Daha önce kamuoyuna ilettiğimiz bilgilendirme yazılarında, müvekkil Adnan Oktar'ın, kendi evinin ve ailesinin bulunduğu yer olan İstanbul'dan alınarak, KENDİ İSTEĞİ DIŞINDA sevk edildiği EDİRNE, ERZURUM ve VAN beldelerinin müvekkil için büyük önem taşıdığını belirtmiştik. Müvekkil, hayatındaki her şeyi Allah tarafından yaratılan özel imtihanlar ve güzellikler olarak gördüğünden, cezaevi imtihanı boyunca sevk edildiği bu şehirlerin de özel hikmetleri ve anlamları olduğuna inanmakta ve bu nedenle de her şeyde olduğu gibi bu konuda da Allah'a olan tevekkülünü ve teşekkürünü ifade etmektedir.

Gerçekten de bu üç şehrin niteliklerini incelediğimizde, bu şehirlerin, Türkiye'de en doğu, en batı ve en yüksek rakımlı şehirler olarak dikkat çektiği görülmektedir. Daha önce sunmuş olduğumuz diğer yazılarımızda da, çeşitli İslami kaynaklarda, hem gönderilmiş bir uyarıcı hem de dünyaya hakim olmuş bir hükümdar olarak tarif edilen Zülkarneyn'in de, Kuran'da, tuttuğu 3 yolun tarif edildiğini belirtmiştik. Zülkarneyn'in, çeşitli hayırlar getirmek için yöneldiği 3 yolun birincisi GÜNEŞ'İN BATTIĞI YER, yani EN BATI; ikincisi GÜNEŞ'İN DOĞDUĞU VE GÜNEŞ'İN İNSANLAR İÇİN SİPER KILINMADIĞI yer, yani EN DOĞU ve EN YÜKSEK; ve üçüncüsü ise İKİ SEDDİN ARASINDAKİ YERDİR. Yine ilgili yazılarımızda detaylarıyla izah ettiğimiz şekilde, en doğu ve en batı, her coğrafyaya göre değişeceği için, burada işaret edilen coğrafya İSLAM'IN MERKEZİ OLAN BU TOPRAKLAR olmalıdır. Çünkü bu tip değerlendirmeler daima, İslam'ın merkezi olan beldeye yönelik yapılmaktadır.

Örneğin Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Mehdi'nin çıkış yeri ile ilgili hadislerde, Müslümanların, hadiste geçen "medine" yani "şehir" ifadesini, hadislerin yaygınlaştığı dönemdeki HİLAFET MERKEZİNE GÖRE DEĞERLENDİRDİKLERİNİ ve bu nedenle de hataya düştüklerini belirtmiştir:

"Meselâ Merkezi saltanat o vakit Şam'da veya Medine'de olduğundan vukuatı Mehdiye veya Süfyaniyeyi, merkezi saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahsı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsârı azîmeyi (yüce eserler) o eşhasın zâtlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki O EŞHASI HÂRİKA (mucizevi şahıslar) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki demiştik; bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır fakat ihtiyarı elinden alınmaz."[1]

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin burada dikkat çektiği husus, hilafet merkezinin Mehdi'nin çıkış dönemine göre değerlendirilmesi gerektiği, bu merkezin Osmanlı'dan beri Türk topraklarında olduğu ve merkezinin de İstanbul olduğudur. Müvekkile göre bu değerlendirmeden, doğu-batı gibi izafi kavramların, İslam'ın merkezine göre değerlendirilmesi gerektiği anlamları çıkmaktadır.

Yine Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin Beşinci Şua'da yer alan aşağıdaki açıklamaları da bu minvaldedir.

