TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADALET BAKANLIĞI’NA
ADALET BAKANI SAYIN YILMAZ TUNÇ BEYEFENDİ DİKKATİNE,
Kamuoyunda “Adnan Oktar Davası” olarak bilinen ve müvekkil Adnan Oktar’ın haksız şekilde on binlerce yıllık cezalara çarptırıldığı davanın bir kumpas üzerine kurgulandığını, henüz soruşturma aşamasından başlayarak tüm dava süresince sayısız hak ve hukuk ihlali yapıldığını daha önceki bilgilendirme yazılarımızda dikkatinize sunmuştuk.
Bu yazılarımızda ve mahkeme dosyalarına sunduğumuz dilekçelerimizde, müvekkil lehine olanHİÇ BİR DELİLİN dosyaya kabul edilmediğini, tamamen görmezden gelindiğini, çoğu zaman da gizlendiğini beyan etmiştik. Tam da bu konu ile ilgili olarak meydana gelen bir gelişme, bu konuya bir kere daha dikkat çekmemiz gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Daha önce de beyan etmiş olduğumuz üzere, müvekkile yönelik hükmedilen haksız cezalara karşı tarafımızca yapılmış olan temyiz başvurusu Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne tevdi edilmiştir. Ancak çok ilginç bir şekilde dosyanın vekaletli müdafilerinden biri, ilgili dairenin kalemine bilgi almak üzere gittiğinde dosyanın hiç açılmadan çuvallar içinde bekletildiğine şahitlik etmiştir. Müdafi bu durumu tutanak altına almıştır.
Bu tespitten kısa bir süre sonra ise Yargıtay 1. Ceza Dairesi, -yaklaşık 800 klasörden oluşan dava dosyasının hiçbir klasörünü açmadan- 2024/365 E, 2024/5217 K, 10.07.2024 tarihli kararıyla, yıllara dayanan yerleşik içtihatlarına taban tabana zıtlık yaratacak şekilde müvekkile hükmedilen ceza kararlarının hemen hepsini onamıştır.
Dairenin hükmettiği kararın 453. sayfasında, “müsadere hükümlerinin onanması” başlığı yer almıştır. Bu hükümle birlikte, müvekkilin yargılandığı ve haksız şekilde cezalandırıldığı davanın en büyük suç iddialarından olan “görevi başındaki polisi öldürmeye teşebbüs” iddiasının geçersizliğini kanıtlayacak çok önemli bir maddi delil, adeta sıradan bir ev eşyasına dönüştürülmüştür.
DAVANIN BİRİNCİ DERECEDEN DELİLİ HÜKMÜNDEKİ KAMERA KAYITLARININ OLDUĞU HARD DİSK’İN MÜSADERE EDİLİP SATIŞA ÇIKARILMASI BİR HUKUK DEVLETİNDE KABUL EDİLEBİLİR BİR UYGULAMA OLAMAZ
Kısaca hatırlatmak gerekirse, 11.07.2018 tarihli şafak operasyonu sırasında Kandilli’de bulunan villanın bahçesindeki bir müştemilatta, müvekkilin arkadaşlarından Mert Sucu’nun güya arama el koyma çalışmaları yürüten özel harekat polislerine ateş açtığı iddia edilmiştir.
Bu iddianın geçersizliğini sayısız delille ortaya koymuş olmamıza,
- ateş ettiği öne sürülen Mert Sucu’nun silah kullandığı elinde atış artığı bulunmamasına,
- silahın üzerinde de parmak izi veya biyolojik iz çıkmamasına,
- kendisine ateş edildiği iddia edilen polisin ise iki elinde birden atış artığı izi çıkmasına,
- özel harekat polislerinin Mahkeme huzurunda verdiği ifadelerde Hakim’in gözü önünde tamamen birbirleriyle çelişmelerine,
- birisi odanın kapısını koç başı ile kırdıklarını söylerken, diğeri ters tekme ile kapıyı kırıp açtıklarını ve üçüncüsü ise odaya hiç girmediklerini söylemesi gibi aleni olan onlarca çelişki ve yalanlarını tek tek göstermemize rağmen,
hep belirttiğimiz gibi dava sürecinde hiçbir savunma delilimiz göz önünde bulundurulmamış ve bunlar tartışılmadan hüküm kurulmuştur. Yargıtay 1. Ceza Dairesi de tüm savunma delillerimizi değerlendirmeden, olaydaki karanlık noktaları açıklığa kavuşturmadan, adeta gözü kapalı şekilde ceza hükmünü onamıştır.
