-VAN-
11 Temmuz 2018 tarihinden beri yaşanan kumpas dahilinde müvekkil Adnan Oktar'ı sürgün amaçlı İstanbul'dan en uzak şehirlere sevk etme stratejisi Van şehri ile devam etmiştir. Müvekkil, önce Edirne'ye, sonra Erzurum'a, ardından da Van'a sürgün edilmiş ve cezaevi süreçini burada yaşaması istenmiştir. Amaç, kendi doğduğu, büyüdüğü, tüm çevresinin ve yakınlarının bulunduğu İstanbul şehrinden alabildiğine uzaklaştırmak, yakınlarının ve avukatlarının kendisine ulaşımını zorlaştırmak ve hali hazırda İstanbul'da devam eden davalarına katılımını mümkün olduğunca engelleyebilmektir.
Hatırlanacağı gibi daha önce Edirne ve Erzurum sevklerinde de bu zulüm amaçlanmış, ancak müvekkil, gönderildiği her iki şehrin de gösterdiği manevi işaretlerden büyük bir haz duyarak buralarda bulunmaktan dolayı sevinç duymuştur.
Müvekkilin sevk edildiği ve halen kalmakta olduğu üçüncü şehir olan VAN ise, çok daha büyük manevi işaretler barındırmaktadır. Bu işaretler her geçen gün çok daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bu sebepler nedeniyle müvekkil, burada bulunmanın manevi hazzını yaşamaktadır.
Bu manevi işaretlerden ilki, bu şehrin de Zülkarneyn'in uğradığı şehirlerden biri ve tam olarak ÜÇÜNCÜSÜ olmasıdır.
Zülkarneyn'in Üçüncü Yolculuğu Van'a İşaret Etmektedir
Önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, Kuran'a göre Zülkarneyn 3 yolculuk yapmış, bunlardan ilkinde BATIYA, ikincisinde DOĞUYA VE EN YÜKSEK ŞEHİR MERKEZİNE gitmiştir. Hatırlanacağı gibi en batı EDİRNE'yi, doğudaki en yüksek şehir merkezi ise ERZURUM'u işaret etmektedir. Bunlar, müvekkilin, sırasıyla sevk edildiği şehirlerdir. Zülkarneyn'in üçüncü ziyareti ise, İKİ SEDDİN ARASIDIR. Bu bölge, VAN'a işaret etmektedir.
Ayetlerde Zülkarneyn'in üçüncü yolculuğu şöyle tarif edilmiştir:
Sonra BİR YOL (DAHA) TUTTU.
İKİ SEDDİN ARASINA kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde HEMEN HEMEN HİÇBİR SÖZÜ KAVRAMAYAN BİR KAVİM buldu. (Kehf Suresi, 92-93)
Zülkarneyn, üçüncü ve son yolculuğunda İKİ SEDDİN olduğu bir yere gitmektedir. Set kelimesinden hareketle tarihçiler bunun Çin Seddi olduğu tahmininde bulunmuşlarsa da, Zülkarneyn'in ulaştığı bu bölgenin İslam'ın bugünkü merkezini temsil eden Türk bölgesi olması ve rivayetlere göre bu seddin yapılmasını Türklerin istemesi bu iddiayı ortadan kaldırmaktadır. Bilindiği gibi Çin seddi, Türkler tarafından değil, bilakis Türklere karşı yapılmıştır.
