İPEK ÖZBEY GİBİ ADALETİ VE DEMOKRASİYİ SAVUNDUĞUNU SÖYLEYEN BİR HANIMA HUSUMETLE DOLU KİŞİLERİN ETKİSİNE GİRMEK YAKIŞMAMAKTADIR

İpek Özbey, Korkusuz Gazetesi'nde 22.01.2025 tarihinde yayınlanan yazısında şaşırtıcı şekilde hiçbir gerçekliği olmayan bazı bilgilere yer verdiği gibi Adnan Oktar Davası dosyasının husumetli kişilerinin yoğun olarak etkisi altında kaldığı da görülmektedir.

Müvekkil Adnan Oktar’ın konuyla ilgili görüşleri ve açıklamaları şöyledir:

İpek Özbey’in hasedi, kıskançlığı, öfkeyi gördüğü yerde tanıyacak kavrayış ve zekada olduğu açıktır. Kaliteli insanla kalitesiz olanı, sevgiyi bilenle hayatı boyunca bir kere bile sevilmemiş olanın iç acısını, yüksek bir ruhla basit ve avam bir zihin yapısını ayırt edebilecek bir insan olduğu da görülmektedir. Husumet dolu insanların ortaya attığı son derece tutarsız, çelişkili, akla ve mantığa aykırı bir yığın hikayeye aslında hiçbir şekilde itibar etmeyecek bir zekası da olduğu görülmektedir. Ancak anlaşılan odur ki, olayın bir kitap konusu haline dönüşmüş olması ve her yazar gibi İpek Hanım için de kitabının satış rakamlarının önemli olması bazı akıl tutulmalarına sebep olabilmektedir.
İpek Hanım gibi iyi eğitimli, nezih bir ailede yetişmiş, görgülü ve kaliteli bir hanımın normal koşullarda asla yan yana gelmeyeceği insanlarla aynı safta mantık dışı hikayeleri ve iftiraları tekrarlıyor olmasının başka bir açıklaması mümkün görülmemektedir. Her şeye rağmen İpek Hanım’ın vicdanı, aklı, feraseti ve basiretinin, kitabının daha çok satması duygusunun önüne geçmeyeceğine inancımız tamdır. Kendisi gibi nezih, zeki, vicdanlı bir hanıma yakışan da budur.

