Adnan Oktar Davası’nda müvekkil ve arkadaşlarına yöneltilen suçlamalardan birisi Türk aile yapısını, örf ve adetleri dejenere etmektir. Müvekkil ve arkadaşları, yerleşik inanç ve yaşam tarzları ile örtüşmeyen bir dünya görüşüne ve yaşam şekline sahip oldukları için, yasalar kapsamında suç olarak tanımlanmamış bir fiil ile itham edilmişlerdir. Yargı sürecinde her iki mahkeme tarafından inançları, yaşam tarzları, kıyafetleri, makyaj stilleri dahi sorgulanmıştır. Bununla da kalınmamış, sosyal medyada, yazılı ve görsel basında da yaşam tarzları, giyim tarzları, inançları eleştirilerek, sık sık hedef olarak gösterilmişlerdir.
Bununla birlikte, müvekkil Adnan Oktar tam aksine, milli ve manevi değerlerin güçlenmesi için tüm hayatını vakfetmiş, bu uğurda çalışmalar yapmış bir kişidir.
Müvekkil ve arkadaşlarının A9 Televizyonundan (güya) toplumun manevi değerlerine, örf, adet ve geleneklerine aykırı yayınlar yaptıkları iddiasıyla, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu RTÜK tarafından verilen “Uyarı Cezası”, Anayasa Mahkemesi tarafından, müvekkil ve arkadaşlarının Anayasanın 26. Maddesiyle güvence altına alınan “İFADE ÖZGÜRLÜKLERİNİN İHLALİ OLARAK” değerlendirilmiş ve ANAYASAL HAKLARA AYKIRI BULUNMUŞTUR.
Buna rağmen, müvekkil ve arkadaşları aleyhinde bir algı oluşturmak, güya cezaevini hak ettiklerine halkı ikna edebilmek için, Türk aile yapısını bozucu etkileri olduğu yönünde, sosyal medyada ve basında çok fazla yayın yapılmış, hatta iftiralara varan iddialarda bulunulmuştur.
İftira içerikli yayın yapan medya kuruluşlarının ve sosyal medya kullanıcılarının başında sol görüşlü, komünist, marksist-leninist ideolojiye ve geçmişe sahip bazı gazetecilerin bulunması ise şaşırtıcıdır.
Müvekkil hayatını milli ve manevi değerlerin güçlendirilmesi için vakfettiğini, eserleri ve tüm çalışmalarının temel amacının, tüm manevi değerlerimizi sahiplenen, akılcı düşünen, aydın, modern ve dindar bir gençliğin yetişmesi olduğunu vurgulamaktadır. Buna rağmen sol düşüncenin felsefi temelini oluşturan ideolojilerde, aile, ahlak, manevi değerler gibi kavramlar yoktur; bilakis aile, ortadan kaldırılması gereken sosyal bir yapıdır.
Komünizme göre aile, tarihsel ve toplumsal bir yapı olarak ele alınır. Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre aile, özel mülkiyetin korunması ve sınıfsal eşitsizliklerin sürdürülmesi için uydurulmuş bir araçtır;aile yapısının yıkılması,bireylerin özgürleşmesi ve toplumsal eşitliğin sağlanması için bir adım olarak görülür.
Materyalist düşünceye göre ailenin ortadan kaldırılmasını gerektiğini açıklayan bazı alıntılar şöyledir:
SSCB’nin ilk kadın bakanlarından olan Alexandra Kollontai, devrim sonrası Sovyetler Birliği'nde aile yapısını ve kadın-erkek ilişkileri üzerine şunları söylemiştir:
… İşte bunun için, sol feministlerin aile sorunuyla ilgili parolası evlilik yasasında bir reform değil, "serbest birlik", "serbest aşk" ilkesinin zaferidir, etik olarak XIX. yüzyılda sosyalistler tarafından ortaya atılan bu parola, bugün hala en özgür feministlerin fazlasıyla beğendikleri slogan durumundadır; hatta bu feministlerin çoğu, kadın sorununun merkezine "serbest aşk"ı koymaktadır.
