Mine Alpay Gün’ün Milli Gazete’de 03.11.2024 tarihinde yayınlanan yazısında müvekkil Adnan Oktar’ın mal varlığı konusunda gerçek dışı bilgilere yer verilmiştir. Mine Alpay Gün Hanım, bir takım basında okuduğu haberleri hiç sorgulamadan ve araştırıp incelemeden kendi köşesinde tekrar etmiş, doğruluğunu araştırma ihtiyacı dahi duymadan kopyaladığı bilgiler üzerinden bazı yanlış yorumlarda bulunmuştur.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, müvekkil Adnan Oktar’ın kendisi adına hiçbir malı, mülkü, şirketi, evi, arabası vs bulunmamaktadır.Haberlerde yer alan “Tek başına Adnan Oktar’ın 1 milyar doları bulunan mal varlığı ortaya çıktı” gibi manşetlerin de Mine Alpay Gün’ün yazısına taşıdığı “2 milyar liralık dudak uçuklatan servet” cümlelerinin de hiçbir somut karşılığı yoktur. Müvekkil Adnan Oktar, “Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.” (Yasin Suresi, 21) Kuran ayetinin hükmü gereği hayatı boyunca yazdığı ve 73 dile çevrilmiş, 300’den fazla kitabı için de bir lira dahi telif ücreti almamıştır. Ömrünü Allah için adadığını beyan eden müvekkilin hayatı bu beyanının doğru olduğunun delilidir.

Milli Gazete ve Milli Görüş camiası, müvekkil Adnan Oktar’ın değer verdiği, sevdiği ve hürmet ettiği, Merhum Necmeddin Erbakan Beyefendi’den kıymetli bir manevi miras olarak gördüğü, korunup kollanması ve desteklenmesi için bilinen bilinmeyen bir çok girişiminin olduğu, milletimizin önemli dayanak noktalarından biri olarak gördüğü bir camiadır. Necmeddin Erbakan Beyefendi’nin müvekkil Adnan Oktar’a olan sevgisi ve dostluğu da tüm Türkiye tarafından bilinen bir hakikattir.Müvekkil Adnan Oktar ile defalarca görüşmüş, müvekkilin kitaplarını tüm Milli Görüş camiasına okunması için önemle tavsiye etmiş, ulusal kanallardaki yayınlara elinde Adnan Oktar’ın kitaplarıyla çıkmış, Milli Gazete’nin eki olarak müvekkilin kitapları yayınlanmıştır.

Şunu ifade etmek gerekir ki, Adnan Oktar Davası dosyası baştan sona bir kumpas dosyasıdır.

Nedim Şener gibi bazı gazetecilerin açık itirafları bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Nedim Şener katıldığı bir programda müvekkil ve arkadaşlarının Yargıtay incelemesi sonucunda TAHLİYE OLACAKLARINI, ancak KENDİSİNİN PROPAGANDA FAALİYETİ SAYESİNDE CEZALARIN ONANDIĞINI VE TAHLİYE KARARI ÇIKMADIĞINI söylemiştir:

NEDİM ŞENER: "Adnan Oktar suç örgütü, hatırlıyor musun 8.000 yıl isteniyor, 8000 yıl! Ne oldu? AZ DAHA YARGITAY’DA, EĞER YAZIP ÇİZMESEK BERAAT, ŞEY TAHLİYE OLUYORLARDI!" (TVNET kanalı, Net Bakış programı, 9 Eylül 2024)

Benzer bir şekilde 2018 tarihinde operasyonu yürüten sonra eski polis memuru FURKAN SEZER de bir programda, MEDYADA YAPTIKLARI KONUŞMALARLA YARGI MENSUPLARINI BASKI ALTINA ALDIKLARINI anlatmaktan çekinmemiştir:

FURKAN SEZER: "Bu dosyayı çöp etmeyi için bekleyen bir takım, tırnak içinde, hukuk insanları var. DOLAYISIYLA, KONUŞMAYA BAŞLADIK, ANLATMAYA BAŞLADIK... O FARKINDALIĞI OLUŞTURDUK. YANİ OLUŞTURDUĞUMUZA İNANIYORUM."(Medyascope, Müge İplikçi ile Zeytin Dalı, İpek Özbey ve Furkan Sezer anlatıyor, 9 Ağustos 2024)

Ortada eğer gerçekten suç veya suça dair herhangi bir şey olsa kimsenin müvekkilin tahliye olmaması için “çaba göstermesine” ihtiyaç olmayacağını Mine Hanım’ın anlayabileceği kanaatindeyiz.

