MÜVVEKİL ADNAN OKTAR’DAN BAZI SOL GÖRÜŞLÜ TV VE GAZETELERDE YAYINLANAN HABERLERE TEKZİPTİR

Farklı kanallarda müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarını konu alan çeşitli haberler ve tartışma programlarında tek yanlı, en temel insan haklarını göz ardı eden, en önemlisi de vicdani değerlerin unutulduğu izlenimi veren bir üslup dikkat çekmektedir.

Müvekkil idealist, aydın, toplumu iyiye yöneltmek isteyen, demokrasiyi savunan, özgürlüklerden yana olan, hür düşünen, hayatı güzelleştirmeyi amaçlayan bir meslek olan gazeteciliğin Türkiye’de oldukça zor koşullar altında yapıldığını görmekte ve tüm basın mensuplarına saygı ve şefkat duymaktadır. Çoğu zaman bizzat basın mensuplarının kendilerinin de muzdarip olduğu bazı hususları, ülkemizin daha huzurlu, daha kaliteli, daha özgür ve medeni bir yaşam standardına kavuşması için gündeme getirmeyi gerekli görmüştür.

Müvekkilin bu konudaki görüşleri şöyledir:

Ülkemizde basın yayın kuruluşlarının zaman zaman gazetecilik mesleği dışında birer ticarethane gibi faaliyet gösterdiği, bunun neticesinde de vergi borçları, yatırım endişeleri, gelecek korkusu gibi sebeplerle menfaate dayalı bir yayın politikası geliştirebildikleri bilinmektedir. Geçmişte bunun çokça örneği yaşandığı gibi bugün de benzer durumlar mevcuttur. Suni vergi cezalarıyla, ihalelerde engellenme riskiyle, yatırımlarının durdurulması, mevcut malvarlıklarına el konulması tehditleriyle yıldırılan bazı medya patronları belli odaklar tarafından belirlenen şekilde, belli kişiler için her ne yaparlarsa yapsınlar olumlu, belli kişiler için ise, tüm delilleriyle masum oldukları bilinse dahi olumsuz, kötü propaganda yapmaya mecbur bırakılmaktadır. Patronların karşı karşıya kaldığı bu mecburiyet tüm çalışanlara da yansımaktadır. Haber spikeri bir kere bile sorgulamadan önüne konulan metni okumakta, muhabir kendisinden istenen şekilde konuyu haberleştirmekte, köşe yazıları belirlenen çerçevelerde yazılmakta, o kanallarda programlara katılanlar ise, çoğu zaman konunun içeriğini dahi bilmeden bir kişiyi suçlu ilan edip tutuklanmasına giden sürecin taşlarını döşerken, kimi zaman da her türlü karanlık ve kirli işin içinde olduğunu bildikleri birini masum ilan edebilmektedirler. Bunca insanın belli konularda hep aynı fikirde olmasının, aynı cümle kalıplarıyla, aynı vurgularla, aynı tepkisel mizansenlerle içi boş olduğu ayyuka çıkmış klişe itham ve idddiaları hiç sorgulamadan tekrarlayarak yorum yapmasının hayatın doğal akışı olamayacağı açıktır.

Bu durumda ortaya, üyelerinin gazetecilerden oluştuğu bir aile, bir tür klan varmış gibi bir yapı çıkmaktadır. Neredeyse bütün gazetecilerin de “o aileye” girebilmek için aynı tarz yazılar yazıp, aynı cümle kalıplarıyla yorumlar yaptıkları görülmektedir. Bu yorumlarda, hiç farklı bir fikir, farklı bir bakış açısı olmamakta, “karşı tarafa da söz hakkı tanıyalım, onun avukatına soralım, olaya iki taraftan da bakalım” mantığı zaten hiç görülmemektedir. Ortaya hep aynı tek taraflı haberler çıkmakta, bir gazete veya gazetecinin yaptığı haber, yorum nasılsa, diğerleri de kes, kopyala, yapıştır tekniğiyle aynı haberi çoğaltıp yaymaktadır.

