınlığın, imanın ve doğal olarak sevginin sınırı yoktur. Mümin, sürekli kendini geliştiren, güzelleştiren, iyileştiren, kalitesini artıran bir varlıktır. Mümin sevgiyle güzelleşen ve güzelleştirendir. Bu yüzden de Allah’ın Kuranda anlattığı ruh ve iman ahlakı dünyaya hakim olduğunda bu, dünyanın sürekli güzelleşmesi, iyileşmesi, daha mutlu ve sevinçli bir yer haline gelmesi demektir.

        3.  SEVGİ İLE AÇILAN AKIL HER ŞEYE GÜZELLİK KATAR

      Sevgi sadece bir duygu değildir. İnsanın hem kendisini hem çevresini baştan aşağı şekillendiren bir manevi güçtür. Sevgiyi bilen insan çevresine incelik, iyilik, nezaket, güzellik sunduğu gibi bu sunduğu güzelliklerin aynadan aynaya yansıması gibi yayılmasına da vesile olur.

      Ancak sevginin birçok insanın göz ardı ettiği çok önemli bir gücü daha vardır: Sevgi ile insan kendisini baştan aşağı yeniden şekillendirebilir, üstelik bunu sadece bir kere değil daha güzelini ve iyisini buldukça defalarca yapabilir. Sevginin sanatla iç içe geçmiş yönü de burada açığa çıkar. Sevgi olmadığında hayat yavan ve ömrü tüketmekten ibarettir. Sevgi olduğunda ise yaşamak sanata dönüşür.

      İnsanların birçoğunun hayatlarındaki önemli yanılgılardan biri “ben buyum”, “bu benim karakterim” telkiniyle kendisinin değişemeyeceğine inanmasıdır. Bu bir insanın kendi kendine koyabileceği en acımasız en katı sınırdır. Ve aslında son derece gereksiz ve anlamsız bir şeydir. Çünkü her şeyden önce Allah her an insanı yeniden yarattığını bildirmiştir. Allah için bir şeyin değişmesi sadece “ol” demesiyle bir anda mümkündür.  

      Değişmeyeceğini düşünen insan aslında sevgiyi bilmeyen insandır. Sevgi insanın kendisini geliştirmesi, değiştirmesi ve güzelleştirmesindeki en güçlü, en keskin, en kesintisiz, en zevkli ve en doğru itici güçtür.

      Aslında bu gerçek, Peygamberlerin öğretmesiyle nesiller boyunca bilinen ve halk arasında da “Sevilen insan ışıldar” sözüyle dile getirilen bir durumdur. Sevildiğinde bir insanın hayat bulması, neşesinin ve mutluluğunun artması, yaşama sevinci kazanması, saçının parlaklığından cildinin ışıldamasına, gözlerindeki canlılığa kadar değişmesi halkın geneli tarafından da bilinen bir şeydir.

      Ancak derin iman ve sevginin çoğunluk tarafından pek bilinmeyen sırrı ise seven insanın şevki, coşkusu, azmi ve gelişimidir. Sevilmek harika bir nimettir, ama sevmek apayrı bir sanattır. Seven insan karşısındakini ve olayları düz, olduğu haliyle, göründüğü kadarıyla değil, Allah’ın o olayda veya kişide tecelli ettiği ve edeceği güzelliklerle bilir ve görür. Allah Kuran’da “son olan senin için ilk olandan daha hayırlıdır” buyurmuştur. Ayetin işari manalarından biri de, bir insanın sevgiyle, derinlikle, imanla gelişip kazanacağı son halinin güzelliğidir. Mümin karşısındaki kişide ilk hali değil son hali görebilen bir derinliğe sahiptir. Dünyanın acizlikleriyle değil cennetin sonsuzluğu ve güzelliğiyle karşısındakini kafasında canlandırır. Bu derin ve güzel bakış açısının en güzel nimetlerinden biri de o kişiyi gördüğü son güzel haline ulaştırmak için çaba vermesidir. Bu çaba hem kendisini mutlu eder hem de karşısındakine büyük kazançtır. Üstelik, böylesine büyük bir iyiliğe ve güzelliğe çeken sevgi sürekli karşılıklı katlanır, değer kazanır.