Mine Alpay Gün Hanım müvekkilin saygı duyduğu yazarlardan birdir. Müvekkil Mine Hanım’ın samimiyetine, vicdanına, Allah’a, Kuran’a ve İslam’a olan bağlılığına güvenmektedir. Mine Hanım’ın okuduğu bazı haberlerin etkisinde kalarak kaleme aldığı anlaşılan yazısı hakkında kendisini bilgilendirmenin bir mümin kardeşi olarak sorumluluğu olduğunu düşünmektedir. Zira müvekkilin inancına göre Müslümanların Kuran’a uygun olmayan bir tavırları olduğunda birbirlerini uyarmaları ve doğruya çağırmaları farzdır ve müminlerin kardeş olmasının bir gereğidir.

 

Müvekkil Adnan Oktar da bu kıymetli mümine hanım kardeşine şu hatırlatmaları yapmayı vicdanen gerekli görmüştür:

1. Müslümanların Fasıktan Gelen Haberi Araştırmadan İnanmaları ve Yaymaları Haramdır

    Hucurat Suresi’nin 6. ayetinde Allah şöyle buyurmuştur:

    “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”

    Bu, özellikle yalan haberlerin hızla yayıldığı, kitlelerin kolaylıkla manipüle edilebildiği içinde bulunduğumuz çağda Müslümanların son derece titiz olması gereken bir hükümdür. Mine hanımın yazısından anlaşıldığı kadarıyla, basında çıkan haberleri okuyup "doğru mu değil mi" diye araştırma yapmadan okuduklarının etkisi altında kalmış ve hemen kağıda kaleme sarılmıştır. Oysa, Kuran’ın bu açık hükmüne göre yapması gereken önce "gerçekten böyle bir mal varlığı var mı", "yazılan rakamlar doğru mu", "böyle bir mal varlığı varsa bu kazanç helal mi, değil mi" diye araştırmak, sormak, doğrusu hakkında bilgi edinmek, ondan sonra binlerce insanın okuduğu bir gazetede konuya dair yorumda bulunmak olmalıdır.Aksi takdirde, hem Kuran’ın "kötü zanda bulunmamak", "iftira etmemek", "doğruyu söylemek" gibi hükümlerini farkında olmadan çiğnemiş hem de bu gerçek dışı bilgileri ulaştırdığı insanların her birinde oluşan olumsuz düşünce ve kanaatlerin sorumlusu olmuş olacaktır.Bu ise ahirette karşılığı büyük olan ve her Müslümanın şiddetle sakınması gereken bir durumdur. Müvekkil de Mine Hanım’ın böyle bir duruma düşmesini bir mümin kardeşi olarak asla istemeyeceğinden, duyduğu, okuduğu, öğrendiği bir haberi yaymadan önce Kuran’ın hükmüne göre davranması gerektiğini kendisine hatırlatmak istemiştir.