Zülkarneyn, doğuda bir Türk beldesine gitmiştir ve orada bulunan halk, Yecüc ve Mecüc saldırılarına karşı kendisinden set yapmasını istemiştir. Konuyla ilgili çeşitli kaynaklarda yer alan açıklamalar şu şekildedir:
"Zülkarneyn’in karşılaştığı ve Kur’ân’ın adını vermediği, ‘neredeyse hiçbir sözü anlamayan topluluk’ diye nitelendirdiği bu insanlar kimlerdir? Müfessirlerin büyük bölümü tefsirlerinde, bu topluluğun Türk olduğu yolundaki rivayetlere yer vermişlerdir. Onlardan bir bölümü de Zülkarneyn’in Ye’cûc-Me’cûc’e karşı yapılacak set için ‘bana gücünüzle yardım edin’ dediği topluluğun Türkler olduğunu söylemiştir. Müfessirlerin bu ayetler çerçevesinde aktardıklarını veya kendi düşüncelerini dikkatle okuyacak olursak ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır: TÜRKLER, YE’CÛC-ME’CÛC’E KARŞI ZÜLKARNEYN’DEN YARDIM İSTEYEN, AYRICA ZÜLKARNEYN’İN DE SEDDİN YAPIMINDA KENDİLERİNDEN YARDIM İSTEDİĞİ BİR TOPLULUK olmaktadır.[1]
Elmalılı Hamdi Yazır ise bu durumu şöyle izah etmiştir:
"Kehf suresinde kıssası anlatılan Zülkarneyn'in, Yecuc ve Mecuc'un şerrinden kurtulmak için kendisinden yardım isteyen ve Zülkarneynin teklifi üzerine meşhur seddin yapımında bedeni güçleri ile yardım eden kavmin TÜRKLER olduğu hususunda tefsirciler arasında çoğunluk olduğu ileri sürülmektedir. (…Eğer bu kavim, tefsircilerin aktardıkları gibi Türk idiyse, burada Zülkarneyn'e fiziksel güçle yardım eden Türklerin geçmişte yeryüzünü bozulmaktan kurtarmak için ettikleri hizmetin önemi vurgulanmış olduğu gibi, Hazreti Peygamberin gönderilmesinden sonra İslam'a yapacakları hizmete de işaret edilmiş demektir.) (Elmalılı Tefsiri, cilt 5, sh.504)"
Zülkarneyn'in inşa etmiş olduğu set hakkında şu an bir bilgimiz olmasa da, Kuran'da anlatılan bu tarif, günümüzde ancak VAN şehri ile ilişkilendirilebilir. Van, ülkenin en doğu sınırındadır ve VAN ŞEHRİMİZDE SET OLARAK ADLANDIRILAN İKİ AYRI YAPI vardır.
Bunlardan birincisi VAN KALESİ'Nİ ÇEVRELEYEN SEDDİR. Van Kalesi, M. Ö. 9. Yüzyılda inşa edilmiştir. Van kalesinin surları 1800 metre uzunluğunda ve 100 metre yüksekliğindedir. Söz konusu seddin en önemli özelliği ise, ÇİN SEDDİNE BENZETİLMESİDİR.
Van'da yer alan İKİNCİ SET ise, günümüze yönelik bir vurgu ile, Van-İran sınırında inşa edilen 295 kilometrelik sınır hattıdır. Burası, VAN SEDDİ olarak adlandırılmaktadır. Türkiye-İran sınır güvenliğinin sağlanması, yasa dışı geçişler ile kaçakçılık faaliyetlerinin önlenmesi ve teröristlerin sızmasının engellenmesi için 295 kilometrelik sınır hattının tamamına duvar örülmektedir.
Bu seddin görünümü şu şekildedir:
Günümüze yönelik işari manasıyla ele aldığımızda, bozgunculuk ve anarşi çıkaran bu topluluğun, Van sınırında yıllarca bölücülük eylemleri yapmış olan PKK olduğu anlaşılmaktadır. Keza, Van seddinin inşa gerekçesi de, terör örgütüne karşı bir barikat elde edebilmek ve sınırı koruyabilmek olmuştur.
Zülkarneyn kıssasının anlatıldığı diğer ayetlerde, bu setlerin aşılamayan setler olduğu ifade edilmektedir:
"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."
BÖYLELİKLE NE ONU AŞABİLDİLER, NE ONU DELMEYE GÜÇ YETİREBİLDİLER. (Kehf Suresi, 96-97)
Dikkat edilirse Zulkarneyn, oldukça büyük bir güce ve ilme sahip olmasına rağmen, anarşi çıkaran topluluğa karşı savaşmamakta, onlara saldırmamakta; bunun yerine onları, inşa ettiği bir set ile engelleyerek, durdurarak savunma sağlamaktadır. Demek ki, anarşi ve teröre karşı mücadele, saldırıya saldırıyla karşı gelmek değil, bu anarşist topluluğu durduracak akılcı yöntemler bulmaktır.