"İkincisi: Bir kısım hadîsler İslâmların ekseriyeti noktasında veya hükûmet-i İslâmiyenin veya merkez-i hilafetin nokta-i nazarında vürûd ettiği (gerçekleştiği) halde, umum ehl-i dünyaya şâmil (genel insanlığa ait) zannedilmiş ve bir cihette hususi (özel) bulunduğu halde, küllî ve âmm (genele ve umuma ait) telakki edilmiş. Mesela, rivayette vardır ki “Bir zaman gelecek, Allah Allah diyen kalmayacak.” Yani zikirhaneler kapanacak ve Türkçe ezan ve kamet okunacak demektir."[2]

Üstad, bir kısım hadislerde tarif edilen olayların da, yine aynı hataya düşülerek, tüm insanlığa yönelik olarak kabul edildiğini, oysa bu olayların HİLAFET MERKEZİNE GÖRE değerlendirilmesi gerektiğini bu sözlerle ifade etmiştir. Örneğin ahir zamanda, zikirhanelerin yani Allah'ın adının anıldığı yerlerin kapatılması ve ezanın Türkçe okunması gibi hadiselerin, tüm dünyada değil, Müslüman toplumlarının bulunduğu hilafet merkezinde gerçekleşeceğine vurgu yapmıştır. Bu örnekten de, bu konudaki değerlendirmelerde hilafet merkezinin esas alınması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bütün bunlardan hareketle, Zülkarneyn kıssasında gerçekleşen yolculukların, İslam'ın merkezi olan Türk topraklarında gerçekleştiği kabul edilmektedir.

Türkiye'nin en batısı EDİRNE, en doğusu ve en yüksek yaşam alanı ERZURUM; ve iki seddin arasında kalan coğrafya da VAN işaret etmektedir. İşte bu sebeplerle müvekkil, cebren bu üç şehirde bulundurulmasını önemli görmekte, değerli bulmaktadır.

Sırayla üzerinde durmak adına, bu yazımızda değineceğimiz şehir Edirne olacaktır.

EDİRNE

Kuran'da Zülkarneyn'in yapmış olduğu üç yolculuktan ilki şu şekilde geçmektedir:

Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim.

Gerçekten, BİZ ONA YERYÜZÜNDE SAPASAĞLAM BİR İKTİDAR VERDİK ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik.

O da, BİR YOL TUTTU.

Sonunda GÜNEŞİN BATTIĞI YERE KADAR ULAŞTI ve onu KARA ÇAMURLU BİR GÖZEDE batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin." (Kehf Suresi, 83-86)

Güneşin battığı yer, yani en batı, her coğrafyaya göre değişiklik göstereceğinden, burada İslam'ın merkezi olan Türkiye'nin en batısının esas alınması gerektiği açıktır. Keza, Zülkarneyn'in bu yolculuklarını Türk toprakları üzerinde yaptığı pek çok müfessir ve çağdaş yorumcu tarafından kabul edilmektedir.

TÜRKİYE'NİN EN BATISINDAKİ ŞEHİR EDİRNE ŞEHRİDİR.

Edirne, Türkiye'nin en batı sınırı olmasının yanı sıra, başka önemli coğrafi özellikler nedeniyle de bu tarife uymaktadır. Ayette "KARA ÇAMURLU BİR GÖZE" (göze=su kaynağı) olarak bir tarifin yapılması manidardır. Çünkü Edirne şehrinin en büyük ırmağı olan Meriç nehrinin ağız kısmı, tarihten bu yana CİVARINDA BATAKLIKLAR BARINDIRAN bir coğrafyadır. Konuyla ilgili bir kaynakta, coğrafyanın bu özelliği şu şekilde tarif edilir:

"İbnün Nüzhet Cevat, 1914–1915 yıllarında yazdığı Haritalı Musavver Memalik-i Osmaniye Coğrafyası adlı eserinde Edirne vilayetinin doğal coğrafyası hakkında özlü bilgiler sunar; 'Vilayetin batı kısmı Rodop silsilesinin ormanlı tepe ile yaylaları ile arızalıdır. Doğu kısmı dahi Edirne ovası ile Istranca ve Tekfur dağı silsilelerinin devam eylediği yüksek yaylaları ihtiva eder. İşbu yaylalar ile Gelibolu yarımadası vilayetin en ziyade verimli arazisi ve kalabalık semtini teşkil eder. Vilayetin güneybatı cihetleri Burugöl ve Meriç’in aşağı kısmı civarı tamamen BATAKLIK olup sağlığa zararlıdır.[3]