    2. Müsadere İçin Gerekçe Olarak Öne Sürülen Masak Raporu “Suçtan Elde Edilmiş Gelir” Tespit Etmemiştir

      Haberlere konu olan ve yargılama sonunda müsaderesine karar verilen şirket, ev, araba, nakit para, hatta koltuk, sandalye, masa, klima, bulaşık makinası, elektrik süpürgesi, tabak, kaşık, çatal, ayakkabı, takım elbise, kemer gibi eşyaların tamamı müvekkilin arkadaşlarının helal ve yasal yollardan elde ettikleri gelirlerinin ürünüdür. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hiçbiri müvekkil Adnan Oktar’ın kendi malı mülkü değildir. Haberlere yansıtıldığı gibi aşırı bir lüks de içermemektedir. Villa denilen evlerin büyük kısmı sıradan apartman daireleridir, hatta bir kısmı deprem yönetmeliği ve kentsel dönüşüm uygulaması gereği yıkılması gereken aşamada olan binalardır. Lüks araç denilen araçların çoğu 10 yıldan eskidir, satılmak istense alıcısı dahi muhtemelen pek olmayacaktır. Tüm bunların“dudak uçuklatan” bir yönü yoktur. Bir an için aşırı lüks olduğu kabul edilse dahi, el konulduğu söylenen mal varlığı yaklaşık 300 kişinin on yıllar boyunca çalışıp emekleri karşılığında kazandıkları ve/veya ailelerinden miras kalan mal ve mülkleridir. Nasıl kazanıldığı açık ve belli olan, en ufak bir yasa dışı unsur içermeyen kazançtır. Nitekim müsadere kararı veren Mahkeme ve kararı onayan yüksek yargı makamları dahi, el konulan araç ve evler için suçtan kaynaklanan mal varlığına dair bir unsur göremediklerini yani yasa dışı bir gelir tespiti olmadığını, sadece sanıklar arasındaki hisse değişimini hayatın olağan akışına aykırı bulduklarını kayda geçmişlerdir. Türk Mahkemelerinin kararına saygı duymakla birlikte, 35 yıllık arkadaşlar arasındaki vergisini ödeyerek, Devletin kurumları huzurunda işlem yaparak, mal veya mülklerini birbirlerine satmış olmalarını “hayatın olağan akışına aykırı” olarak değerlendirmek hukuki bir tespit değil, kişisel bir yorumdur. Muhtemelen bu bilginin farkında olmayan Mine Hanım söz konusu müsadere kararını tasvip ettiğini ifade ederken, hatta alkışlayıp teşvik eden bir üslup kullanırken Milli Görüş camiası içinde birbiriyle ticaret yapan, birbirlerine hisse devrinde bulunan insanların da malına mülküne el konulması gerektiğini mi düşünmektedir? Böyle bir düşüncesi olmasına ihtimal vermemiz mümkün değildir. Ancak, bir mümine hanımın kulaktan duyma bilgilerle yazı kaleme aldığında nasıl bir sistemi teşvik edip desteklediğini hesaba katması da son derece önemlidir.

      3. Peygamberimiz (sav) döneminde de sahabenin malları müsadere edilmiştir

        Mine Hanım’ın da gayet iyi bildiği üzere Müslümanların mal ve mülklerine el konulması, ekonomik ambargolar uygulanması gibi uygulamalar bu devre has değildir. Geçmişte yaşamış müminler de benzer eğitimler ve imtihanlardan geçmişlerdir. Allah Kuran’da Müslümanları mallardan ve canlardan eksiltme ile deneyeceğini bildirmiştir:

        Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)

        Bu sebeple Müslümanlar mallarının hukuksuzca ellerinden alınması, ticaretlerinin kesilmesi, ambargolar uygulanması gibi tutumlarla karşılaştıklarında Allah’ın güzel bir imtihanı ile karşı karşıya olduklarını bilir, sevinçli ve şükürlü bir sabırla tevekkül ederler.