Kahrolsun, aşıklar arasındaki birliğin resmi düzenlemesi! Kahrolsun törenler ve formaliteler! Serbest onama, işte kadını bunaltan bütün kötülüklerin devası budur! ([1])
ABD’nin Westfield State Üniversitesi'nde siyaset bilimi bölümünde doktor öğretim üyesi olan Heather Brown, Das Kapital’de ve Komünist Manifesto’da ailenin ortadan kaldırılmasının ön görüldüğünü söylemektedir:
Kapital politik ekonominin eleştirisine adanmış olsa da , cinsiyet ve aile hakkında önemli miktarda materyal vardır. Marx, bu kitapta Komünist Manifesto'da ailenin ortadan kaldırılması [Aufhebung] olarak tanımladığı şeye geri döner ve bunu somutlaştırır. ([2])
Gelenek isimli komünist bir yayında ise zaman zaman “dönüşüm” olarak niteleyerek evlilik yapısını yumuşatmaya çalışmanın bir hata olduğu “Modern aile iyileştirilemez, yıkılmalıdır” başlığı altında şöyle alınmıştır:
Taşıdığı tüm bu hastalıklarla birlikte modern aile, rehabilite edilebilir de değildir. Ne bu aileyle ne de onu yaratan kapitalizmle hesaplaşmak dışında bir kurtuluş penceresi açmak mümkündür. İşçi sınıfının düzen içinde bir kurtuluş seçeneği olmadığını bilen komünistler, kadın, erkek ve çocukların da modern aile içinde refaha eremeyeceğini söyler. Tıpkı kapitalizmin gövdesinden çıkan işçi sınıfının tek seçeneğinin onu onarmak yerine yıkmak olması gibi; MODERN AİLE DE, YIKILMALIDIR.([3])
Komünist olarak bilinsin ya da bilinmesin sol düşünceye yakın kişilerin aileye, dine, gelenek ve göreneklere karşı olması ideolojik bir zorunluluktur. Bir akademik tezde materyalist anlayışta evlilik yapısına yer olmadığı şöyle gerekçelendirilerek anlatılır:
Tarihi materyalizme göre, insanların yaşayışlarında resmi evlenme diye bir şey olmayıp, aile sonradan ortaya çıkmış bir yeniliktir. Hürriyet duygusunu kayıt altına alan bu müessese aynı zamanda insan mutluluğunu da engellemektedir. O halde mutlu olabilmek için aile hayatını kaldırmak icap eder. ([4])
Komünist manifestoda kadının ortaklaşa kullanılacak bir mal olarak görüldüğü açıkça ifade edilmektedir:
“Komünistlerin kadınların ortaklaşa kullanımını getirmelerine gerek yok ki; en eski çağlardan bu yana var olan bir şey bu…
…Aslında, burjuva evliliği, evli kadınların ortaklaşa kullanıldığı bir sistemdir; o yüzden,Komünistler olsa olsa, kadınların ortaklaşa kullanımını ikiyüzlülükle gizlenen bir şey olmaktan çıkarıp AÇIKÇA MEŞRULAŞTIRMAK ISTEMEKle suçlanabilirler.” ([5])
Marx ve Engels kadının ortaklaşa kullanımı ve serbest cinsellik konularında eleştirildiklerinde ise eleştirileri doğrudan reddetmek yerine bunların burjuvanın sömürü düzeninde zaten ikiyüzlülükle yapılanın komünizmde bunun resmileştirileceğini söylerler:
"Burjuva evliliği gerçekte kadınlarda ortaklıktır. Dolayısıyle komünistler, kadınları ikiyüzlüce gizlenmiş ortaklaşalığı yerine açıkça resmileştirilmiş olanını getirmeyi istemekle suçlanabilirler. Zaten apaçıktır ki, bugünkü üretim tarzının kalkmasıyla birlikte, bundan çıkan kadınların ortaklaşalığı da, yani resmi ve gayri resmi fuhuş da kalkacaktır." ([6])
Marksizmin kurulmasını öngördüğü düzende ne devlete, ne dine ne de aile ve akrabalık bağlarına yer vardır. Tüm düzen üretim ve paylaşım esasına göre belirlenmektedir. Akademik bir yayında Marksist düşüncede özel mülkiyete, aileye ve devlete yer olmadığı şöyle anlatılır:
Marks’ın sınıf teorisinde toplumsal eşitsizliğe neden olduğu düşünülen özel mülkiyet, aile ve devlet, proletarya sınıfının gerçekleştireceği devrimle yok olacağı öngörülmüştür. ([7])
Marksist-Leninist PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan ise,İmralı Mahkemesi'ne verdiği 81 sayfalık savunmasında aile kurumuna bakış açısını şöyle anlatmaktadır:
Tepkim, feodal aile bağlarınaydı. Denebilir ki, ilk isyanım bir çocuğun beklentilerine cevap vermekten çok uzak aile ve köy yapısına karşı gelişti... Erken yaşlarda aile ile önemli bir kavga ile ... koptum.
