İstanbul Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte kamuoyunda hak, adalet ve hukuk talepleri artmış ve özellikle sol basın başta olmak üzere yargıda yaşanan bazı hukuksuzluklar yoğun olarak gündeme getirilmeye başlanmıştır. Soruşturması devam eden bir konuda tüm vatandaşlar gibi müvekkil Adnan Oktar da yargının kararlarına saygı göstermekte, adaletin tecelli edeceği konusunda Türk Yargısına güvenmektedir. Bununla birlikte Türkiye’de hukuksuzlukların, kanunlara ve içtihatlara aykırı uygulamaların yaygınlaştığı, bazı derin odaklar tarafından yargı ve emniyet üzerinde baskı kurulmaya çalışıldığı, bunun neticesinde de yargıya güvenin son 150 yıldır en düşük seviyeye indiği bilinen somut bir durumdur.
Ancak burada önemli olan husus şudur; tüm bu hukuksuzluklar Sayın Ekrem İmamoğlu’na açılan davalar veya tutuklanan gençlerle birlikte ilk defa ortaya çıkmış değildir. Müvekkil Adnan Oktar tutuklandığı 2018 yılından bu yana, hukukun bir avuç derin devlet uzantısı tarafından nasıl katledildiğine bizzat şahit olan bir insan olarak, başta sol basın olmak üzere tüm kesimleri bu gerçeğe karşı uyarmıştır. Özellikle kendisine ideolojik olarak karşı olan çevrelerin hukuksuzluğu var güçleriyle destekleyerek kutsamalarının “kendi bindikleri dalı kesmek” olduğunu defalarca izah etmiştir. Sol basında müvekkil ve arkadaşlarına yapılan hukuksuzlukları adeta alkışlayan, hatta açıkça “oh olsun, şimdi akıllanırlar” üslubuyla yapılan yayınların, yargıya intikal etmiş birçok dosya üzerinden insanların “daha çok ceza almasını”, “iyi halle tahliyenin ortadan kaldırılmasını”, “herkesin mutlaka tutuklu yargılanmasını” teşvik eden konuşmaların hepsi bugün kendilerinin de canını yakan hukuksuzluk kabusuna su taşımış, hukuksuzluğun dev bir çağlayana dönüşmesine sebep olmuştur.
Dolayısıyla bugün Sayın Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yapılan hukuka aykırı uygulamaları eleştirirken bunların hepsinin birebir, hatta kelimesi kelimesine aynısı ve daha fazlası müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılırken, kendilerinin de bu hukuksuzluk korosu içinde yer aldıklarını unutmamaları gerekir. Bugün yapılan hak, hukuk, adalet çağrılarının karşılık bulabilmesi için öncelikle geçmişte yapılan bu yanlışla yüzleşilmesi önemlidir. Bu yüzleşme yapılmadan hak, hukuk, adalet çağrılarının samimiyetine inanılması zorlaşacaktır. Dahası, hak, hukuk ve adaletin “herkes için” istenildiğine, “ya hep beraber ya hiçbirimiz” çağrılarını tekrarlayanların kendileriyle aynı inanç, düşünce ve yaşam tarzından olmayanların da hukukunu savunacaklarına güvenilmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim bu sebeple muhafazakar ve dindar kitlenin geniş bir kısmının “gerçekten kendilerinin hakkının da bu çağrıyı yapan sol basın tarafından savunulabileceğine” kanaat getiremediği görülmektedir.
Şunu da ifade etmek gerekir ki müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının yaşadıkları hukuksuzluklar Cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş seviyededir. Bugün benzerlerinin başkaları tarafından yaşanıyor olması müvekkili ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Müvekkil hiç kimsenin hiçbir koşul altında en ufak bir hukuksuzluğa dahi maruz kalmamasını istemektedir. Suçlama ve isnat ne olursa olsun her insan hukuk önünde eşit olmalı ve suçlu olduğu ispat edilene kadar masum olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli ve eğer suçlu olduğu ispatlanırsa da cezalandırmanın ıslahı için yapıldığı asla unutulmamalıdır. Linç kültürü müvekkilin şiddetle karşı olduğu bir tutumdur. Müvekkil her insanın hem dünyasının hem ahiretinin kurtulması, herkesin mutlu, huzurlu ve iyi olması için ömrünü adamış bir insan olarak aşağıda kısaca örneklerini verdiğimiz konuları “sizin de başınıza gelmesi iyi oldu” düşüncesiyle değil, tam tersine bundan sonra kimsenin başına hiçbir zaman gelmesini istemediği için gündeme getirmektedir.