Dahası konuyla ilgili olarak tamamen yok sayılan son derece hayati bir savunma delili daha bulunmaktadır. Görevi başındaki polis memurlarını öldürmeye teşebbüs gibi çok büyük bir suç iddiasının aydınlatılması konusundaki çok kritik bu delil ise, olay günü olay yerinde yaşananları gözler önüne serecek olan bahçe kameralarının kayıtlarıdır.Ancak yerel mahkemeye, istinaf mahkemesine ve temyiz mahkemesine tekrar tekrar konunun önemi izah edilmiş olmasına rağmen bu somut ve mühim delil ısrarla yok sayılmıştır. Şöyle ki;
11.07.2018 tarihinde polis operasyonu esnasında vuku bulduğu iddia edilen “polise ateş açma” hikayesinin yaşandığı yer, Kandilli semtinde büyük bir arazi üzerine inşa edilmiş bir villadır. Bu villa, çevre ikametlerde sıklıkla yaşanan hırsızlık vakaları sebebiyle, çok sayıda bahçe güvenlik kamerası ile donatılmıştır. Bu kameralardan en az ikisi, iddia edilen silah kullanma vakasının yaşandığı yeri doğrudan görmektedir.
Bahçe güvenlik kameralarının operasyon sabahı kayıtta olduğu, operasyon sonrasına dek kayda devam ettiği aşikardır, çünkü henüz polisler ikamete giriş yapmadan uzun süre önce müvekkilin ve bazı arkadaşlarının ikametten ayrıldıkları, bu bahçe kameralarının kaydettiği görüntülerle tespit edilmiş, bu görüntüler hukuksuz şekilde basına servis edilerek müvekkil hakkında olumsuz haberler yapılması sağlanmıştır. Bu görüntülere bazı örnekler vermemiz gerekirse;
Fotoğraflarda görülen görüntüleri kaydeden cihazlara, operasyonu tertip eden Mali Şube yetkilileri tarafından el konulmuştur. İlerleyen süreçte, kamera kayıt cihazlarındaki ilgili görüntülerin dava dosyasına getirilmesi için sanıkların ve müdafilerin yapmış olduğu sayısız talep ise ya reddedilmiş, ya da görmezden gelinmiştir.
Yerel mahkemenin cezalara hükmetmesi neticesinde bu cezalar tarafımızca istinaf edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi 2021/696 E, 2022/258 K. sayılı kararıyla neredeyse tüm ceza hükümlerini bozarken, kamera görüntüleri ile ilgili başvurumuzu da kabul ederek bu görüntülerin dosyaya alınmasına hükmetmiştir.
İlginç bir şekilde, bozma sonrası yürütülen 2. yargılama sürecinde de sanıklar ve müdafiler istinafça hükmedilen bu kararı tekrar tekrar Mahkeme Heyeti’ne anımsatmış olduğu halde, Heyet talepleri değerlendirmeye bile almamıştır. Değerlendirmeye alıyormuş gibi görünmek için ise birkaç adet olay yeri fotoğrafını duruşma esnasında salonda kurulu olan ekrana yansıtmıştır. Oysa olay gününe ait kamera görüntülerinin dosyaya getirilmesi ile olay yerinde sonradan çekilen olay yeri fotoğraflarının ekrana yansıtılmasının aynı şey olmadığı ilk okul çağındaki bir çocuğun bile anlayabileceği netliktedir. Aslında, sanıklar ve müdafilerinin aklıyla alay edercesine yapılan bu uygulama bile tek başına bahse konu olayın ne kadar karanlık bir kumpas olduğunun delili niteliğindedir.
Sonuç olarak, İstinaf Mahkemesi’nin adil bir yargılama ve hüküm için giderilmesi gereken eksiklik olarak belirttiği bu hususu tamamen yok saymıştır. Savunma avukatlarının ve sanıkların talepleri sonucunda hiçbir netice elde edilememiş ve görüntüler dosyaya getirilmemiştir. Bölge Adliye Mahkemelerinin kararlarına direnme yasağına rağmen yerel mahkeme, bu karara karşı açıkça “direnmiş” ve ceza hükmünü bu görüntüler olmadan vermiştir.