1. Müvekkil Adnan Oktar’ın gençliği, sağlığı ve dinçliği yapılan kıskançlık dolu yorumlarla değişmeyecek bir hakikattir.
İpek Hanım, müvekkil Adnan Oktar ile bir kere bile karşı karşıya gelmemiş, kendisini hiç görmemiş, konuşmamış, soru sormamıştır. Yaptığı tüm yorumlar ve değerlendirmeler -aşağıda kişiliklerini detaylandırdığımız- fiziki görünüm ya da maddi noksanlıklar gibi sebeplerle sadece müvekkile değil hayatın kendisine öfke ve nefret dolu birkaç kişinin kendisine aktardığı bilgilerin ürünüdür. İpek Hanım’ın dürüst bir insan olduğunu bildiğimiz için eğer müvekkil Adnan Oktar’ı görmüş olsa elinin o cümleleri yazmaya gitmeyeceğine inanıyoruz. Çünkü müvekkil Adnan Oktar’ın 7 yıldır cezaevinde olmasına ve cezaevinin o zorlu koşullarına rağmen dinçliğinin, gençliğinin, neşesinin, sağlığının her geçen gün daha da iyi olduğu kendisini gören herkesin hemfikir olduğu somut bir durumdur. Güneş’in dünyanın her yerinde doğudan doğması gibi kolaylıkla görülen fiziki bir gerçektir. Odasının perdelerini kapatmış olanın Güneş’i göremiyor olması Güneş’in tüm haşmetiyle yerinde durduğu gerçeğini değiştirmez. “Güneş yok ki, Güneş yok ki” diye bin kere haykırsa da Güneş ışıl ışıl, nur gibi tüm dünyayı aydınlatmaktadır. Güneş’in çamur içinde olduğunu söylemesiyle de Güneş çamura batmaz. Güneşi çamur içinde zanneden kendisinin içinde yaşadığı ve yavaş yavaş gömüldüğü bataklığın kötü kokusu, ağır çamuru ve karanlığı gözlerinin üstüne yapıştığı için kendi yansımasını Güneş gibi anlatmaktadır.
Müvekkil Adnan Oktar’ın cezaevinden çektirdiği fotoğraflar dahi -ki bu fotoğraflar kanaatimizce gençliğinin, dinçliğinin, moralinin, zindeliğinin ancak ufak bir kısmını yansıtabilmiştir- tüm Türkiye’nin bu hakikati ifade etmekten kendini alıkoyamamasına sebep olmuştur. Duruşma salonunda da başka sanıkların avukatlarından kendisiyle birlikte yargılanan arkadaşlarına kadar herkesin Mahkeme salonunda dahi bu gerçeği ifade etmekten kendilerini alıkoyamamalarının sebebi de, bu olağanüstü gençlik, tazelik, dinçlik ve güzelliğin insanın ruhunda oluşan heyecan ve hayreti gizlemesine izin vermemesinden kaynaklanmaktadır. Müvekkil Adnan Oktar’ın Erzurum Dumlu Cezaevinde çektirmiş olduğu fotoğrafın hasut insanlarda oluşturduğu güçlü iç acısı ve öfke müvekkil Adnan Oktar’ın hukuka ve usule aykırı yöntemlerle Van’a sevk edilmesiyle neticelenmiştir. Kendilerinin elinde her türlü imkan olmasına rağmen gün geçtikçe zamanın yıpratıcı etkisini engelleyemeyenlerin, müvekkil Adnan Oktar’ı zararlandırabilmek için ellerinden gelen ne varsa var güçleriyle çabalayanların, karalamalar iftiralar hukuk dışı kampanyanlar için milyonlarca lira harcayanların tüm çabalarına rağmen müvekkilin her geçen gün daha da hayat dolu ve zinde bir şekilde yaşantısına devam ediyor olması Allah’ın değişmez kanunlarını bilmiyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Gerçek şu ki, inkâr edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır. (Enfal Suresi, 36)