      İmandan uzak insanların sevdiklerini söyledikleri kişileri bir kalemde silip atmaları ya da acizliklerini gördükleri anda soğumaları bu derinliği bilmemekten, sonsuzluğu düşünerek sevgiyi tanımamaktan kaynaklanır. Bu kişilerin sevgisi yıkılmaya mahkum olduğundan gerçek sevgi değildir.

      Sevilmek, beğenilmek, iltifat görmek her insanın hoşuna giden güzelliklerdir. Bu güzellikleri anlamlı ve kalıcı kılan ise derin bir sevgiyle sevilmekten zevk almaktır. Bu derinlikte sevilmek kadar ve hatta daha çok sevmekten duyulan zevk vardır. Bu zevk insanda sanat gücünü müthiş geliştiren ve aklını ve ufkunu açan bir duygudur.

      Sevgiyi güzel bilen ve yaşayan varlık olan kadınlarda sevginin sanatı ortaya çıkarışı çarpıcı bir şekilde görülür. Her ne kadar birçok insan bunu fark edemese de sevgiyi bilen ve anlayanlar bir kadının sevildiğinde ve sevdiğinde, sevgisinin gücüyle nasıl güzelleştiğini, derinleştiğini, etkileyiciliğini arttırabildiğini, hayatının her anını bir sanata çevirdiğini çok iyi bilirler.

      Bir kadın sevgi algısı açıldığında her şeyiyle sanatçı haline gelir;

      • Sevgisiz bir dünyada yaşarken bakımlı olmaktan, kendini güzelleştirmekten soğuyan hatta makyaj yapmaya dahi üşenen bir kadın, sevdiğinde ve sevildiğinde adeta bir makyaj sanatçısına dönüşür. Emek verip güzelleşmek bir zevk halini alır. Güzelliğin her şeyden önce kendi ruhuna verdiği zevkin tadına varır.
      • Sıradan, sakil kıyafetlerle özensiz bir yaşam içindeyken sevgi kıyafetlerine gösterdiği özene yansır. Seçtiği renklerle, kumaş tipiyle, elbise modelleriyle adeta bir stilist ya da tasarımcı gibi kendisine en yakışanı bulan, sevdiğine en güzel görünen hale dönüşen bir sanatçı olur.
      • Saçlarını belki sadece bir toka takıp toplayan ya da kısa kestirip bakım yapmaktan kurtulduğunu düşünen bir kadın sevgiyle birlikte bir saç tasarımcısı olur. Sevginin hücreler tarafından tanınıp bilinen bir güç olması saçının doğal canlılığını ve parlaklığını arttırır. Ancak bunun ötesinde kendisine en yakışan rengi, en güzel modeli, en hoş şekilleri bulup kullanan bir kadın haline dönüşür.
      • Bakımsız bir hayatın içinde monotonluğu kabullenmiş bir kadın sevgiyle tanıştığında kaşının şeklinden yaptırdığı dövme modellerine kadar sanatçı ruhunu öne çıkarır. Sevgi kadına cazibeden, etkileyici olmaktan ve güzellikten zevk almayı öğrettiğinden bu zevk seçtiği dövme tasarımlarına da yansır. Ruhta heyecan, tutku ve zevk uyandıran bir tablo ortaya çıkar.
      • Sevgi kadının sadece tenini, saçını, cildini, makyajını değil ses tonunu, bakışını, oturuşunu, yürüyüşünü, gülüşünü ve her bir mimiğini de güzelleştirir. Sevgiyle birlikte keskin bir dikkat ve şuur açıklığı oluşur. Bu keskin dikkat, sevginin Allah’ın tecellilerine olan bir şükür, bir övgü, bir takdir olduğunu bilmekten kaynaklanır. Her şeyde Allah’ı görüp her şeyde Allah’ı seven insan, sevenin de sevilenin de Allah olduğunu bildiğinden, en güzel haliyle yaşayacak ve bunda hiçbir kesinti olmasına razı olmayacak bir keskin şuura sahip olur. Bu şuur kişinin bakışlarındaki anlam ve derinliğe, ses tonundaki sıcaklık ve etkileyiciliğe, yürüyüşündeki güzelliğe, her mimiği üzerindeki kaliteye yansır. Bu insanın konuşması ayrı, ses tonu ayrı, bakışları ayrı, zekası ayrı, mimikleri ayrı bir zevk kaynağıdır. Her birinde sanat her birinde akıl vardır. Bunların tamamı Allah’a kendini samimi olarak bırakan insanda Allah’ın akıl, sanat, samimiyet, etkileyicilik, cazibe, kudret olarak tecelli etmesidir.