BUGÜN HERKES İÇİN ADALET KAVRAMIYLA YAYINLAR YAPAN SOL BASININ YÜZLEŞMESİ GEREKEN GERÇEKLERDEN BAZILARI ŞUNLARDIR:
Ortada kesinleşmiş bir mahkeme kararı dahi olmadan, daha soruşturma aşamasında ‘hüküm’ verilip, Sayın İmamoğlu'na suç örgütü lideri denilmesini haklı olarak eleştirirken;
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının göz altına alındığı sabah daha emniyete bile götürülmeleri tamamlanmamışken “Adnan Oktar silahlı suç örgütüne operasyon yapıldı”, “silahlı suç örgütü lideri Adnan Oktar yakalandı” alt yazı ve manşetleriyle haberler yapanların da kendileri olduğunu unutmamaları gerekir.
Sayın Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları ve tutuklanan bazı gençler Mahkeme huzuruna çıkmadan tutuklanacakları bilgisinin kamuya yansımasını eleştirirken;
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının da daha Sulh Ceza Hakimliği’ne çıkarılmadan kimlerin tutuklandığına dair mahkeme tutanağının ODA TV adlı haber sitesinde yayınlandığını, müvekkilin avukatlarının henüz yapılmamış duruşmanın neticesini ve evrağını basından öğrendiklerini ve bu esnada bugün bu hukuksuzluğu eleştirenlerin gülerek ve neşeyle bu yayınları yaptıklarını unutmamaları gerekir.
Bugün bazı televizyon kanallarında ertesi gün kimlere gözaltı yapılacağını, kimlerin tutuklanıp kimlerin neyle suçlanacağını anlatan bazı gazetecileri eleştirirken;
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılacak her türlü hukuksuzluğu ve uygulamayı gerçekleşmeden günler önce dosyanın husumetli müştekileri tarafından kullanıldığı bilinen sosyal medya hesaplarında duyurulmasını, bu konuda tüm ilgili makamları ve basını bilgilendirdikleri halde bir kere bile bunu eleştirmediklerini ve buna engel olunmadığını unutmamaları gerekir. Müvekkil ve arkadaşları son 7 yıldır kime ne zaman operasyon yapılacağını, kimin tutuklanacağını, kimin etkin pişman olduğunu, kimin hangi cezaevine gönderileceğini, kimin tahliye edileceğini, hangi Mahkemenin ne hüküm vereceğini bu yasal süreçler gerçekleşmeden, ilgili kurum ve makamlardan kendilerine tebliğ edilen kararlardan değil bahse konu sosyal medya hesaplarından ve basından takip etmektedirler.
Bugün gizli tanık ifadelerinin ve imzasız ifade tutanaklarının basına sızdırıldığını, gizli tanık ifadelerinin tek bir kurgu altında seçilip servis edildiğini eleştirirken,
Başta Barış Terkoğlu olmak üzere birçok gazetecinin müvekkil Adnan Oktar ve avukatlarının hakkında gizlilik kararı olduğu için içeriğine ulaşamadıkları kendi dosyalarının evraklarını çarşaf çarşaf yayınladıklarını, bu hukuksuzluk yapılırken diğer gazetecilerin de “yargılananlara gizli olan dosya sana nasıl açık oluyor, bu savunma hakkının ihlalidir” diye tek kelime bile bunu eleştirmediklerini, tam tersine teşvik ettiklerini unutmamaları gerekir.
Bugün dosyada gizli tanık beyanı dışında bir konu olmadığını söyleyerek sırf beyanla hüküm verilmesinin hukuka aykırı olduğunu anlatırken,
Müvekkil Adnan Oktar’ın dosyasında sözde mağdur kadınların anlatımlarının hiçbir delil ile desteklenmediğini, ortada korku ve baskı altında alınmış beyanlar dışında hiçbir somut bilgi olmadığını, bu sebeple de dosya İstinaf Dairesine gittiğinde İstinaf’ın bozma ve tahliye kararı verdiğini, sırf hukuka uygun hareket ettiler diye neredeyse tüm basının hep birlikte İstinaf Hakimlerini linç ettiklerini unutmamaları gerekir. Müvekkilin dosyasında “beyandan başka bir şey yok” diyen İstinaf Hakimlerinin görevlerinden alınmalarını, haklarında soruşturma açılmasını alkışlayanların bugün Sayın İmamoğlu’nu yargılayacak hakimlerden “beyan dışında delil aramalarını” beklemeleri gerçekçi ve samimi olmamaktadır. Hukuka uygun hareket eden hakimleri linç ederken bir gün hukuka uyan hakimlere ihtiyaç duyacaklarını düşünmeden hareket etmenin ne kadar büyük bir yanlış olduğuyla yüzleşmeleri gerekir.