"Dedeağaç sancağı: kuzeyden Edirne, doğudan Gelibolu, batıdan Gümülcine sancakları ve güneyden Adalar denizi ile çevrilidir. Arazisi bazan dağlık ise de Meriç nehrinin geçtiği yerler ile nehrin mansabı civarı DÜZ VE BATAKLIKTIR. Bununla beraber havası mutedil olup, İnöz (Enez) civarı bazı hastalıklara maruzdur."[4]

Ayetle mutabık bu özelliklerin yanı sıra Edirne, SALTUKNAME'de yer verilmiş, önemle anlatılmış, hatta Saltukname'nin esasını teşkil eden bir şehirdir.

SALTUKNAME, 13. yüzyıl alp-erenlerinden olan ve Rumeli'nin Türkleşmesinde büyük rolü bulunan Sarı Saltuk'un efsanevi hayatını anlatan Anadolu Türk destanlarından biridir. Eserde, Sarı Saltuk'un menkıbelerinin yanı sıra, dönemin önemli kişilerinin menkıbeleri ve bu kişilerin Sarı Saltuk ile olan münasebetleri de anlatılmaktadır.

-1-

Saltukname'de Edirne'nin önemi şu sözlerle izah edilmiştir:

Orijinal Metin:

“Ol gice Resül’i -aleyhi’s-selam- düşinde gördi. Ol bedr-i Münir, şems-i duha, Beşir ve nezir gelüp Şerif’e selam virdi. Ol camiün sol tarafına olan direğe arka virüp eyitti. Ya veledi! Bu makam benüm evümdür, hacet dilersen bunda dile, kabul ola. Bu şehr (Edirne) benüm ümmetüm gazilerinün ocağı olısardur. Adnü’l arz budur. Her kim bu makamı ümmetümden bekleye cemi düşmanına mansür ve muzaffer ola. FETH-İ BAB (Fethin kapısı, fethin başlangıcı) BU YİRDENDÜR (Edirne’dendir) RUM EVİNDE. NİTEKİM HAK TAALA KELAMINDA BUYURUR: “ELİF, LAM, MİM  GULİBETİ’R-RUMÜ, Fİ ADNE’L ARD VE HÜM MİN BA’Dİ GALEBİTİM SEYEGLİBÜNE” DİR. DAHI DARÜ’N NASR (zaferin, yardımın mekanı) BUNA AD OLSUN DİDİ. Şerif eyitti: “Ya Resulu’llah! Bana şefaat eyle ve bunda olanlara bile.” didi. Resül –aleyhi’s selam- eyitti: “Benüm şefaatüm şu benim yoluma sayidenleredür.” Didi. VE DAHI RESÜL HAZRETİ BU ŞEHRE EDİRNE DİYÜ AD SÖYLEDİ. LA-CEREM SULTAN SALTIH VE MÜSLÜMANLAR DAHI ADIN EDİRNE DİDİLER.

Türkçe Tercümesi:

"Gece Resul (as) rüyasında gördü. Dolunayın Işığı, Şafak Vakti, İnsan ve Verdiği Sözler, gelip KUTLU ŞAHSA SELAM VERDİ. Caminin sol arka sütununa sırtını yaslayıp şöyle söyledi: Ey Evlat! Bu makam benim evimdir. Eğer uygun görürsen bundan iste, isteğin kabul olsun. Bu şehir (Edine) benim ümmetimin gazilerinin ocağı olacaktır. EDNA EL ARZ BURASIDIR. Her kim bu makamı ümmetimden bekliyorsa kendilerine toplanan düşmanlarına karşı yardım bulmuş ve zafer kazanmış olsun. FETHİN İLK YERİ BURASIDIR (EDİRNE’DİR), Rum evindedir. Nitekim Allah-u Teala Kuran'da buyuruyor:

Rum Suresi:

  1.  Elif, Lam, Mim.
  2.  Rum (orduları) yenilgiye uğradı.
  3.  "EDNA EL ARZ’da." Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.