Burada müfessirlerin ve tarihçilerin açıklamaları ışığında Kuran ayetlerinde belirtilen Zülkarneyn'in yolculuğunun, COĞRAFİ TUTARLILIKLAR NEDENİYLE, yukarıda izah ettiğimiz sınırları kapsadığı kuvvetle muhtemeldir. Buradan hareketle, tarihte bereketlendirilmiş bu üstün şahsın tuttuğu yollardan geçiyor olmak, müvekkil için bir kader birliğine, bir güzelliğe işaret etmektedir. Bu aynı zamanda Kuran'da tarif edilen bu kutlu şahsın istikamet bölgesinin Türkiye sınırları içinde olduğunu da göstermekte ve Türkiye'nin ve Türklerin ayrıcalıklı bir yere sahip olduğuna işaret etmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Kendisinden 100 Sene Sonra Risale-i Nur'a Değer Veren Kişilerin Van'a Geleceğini Söylemiştir
Bilindiği gibi Bediüzzaman Said Nursi, Van iline büyük değer vermiş, uzun yıllar orada ikamet etmiş, faaliyetlerde bulunmuş ve orayı vatanı olarak gördüğünü ifade etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Van Kalesi’nde kendi kurduğu Horhor Medresesi'ni bir okul olarak kullanmış ve orada talebe yetiştirmiştir. Bu sebeple Horhor Medresesi, Van’ın tarihi ve önemli mekanlarından biri olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte ÜSTAD, KENDİSİNDEN YÜZ SENE SONRA RİSALE-İ NUR’A DEĞER VEREN BAZI KİMSELERİN VAN’A GELECEKLERİNİ VE SÖZ KONUSU MEDRESEYİ ZİYARET EDECEKLERİNİ BELİRTMİŞTİR. Hatta o sırada yaşanacaklardan dahi bahsetmiş, ziyaretine gelecek olan kardeşlerini şöyle müjdelemiştir:
“… Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed‘ler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” (sadıksın) deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım (çağdaşlarım), varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. NE YAPAYIM, ACELE ETTİM, KIŞTA GELDİM; SİZLER CENNET-ÂSÂ (cennet gibi) BİR BAHARDA GELECEKSİNİZ. ŞİMDİ EKİLEN NUR TOHUMLARI, ZEMİNİNİZDE ÇİÇEK AÇACAKTIR. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: MAZİ KIT’ASINA GEÇMEK İÇİN GELDİĞİNİZ VAKİT, MEZARIMIZA UĞRAYINIZ; O BAHAR HEDİYELERİNDEN BİRKAÇ TANESİNİ MEDRESEMİN MEZARTAŞI DENİLEN VE KEMİKLERİMİZİ MİSAFİR EDEN VE HORHOR TOPRAĞININ KAPICISI OLAN KALENİN BAŞINA TAKINIZ. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. MEZARIMIZDAN “NE MUTLU SİZE!” SADÂSINI İŞİTECEKSİNİZ. Hatta misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadayı işitecektir. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın hakaikini (hakikatlerini) hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat (hakikat meselesi) olarak sizde tahakkuk edecektir.” (Münazarat, s. 88)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin belli ki beklediği kutlu şahıslar vardır. Bu şahıslar, kendisinden YÜZ SENE SONRA GELECEK ve o dönem artık İSLAM'IN BAHARI olacaktır.
Üstad'ın çok önem verdiği Horhor Medresesi her yıl oldukça fazla kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Dolayısıyla, bu sözlerle işaret edilen kişilerin ÖZEL KİŞİLER olduğu anlaşılmaktadır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, kendisinin attığı Nur tohumlarının, gelen bu kutlu şahıslar vesilesi ile, onların zemininde çiçek açacağını yani İslam'ın hak ettiği gücüne bu kişiler vesilesi ile kavuşacağını belirtmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası'nda, yüz sene sonra gelen bu kutlu şahıslara şöyle hitap etmektedir:
(Yani İhtiyar Risalesi'nin Onüçüncü Ricasında beyan ettiği gibi, Medresetü'z-Zehra'nın mekteb-i ibtidaîsi (Said Nursi'nin planladığı üniversite düzeyindeki projesi için mahalle mektebinden dönüştürülen yeni mektep) ve Van'ın yekpare taşı olan kal'asının altında bulunan Horhor Medresemin vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van kal'ası mezar taşı olmuş. EY YÜZ SENE SONRA GELENLER! Şu kal'anın başında bir Medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü'z-Zehra'yı cismanî bir surette bina ediniz, demektir.) (Emirdağ Lahikası, s. 489)
Bu sözlerle Üstad, Balkan Savaşı sırasında yıkılmış olan Horhor Medresesi'nin -işari anlamda- vefatının, tüm medreselerin vefatına, yani İslam'a yönelik büyük bir saldırıya işaret ettiğini belirterek, KENDİSİNDEN YÜZ SENE SONRA GELECEK OLAN KUTLU ŞAHISLARIN, manevi anlamda varlığını sürdüren ama maddi anlamda yıkılmış olan medreseyi TEKRAR İNŞA ETMELERİNİ istemiştir. Belli ki, kendisinden yüz sene sonra gelecek olan bu şahıslar, ÖZEL BİR AMAÇ İÇİN GELEN, ÖZEL İNSANLARDIR.