Bu hukuksuzluğu Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne yaptığımız temyiz başvurusunda ortaya koyduğumuz halde, talebimiz bir kere daha görmezden gelinerek olayı aydınlatma kabiliyetine sahip somut deliller devre dışı bırakılmıştır.
Daha da vahimi ise, başta belirttiğimiz “müsadere hükümlerinin onanması” kararı ile, bahsettiğimiz kamera kayıt cihazlarının da müsaderesine karar verilerek delil niteliği ortadan kaldırılmış, cihazlar sıradan birer ev eşyası, bir video oynatıcı veya bir kaset çalar gibi basit bir elektronik eşya hükmüne indirgenmiştir. Bu aşamadan sonra somut delilleri barındıran cihazların akıbetinin ne olacağı tamamen bilinmez bir durumdur.
HUKUKİ BİR DELİLİN ORTADAN KALDIRILMAYA ÇALIŞILMASI DERİN DEVLETİN ÇİRKİN BİR CESARETİDİR
En başından itibaren bir kumpas üzerine kurgulanan, soruşturma ve kovuşturma aşamaları sayısız hukuk ihlali barındıran Adnan Oktar Davası’nın kamuoyunda en sansasyonel suç iddiası olarak değerlendirilen “öldürmeye teşebbüs” isnadının gerçek olmadığını kanıtlayacak, suçun atılı olduğu Mert Sucu’nun, dolayısıyla müvekkilin ve tüm arkadaş camiasının aklanarak temize çıkmasını sağlayacak bir delilin ortadan kaldırılması hayret verici bir durumdur.
Kaldı ki, bahsettiğimiz kamera kayıt cihazlarının delil niteliği hem yerel mahkeme hem de istinaf mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve belgelendirilmiştir. Malum olduğu üzere, delil vasfı taşımakta olan eşyanın müsaderesi kanunlarımıza aykırıdır. Pek çok Yargıtay içtihatı, bu niteliğe haiz eşyanın Adli Emanette delil olarak saklanmasını zorunlu kılmaktadır.
Uzun yıllara dayanan başkaca pek çok yerleşik içtihatını görmezden gelerek Adnan Oktar Davası cezalarını onayan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yine Yargıtay tarafından hükmedilmiş sayısız kararda “delil mahiyetindeki eşya müsadere edilemez” tespitini görmezden gelmiş, müsadere kararını onamıştır. Bu durum büyük bir usulsüzlük oluşturduğu gibi, sıklıkla tekrarladığımız haksız ve hukuksuz uygulamaların varlığını da bir kere daha ispatlamaktadır.
Yargıtay 1 Ceza Dairesi’nin kıymetli hakimlerinin vermiş olduğu karara saygı duymakla birlikte buradaki anormalliğin görülmesinin de -Türkiye’nin geleceği ve adaletin tesisi açısından- önemli olduğu kanaatindeyiz. Geçmişte de bazı kumpas davalarında benzeri yollara tevessül edildiği Türkiye’nin bilinen bir gerçeğidir. Bu tip olaylar, kararı veren ya da birtakım evraklarda imzaları olan hakimler, savcılar, kamu görevlilerinin doğrudan bu kumpasın bir parçası olduğu anlamına gelmemektedir. Ancak hukuk dışına çıkan, göz göre göre yasayı ve içtihatları hiçe sayan girişimler olduğunda da bunun bir derin devlet operasyonu olduğunu görmezden gelmenin akılcı ve makul bir tutum olmayacağı açıktır.
Adnan Oktar Davası'nda maruz kalınan açık hukuk ihlalleri karşısında, öldürmeye teşebbüs suçlamasının bir kumpas olduğunu gösteren detayları ve hukuksuz uygulamaları maddeler şeklinde yeniden özetlemek gerekirse;
MERT SUCU İSİMLİ ŞAHSA ATILAN “ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS” İDDİASININ DOĞRU OLMADIĞINI ORTAYA KOYAN AŞAĞIDAKİ SOMUT BİLGİ, VERİ VE DELİLLER ÖNEM TAŞIMAKTADIR:
- Öncelikle konuyla ilgili hiçbir savunma delili dikkate alınmamış, hatta dosyaya dahi getirilmemiştir.