BURANIN (EDİRNE’NİN) İSMİ ZAFER'İN MEKANI OLSUN DEDİ. Kutlu Şahıs: "Ey Resulullah! Bana burada olanları anlamama vesil ol" dedi. Resul (as): "Benim duam yoluma ciddi emekte bulunanlaradır" dediBU ŞEHRİN İSMİNİN EDİRNE OLDUĞUNU SÖYLEDİ. SULTAN SALTIK'TAN AYRILMAYANLAR VE MÜSLÜMANLAR DAHİ BURANIN ADINA EDİRNE DEDİLER."

Saltukname'de geçen bu rivayetlere göre, rüyasında KUTLU ŞAHSI gören Peygamber Efendimiz, fethin Edirne'den olacağını söyleyerek Rum Suresi'ni okumaktadır.

-2-

Saltukname'deki bir diğer rivayette Edirne'deki bu kutlu şahıs şu şekilde tasvir edilmiştir:

Orijinal Metin:

"Raviler bunda şöyle rivayet iderler kim şehr karşusında bir depe vardı, şöyle kim ol depeye her zamanında Hazret-i Hızr – aleyhi’s-selam- gelürdi ve dahı ol yirlerde Sunni cinlerden dahı olurlardı. Meğer kim gene Hazret-i Hızr gelüp ol depede otumışdı. Sunni cinnilerden Minu-çihr-i cini (Hz. Süleyman’ın cini) dahı Hazret-i Hızr’ı ziyaret ide geliyorurdı. NA-GAH LEŞKERİYLE GELÜRKEN GÖRDİ KİM HAVADA BİR ADEM OĞLANI ELİ BAĞLU YUKARUDAN AŞAĞI İNER OD İÇİNE. HEMAN TİZCEK İRİŞÜP KAPDI VE ALUP HAZRET-İ HIZR KATINA GELDİ. Şerif’i Hazret-i Hızr öninde yire kodı. Hazret-i Hızr, Şerif’i görüp yirinden durup eli bağlın alup, eyitdi: “Ya Şerif! Gam çekme. Şimdilerde sana ölüm yokdur. Ta kim su gözüne od gibi görinmeyince sana mevt olmaya. Alamet oldur, üşenme didi. Şerif ve Hazret-i Hızr ve Minu-çihr-i cini oturdılar. Şehre bakup od yanduğın temaşa iderlerdi."

Türkçe Tercümesi:

"O şehir (Edirne) karşısında bir tepe vardı. O tepeye sıklıkla Hz Hızır (as) gelir ve o yerlere Müslüman Cinler dahi gelirdi. Ne zaman onlar o tepeye gelse Hz Hızır da o tepede olurdu. Müslüman Cinnilerden MinüÇihr (isimli Hz Süleyman’ın Cini) dahi Hz Hızır'ı ziyarete geliyordu. DERKEN, O ESNADA ASKERLER EŞLİĞİNDE BİR ADEM EVLADI (HZ. MEHDİ) ELLERİ BAĞLI (KELEPÇELİ) YUKARIDAN AŞAĞI İNDİ ATEŞ İÇİNE. (MİNÜÇİHR) ANINDA ORAYA GİDEREK O KUTLU ŞAHSA ERİŞİP ONU KAPTI VE HZ HIZIR'IN KATINA GETİRDİ. HZ HIZIR, O KUTLU ŞAHSI GÖRÜNCE ŞÖYLE SÖYLEDİ: EY KUTLU ŞAHIS! DERT ETME. BU ZAMANLARDA SANA ÖLÜM YOKTUR. TA Kİ SU GÖZÜNE ATEŞ GİBİ GÖRÜNÜNCEYE KADAR SANA ÖLÜM GELMEYECEK. Ölümünün alameti budur. Şimdi vazgeçme. Kutlu Şahıs (Mehdi), Hz Hızır ve Minüçihr (Edirne’deki) o tepeye oturdular. Şehre bakıp yanan ateşi seyrettiler."