        Nitekim bu konuda en güzel örnek Hz. Muhammed ve ashabı olmuştur. Sahabenin Peygamberimiz (sav)’e gönülden bağlanması, iman etmesi ve inançlarından vazgeçmemeleri Mekkeli müşriklerin öfkesine sebep olmuştur. Sahabeyi caydırabilmek için tüm mal ve mülklerine el koyma kararı alınmış, amansız bir ekonomik ambargo uygulanmıştır. İmanlarından ve Peygamberimiz (sav)’e bağlılıklarından vazgeçsinler diye sahabeye uygulanan mali yaptırımları Mekke halkı içinde onaylayıp destekleyenler de olmuş bu hakkaniyetsizliğe karşı çıkıp vicdanlı davrananlar da bulunmuştur. Hemen her dini sohbette Peygamberimiz (sav) ve sahabenin üstün ahlakını, fedakarlığını, sabrını, yiğitliğini, cesaretini anan, “mübarek insanlar neler yaşamışlar” diyerek ahlaklarını örnek veren Müslümanların, onların başına gelenlerin bir benzeri bugün yaşandığında tarihe hangi tarafta geçtiklerine özen göstermeleri gerekir. Bir avuç Müslümanın çalışarak, helal yoldan elde ettikleri gelirlerine sırf “kendileri gibi yaşamıyor ve kendi inandıkları şekilde inanmıyor” diye el konulmasını alkışlayanlardan olmak, inançlı bir insan olmasa dahi vicdan sahibi hiç kimsenin kabulleneceği bir tutum olmamalıdır. Mine Hanım’ın da bu yanlışından dönmesi gerektiği açıktır.

        Mine Hanım’ın göz ardı etmemesi gereken bir diğer önemli gerçek de müvekkil Adnan Oktar’ın 40 yıllık anti Darwinist ilmi mücadelesinin sağ camiaya sağladığı özgürlük ve olanaklardır. Uzun yıllar boyunca adeta gettolarda, hayatın her alanının dışında yaşamaya mecbur edilmiş olan muhafazakar kesim müvekkilin dinsizliğin fikri alt yapısını ortadan kaldırmasıyla güç ve imkan kazanmıştır. Türkiye’de yaklaşık 25 yıldır sağın tek başına iktidar olmasının temeli de müvekkilin bu ilmi çalışmalarının ürünüdür. Bugün sol ideolojilerin zemini ve dayanak noktası olan Darwinizm ilmen çökertilmemiş olsa Türkiye’de sağın böylesine güçlü olarak iktidara gelmesi ve kesintisiz olarak 25 yıldır iktidarda kalması asla mümkün olmazdı. Bu, müvekkilin şahsi görüşü değildir. Doğu Perinçek başta olmak üzere sol ideologların birçoğu tarafından açıkça dile getirilmiştir. Müvekkil vesilesiyle İslam’ı yaşamaya başlayan Türkiye eski güzellerinden Gülay Pınarbaşı’nın Refah Partisi’ne katılması ve bunu takiben Refah Partisi’nin iktidara yürümesi de bilinen bir gerçektir.

        4. Hayatında Hiç Yan Yana Gelmediği, Bizzat Konuşup Tavrına, Üslubuna, Karakterine Şahit Olmadığı Müslümanlar İçin “Din Bezirganı” Tanımını Kullanmak Kuran’a Uygun Değildir

          Mine Hanım’ın bahse konu yazısında başlık olarak kullandığı Din Bezirganı ifadesi kendisinin nezaketine ve vicdanına yakışan bir üslup olmamıştır. Mine Hanım’ın yazısında eleştirdiği dini anlatmak karşılığında maddi menfaat elde etmek gerçekten de çirkin bir tutumdur ve Kuran’a göre haramdır. Ancak genelleme yapmak, tanımadığı ve bilmediği Müslümanlar hakkında da sırf basından duyduğu bilgilerden yola çıkarak yorumda bulunmak da Kuran ahlakına uygun değildir. Ki konu dini anlatan, tebliğ yapan, İslam’ı sevdirmeyi amaçlayan çalışmalardan maddi gelir elde etmemek olduğunda Mine Hanım’ın düzenli olarak yazılarını yayınladığı Milli Gazete’den ya da İslami bilgiler ışığında yazdığı kitaplarından gelir elde ediyor olmasını da kendi vicdanında yeniden değerlendirmesi gerekir. Mine Hanım kendi durumu için vicdani bir değerlendirme yapmış ve İslami yazılarıyla kitaplarından maddi gelir elde etmeyi uygun bulmuş olabilir. Bu düşüncesi ve seçimine saygı duyulması gerekir. Nasıl ki Müslümanlar kendisi için Milli Gazete gibi İslamı anlatmayı gaye edinmiş bir gazeteden para almasını “bezirganlık” olarak değerlendirmiyor ve seçimlerine saygı duyuyorsa kendisinin de Müslümanların vicdanına ve Allah korkusuna saygı duyması gerekir.