        4.  SEVMEYİ BİLMEYEN KENDİ OLAMAZ

      Allah’ın Kuran’da anlattığı sevgiyi bilmeyen insanların en dikkat çeken örneklerinden biri de hayatları boyunca kendileri olmadan yaşamalarıdır. Çünkü sevginin olmadığı ortamda güven olmadığından insanlar her an tetiktedir ve tedirgindir. İşin acısı bu insanlar çoğu zaman hiçbir zaman kendileri olamadıklarının farkına bile varmadan yaşarlar. Hem hayatı hem insanları yabancılar, kendileri gibi olmanın konforunu hiç tatmazlar. Hayatları boyunca öğretilmiş ve öğrenilmiş bir karakter içinde sıkışıp kalır. Sesi kendi sesi olmaz, bakışı kendi bakışı olmaz. Mutluluğunu gösteremez, gerçek duygularını açığa vuramaz, gülmesi dahi çoğu zaman gülme değildir. Çocukluktan itibaren öğrendikleri, çoğu zaman kendilerini koruma mekanizması olarak geliştirdikleri bir rol içinde yaşarlar.

      Bu rol içindeki yaşamın en kötü yanı şuursuzluğun hakim olmasıdır. Kendi olamayan insanın kendini tanıması, ruhunu anlayıp keşfetmesi ve elbette Allah’ı anlaması mümkün değildir. “Kendini bilen Allah’ı bilir” hadisi de aslında bu gerçeğe işaret eder. Rolü yaşayan insan Allah’ın yakınlığının, büyüklüğünün, her şeyin O’na ait olduğunun ve O’nun tecellisi olduğunun şuurunda değildir. Bakışında pus, sesinde yabancılık vardır. Bu pus ve yabancılık ruhuna da soğukluk, donukluk olarak yansır. Kimi zaman abartılı ve doğal olmayan bir sakinlik ve tepkisizlik kimi zaman da aşırı gerginlik ve sinir olarak dışarı vurur.

      Sevgide ise hiçbir şuursuzluğa yer yoktur. Allah’a ait olduğunu, tüm kainatın Allah’ın tecellisi olduğunun, her an Allah’ın huzurunda olduğunun, Allah’ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunun farkında olan bir insanın kendi gibi yaşamaması için hiçbir engel yoktur. Allah bu şuur açıklığında olan kişiye mutlaka alabildiğine seveceği, güveneceği, yanında mutlu olup kendini tam bırakabileceği tecelliler de yaratır. Mümin sevgiyi bilen ve anlayan ruh bulduğunda bu kişinin Allah’ın hediyesi ve nimeti olarak kendisine nasip edildiğini bilir. Allah’a şükürle ve coşkulu bir sevinçle sevgisini yaşar.

      Ancak burada sevgiyi kavrayamayan yüzeysel insanların bir kısmının yanılgıya düştüğü şey doğal olmak, kendi olmakla kontrolsüzlüğü karıştırmalarıdır. Kendin olmak ya da kendini bırakmak kontrolsüzlük değildir. Kontrolsüzlükte kabalık vardır. Sevgi ise kaba ve inceliksiz olan hiçbir şeyi kaldırmaz. Sevginin insana kazandırdığı kendisi gibi davranma, kendisi olma lüksü beraberinde olabilecek en ince detaylara dahi özen göstermeyi getirir. Sevgi hep daha güzelini arama azmi kazandırdığı için sözün, esprinin, bakışın, ses tonunun, kıyafetin, duruşun en özenlisini, en kalitelisini, en hoşunu ve en güzelini yaptırır.

      Sevgiyle birlikte samimiyetsizlikten ve kendisi olmasına engel olan tabularda kurtulan insanın en büyük kazançlarından biri de Allah’ın ruhunda gizlediği birçok zenginliği bulmasıdır. “Ben böyleyim”, “fıtratım bu”, “karakterim böyle” diyerek tek bir modelle kendini sınırlandırmış olan insan, sevdiği ve sevildiğinde bir çok renkli ve farklı kişliğin güzelliklerine sahip olabildiğini görür. Sevgisizlikle tekdüze ve sıradan olan insan, sevgiyle ve duyarlılıkla birçok renk ve güzellik kazanır. 