Bugün İmamoğlu dosyasında tutuklu bulunan bazı kadınların aranarak, “bir daha çocuklarını görmek istiyorlarsa aleyhe beyan vermeleri gerektiği” baskısı yapıldığını dehşet içinde anlatırken,
Müvekkil Adnan Oktar’ın hanım arkadaşları tutuklanıp, Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerine ikişer ikişer dağıtıldıklarında, hemen her gün Av. Celal Ülgen’in ofisinde görev yapan emekli albay bir avukatın tek tek dolaşıp “devlet üzerinizi çizdi, mavi gökyüzünü bir daha görmek istiyorsanız Adnan Oktar aleyhinde beyan verin” dayatması yaptığını unutmamaları gerekir. Sonrasında basında “Adnan Oktar bakın neler yapıyormuş” manşetleriyle verilen etkin pişman kadınların ifadeleri, bu kadınlar ailelerinden uzak illerdeki cezaevlerine gönderilip, cinayet, gasp, uyuşturucu ticareti gibi suçlardan defalarca hüküm giymiş insanların odalarına konulup, bir kısmı ise avlusuz ve penceresiz hücrelere kapatılıp, ilaçları paraları imkanları ellerinden alınıp, adeta ölüme terk edildikleri bir ortamda tüm psikolojileri çöktükten sonra zorla verdirilmiş yalan beyanlar olduğu tamamen göz ardı edilmiştir. O kadınlara bu acımasızlık yapılırken alkışlayanların, magazinsel bir heyecanla galeyan içinde yayınlar yapanların bugün İmamoğlu davasında kadınlara yapılan baskıyı kınamaları elbette samimi durmamaktadır.
Bugün Sayın İmamoğlu ve arkadaşlarının mal varlıklarına ve şirketlerine bir çok hata, çelişki ve kusur içeren MASAK raporlarıyla el konulduğunu anlatıp eleştirirken,
Müvekkilin arkadaşlarının 86 şirketine, ailelerinden gelen kazançlarına ve birikimlerine, evlerine, arabalarına, hatta takım elbiselerine ve ayakkabılarına kadar “örgütsel gelir” diye hiçbir ispatı ve hukuki delili olmayan bir gerekçeyle el konulurken “Adnan Oktar’ın dudakları uçurtan servetine el konuldu” şeklinde bu hukuksuzluktan zevk alan manşetler atıldığı unutulmamalıdır. Müvekkil Adnan Oktar’ın şahsı adına tek bir mal mülk banka hesabı vs olmaması gerçeği bir yana, içinde çok sayıda çelişki, hukuksuzluk ve hata olan bir MASAK raporu bahane edilerek el koyma işlemi yapıldığı, 5-6 şirket için hazırlanan bir raporla 86 şirkete, üstelik çoğu 60-70 yıldır ailelerinden gelen şirketler olduğu halde “örgüt şirketi” denilip kayyum atandığı, hatta yargılananların emekli maaşlarına dahi “örgütsel gelir” denilerek bloke konulduğu bir kez bile gündeme getirilmemiştir. Müvekkilin arkadaşlarının helal kazançları ve ailelerinden gelen birikimleriyle edindikleri her şey bir gecede ellerinden alınırken sevinç içinde yayın yapanların, Sayın İmamoğlu’nun aile şirketine, çalışma arkadaşlarının mal varlıklarına el konulmasına ve muhtemelen ileride benzer şeyleri kendilerinin de yaşamasına giden yolun taşlarını kendilerinin döşediklerini unutmamaları gerekir.