- Olayın açığa kavuşturulması tamamen teknik verilerle mümkün olduğu ve uzman bilirkişiler marifetiyle hazırlanmış çok sayıda teknik rapor ve bilimsel mütalaa dosyaya sunulmuş olmasına rağmen, bunların hiçbirisi değerlendirilmemiştir. Neden değerlendirilmediğine dair hiçbir gerekçe de gösterilmemiştir.
- İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin yukarıdaki sayfalarda zikrettiğimiz 2022/258 K. sayılı bozma kararında bu isnat bakımından tespit edilmiş soruşturma eksiklikleri tamamlanmadan, yasak olduğu halde istinaf kararına direnilerek yargılama sonuçlandırılmıştır. Bu aşamada istinaf tarafından, OLAY YERİNİ GÖREN KAMERA KAYITLARININ GETİRTİLMESİ, ÖLÇEKLİ KROKİ ÇİZDİRİLMESİ, KATILAN ÖZEL HAREKAT POLİSLERİNİN İDDİA EDİLEN OLAY ANINDA DURDUKLARI YERLERİN NET OLARAK SAPTANMASI, ATIŞ AÇISI, ATIŞ MESAFESİ VE ATIŞ İSTİKAMETİNİN BELİRLENMESİ, KAPININ OPAK MI SAYDAM MI OLDUĞUNUN ARAŞTIRILMASI YAPILMAMIŞTIR. Bunlar yapılmadan ateşli silah eylemine dair bir olayın AÇIĞA KAVUŞTURULMASI VE DOĞRUNUN ORTAYA KONULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.
- Ateş ettiği iddia edilen MERT SUCU’NUN SİLAH KULLANDIĞI ELİNDE HİÇBİR ATIŞ ARTIĞI BULUNMAZKEN, OPERASYONDA GÖREV SİLAHINI KULLANMADIĞINI BEYAN EDEN ÖZEL HAREKAT POLİSİNİN HER İKİ ELİNDE, HEM İÇTE HEM DIŞTA ATIŞ ARTIKLARI TESPİT EDİLMİŞTİR.
- Mert Sucu’nun SİLAHI,ADLİ EMANETTE TUTULDUĞU SIRADA İZİNSİZ VE EMİRSİZ ŞEKİLDE DELİL TORBASININ MÜHÜRÜ KIRILARAK AÇILMIŞ VE KURCALANMIŞTIR. Bunun sonrasında Adli Tıp Kurumu’nda yapılan incelemede silah DNA analizine cevap vermemiştir.
- Mert Sucu müştemilat odasından teslim olurken odadan dışarı fırlattığı silah, ayakkabılıkta bir ayakkabının içine yerleştirilmiş ve sürgüsü indirilmiş vaziyette bulunmuştur.
- Olay Yeri İnceleme Ekibi, en temel vazifelerini dahi yerine getirmemiş, olayın aydınlatılması için en hayati işlem olan “ATIŞIN YENİDEN YAPILANDIRILMASI” ÇALIŞMASINI YAPMAMIŞTIR. Resmi tutanaklara göre kanaması olan hiç kimse bulunmazken, olay yerinde yerde çeşitli noktalarda kan lekeleri fotoğraflanmış, ancak bunlardan biyolojik örnek alınmadan geçilmiştir.
- En inanılmaz olan ise, OLAY YERİNE SONRADAN SAHTE DELİL OLARAK BOŞ KOVANLAR YERLEŞTİRİLMİŞ VE BUNLARIN ÇEKİLEN FOTOĞRAFLARDA FARK EDİLMİŞ OLMASIDIR.
- Açılan ateş sonucu isabet aldığını iddia eden özel harekat polisi, basit tıbbi müdahale dahi görmemiş, devlet hastanesine sevk edilmemiş ve olay resmi rapora intikal ettirilmemiştir. Hatta bu memur, vücudunda oluşması gereken ekimozları (yani darbeden kaynaklanan morarmaları) basit bir şekilde cep telefonuyla dahi fotoğraflandırmamıştır.