Bu sebeple “karalarsak, kötülersek kötü olur” gibi çocukça ve beyhude bir şekilde birbirlerini teselli etmeden öteye gitmeyen cümlelerin müvekkil Adnan Oktar’ın çok sevilen, çok da güzel seven, güçlü, sağlıklı ve dinç, yaşadığı her şeyden razı ve mutmain haline etki edebilmesi imkansızdır. Ayette de bildirildiği üzere, kendilerince müvekkil Adnan Oktar’ı küçük düşürmeye, alay etmeye, zor durumda bırakmaya, zarar vermeye yönelik her cümle, her girişim, her olay, her eylem kendisine kesintisiz bir bereket, sağlık, iyilik, dinçlik, gençlik, hayır ve güzellik olarak dönmektedir. Bunun İpek Hanım’ın yazısındakiler gibi afaki bir yorum değil, somut bir gerçek olduğuna da tüm Türkiye şahittir. İpek Hanım’ın, bu şahitliği saç boyasını, ceket vatkasını gündeme taşıyarak değiştirebilmesi de örtbas edebilmesi de mümkün değildir. Kendisi de saçını boyayan hatta oldukça sık renk değiştiren bir hanım olarak saç boyasını gündem yapmanın anlamsızlığını anlayabilecek bir insandır.
Müvekkil Adnan Oktar’ın giyim tarzı ve zevki ise her zaman belli standartların üzerinde olmuştur. İstanbul’un en ünlü terzileri tarafından hazırlanan takım elbiseleri için ölçü alımı esnasında, terzi beyin müvekkil Adnan Oktar’ın omuz ölçüsünün genişliği karşısındaki hayreti tüm İstanbul tarafından bilinmektedir. Gerçekten omuzları dar olan birinin ceketine bir değil bin vatka takılsa o ceketin o omuzlarda durmayacağı açıktır.
Örneğin, Fırat Develioğlu ya da Özkan Mamati’yi dünyanın en iyi terzisine gönderip en geniş vatkalı ceketi diktirip omuzu olmayan birinde vatka ile ceketin durmasını sağlamanın mümkün olup olmadığını denenebilir. Fırat Develioğlu’nun -doğuştan deformasyonu olduğu için şefkatle ve merhametle baktığımız, Allah’ın şifa vermesini temenni ettiğimiz- bedensel anomalisini, Özkan Mamati’nin daha bu yaşında çöken omuzlarını hiçbir vatkanın gizleyemeyeceğini sanırız İpek Hanım da bu kişileri defalarca kendi gözleriyle gördüğü için bilmektedir.
İpek Hanım yazısında müvekkilin duruşma esnasında ayağa kalkmasını dahi konu edinmiştir. Sert, tahta zemin üzerinde bir insanın saatlerce kıpırdamadan oturması doğal bir şey değildir. Son derece insani ve doğal bir hareketi dahi kendince başka bir yere çekmeye çalışmak İpek Hanım’ın içinde bulunduğu ruh haline daha da çok şefkat duyulmasına sebep olmaktadır.
İpek Hanım gibi seçkin bir hanımın sınavda sınıf arkadaşının başarısını kabullenemeyen çocuklara benzeyen bir üslup kullanmaktansa – sevimli ve merhamet uyandırıcı olmakla birlikte- çok daha kaliteli, modern, aydın, geniş ufuklu, gerçekçi, sevgiyi esas alan, topluma örnek olabilecek yazılar yazması çok daha faydalı olacaktır.
Bir yanda müvekkili görenlerin bizzat gözlerinin, ruhlarının, zihinlerinin, akıllarının, kalplerinin şahit olduğu dinçlik, heybet, gençlik, sağlık, güç, kuvvet, bir yanda ise çocuksu bir gayretle sarf edilmiş cümleler varken, insanların o cümlelere itibar etmeyeceği, hatta o cümlelerin insanların olumlu yöndeki kanaatini daha da güçlendireceği açıktır. İpek Hanım da bunun ayırt edebilecek akılda ve vicdanda bir hanım olduğu için kanaatimizce anlamsız ve netice vermeyecek bu tip yöntemlerle uğraşmasına ve kendisini yormasına gerek yoktur. Kendine has sevimli üslubu ve sık sık kamuoyunda da gündem olan soru teknikleriyle hayata, iyiliğe, güzelliğe, sevgiye dair yayınlar yapması, yazılar yazması kendi ruhuna da çok daha iyi gelecektir.