Bugün Sayın Ekrem İmamoğlu, arkadaşları ve tutuklanan gençlerin İstanbul dışındaki cezaevlerinde dağıtılmaları ihtimali olduğunu dehşet içinde anlatırken;
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının 18 ayrı ilde 33 farklı cezaevine birer ikişer dağıtıldıklarını, 7 yıldır ailelerinden ve avukatlarından yüzlerce kilometre uzak şehirlerde tutulduklarını unutmamaları gerekir. Müvekkil Adnan Oktar önce Edirne, sonra Erzurum, daha sonra ise Van’a gönderilmiştir. Hanım arkadaşları Erzincan, Kandıra, Manavgat, Kayseri, Tarsus gibi illere dağıtılmışlardır. Samsun, Afyon, Burdur, Denizli, Manisa, Konya, İzmir gibi İstanbul’dan kilometrece uzaktaki illerde ailelerinin ve avukatlarının düzenli görüşe gelmeleri neredeyse imkansız hale getirilmiş şekilde tutulmaktadırlar. Bir kez bile isyan etmeden, Devlete ve kurumlarına karşı derin bir saygı içerisinde, kendilerine yapılan hukuksuzlukları teşvik edip kışkırtanların bir saat bile kalmaya tahammül edemeyecekleri koşullarda sabır ve şükürle kaderlerini izlemektedirler.
Bugün Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına birlikte çalıştıkları kişiler hakkında “bunu tanıyor musun, bununla iletişimin var mı” diye sorulup, çalışma arkadaşlarıyla HTS’lerinin önlerine örgütsel iletişim gibi konulmasını eleştirirken;
Yaklaşık 40 yıldır birbirini tanıyan ve yakın arkadaş olan müvekkil ve arkadaşlarının günlük hayatlarında dair her şeyin ve birbirlerini tanıyor olmalarının bile örgütsel eylem olarak nitelenip suçlandıkları unutulmamalıdır. Aynı okullarda okumuş, aynı sosyal ortamlarda yetişmiş ve yaşamış, 40 yıldır birbirini tanıyan insanlar “birbirinizle ticaret yapmışsınız, birbirinizden ev araba almışsınız, birbirinize hastanede refakat etmişsiniz, aynı evde kalmışsınız ya da birbirinizle telefonla irtibat kurmuşsunuz” gibi gülünç gerekçelerle örgüt ilan edilmiştir. Bu yapılırken, bugün benzeri uygulamayı eleştirenler ise “45 yıldır ortada olan insanlar nasıl bir gecede örgüt olabilir?” diye sormak yerine “nasıl da büyük bir örgütmüş” diye mantık ve vicdan dışı yayınlar yapmışlardı.
Bugün Sayın İmamoğlu’nu destekleyen bazı gençlerin ters kelepçe yapılarak göz altına alınmasını eleştirirken;
Müvekkil Adnan Oktar’ın arkadaşlarının özellikle de genç ve masum kadınların, yüzüstü yere yatırılıp, elleri sırtlarında kelepçelenip, üstlerinde polis köpekleri dolaştırılıp, alınlarına uzun namlulu silahlar dayalı bir şekilde saatlerce tutulduklarına dair görüntüleri kınayarak değil sevinçle yayınlayanların da aynı kişiler olduğu unutulmamalıdır. Müvekkil Adnan Oktar elleri sırtından kelepçeli başı eğik tutulmuş bir şekilde polis arabasına götürülürken servis edilen görüntüler karşısında bir kez bile “böyle bir hukuksuzluk yapılmamalı” diyemeyenlerin, genç kadınların yerde yüz üstü elleri sırtlarından kelepçeli yatırılırken “nedir bu haksızlık” diyemeyenlerin bugün adeta ilk defa böyle bir hukuksuzluğa şahit oluyormuş gibi yayın yapmaları samimi durmamaktadır.
Bugün tutuklanan gençlerin saatlerce polis araçlarında aç ve susuz bırakılmalarını, ilaçlarına bile ulaşamadıklarını, cezaevlerinde farklı suç gruplarından insanların yanlarına yerleştirilmelerini eleştirir ailelerinin perişan olduğunu gündeme getirirken,
Müvekkil Adnan Oktar ve kadınlar da dahil olmak üzere arkadaşlarının son 7 yıldır bunların tamamını fazlasıyla yaşadıklarının ve bu süreç içinde 40 yakın ailenin çocuklarının yaşadıklarına katlanamayıp vefat ettiğinin unutulmaması gerekir. Tüm Türkiye masum olduklarını bildiği halde tam 7 yıldır;
- İçlerinde kanser hastaları da olduğu halde cezaevinde tutulmaktadırlar.
- Cinayet, gasp, uyuşturucu ticareti, nitelikli cinsel saldırı gibi son derece ağır suçlardan mükerrer hüküm giymiş insanlarla aynı koğuşlarda kalmaktadırlar.