Rivayette Edirne'de "elleri bağlı" olarak ateşe yani bir zorluk ortamına inen KUTLU ŞAHSAHz. Hızır'ın yardımı konu edilmektedir. Bu kutlu şahıs, -genellikle bu şahsın MEHDİ olduğu rivayet edilir- Hz. Hızır'ın koruması altındadır. Rivayete göre, türlü zorluklar (yanan ateş) içinde olsa da ZORLUKLAR BU KUTLU ŞAHSA ERİŞMEYECEK, HZ. HIZIR'IN YARDIMIYLA ÖLÜM ONA GELMEYECEKTİR.

-3-

Saltukname'de geçen diğer rivayet ise şu şekildedir:

Orijinal Metin:

Pes Server Şemun’dan sordi kim “Bu şehrün (İstanbul) en sonı nice ola?” didi. Rahib eyitti: “Server, bu şehr akıbet Müslümanlar elinde harab olur. Sebeb-i harab fısk ve fücür, FESAD VE ZİNA VE LİVATADAN ve zulm ve cevrden ve bed efalleri çok ola, dahı Hak Taala kaht ve taunlar vire ve zelzele çok ola, en son bu şehr harab ve hasf olup yire geçe, gide, amma bir tarafı kala, ol yir umaram Ayafosya tarafıdur. Zira anun-çün dua olınmıştur” didi. Andan Server eyitti: “Ya Endriyye’nun (Edirne’nin) harabı neden ola, bize beyan ve ayan eyle, ilm-i hikmetten bilürsen” dedi. Pes ol rahib-i alim eyitti: “Server, ANUN (Edirne’nin) HARABI OLMAZ. Meğer gazadan Müslümanlar vaz geçeler, ol şehr nazar-gah-ı Hak’tur. Anun halin Allah Taala bilür” didi.

Türkçe Tercümesi:

"Kral Şemun sordu: "Bu şehrin (İstanbul'un) en son hali ne olacak?" Alim şahıs şöyle söyledi: Bu şehrin (İstanbul'un) akibeti Müslümanların elinde harap olur. Harabın sebebi fısk ve fücur, fesat, zina, eşcinsel ilişki, zulüm, eziyet ve kötülüklerin çok olmasıdır. HAKK-I TEALA KAHT (KITLIK) VE TAUN (SALGIN HASTALIK) VERİR VE DEPREM ÇOK OLUR. En son bu şehir harap olur ve ışığı söner, yere geçer gider. Ama bir tarafı kalır, o yer umarım ki Ayasofya tarafıdır. Zira onun için dua edilmiştir dedi. Kral: YA EDİRNE'NIN HARABI NEDEN OLACAK? Bize söyle ve göster. Hikmetli ilminden uygun görürsen. Alim Şahıs: ORANIN HARABI OLMAZAma ne zaman dinin tebliğ edilmesinden Müslümanlar vazgeçerlerse O ZAMAN ALLAH'IN NAZARGAHI (Allah’ın sevdiği, koruduğu yer) ORASIDIR (Edirne’dir). Onun durumunu Allah-u Teala bilir dedi."

ALLAH'IN NAZARGAHI, yani ALLAH'IN SEVDİĞİ VE KORUDUĞU YER olarak tanımlanan EDİRNE'NİN, din tebliğ edildiği sürece afet ve belalardan korunacağı bu sözlerle belirtilmiştir.