2. Dindar bir yaşamı olmadığı bilinen İpek Özbey’in dini değerleri kullanarak müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhinde imaj oluşturmaya çalışması kendisinin görgüsüne ve nezaketine yakışmamaktadır
İpek Hanım’ın yazısında dikkat çeken şeylerden biri de müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının “iç çamaşırları ile namaz kıldıkları”, “kardeşleriyle cinsel ilişkiye girdikleri” gibi çok çirkin, hiçbir gerçekliği olmayan, ölçüsüz ve kontrolsüz kurulmuş cümleleridir. Kanaatimizce bu da yukarıda izah ettiğimiz çocuksu bir hırçınlık ve anlamsız bir kıskançlık ve öfkenin yansıması olan cümlelerdir. Açıkcası son derece zeki, başarılı, dışa dönük ve sempatik biri olan İpek Hanım’ın hiç tanımadığı, görmediği, konuşmadığı insanlara karşı bu ön yargılı tutumunu anlamak mümkün değildir. Tanısa, hayatında belki de ilk defa gerçekten değer göreceği, hiçbir karşılık beklentisi olmadan sevileceği, yaşamın binbir endişesinin yersizliğini anlamasını sağlayacakları için çok seveceği insanları birkaç kişinin beyanına dayanarak karalaması hiç güzel bir davranış değildir. Eminiz ki bu tip cümleler kendisinin de vicdanına ağır gelmektedir. Çünkü hiçbir insan bir diğerine zarar vererek, kötülüğüne vesile olarak mutlu olamaz. Ki İpek Hanımın da bunu bilerek ve isteyerek yapacağına ihtimal vermek mümkün değildir.
İpek Hanım kendisi, yakınları, aynı düşünceden olan gazeteci arkadaşları haksızlığa uğradığında, hukuksuzluğa maruz kaldığına, adil yargılanmadıklarında, sosyal medyada linç edildiklerinde, hedef gösterildiklerinde tüm bunlara sebep olanların vicdansızlığını, adaletsizliğini, acımasızlığını, bencilliğini, hoyratlığını kuşkusuz ki eleştirmektedir. Bundan ciddi rahatsızlık duymakta, bunu toplum için tehlikeli görmektedir. O zaman kendisinin de benzeri şeyleri bir başkasına yapmaktan imtina etmesi gerekir. Yaptığının anlamının bu olduğunu düşünmemiş olabilir ancak benim gibi düşünmüyor, benim gibi inanmıyor, benim gibi yaşamıyor diye tek bir insana bile haksızlık ve hukuksuzluk yapıldığında bu tüm insanlara karşı yapılan ve yapılacak olan hukuksuzluğu teşvik etmek anlamına gelir. İpek Hanım’ın böyle çirkin bir tribünün parçası olmak istemeyeceğinden eminiz.
Ayrıca İpek Hanım dini değerleri esas alan bir yaşam tarzını benimseyen biri olmadığı ortadadır. Sanki dini değerlere göre yaşayan bir insanmış gibi insanların nasıl namaz kıldığı üzerinde yorum yapıyor olması da aslında samimi bir tutum değildir. Burada konunun müvekkil ve arkadaşlarının nasıl namaz kıldıkları olmadığı, toplumu tahrik amaçlı bu cümlelerin kurulduğu anlaşılmaktadır. Benzer şekilde İpek Hanım’ın görev yaptığı kuruluşlar sol ideolojiye sahiptir. Sol ideolojinin mimarları Marks, Engels, Lenin, Mao’nun eserleri ilkel toplum olarak niteledikleri, övdükleri ve olması gereken diye anlattıkları sistemde, aile kavramını reddeden, kadını komün hayatın ortak malı olarak gören, ensest ilişkiyi doğal karşılayan bir anlayış hakimdir.
Örneğin; Marx Komünist Manifesto’da, “Komünistlerin kadınların ortaklaşa kullanımını getirmelerine gerek yok ki; en eski çağlardan bu yana var olan bir şey bu.” (Komünist Manifesto, Can yay: 72) derken kast ettiği; insanların ilk başta bireyselliğin, özel mülkiyetin ve evliliğin olmadığı ilkel komünal bir yaşam sürmekte olduklarıydı. Birinin avladığı hayvan herkes tarafından paylaşılıyordu, çünkü tüm varlıklar (kadınlar dahil) ortaktı. Marks Manifestoda burjuvazinin yaptığı kadın eleştirisini kabul ederek; bizim bunu yapmamıza bile gerek yok, (ilkel komünal çağı kastederek) “bu zaten doğamızda olan bir şey” diyor kadının ortaklaşa kullanımını gizli olmaktan çıkarıp açık ve yasal hale getirmek istediğini vaaz ediyordu:
“Aslında, burjuva evliliği, evli kadınların ortaklaşa kullanıldığı bir sistemdir; o yüzden, Komünistler olsa olsa, kadınların ortaklaşa kullanımını ikiyüzlülükle gizlenen bir şey olmaktan çıkarıp açıkça meşrulaştırmak istemekle suçlanabilirler.” (Komünist Manifesto: 72)
Bunu yok sayıp müvekkil ve arkadaşlarının ahlaklarını, iffetlerini, namuslarını konu edinmek de samimi değildir. Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları 1.5 milyar Müslüman nasıl namazını kılıyorsa öyle namaz kılan, neye haram diyorlarsa ona haram diyen, Allah’ın Kuran’da bildirdiği sınırları müthiş bir özen ve dikkatle koruyan insanlardır. İpek Hanım’ın kendisine hiç yakışmayan bir sokak dili ve kalitesiz bir karalama taktiği ile bu tip cümleler kuruyor olması oldukça şaşırtıcıdır. Normal koşullar altında asla böyle bir çirkinliğe ve kötülüğe tevessül etmeyecek bir insan olduğundan, maddi veya manevi bir baskı altında olduğu, bunlara mecbur bırakıldığı izlenimi oluşmaktadır.
Zira bahse konu yazıda “Adnan Oktar ölene kadar bitmez” cümlesinin koyu olarak yazılmış olması da bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Bir hanımın bir insanın ölümünü teşvik eden cümleler kurabilmesi, bunu da milyonların gözü önünde alenen yapması sıradan ve olağan bir durum değildir, olamaz. İpek Hanım, cezaevinde savunmasız olan bir insan için böyle bir cümle kurmanın anlamını bilmiyor olamayacağına, öte yandan böyle bir vicdansızlığı da asla kabullenemeyecek biri olduğuna göre ancak mecbur kaldığından bu tip yazılara imza atıyor olabilir.
Kendisinin daha önce çalıştığı Hürriyet Gazetesi de geçmişte, “Adnan Oktar Yandı”, “Bu Defa Bitti”, manşetleri atar, o dönemin derin devletinin pervasızlığına bilerek veya bilmeyerek aracı olurdu. Ne var ki o manşetleri atanların, müvekkil Adnan Oktar hakkında suikast planları kuranların, hatta bu planlarını eyleme dökenlerin veya bir şekilde bu planları destekleyenlerin birçoğu bugün artık ahirettedir. Fiziken dünyada olanlar ise çoktan kim oldukları unutulmuş haldedir.
Müvekkilin hayatı boyunca “Bu defa bitti”, “Bu defa yandı” manşetleri atan, “Onları çökerttik” cümleleri kuran, “Benim tek işim Adnan Oktar” diyen, ömrünü müvekkille mücadeleye adadığını söyleyen nice gazeteci, siyasetçi, akademisyen, yargıya ve emniyete sızmış derin devlet elemanı olmuştur. Bugün bunların birçoğunun ismi dahi anılmaz, yeni nesil kim olduklarını dahi bilmezken müvekkil mevcut zorlu cezaevi koşullarına rağmen son derece dinç, sağlıklı, genç, neşeli, hayat dolu bir şekilde yaşamına devam etmektedir. Üstelik, müvekkille uğraşmayı kendisine meslek edinmiş eski bir polis olan Furkan Sezer’in de “Adnan Oktar bugün serbest kalsa tüm arkadaşları 24 saat içinde koşarak yanına gider” sözleriyle ifade ettiği üzere, destekleyenleri, sevenleri, dostları hiçbir zaman ve hiçbir koşulda kendisini bırakmamaktadır.