- Birlikte kaldıkları kişilerin jiletle kendilerini keserek zarar vermesine, saldırgan tutum sergilemelerine, uyuşturucu ataklarından kurtulmalarına neredeyse her gün tanıklık etmektedirler.
- 12 kişi için tasarlanmış koğuşlarda 36 kişi, banyo önlerine kadar yerlere serilmiş yataklarda adeta üst üste yaşamaktadırlar.
- Hiçbiri sigara içmediği halde yoğun sigara içilen ortamlarda duman altında günlerini geçirmektedirler.
- Bir kısmı ise hücrelerde tek tutulmaktadırlar.
- Bu hücreler Silivri Cezaevindeki gibi avlusu olan tekli odalar değildir. İçinde mutfağı olmayan, avlusu bulunmayan, günde sadece bir saat avluya çıkma hakkı tanınan, 3 adıma 5 adım küçüklüğünde gerçek hücrelerdir.
- Ring araçlarında götürülüp getirilirken defalarca 20 saati aşkın süre boyunca yemek ve su verilmeden, havasız ortamlarda tutulmaktadırlar.
- Hatta bazıları Mahkemeye getirildiğinde cezaevinin içine dahi alınmamışlar araç içinde uyutulup, sabahlatılıp, yiyecek ve içecek verilmeden duruşmaya çıkarılmışlardır.
- Bu sebeple kimi zamanlar Mahkeme huzuruna çıktığında baygınlık geçirme aşamasına gelenler olmuştur.
- Kaldıkları cezaevinde değil bir iki gün ilaçlarına ulaşamamak aylar boyunca bir kere bile revire çıkamamışlardır.
- Ağır kanser hastası olanlar dahi tahliye edilmeyip tedavi imkanlarından sağlıklı şekilde yararlandırılmamışlardır.
Cezaevinin tüm zorlu koşullarının yanı sıra müvekkil Adnan Oktar’ın her vatandaşın anayasal hakkı olan imkanları dahi elinden alınmaya çalışılmaktadır. Hukuka aykırı olarak avukat görüş kısıtlılığı uygulanmaktadır. Müvekkil Adnan Oktar 7 yıldır tüm avukat görüşmelerini kamera önünde, yanında iki memur, kamera ışığı altında yapmaktadır. Her konuşması ayrıca not alınmaktadır. 7 yıl boyunca avukat görüşmeleri esnasında tek bir suç unsuruna dahi rastlanmadığı halde, “genç kadın avukatlarla görüşüyor”, “çok avukatla görüşüyor” gibi afaki ve hukuki geçerliliği olmayan magazinsel gerekçelerle en temel hak olan savunma hakkı kısıtlanan müvekkilin maruz kaldığı bu haksızlık da bahse konu çevreler tarafından teşvik edilmektedir.
Başkaları söz konusu olduğunda, “cezaevlerinde insanlara dayatılan tecrit sık sık avukat görüşleri yapılarak atlatılabilir” şeklinde yorum yapanların, onlarca avukatla gece geç saatlere kadar avukat görüşü yapılmasını teşvik edenlerin, tecrit edilmeyi, yalnızlaştırılmayı, cezaevi koşullarının zorluğunu çok iyi bildiği görülenlerin, söz konusu müvekkil Adnan Oktar olduğunda, kendisine ve başkalarına gösterdiği anlayışı, merhameti, ince düşünceliliği, müvekkile göstermemeleri şaşırtıcı bir durumdur. Müvekkil sadece 3-4 avukatıyla, haftanın sadece 3 günü ve sadece mesai saatlerinde görüş yapmasına rağmen, bu kişiler müvekkili adeta linç etmişler, zaten ihlal edilen haklarının daha da kısıtlanması için adeta büyük yaygaralar koparmışlardır.
NETİCE OLARAK;
Yukarıda sıraladıklarımız Adnan Oktar Davası dosyasında yaşanan hukuksuzlukların sadece çok az bir kısmıdır. Bunların alenen haksızlık, hukuksuzluk, acımasızlık ve vicdansızlık olduğunu bile bile hiç ses çıkarmayan ve hatta için için “oh olsun” diyenlerin bugün Türkiye’nin bu duruma gelmesine katkıda bulunduğunu da bilmesi gerekir.
Müvekkil Adnan Oktar Kuran’da bildirilen, yüksek ahlakı ve vicdanın gereği olan; “Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8) hükmünün hakim olmasını istemektedir. Adaletin her koşulda herkes için tam olarak uygulanmasını temenni etmektedir.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız. 07.04.2025