Saltukname'de Edirne'nin önemi ile ilgili yukarıda geçen izahlar, çeşitli kaynaklarda şu şekilde yorumlanmıştır:

"Var olan bazı Türkçe risalelerde, Sarı Saltuk'un Edirne'nin fatihlerinden biri olduğu ve Sarı Saltuk'un HAZRETİ MUHAMMED'LE BU ŞEHRİN BİR DARÜ'N NASR (YARDIMA MAZHAR ŞEHİR) OLDUĞUNA DAİR RÜYADA BİR KONUŞMASI nakledilmektedir. Risalenin adı "Tarih-i Cami-i Atik ve Saray-ı Cedid ve Hisar-ı Edirne"dir. Bu risalenin sonunda şöyle bir bölüm vardır:

"Alelhusus Seyyid Saltuk'a vakıasında Resul Hazreti buyurmuştur ki, bu yer (Edirne) Darü'n Nasr'dır. Ümmetim bu yeri elden komasınlar ve Seyyid Saltuk fethedüp kırk bir yıl darü'l islam (Müslümanların hakimiyeti altında, İslam hukuk sisteminin uygulandığı belde) eyledi. Seyyid Saltuk Fevt olduktan sonra yine kafirler aldılar. Sonra Osmaniyan Fethettiler, ilayevmina haza (günümüze kadar) taht-ı saadetleri olmuştur."

Bu kayıt İstanbul'un alınmasından önceki bir zamana ait olması bakımından çok önemlidir. Edirne'nin fethinden önce gaziler arasında anlatılan bu tür rivayetler gaza ruhunun canlı tutulmasında önemli roller oynamıştır.

Yine "Tarih-i Edirne veya Hikaye-i Beşir Çelebi" adıyla bilinen başka bir risalede EDİRNE ŞEHRİ KUTSAL SAYILMAKTA ve BU ŞEHİRDEKİ KİLİSE CAMİİ'NDE YAPILACAK BÜTÜN DUALARIN KABUL EDİLECEĞİ kaydedilmektedir"Diyarı Rum'da Edirne, Makam-ı Mübarek ve hem gaziler ocağıdır derler. Tarih kitaplarında yazıldığı gibi Saltuk Sultan da bu sebeple Edirne'yi feth ve burada kırk yıl ikamet etmişti, BURAYI DARÜ'L İSLAM YAPMIŞTI.".[5]

Saltukname'deki Edirne'ye atfedilen değer ise çeşitli kaynaklarda şöyle yorumlanmıştır:

"Osmanlılardan Orhan Gazi, Osman Gazi ve Süleyman Paşa’nın Edirne’yi almak girişimlerinden bahsedilir. En sonunda Murat Han Gazi, İznik’te Resul Hazretlerini rüyasında görür. Resul ona şunları söylemiştir: KALKIN EDİRNE ŞEHRİNE GİDİN, OCAĞINIZDIR, GAZİLERİN YERİDİR; ORASI YARDIM YERİ, FETİH MERKEZİ VE KUTSAL TOPRAKTIR. ORADAN HER NEREYE ZAFER FETİH NİYETİYLE GİDERSENİZ HAZIR OLUR. KUVVETLENİRSİNİZ; BATIYI, DOĞUYU, KUZEYİ VE GÜNEYİ; BU DÖRT KÖŞE OVA VE DENİZİ ORADAN FETHEDERSİNİZ. ADALET İLE GALİP OLUP O YERLERİ ALACAKSINIZ. ORADAN YÜRÜYÜP KIZIL ELMAYI DA SİZİN NESLİNİZ FETHEDECEK. ÂLEM SİZE BOYUN EĞECEK.”[6]