Öcalan, “Kürdistan’da Kadın ve Aile” isimli kitabında ise şunları söylemektedir:
“Aynı biçimde tüm Batı Avrupa da bu alanda derin bir bunalımın içinde bulunmaktadır. Aile kurumu adeta başlarına bela olmuş gibidir.” (s. 27-28)
“(Aile) Müthiş köleleştirici, insanı kendi başına yok oluşa götürecek bir ilişkidir. ... Bugün Kürdistan’ın her köyünde ve kentindeki kokuşmuş aile ilişkilerini kabul etmiyor ve bunlardan ürküyoruz.” (s. 47)
“Bazı güçler tarafından sağına soluna koltuk değnekleri yerleştirilerek güçlendirilmeye çalışılan, çok tehlikeli ideolojik politik, ahlaki, kültürel ve ekonomik gericiliği yaşatan tehlikeli bir kurumdur aile.” (s. 48)
Aile bizi en çok zorlayan bir kurumdur. Aileyi dokunulmaz, hep saygı gösterilmesi gereken bir kurum olarak görmek yerine sömürgecilikle yakın bağlar içinde ve onun ideolojik politikasının ülke içindeki sağlam dayanağı ve yine insanımızı çaresiz kılan, geleceğinden yoksun bırakan, sorumsuzluğu en çok yaşayan ve mutlaka devrimci bir eleştiriyle birlikte, devrimci sürece tabii tutulması gereken bir kurumdur. Ulusal kurtuluş sürecimizde aile engelini her yönüyle görmek gerekir. Bu önünde sivriltilen, Ağrı Dağı gibi yükseltilmek istenen bir engeldir. (s. 50)
Düşmanın düşürdüğü, aile cenderesinde sıkıştırdığı insanımızı güçlü bir ihtilalciye dönüştürmenin hesabıyla uğraşıyoruz. Bugün hepiniz aile saflarında olsaydınız, kötürüm bir erkek veya kadın olmaktan kurtulamazdınız.
İçindeki bireylere –kadın, erkek ve çocuklar– kaostan başka hiçbir şey yaşatmadığı halde aile, yine de bireylerin beyinlerini en çok meşgul eden kurum olmaktadır. Öyle ki bu, sadece toplum açısından değil, partimiz saflarındaki birey açısından da bir gerçektir. Birçok arkadaş, düşüncelerinin ana merkezini ailecilik işgal ettiği için iflah olmamaktadır. Bütün bunlar dikkate alındığında ailecilikle mücadele ve onun çözümlenmesi, bizde, sömürgeciliğin çözümlenmesine eş değer bir önem göstermektedir. En az sömürgeciliğin çelişkilerini bulup ortaya çıkarmak ve onunla mücadele etmek kadar, bu kurumu da ortaya koymak, üzerinde düşünce geliştirmek ve onunla mücadele etmek gerekir. (s. 57)
Engels’in ailenin kökeni ve yapısı ile ilgili eleştirisi ve değerlendirmesi ünlüdür. Bu, bizim için de özenle ele alınması gereken bir tanım ve teorik çerçevedir. Bizde sorunun ağırlaştığı köklü hastalıkların kaynağı olduğu bir gerçektir. (s. 67)
(Aile) Müthiş köleleştirici, insanı kendi başına yok oluşa götürecek bir ilişkidir. Birçoğunuzun bu ailelerden koparak, koşarak geldiğinizi iyi bilirim. Kendimiz de öyleydik. Birkaç haftalığına kutsal aile denilen o yuvaya döndüğümüzde kafamızda adeta anlar uğulduyordu. Kabul edemediğimiz bir ilişki tarzıydı bu. Bu ailemizi küçük görme veya beğenmemekten kaynaklanmamaktaydı. Daha çok, mevcut ilişkiler ve yaşam ölçüleri isyan ettirici niteliktedir. Aile sorunları bizi devrime götüren en önemli etkenlerden birisidir. Bugün Kürdistan’ın her köyünde ve kentindeki kokuşmuş aile ilişkilerini kabul etmiyor ve bunlardan ürküyoruz. (s. 47)
Görüldüğü gibi aile yapısını, örf ve adetleri kaldırmayı hedef alan müvekkil değil, yıllardır kültürel bir mücadele yürüttüğü MARKSİST-MATERYALİST DÜŞÜNCENİN mensuplarıdır.
Kamuoyunun bilgilerine bilvekale sunarız. 26.03.2025
Referanslar:
([1]) A. Kollontai, Marksizm ve Cinsel Devrim, Tüm Zamanlar Yayıncılık Birinci Baskı, Nisan 1992, s. 36
([2]) Heather Brown, Marx on Gender and the Family: A Summary, Montly Review 1 Haziran 2014, https://monthlyreview.org/author/heatherbrown/
([3]) Güneş Gün, “Aile ve Komünizm”, Gelenek Dergisi Sayı 140, Mart 2019, https://gelenek.org/aile-ve-komunizm/
([4]) Emel Öztürk (Karagöz), Sosyolojik Açıdan Kadın Evlilik İlişkisi, İstanbul Üni. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul 1997, s. 5
([5]) Karl Marx ve Friedrich Engels, “Komünist Manifesto”, Can Yayınları, s. 72
([6]) Karl Marks Kari – Friedrich Engels, Komünist Partisi Manifestosu, Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1994, s. 127
([7]) M. Zeki Duman, Aile Kurumu Üzerine Tarihsel Bir Okuma Girişimi ve Muhafazakâr İdeolojinin Aileye Bakışı, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012 Cilt.1, Sayı: 4 s. 28