          Eğer bir Müslüman kardeşinin hatalı tutumunu görüyorsa, iyiliği emredip kötülükten men etmesi Allah’ın emridir. Ancak bunun üslubunun nasıl olması gerektiğini de Kuran’da açıkça bildirmiştir. Öncelikle eleştirdiği tavrı ayetle ve hadisle delillendirmesi, saygılı ve nezaketli bir üslup kullanması, yok etmeye değil kazanmaya çalışması, karşı tarafın açıklamasını dinlemesi, karşı tarafın Kuran’a ve sünnete göre makul ve haklı bir açıklaması varsa da bunu kabul etmesi gerekir. “Falanca böyle demiş, çoğunluk da böyle düşünüyor, herkes bunu diyorsa vardır bir bildikleri” Müslümanlar için kriter olamaz. Muhtemelen müvekkil ve arkadaşlarının yargılandığı dosyayı bir kez bile okumamış olan Mine Hanım’ın kriteri de İslamı, Kuran’ı, hadisi bilmeyen insanların yorumları, reyting almak kaygısı dışında bir amaçları olmayan bazı basının sansasyonel haberleri olmamalıdır. Mine Hanım dosyayı okumuş olsa, yukarıda da değindiğimiz gibi, müvekkil ve arkadaşlarına mali konulardaki temel ithamın “infak etmeleri” olduğunu görecek, vicdanıyla değerlendirme yaptığında gerçekte Kuran'a göre yaşadıkları için hedef alındıklarını anlayacaktır.

          5. Müminler için mal ve mülk sadece tebliğ için bir araçtır

            Mine Hanım “para almadıklarında dini anlatmıyorlar” cümlesiyle bazı İslami camialarda yaygın olan bir yanlışa dikkat çekerek doğru bir tespitte bulunmuştur. Allah Kuran’da; “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz Kitab'ı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Bakara Suresi, 44) buyurmuştur. Mine Hanım’ın bu ayete titizlik gösterdiğine ve Kuran’ın “İslam’ı anlatmak karşılığında hiçbir ücret almayın hükmüne” uygun davrandığına güveniyoruz.

            Müvekkil ve arkadaşları yaklaşık 40 yıldır İslam’ı anlatmak karşılığında tek bir kuruş kazanmadıkları gibi ellerindeki tüm imkanları Allah yolunda harcamışlardır. Dünyanın dört bir yanında Endonzeya’dan Amerika’ya konferanslar düzenlerken, milyonlarca kitabı ücretsiz yayınlarken hiçbir gelir elde etmedikleri gibi, kendi kazançlarından harcamışlardır. A9 TV Türkiye’nin reklam almadan yayın yapan tek kanalı olmuştur. 73 dile çevrilen milyonlarca insan tarafından okunan, Merhum Necmeddin Erbakan hocamızın da çok sevdiği eserler vesilesiyle tüm Türkiye’yi ve dünyayı duvarları olmayan bir okul haline getiren müvekkilin ilmi çalışmaları baştan sona büyük fedakarlıklarla gerçekleşmiştir. Oluşan büyük etki de bu fedakarlık ve samimiyetin bereketidir.