        5.  SEVGİ YOKSA VEFA, FEDAKARLIK, SABIR, İNCELİK, NEZAKET, KALİTE DE YOKTUR.

        Toplumsal birçok acının ve felaketin temelinde sevgisizlik olmasının sebebi, sevmeyi bilmeyen insanların koşulsuz ve kesintisiz fedakarlığa, sabra, cesarete, vefaya güç yetirememeleridir. Sevgi olmadığında insanların iyi vasıfları genellikle bir koşula bağlıdır. Koşulların değişmesiyle iyilikten vazgeçmek birçok insanda görülebilen bir durumdur. Örneğin çok sevdiğini söylediği bir insanı ağır hastalığa yakalanması durumunda terk eden veya yaşı ilerlemiş anne babasıyla kendisi ilgilenmek yerine bir bakımevine bırakan insanların örneklerinde görüldüğü gibi.

        Bunun sebebi insanların birçoğunun çocukluğundan itibaren “karşılıksız” bir şey yapmanın “enayilik” olduğu telkinine maruz kalması vardır. Oysa iyilikten alınan gerçek zevk takdir edilmek, övülmek, görülmek ya da maddi veya manevi bir başarı ve karşılık elde etmek değildir. İyiliği zevkli kılan kişinin kendi ruhunun güzelliğine şahit olmasıdır. Bu yüksek anlayış ise ancak sevgiyle birlikte gelir. Sevgiyi bilmeyen insanların katılığı herhangi bir iyilik ya da güzellikten zevk almayı ortadan kaldırdığından sevginin olmadığı yerde güzel ahlaka dair vasıflar da ya çok yüzeysel ya çok geçicidir.

        İnsan ruhunun beğendiği ve özlem duyduğu fedakarlık, vefa, sadakat, nezaket, kalite, incelik, anlayış, sabır gibi güzel ahlak özelliklerinin tamamı sevgiyle birlikte gelişip güçlenir. Sevgi olmadığı yerde bu vasıflar olmaz. Bu vasıfların olmadığı yerde de sevgi olmaz. Dolayısıyla güzel ahlak sevgi ile kenetlenmiş olarak yaratılmıştır. Gerçekten seven bir insanın vefasız olması düşünülemez. Sadık olmaması hayal dahi edilemez. Karşısındakini Allah’ın tecellisi olarak seven insan karşısındakine en yüksek saygıyı, özeni, inceliği gösterir. Her zaman onore eder. Sevgi insanın karşısındaki kişinin en güzel yönlerini görüp, o güzelliklerden zevk alma, o güzellikleri ifade etme sanatıdır. Allah’ın kendisi için özel seveceği bir ruh yaratmış olması karşısında duyduğu heyecanla o kişiyi korur, kollar, üzerine titrer ve itina eder. Böyle yüksek bir duygunun olduğu yerde karşısındakini mahcup etme, küçük düşürme, rencide etme gibi insanlar arasındaki dostluğu en çok zedeleyen davranışların hiçbiri de hayat bulamaz.

        Sevgi olduğunda yiğitlik, mertlik, dürüstlük, cesaret de olur. Çünkü kişinin sevgisini muhafaza etme ve sevdiğini koruma duygusu cesaretle ve dürüstlükle perçinlenir. Sevmeyi bilen insan dürüst olduğu için adildir de. Tüm insanlara karşı hakkaniyetli ve merhametlidir. Kendinden önce diğerlerini düşünür. Bu asil ahlaka sabırla ve iradeyle güç yetirmesini sağlayan da sevgisidir. Sevgisizlik ise korkaklık, adaletsizlik, yokluk ve bereketsizlik getirir. Sevmeye cesareti olmayan insanın iyi olmaya da cesareti olmaz, dürüst olmaya da cesaret edemez. İnsanı cesur kılan, dürüst kılan, sabırlı kılan, merhamette iradeli kılan hep sevgisidir.