Neticede de ister sağ olsun ister sol olsun basının geneline, tek bir merkezden çıkmış gibi, kurgunun genelinden cümle vurgusuna, mantık örgüsünden içine katılan heyecan, tiyatro unsurlarının detaylarına kadar tek tip bir üslup ve anlatım hakim olmaktadır. Öyle ki bu üslup ve anlayış, sadece basın programlarıyla sınırlı kalmamakta, gündüz yayınlarında ve hatta dizilerde bile görülmektedir.

  • Anlatılan içeriğin doğru olup olmadığını sorgulamayan,
  • Olayın farklı yönleri ve boyutları olabileceğini hiç hesaba katmayan,
  • Mantık ve akıl süzgecinden geçirme ihtiyacı hissetmeyen,
  • Her şeyi belli basmakalıp önyargılar içerisine yerleştirmeye çalışan,
  • Sadece anlık kitlevi ve yüzeysel düşünce ve duyguları tahrik etmeyi hedefleyen,,
  • Konuştukları, yorum yaptıkları şeyin insan hayatı, onuru ve geleceği olduğunu hiç düşünmeyen,
  • Makul, itidalli ve dengeli bir değerlendirmeden tamamen uzak,
  • Sansasyonel yorumlarla halkın dikkatini çekmeyi, dürüstlüğün ve maddi gerçeği ortaya çıkarmanın üzerinde tutan,
  • Bir sorun varsa bunu çözmeyi değil, aksine galeyan malzemesi yapmayı esas alan,
  • “Daha da çok ceza verilsin, asılsın, ezilsin, yok edilsin” şeklinde neticesi hakkında en ufak bir fikri, vicdani hassasiyeti olmadan ve umursamadan önerilerde bulunan,
  • Bunu yaparken hiçbir acıma ve merhamet hisleri taşımayan,
  • Masum insanları bir çırpıda gözü kapalı karalayabilen,
  • Kendisine, ailesine, sevdiklerine, aynı inanç ve düşünceden olduğu insanlara yapılmasına asla tahammül edemeyeceği her şeyi bir başkasına müthiş bir rahatlıkla yapan,
  • Hak, hukuk ve adalet için saatlerce konuşma yaparken, öte yanda insanların -kendi yaptığı yayınların bir neticesi olarak- akıl almaz hukuksuzluklara maruz kalıyor olmasından zerre rahatsızlık duymayan,
  • Adliyede, emniyette ve birçok kamu kurumunda zaman zaman baskı ve yıldırmayla hukukun ihlal edildiğini bile bile hiç böyle şeyler yaşanmıyormuş gibi davranan,
  • Hedefe konulmuş insanlara yapılan hukuksuzlukları adeta toplu bir koro halinde alkışlayan, hakları ihlal edildiğinde “oh olsun” diyen, parasına mülküne el konulduğunda sevinç duyan bu üslubun, sadece müvekkil ve arkadaşları söz konusu olduğunda değil hemen hemen tüm adli ve toplumsal konularda hakim olduğu da maalesef somut bir gerçek haline gelmiştir.

 

Bu sebeple de gazeteci denildiğinde birçok insanın aklına,

  • İnsanların halinden anlamayan,
  • Merhameti, şefkati, sevgiyi bilmeyen,
  • Delil aramadan konuşan ve yazan,
  • Söylentiler üstüne insanları peşinen suçlu ilan eden,
  • Olmayan suçlar üzerinden mahkemeleri beklemeden yargılayan,
  • Kanuna göre cezası olmayan konulardan dahi ceza verilmesini, tutuklama gerektirmeyen konularda bile insanların tutuklanmalarını isteyen,
  • Oluşturdukları infial neticesinde de, normalde savcıların, hakimlerin tutuklama yapmayacağı konularda dahi yazılarıyla, konuşmalarıyla, yaygaralarıyla insanların tutuklanmasına sebep olan, özetle elindeki imkanları vicdanına göre değil keyfine ve menfaatine göre kullanan insan akla gelmektedir.