            Müvekkil ve arkadaşları zenginlik ve kaliteyi tıpkı Kuran’da örnek verildiği üzere bir tebliğ yöntemi olarak kullanmışlardır. Allah Kuran’da Hz. Süleyman’ın Sebe Melikesi için yaptırdığı sarayı, saraydaki havuzları ve heykelleri anlatarak tebliğde zenginlik, ihtişam, kalite ve güzelliğin bir yöntem olarak kullanılmasının önemine dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)’in tebliğ yapacağı zaman Bizans’tan özel olarak getirttiği cübbesini giydiği, kaliteye özen gösterdiği bilinmektedir. Nitekim Kuran’da da “Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?” (93/8) ayetiyle Peygamberimiz (sav)’in de zengin olduğu bildirilmektedir. Zengin olmak suç değildir. Haram değildir. Günah değildir. Haram olan, dünyaya dalıp ahireti unutmak, kendisini malın sahibi zannetmek, malını Allah yolunda harcamamaktır. Müvekkil ve arkadaşları ise dünyaya hiçbir zaman tenezzül etmemişlerdir. Tam tersine, her biri son derece varlıklı ailelerden geliyor olmalarına rağmen dünyaya dair her şeyi geride bırakıp sadece Allah için yaşamayı seçmişlerdir. Bunun için haksız ve hukuksuz yere tutuklandıkları, 7 yıldır cezaevinde oldukları, tüm mallarına ve mülklerine el konulduğu halde bir an bile Allah’a olan sadakatlerinden vazgeçmemişlerdir.

            Anlaşılan o ki Mine hanımın dosya hakkında bilmediği bir çok gerçek vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

            Müvekkil ve arkadaşları 8 bin yıllık cezaları adil bir yargılama neticesinde değil, Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş büyüklükte bir kumpas davasında işlenen akla hayale gelmeyecek hukuksuzluklar neticesinde almışlardır.

            Örneğin;