"Sarı Saltık’ın Edirne’nin fethedilmesi ve Müslümanların elinde kalması gerektiğine dair düşüncesi DİNSEL İNANCINA dayanır. Hazret-i Resûl, bir gece rüyasına girmiş ve şöyle buyurmuştur: ORASI “YARDIM YERİ”, “FETİH MERKEZİ” VE “KUTSAL BİR TOPRAK”TIR. Sarı Saltık’a göre Edirne “GAZİLER OCAĞI” ve “TANRI’NIN NAZARGÂHI” olan bir şehirdirBu sebeple KIYAMETE KADAR MÜSLÜMANLARIN ELİNDE KALMALIDIR. Sarı Saltık, bu düşünceyle Edirne’yi Osmanlılardan önce fethetmiş, onu daha da güçlendirmek ve güzelleştirmek görevini ise sonraki nesillere vermiştir."[7]

Anlaşılabileceği gibi EDİRNE, herhangi bir şehir değildir. Tarih boyunca siyasi öneminin yanı sıra asıl olarak HZ. HIZIR'IN VE KUTLU ŞAHSIN bir arada olması ve dini bir önem arz etmesi nedeniyle önemli görülmüştür. Bu beldenin, "YARDIM YERİ", "FETİH MERKEZİ", "KUTSAL TOPRAK", “GAZİLER OCAĞI” ve “TANRI’NIN NAZARGÂHI” gibi isimlerle anılması, bu büyük öneme işaret etmektedir.

Bu sebepledir ki Edirne, 1361 yılında I. Murat tarafından fethedilmesinden, İstanbul'un fethedildiği 1453 tarihine kadar TAM 88 YIL OSMANLI DEVLETİ'NİN BAŞKENTİ olmuştur.

Sonuç

7 yıldır devam etmekte olan kumpas dahilinde müvekkile yönelik zulmedici uygulamalar ve sürgünler, başta müvekkilin Allah'a olan tevekkülü ve aynı zamanda imtihanın kendisi için önemli güzellikler barındırması nedeniyle MÜVEKKİLE ASLA ZOR GELMEMEKTEDİR. Müvekkili kendi şehri olan İstanbul'dan uzaklaştırıp, kendisine, avukatlarına ve ailesine zorluk olması amacıyla başka şehirlerdeki cezaevlerine sürgün etmek, bu kumpas planının bir parçası olarak yapılmıştır. Ancak müvekkile göre bu planları yapanlar, kötülük yapmak amacında olsalar da, kendileri de farkında olmadan MÜVEKKİLİN MÜBAREK BELDELERDE YAŞAMASINA VESİLE OLMAKTADIRLAR. Müvekkil, kendi rızası dışında getirildiği bu beldelerde BÖYLESİNE ÖNEMLİ İŞARETLERİN barındığını görmekten büyük feyz almaktadır. Bu önemli kaderi paylaşmanın güzelliğini tatmaktadır. Müvekkile göre, Allah Katında zaten geçersiz olan sinsi planlar, dünyada da başarıya erişememekte, zulme yönelik projeler hep tersine işlemektedir.

Bu önemli hususu kamuoyunun takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.07.05.2025

 

[1] Sözler, 24. Söz, 461

[2] 5. Şua, 610

[3] İbnün Nüzhet Cevat., 1914-1915., (H.1329-1330), Haritalı Musavver Memalik-i Osmaniye Coğrafyası. Arakas Matbaası, Tefeyyüz Kütüphanesi, s.15-16, (Dersaadet), İSTANBUL

[4] 19. Asırda Edirne Vilayeti Coğrafyası, Prof. Dr. Ramazan Özey

[5] https://www.babaeski-bld.gov.tr/AltSayfa?guid=32847815-8893-436b-a598-6c3d4f803770

[6] Necati Demir-M. Dursun Erdem, Ebü’l- Hayri Rûmî, Saltıkname, Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Derneği Kültür Yayınları, ikinci Baskı, İstanbul 2013, s. 511.

[7] Saltıkname’den Edirne’ye Bakış - Recep DUYMAZ

Daha yeni Daha eski