Buradaki "tekrar inşa", işari anlam taşır ve binanın inşa edilmesinden ziyade, önemli şahısların oraya gelerek İslam'ı anlatmalarına işaret eder. Keza medresenin yeniden inşası yani restorasyonu gerçekleşmiş ve bina Ekim 2024 tarihinde yeniden açılmıştır.[2]
Buradaki "inşa" ifadesi, medresenin eğitim yeri olarak tekrar faaliyete geçmesi anlamındadır; "manevi, ilimle inşa" manasına işaret etmektedir. Üstad'ın ifadelerine göre o bölgeye YÜZ SENE SONRA GELECEK OLAN KUTLU ŞAHISLAR, İslam'ı anlatarak oradaki insanları bilgilendirecek, eğiteceklerdir. Demek ki, bu süreçte İslam dünyasının kan kaybedeceği kötü zamanlar yaşanacak, Üstad'ın ifadesine göre ahir zamanın en büyük fesadı zamanı insanlara isabet edecektir. İşte böyle bir zamanda, imani zafiyet yeryüzünde yaygınlaşmışken, BU MEDRESEYE ULAŞAN KUTLU ŞAHISLAR, BU FESADA KARŞI MÜCADELE EDECEKLER VE VERDİKLERİ KURANİ EĞİTİM İLE TEKRAR İNSANLARI İSLAM İLE BULUŞTURACAKLARDIR.
Bütün bu sebeplerle müvekkil, bu özel zamanda, oldukça özel manevi güzellikleri ve anlamları olan Van'da bulunmaktan derin bir haz almaktadır. Kendisinin sürgün amaçlı gönderilmiş olduğu Van, beklentilerin aksine müvekkil için özel bir nimet olmuştur. Bu işaretleri izlemek, müvekkilin şevkini, derinliğini ve İslam için çaba göstermeye yönelik kararlılığını kat kat artırmaktadır.
Sonuç:
Müvekkil, özellikle Van'a yönelik bu manevi işaretleri son derece değerli bulmaktadır. Müvekkilin Van iline getirilişi, kendi memleketinden uzaklaştırılıp ona ve yakınlarına bir zulüm, bir sürgün şekli olarak düşünülmüşse de, gerçekte BU PLANLAR TERSİNE DÖNMÜŞTÜR. Müvekkil, bulunduğu şehir ve içinde barındırdığı manevi anlamlar nedeniyle bu kaderi yaşamaktan dolayı son derece mutludur.
Müvekkil, tüm imtihanların özel olarak yaratıldığını ve tüm planların Allah tarafından oluşturulduğunu bilen ve bunun tevekkülü ile yaşayan bir insan olduğundan, yaşanan süreçler ve kurgulanan planlar kendisini hiçbir zaman rahatsız etmemiştir. Bilakis, bu planlar sonucunda ortaya çıkan manevi anlamlar, onun şevkini ve Allah'a teslimiyetini daha da artırmıştır. Bu, bir kez daha, hiçbir tuzağın müvekkile karşı başarılı olamayacağı gerçeğini ilan etmektedir.
Bu önemli hususu kamuoyunun takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 07.05.2025
[1] İslam Coğrafyacılarında Ye’cûc Me’cûc Bahsi, Prof. Dr. Murat AĞARI
[2] https://www.risalehaber.com/said-nursinin-ders-verip-namaz-kildirdigi-horhor-medresesi-bir-kez-daha-acildi-442716h.htm