            • Özel harekât polisine ATEŞ ETTİĞİ İDDİA EDİLEN ve SAĞ ELİNİ KULLANAN MERT SUCU’NUN SAĞ EL İÇ VE SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ YOKTUR.
            • SİLAHINI KULLANMADIĞINI SÖYLEYEN 256728 sicil sayılı POLİS MEMURUNUN SOL EL İÇ, SOL EL DIŞ, SAĞ EL İÇ, SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ VARDIR.
            • Mert Sucu’nun kullandığı söylenen SİLAH, ADLİ TIP KURUMUNA GÖNDERİLMEK ÜZERE İÇİNE KONDUĞU DELİL TORBASINDAN EMNİYETTE MÜHRÜ KIRILARAK ÇIKARILIP KURCALANMIŞ, ARDINDAN ADLİ TIP İNCELEMESİNDE SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİNE RASTLANMAMIŞTIR. Mert Sucu’nun kendi silahında kendisine dair hiçbir DNA izi çıkmaması, BİR BAŞKASININ SİLAHI KULLANDIKTAN SONRA DNA ÇIKMAMASI İÇİN SİLAHIN OLAYDAN SONRA TEMİZLENDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.
            • Olay anında orada bulunan 3 POLİSİN MAHKEMEDEKİ İFADELERİ HEM BİRBİRLERİYLE HEM DE KENDİ İÇLERİNDE ÇELİŞKİLİDİR. Örneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemektedir.
            • Dosyanın husumetli müştekisi FIRAT DEVELİOĞLU, SIRF MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’I ZARARLANDIRABİLMEK İÇİN, KENDİ ÖZ KIZINA (DİLARA AKTUNÇ) KENDİ EVİNDE “8-9 YAŞLARINDAYKEN DEFALARCA ADNAN OKTAR TARAFINDAN CİNSEL SALDIRIYA UĞRADIĞI” YALANINI söyletmiştir.
            • SÖZDE TECAVÜZE UĞRAYIP HAYATININ KARARDIĞINI İDDİA EDEN DİLARA AKTUNÇ (DEVELİOĞLU) MAHKEMEDEKİ İFADE SIRASINDA SANIK AVUKATLARINA DÖNÜP, ‘YOK MU POPO ELLEME SORUSU’ DİYECEK BİR RAHATLIK GÖSTERİRKEN, babası Fırat Develioğlu da kanal kanal dolaşıp ‘bu operasyon benim başarım’ demeyi kızının sözde tecavüze uğramasından daha mühim görmektedir.
            • FIRAT DEVELİOĞLU NE MAHKEME İFADESİNDE NE DE YÜZLERCE KEZ ÇIKTIĞI TV EKRANLARINDA BİR KEZ BİLE BU VAHİM İDDİAYI GÜNDEME GETİRMEMİŞTİR. Mahkemede "ŞİKAYETÇİ MİSİN?" DİYE SORULDUĞUNDA, SADECE TİCARETİNİN BOZULMASINDAN ŞİKAYETÇİ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİR. BİR BABANIN YERİ GÖĞÜ AYAĞA KALDIRACAĞI KENDİ EVLADINA CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR KONUDA GÖSTERDİĞİ BU UMURSAMAZLIK VE SAKİNLİK BÖYLE BİR OLAYIN HİÇBİR ZAMAN YAŞANMADIĞININ EN TEMEL İSPATIDIR.
            • Müvekkile yöneltilen en karanlık suçlamalardan birisi, güya “9 YAŞINDAKİ BİR KIZ ÇOCUĞUNA CİNSEL İSTİSMAR” İDDİASIDIRMÜVEKKİL SERRA İLE -ZİYARETE GELEN PEK ÇOK ÇOCUKLU AİLEYLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDE OLDUĞU GİBİ- 5-10 DAKİKA GİBİ KISA BİR SÜRE İÇİN ANNESİ DE YANINDAYKEN GÖRÜŞMÜŞTÜR. HERHANGİ BİR ÇOCUĞA GÖSTERİLEN ŞEFKAT İÇEREN SÖZLER DIŞINDA BİR KONUŞMASI OLMAMIŞTIR.
            • Serra'nın, sözde tacize uğradığını iddia ettiği tarihten yıllar sonra Adnan Bey'i çok sevdiğini, onunla mutlaka tekrar görüşmek istediğini ısrarla talep ettiği, Adnan Bey'in arkadaşlarıyla yaptığı çok sayıda yazışmaları mevcuttur. Önce Instagram’dan, sonrasında ise Whatsapp üzerinden devam eden bu yazışmaların tümü Emniyet Müdürlüğü tarafından tespit edilmiş, dava dosyasına girmiştir. Serra bu yazışmaları her iki ifadesinde de kabul etmiştir. MESAJLARINDA MÜVEKKİLİ ÇOK ÖZLEDİĞİNİ, ONU ÇOK SEVDİĞİNİ VE ONUNLA TEKRAR GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ YAZMIŞTIR. KENDİSİNE SÖZDE CİNSEL TACİZDE BULUNDUĞUNU İDDİA ETTİĞİ KİMSEYLE SÖZDE OLAYDAN 4 YIL SONRA İLETİŞİME GEÇMEK, GÖRÜŞMEK İSTEMEK, ÇOK SEVDİĞİNİ SÖYLEMEK TAKDİR EDERSİNİZ Kİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRIDIR ve Serra’nın hiçbir zaman müvekkilden bir görmediğinin açık ispatıdır.
            • SERRA, 11.07.2018 TARİHİNDE DÜZENLENEN POLİS OPERASYONUNDAN HEMEN BİR GÜN SONRA, YASAL VELİSİNDEN HABERSİZ BİR BİÇİMDE İSVİÇRE'DEN TÜRKİYE'YE GETİRİLMİŞTİR. O tarihte reşit olmayan Serra, Mali Şube'ye ifade vermeye iki husumetli müşteki eşliğinde götürülmüştür. İFADE BİTİMİNDE TUTANAKTA HAZİRUN OLARAK YASA VELİSİNİN DEĞİL, KANUNA AYKIRI OLARAK KENDİSİNİN HİÇBİR YASAL YA DA AKRABALIK BAĞI BULUNMADIĞI, DOSYANIN HUSUMETLİ BİR MÜŞTEKİSİNİN İMZASI VARDIR ve küçük yaştaki Serra, ifade sonrası başka bir husumetli müştekiye teslim edilmiştir.
            • Serra, 2013 yılında müvekkilin canlı yayın yaptığı TV stüdyosuna annesiyle beraber geldiği sırada güya cinsel istismara uğradığını iddia etmişse de, 2018 yılına gelinceye dek bu konuda hiçbir şikayeti bulunmamaktadır. HATTA O TARİHE KADAR BÖYLE BİR OLAYIN SÖZÜNÜ DAHİ ETMEMİŞTİR. BİLAKİS, 2017 YILINDA MÜVEKKİLİN YAKIN ARKADAŞLARINDAN BİRİ İLE KENDİSİ İLETİŞİME GEÇMİŞTİR.
            • SERRA’NIN REŞİT OLMADIĞI HALDE HUSUMETLİ MÜŞTEKİLERİN EVİNDE KALDIĞINI, BİR YATTA GECE VAKTİ YANINDA İKİ HUSUMETLİ MÜŞTEKİ İLE BİRLİKTE İÇKİLİ PARTİYE KATILDIĞINI, YİNE BİR YATTA GÜNDÜZ VAKTİ YARI ÇIPLAK VAZİYETTEKİ BİR HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN YANINDA OTURDUĞUNU GÖSTEREN, HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN SOSYAL MEDYA HESABINDAN PAYLAŞTIĞI FOTOĞRAFLAR DAVA DOSYASINDA YER ALMAKTADIR.
            • 2018’de ifadesini verdikten sonra yaşadığı ülkeye geri dönmediğini, anne veya babasının ülkesine de gitmediğini, bunun yerine husumetli bir müştekinin ikamet ettiği Kazakistan’a götürüldüğünü ve orada husumetli müştekinin evine yerleştirildiğini gösteren fotoğraflar mevcuttur
            • Serra 08.09.2020 tarihli mahkeme ifadesinde “2015 YILINDA BEN YİNE ADNAN OKTAR’A GİTTİM. ANNEM BENİ YİNE ADNAN OKTAR’A GÖTÜRDÜ” DEMİŞTİR. OYSA SERRA’NIN ÜLKEYE GİRİŞ ÇIKIŞ KAYITLARINI GÖSTEREN RESMİ BELGEDE 2014 – 2017 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’YE HİÇ GELMEDİĞİ AÇIKÇA GÖRÜLMEKTEDİR.
            • Serra’nın annesi, üvey babası, 3 kuzeni, dayısı, yengesi ve yakın aile dostları tarafından Adnan Oktar Davası dosyasına sunulmuş yazılı beyanlarında Serra’nın kişiliği ve iddia ettiği sözde cinsel istismarın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı hakkında önemli bilgiler yer almaktadır.
            • Serra’nın alenen yalan ifade verdiği, husumetli müştekilerle işbirliği içerisinde olduğu, bu konunun bir kumpas olarak özel planlandığı somut delillerle ortaya konmuş olduğu halde, yakın akrabaları tarafından verilen beyanlar, uzman bilirkişilerden alınan bilimsel mütalaalar görmezden gelinerek müvekkile cezaya hükmedilmiştir.