        Sevgi gücü kırılan insan kolaylıkla bencilliğe yönelir. Egoist olur. Merhamete güç yetiremez, acımasızlığı olağan görmeye başlar. Güzelliği göremez ve takdir edemez. İyiliği gereksiz bulur. “Dünyayı ben mi düzelteceğim”, “böyle gelmiş böyle gider” diyen insanlar hep sevgisizdir. Sevginin olduğu yerde böyle bir duyarsızlık ve umursuzluk olamaz. Sevgiyi yaşayan insan sevgisine bu tip basitlikleri ve kalitesizliği asla yakıştırmaz.

          6.  SEVGİYİ YAŞAMAYAN CENNETİ BİLEMEZ

          Cennet sadece sevgiyi bilenlerin ve yaşayanların sevinç duyabileceği bir mekandır. Allah Kuran’da cenneti ve cennetteki nimetleri çok detaylı olarak anlatmıştır. Bir insanın arzulayabileceği her türlü güzelliğin en yüksek kalite ve konforda olduğu bir nimettir cennet. Ama bu güzellikleri nimet kılan kişinin algısı, ruh kalitesi ve sevgi derinliğidir. Sevmeyi, güzelliği ve inceliği görmeyi bilmeyen, küt bir insanın cennetten zevk alması söz konusu olamaz. Nasıl ki çok ihtişamlı bir saraya girip tek bir güzelliği bile anlamadan ve takdir edemeden gezip giden insanlar oluyorsa, sevmeyi bilmeyen bir insan da cennete soğuk ve anlamsız bir ruhla bakar. Şaheser bir sofrada yemek yiyip peçetesini toplayıp giden insanın kabalığında cenneti görür. Böyle kaba bir ruhun cennette olması ise Sonsuz Adil ve Yüce olan Allah’ın şanına uygun olmaz.

          Cenneti cennet kılan sevgidir. Cennetin her bir çiçeğinde, her bir insanında, her bir köşkünde, her bir arabasında, her bir kıyafetinde, her bir müziğinde Allah’ın sanatına aşık olanlar cenete layık olanlardır. Bu güzel derinlik ve sevgi gücü ise dünyada zorluklar, çileler, fedakarlıklarla geçen bir eğitimle öğrenilir. Dünyada sevgiyi öğrenmeden, Allah’ın tecellilerini coşkulu bir aşkla sevmeyi bilmeden, hür ve özgür bir ruhla kendini yalnızca Allah’a bırakmayı kavramadan cennete layık bir insan olunmaz. Allah cenneti sevmeyi bilenler için yaratmıştır. Cennet ehlinin dünyadaki varlık amacı sevmeyi öğrenmektir. İnsanların imtihan dedikleri şey de aslında insanın kendini tanıması ve sevgiyi öğrenmesidir.

          Sevgi aynı zamanda müminlerin cennete özlemidir. Güzel sözlü olmak, ince düşünmek, nezaket göstermek, neşeli olmak, kalender olmak, fedakarlık yapmak, sevecen davranmak, asil olmak, halden anlamak, yardımcı olmak, kolaylaştırmak, anlayışlı  davranmak, temiz olmak, bulunduğu ortamı güzelleştirmek, estetikten ve sanattan zevk almak gibi güzellikler için gösterilen iradenin tamamı bir cennet özlemidir. Bunların hakim olduğu yerde cennetin vasıfları tecelli eder. Allah’ın Kuran’da bildirdiği ve sevginin temeli olan tüm yüksek ahlak vasıfları insanlara cennet benzeri bir ortam sunar. Bu güzelliğin topluma yansıması durumunda bugün insanların canını yakan, mutsuzluklarına sebep olan her türlü olumsuzluk da doğal olarak ortadan kalkmış olur.

          SONUÇ OLARAK, müvekkil Adnan Oktar insanların sevgiyi bilmemesinin hem dünyalarını hem de sonsuz hayatlarını mahveden bir felaket olduğunu gördüğünden, bu hayati konuyu gündem yapmanın insanlığın kurtuluşu için önemli olduğunu düşünmektedir. Dünyanın böyle güzel seven ve güzelleşen insanların çoğunlukta olduğu bir yer haline geldiğinde nasıl olacağını hayal etmek dahi sevginin ne kadar hayati, acil ve önemli olduğunu anlamak için yeterlidir. Müvekkile göre hiçbir konu sevgiden daha önemli değildir. Bu sebeple düşüncelerini Makamınız’a da arz etmektedir. 14.07.2025

          Saygılarımızla bilgilerinize sunarız

          Daha yeni Daha eski