3. Adnan Oktar Davası dosyasının husumetli müştekileri kriminal ve saldırgan kişiliğe sahip, toplum huzuru açısından tehlikeli olabilecek kişilerdir.
Örneğin doğru düzgün bir eğitim almamış olan, genel kültür ve görgüsü son derece zayıf ve hali hazırda Anadolu Adliyesi 1 Ağır Ceza Mahkemesi’nde nitelikli dolandırıcılık davasının asli faili olarak yargılanan Özkan Mamati’nin kendi sosyal medyasında paylaştığı kılıçlı, kar maskeli, silah atışı yaparken çekilmiş fotoğrafları, katıldığı yayınlarda her mimiğine yansıyan kontrolsüz öfkesi, dava dosyasına girmiş olan evrak ve belgelerde dosyanın zorla müşteki yapılan genç kadınları üzerinde kurduğu baskı ve dayatma İpek Özbey gibi bir hanımın bu kişilerle isminin birarada anılmasından bile imtina etmesi gerektiğini gösteren önemli bilgilerdir.




 

Benzer şekilde, Özkan Mamati ve benzeri, işi, mesleği, eğitimi olmayan kişilerin finansörlüğünü yapan Fırat Develioğlu da, bir çok illegal ve gayri ahlaki olaya adı karışmış, en son olarak da yurt dışına kaçtığı basına yansımış bir kişidir:
• İpek Hanım’ın da bir zamanlar çalıştığı Sözcü Gazetesinde duayen gazeteci Uğur Dündar tarafından kaleme alınan bir yazıda, Fırat Develioğlu’nun Kazakistan’da bir Türk Bankasının zarar uğratılmasına sebep olan uluslararası bir dolandırıcılık olayında rol aldığı anlatılmıştır.









 

• Geçtiğimiz günlerde ise Fırat Develioğlu, İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ ve ailesine yönelik “GÖKSEL GÜMÜŞDAĞ AİLENİ VS BAYILTIRIM. İÇİNDEN GEÇERİM.”, “Göksel Gümüşdağ akıllı ol. Beni kendine düşman etme.”, “GÖKSEL GÜMÜŞ AİLENİN İÇİNDEN GEÇECEĞİM, Ali de yardım edemeyecek” gibi tehditlerde bulunmuştur. Fırat Develioğlu’nun bu tehditleri, Göksel Gümüşdağ’ın kendisinin, EŞİNİN, KIZININ, EVLATLARININ VÜCUT VEYA CİNSEL DOKUNULMAZLIĞINA YÖNELİK saldırı ifadesi içeren, BAYILMA HALİ GERÇEKLEŞENE KADAR ŞİDDETİN DEVAM EDECEĞİ manası taşıyan aşırı saldırgan ve kriminal bir ruh halini gösteren delillerdir.