            Burada sadece bir iki örneğine verdiğimiz bu bilgiler dahi kumpasın boyutunu anlamak için yeterlidir. Mine Hanım dosyayı incelediğinde müvekkilin masum olduğunu ve iftiraya uğradığını ortaya koyan binlerce daha delil görecektir.

            Sonuç olarak;

            Mine Hanım yazısının sonunda “Ne dünyada ne ahirette bunun hesabını veremezler” diye Müslümanları uyarırken kendisinin de Kuran’a göre yanlış bir üslüp benimsemiş ve farkında bile olmadan hesabını veremeyeceği bir tutum içine girmiş olabileceğini düşünmesi önemlidir. Müminlerin vicdanlarının bağımsız olması, insanlara göre değil Kuran’a göre yaşamaları temel vasıflarıdır. “Kervan bu yolda ilerliyor ben de uyayım diye düşünmek” insanı vahim hatalara sürükleyebilir. Kuran’a göre müminler her konuyu, özellikle de mümin kardeşleriyle ilgili bir konu olduğunda, kendileri araştırıp öğrenip inceleyip Kuran’a göre değerlendirmekle sorumludur. Müvekkil Adnan Oktar, Mine Hanım’ın da bu konuda bundan sonra daha titiz olacağını düşünmektedir.

            Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız. 08.11.2024

            Daha yeni Daha eski