Toplumda oluşan bu kanaat ne yazık ki somut bazı örneklere dayanmaktadır. Örneğin, bazı gazeteciler elinde “cüzdan” göstererek hakimlerimizi savcılarımızı zan altında bırakacak çirkin bir cesaret gösterebilmektedir. Hakimler üzerinde baskı oluşturarak masum insanların tahliyesini engellediklerini açıkça dile getirmektedirler. Hukuka uygun ama kendilerinin isteği dışında hareket eden hakim ve savcıları ise suni dosyalarla, düzmece ithamlarla manşetlere taşımakta, haklarında soruşturmalar açılmasına sebep olmaktadırlar.  

Dahası bu gayri hukuki tutumlarına kendilerince Sayın Cumhurbaşkanımızı da alet etmeye çalışmaktadırlar. Kendi oluşturdukları hayali dünyada kendilerini Cumhurbaşkanının bilgisi, izni ve yönlendirmesiyle hareket eden kişiler gibi tanıtmakta, yargıda, emniyette veya diğer bazı kurumlardaki bürokrat ve memurlar üzerinde etki oluşturmayı hedeflemektedirler. Oysa ki bizzat Sayın Cumhurbaşkanımızın kendi beyanları  ve tavrı bu kişilerin iddialarının doğru olmadığını göstermektedir. Merhametli, affedici, özgür, modern bir anlayışa sahip olduğu görülen Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu kişilerin  yaygaraları, basın yoluyla üstüne gidilmesi sebebiyle kimi zaman rahat hareket edemediği anlaşılmaktadır. Affetmekten, toplumsal uzlaşıdan ve hukuktan yan olduğu görülen Sayın Cumhurbaşkanı da bir anlamda bu zihniyetin mağduru haline gelmektedir.

Bu toplumun bir parçası olan gazeteciler ve televizyon yorumcularının halka sevgi, merhamet, affedicilik tavsiye etmeleri gerekirken gerilimi, acımasızlığı, sevgisizliği körüklediklerinde oluşacak toplumsal felaketten muaf olamayacakları açıktır. Bu kişilerin, cezalar arttırılsın, ceza türleri geliştirilsin, iyi hal kalksın, insanlar tahliye olmasın, kimse beraat etmesin mantığının oluşturduğu “polis devleti” modelinin kendi hayatlarına da yansıyacağını göz ardı etmemeleri gerekir. Eğitimli, aydın, bilinçli insanlar olarak kışkırttıkları şeyin manasını ancak bir gün kendilerinin de başına geldiğinde anlayan olmak ciddi bir feraset ve basiret noksanlığıdır.

Basın bir avuç insanın hoşlanmadığı, kimi zaman da haset duyduğu kişileri ezmek için kullanılan bir tür silah haline dönüştürüldüğünde, -ezilenler ve ezenler zaman zaman yer değiştirse de- neticede korkunun, bencilliğin, zalimliğin hakim olduğu, insanların kendilerini güvende hissetmediği, geleceğe dair umutlarının ve sevinçlerinin kalmadığı bir toplum inşa edilmektedir. Müvekkil ve arkadaşları ise sevgi, şefkat, merhamet ve adaletin hakim olduğu bir toplum düzeni istemektedir.

Gencecik, masum hanımlara 360 kez müebbet anlamına gelen cezalar verilirken neredeyse hiçbir gazeteci bundan rahatsız olmamaktadır. Ancak müvekkil Adnan Oktar gazetecilere yönelik herhangi bir hukuksuzluk yapıldığında bundan rahatsızlık duymakta ve bunu dile getirmektedir. Her türlü hukuksuzluğa karşı olan müvekkil, siyasi fikirlerini ve ideolojisini tasvip etmediği kişilerin de hukuk önünde eşitliğini savunmaktadır. Hak, adalet ve hukuk adına mücadele verdiğini öne sürenlerin de bu samimiyeti göstermeleri durumunda Türkiye sevinç içinde, ışıl ışıl, mutluluk ve sevginin dolu dolu yaşandığı bir ülke olacaktır.

Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine arz ederiz. 08.01.2025

Daha yeni Daha eski