- Çelik yeleğinden isabet aldığını iddia eden polis memurunun delil diye sunduğu yelek başkasına ait çıkmış, üstelik son kullanma tarihi de geçmiş bir yelektir.YELEĞİN ÜZERİNDE MERMİ İSABET NOKTASI DİYE VARSAYILAN DELİKTE HERHANGİ BİR MERMİ ÇEKİRDEĞİ BULUNMAMAKTADIR. OLAY YERİNDE TANZİM EDİLMİŞ 3 AYRI RESMİ TUTANAĞIN HİÇ BİRİNDE, BİR POLİSİN İSABET ALDIĞINA DAİR TEK BİR SATIR YAZILMAMIŞTIR.
- Aynı özel harekat polisi daha sonra “belimdeki palaskaya takılı yedek şarjörümden de vuruldum” diyerek ortaya çıkmış, ancak bu delili olay günü sıcağı sıcağına Olay Yeri İnceleme Ekibine değil, ilerleyen bir tarihte kim olduğu bilinmeyen “birilerine” teslim ettiğini söylemiştir. Delili teslim ederken resmi bir evrak tutulmamış, kayıt altına alınmamış, delil güvenlik zinciri ihlal edilmiştir.
- Kendilerine ateş açıldığını iddia ederek şikayetçi olan 2 özel harekat polisi, verdikleri 4 resmi ifadede olay anında Mert Sucu’nun kapısının önünde sadece ve sadece ikisinin bulunduklarını söylemişlerdir. Hatta sorgularını yapan Mahkeme Başkanı bunu özellikle tekrar sormuş, her iki polis de orada sadece ikisinin bulunduğunu Mahkeme Heyeti’nin gözünün içine bakarak söylemiştir. ANCAK MÜDAFİLERİN TİTİZ ÇALIŞMALARI SONUCU TUTANAKLARDA BİR BAŞKA MEMURUN DAHA SİCİL NUMARASI TESPİT EDİLMİŞ, BU MEMUR OLAYIN ÜZERİNDEN GEÇEN YAKLAŞIK 4 YIL BOYUNCA ORTAYA HİÇ ÇIKARILMAMIŞTIR.İlk bozma kararı ile birlikte bu memurun mahkemeye getirilmesi karara bağlanınca mecburen getirilmiş, memur ifadesinde olay anında diğer polisle birlikte kendisinin de orada olduğunu iddia etmiştir. BU MEMURUN İFADELERİ İLE DİĞER İKİ MEMURUN İFADELERİ ARASINDA BÜYÜK FARKLILIKLAR OLUŞMUŞTUR. En önemlisi ise, belindeki yedek şarjörden de isabet aldığını iddia eden meslektaşını kollamak amacıyla “şubeye gittiğimizde şarjörünü çıkardığında bütün mermileri döküldü, şarjörden de isabet almış” şeklinde ifade vermiştir. OYSA İSTANBUL KRİMİNAL POLİS LABORATUVARI TARAFINDAN DÜZENLENEN IST-KİM-18-31201 SAYILI RAPORDA, ŞARJÖRDE BİR GİRİŞ – ÇIKIŞ DELİĞİ BULUNMADIĞI, DOLAYISIYLA DA MERMİLERİN İÇİNDEN DIŞARI DÖKÜLMESİNİN İMKANSIZ OLDUĞU TESPİT EDİLMİŞTİR. Buna ek olarak, şarjörün fotoğraflarında da içinden mermi dökülmesine yol açabilecek şekilde bir delinme bulunmadığı açık ve net olarak görülmektedir.
- Dosyaya yanlışlıkla girdiğini düşündüğümüz bir videoda, kimliği tespit edilemeyen 2 polis memurunun aralarında şaibeli bir konuşma yaptıkları, özel harekat polisinin yedek şarjörden vurulma senaryosunun gerçek dışılığının ortaya çıkıp çıkmayacağını tartıştıkları duyulmaktadır.
- Mert Sucu’nun ateş edip etmediği, etti ise hedef gözetip gözetmediği gibi çok kritik konular, hukuken ancak ve ancak olay yerinde keşif ve temsili tatbikat yapılarak açıklığa kavuşturulabilecekken bunların yapılmasından imtina edildiği gibi, OLAY YERİ HİÇ GEREKSİZ ŞEKİLDE ALELACELE BELEDİYEYE YIKTIRILMIŞTIR.