• Bu ağır hakaret ve tehditler karşısında Sayın Göksel Gümüşdağ haklı olarak hukuki süreç başlatmıştır. Ancak bu aşamada da Fırat Develioğlu’nun kriminal yapısı bir kez açığa çıkmıştır. Fırat Develioğlu, kanunlara saygılı her vatandaşın yapması gerektiği gibi, savcılığın ifadeye çağırma talebine icabet etmek yerine kaçmayı tercih etmiş ve hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır.






Ayrıca İpek Hanım’ın eğer gerçekten mağdur edildiğini düşündüğü kızlar için samimi bir endişesi varsa, birilerinin hakkını korumak istiyorsa buna Fırat Develioğlu’nun öz kızı Dilara Aktunç’tan başlaması yerinde olacaktır. Zira, Fırat Develioğlu bu kumpas dosyasında kendi öz kızını bile sırf müvekkil Adnan Oktar’ı zararlandırmak için çocuk yaşta tecavüz iftirasında malzeme olarak kullanmıştır. Sonrasında da katıldığı mahkemede kızının sözde taciz iddiasıyla değil sadece ticari faaliyetleri bozulduğu için şikayetçi olduğunu söylemiştir. Kızı, Adnan Oktar dosyasında çocuk yaşta tecavüze uğradığı iddiasında bulunan Fırat Develioğlu katıldığı yüzlerce yayının birinde bile kızının sözde mağduriyetini gündem yapmamış, kızının haklarını savunmamıştır. Bu durumda dürüst bir gazeteci ve vicdanlı bir insan olarak İpek Hanım’ın yapması gereken Fırat Develioğlu’na “kızının nasıl, nerede, ne şekilde cinsel saldırıya uğradığını” sorması, bu sözde cinsel saldırının “karanlıkta kalmaması ve aydınlatılması için” sürekli manşetlere taşıması, mahkemeye beyan vermeye geldiğinde sanık avukatlarına dönüp “meme elleme, popo elleme yok mu?” diye soran Dilara Aktunç’u da yayınlarına çıkarıp yaşadığı sözde cinsel saldırıları anlattırması gerekir.
Kızının zarar görme ihtimali bile bir baba için yeri göğü birbirine katması için yetecekken, Fırat Develioğlu’nun bu konudaki sessizliği İpek Hanım gibi zeki bir kadına da mutlaka şaşırtıcı geliyordur. Kızı gerçekten çocuk yaşta tecavüze uğramış hiçbir baba, hiçbir koşul altında hiçbir konuyu kızının yaşadığı dehşetten daha önemli göremez. Hiçbir baba kızının böyle bir felaket yaşamış olmasını unutmaz, unutturmaz. Hiçbir baba için ticari faaliyetleri, siyasete atılma ihtimali, gövde gösterisi yapma kompleksi kızının yaşadıklarından daha önemli olamaz. Özetle kızı gerçekten tecavüze veya tacize uğramış hiçbir baba Fırat Develioğlu gibi davranamaz. İpek Hanım’ın bir an önce bu konuyu aydınlatmak için gerekli yayınları yapacağına güvenimiz tamdır.

4. Adnan Oktar Davası dosyasının kumpas dosyası olduğu tüm Türkiye’nin bildiği açık bir gerçektir
Adnan Oktar Davası’nın bir kumpas dosyası olduğu, cinsel saldırı isnatlarının doğru olmadığı dava dosyasına sunulmuş olan bilimsel mütalaalar da imzası olan, TCK’nu yazanlar arasında isimleri olan, Türkiye’nin önde gelen ceza hukuku profesörleri, akademisyenler ve Yargıtay onursal daire başkanlarının da ortak kanaatidir.