Mert Sucu’ya isnat edilen öldürmeye teşebbüs eylemi hakkında, yukarıda kısa başlıklar halinde özetlediğimizden çok daha fazlakaranlıkta kalmış, şaibelerle dolu detay bulunmaktadır. Hukuken bir karara varmadan önce bu karanlıkta kalan noktaların aydınlatılması için yapmış olduğumuz tüm girişimler deyim yerindeyse her seferinde “duvara toslamış” ve olay sanki bilinçli bir şekilde karanlıkta tutulmak istenmiştir.
Temyiz incelemesini gerçekleştiren 1. Ceza Dairesi heyetinin uzmanlık alanının “cinayet” ve “cinayete teşebbüs” suçları olduğu düşünüldüğünde, defalarca dile getirip ortaya koyduğumuz bu karanlık noktaları aydınlığa çıkaracak adımların atılmamış olması -verilen karara saygı duymakla birlikte- şaşırtıcı olmuştur. Yerel mahkemenin yetersiz incelemeyle ve hatta BAM 1CD tespitlerine direnerek verdiği ceza kararı, üzerine tek bir satır eklenmeden ve tek bir yorum getirilmeden Yargıtay tarafından onanması hukuk camiasının tamamı tarafından yadırganmıştır. HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ, OLAYI AÇIĞA KAVUŞTURACAK ÖNEMLİ DELİLLERDEN BİRİSİ OLAN BAHÇE KAMERALARININ KAYITLARINI BARINDIRAN CİHAZLAR HAKKINDA, USULSÜZ ŞEKİLDE MÜSADERE KARARININ ONANMASI ÇOK SAYIDA CEZA HUKUKÇUSU VE PROFESÖRÜ TARAFINDAN KUMPASI ÖRTBAS ETME PANİĞİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR.
Buraya kadar ortaya koymuş olduğumuz anormallikler, hukuk bilgisi hiç olmayan sıradan bir vatandaşın dahi iddiaya şüpheyle bakmasını, kafasında bir kanaat oluşturabilmesi için bazı noktaların açığa kavuşturulmasını istemesini gerektirecek detaylar içermektedir.
Ceza davasında bir sanığa ceza kararına hükmetmek, bundan çok daha fazla kesinlik gerektiren bir durumdur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun artık tüm hukuk çevrelerinde adeta bir düstur olarak kabul edilen kararına göre;
“Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir.Gerçekleşme biçimi şüpheli ya da tam olarak aydınlatılamamış olay veya iddialar sanık aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkan vermeyecek açıklıkta bulunmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanarak sanığın mahkumiyetine karar vermek, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm kurmak anlamına gelecektir.”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
2013/476 Esas, 2014/203 Karar
SONUÇ OLARAK;
Sözde öldürmeye teşebbüs gerekçesiyle hükmedilmiş olan ağır hapis cezası ve bu cezanın Yargıtay tarafından usule ve hukuka aykırı bir şekilde onanması, tam olarak Ceza Genel Kurulu’nun “böyle olmamalı” diye tarif ettiği tüm detayları içermektedir.Üstelik bu şaibeyi bir nebze de olsa aydınlığa çıkarabilecek önemli bir delil, yani kamera kayıtlarını içeren cihazlar da adli emanette barındırılmak yerine müsadere edilerek ortadan kaybedilmek istenmektedir.
Yargıya güvenin Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine inmiş olduğu günümüzde, bu tip hukuk ihlallerine göz yumulması durumunda bu halin gittikçe bir beka sorunu haline geleceği göz ardı edilmemelidir. Yaşanılan her hukuk ihlali sadece konunun mağdurlarını değil tüm ülkenin aydınlık geleceğini ilgilendirmektedir. “Adam öldürmeye teşebbüs” gibi önemli bir isnadın geçersizliğini ortaya koyacak en önemli delilin yok edilmesi teşebbüsünün çok ciddi bir hukuk ihlali olduğu açıktır. Türkiye gibi bir hukuk devletinde kimsenin buna cesaret edememesi için gerekli önlemlerin alınması da hayati önem taşımaktadır. Gereğinin yapılmasını saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 16.02.2025