Sokakta sıradan bir vatandaşın dahi,
• Onlarca genç kızın, 20 gün gibi kısa bir zaman dilimi içinde, hep aynı avukatlar eşliğinde, kendi mahallesindeki karakola değil, asayiş şubeye değil, başka bir emniyet birimine değil, toplu olarak MALİ ŞUBE’YE gidip "cinsel saldırıya uğradım" diye şikayetçi olmasını,
• Bir kısım genç kızlar için önce yasaya aykırı olarak yurt dışı çıkış yasağı çıkarıp sonra da hayatında karakol görmemiş bu insanları emniyete getirip “bak hakkında işlem var, ya sanık olursun ya müşteki” diye baskı yapılarak ifadelerinin alınmasını,
• Operasyon öncesi 2 yıllık soruşturma evresi boyunca tüm telefonlar dinlendiği, tüm evler drone'larla gizli gizli izlendiği, görüntülendiği evlerin önündeki büyük gri çöp konteynerlerine kadar her şeyin didik didik izlendiği, arandığı, uzaktan dinleme aparatlarıyla evlerin içinin aylarca dinlendiği halde neden tek bir suçun dahi tespit edilemediği, bir peçete, bir iç çamaşırı, bir çarşaf gibi en basit bir tecavüz delilinin bile ortaya konulamadığı,
• Operasyonu gerçekleştiren eski polis memuru Furkan Sezer’in, "ben 1 yıla yakın Dragos'un içini anı anına dinledim, haber aldım, uçan kuşu biliyorduk. Adnan Oktar kaçta kalkar, kaçta yemek yer, o gün ne yedi, ne içti, çayına kaç şeker attı hepsini biliyorduk" derken, tek bir suçtan bile bahsedemediğini, sadece magazinden bahsettiğini,
• Onlarca kadının yıllar boyunca sistemli olarak cinsel saldırıya uğradığının iddia edildiği bir dosyada neden kadınların cinsel saldırı olup olmadığının tespiti için Adli Tıbba gönderilmediğini, neden bu davanın Türkiye’deki Adli Tıp Raporu olmayan tek cinsel saldırı davası olduğunu,
Ve bunlar gibi hayatın olağan akışına aykırı daha yüzlerce bilgiyi gördüğünde bunun bir kumpas dosyası olduğunu anlayacağı açıktır.
Şaşırtıcı olan İpek Hanım’ın bugüne kadar bu konularda hiç soru sormamış olmasıdır. Bir dahaki sohbetlerinde Furkan Sezer’e yüzlerce kumpas delilini olmasa bile en azından bu birkaç hususu sorması, doğruları anlaması ve gerçeği görmesi için yeterli olacaktır.
Yazısına duygu katma gayretiyle, eski polis Furkan Sezer’in “spontane” bir şekilde telefonunu çıkarıp ağlayan bir anneyi dinletmesinden bahseden İpek Hanım’ın duyarlılığını anlayışla karşılıyoruz. Duygularına çabuk kapılabilen bir insan olduğu “tamamen spontane” olduğuna inanma naifliğinden ve buna okuyucularının da inanacağını sanmasından da açıkça görülüyor. Sıradan bir vatandaşın bile özel kurgulandığını kolaylıkla anladığı bu sahnedeki anne ise Fırat Develioğlu’nun zorla olayın içine dahil edilen annesidir. Operasyonda diğer oğlu tutuklanan, abisi Fırat Develioğlu’nun baskı ve dayatmalarına tahammül edemeyip etkin pişman olmak zorunda kalan, oğlunun cezaevinde çürüyeceği endişesine kapılan bir ailenin yaşadığı tüm bu dramın kaynağı müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları değil, kendi öz kızını bile cinsel saldırı iftirası malzemesi olarak kullanabilen, yani öz ailesine bile zarar vermekten çekinmeyen bir kişiliğe sahip olan Fırat Develioğlu’dur.
Nitekim Fırat Develioğlu’nun öz kardeşi Murat Develioğlu’nun cezaevinde olduğu sırada şu anki eşine yazdığı mektupta (İstanbul 30 ACM dosyası evrakları arasındadır) Fırat’ın yılan gibi sinsi bir karakteri olduğu hakkında uyarılarda bulunmakta, Fırat’tan uzak durmasını istemekte ve ANNESİNİN BİLE KENDİSİNE FIRAT’TAN UZAK DURMASINI SÖYLEDİĞİNİ VURGULAMAKTADIR:

“Fırat seninle görüşmüş, YAVAŞCA YAKLAŞIR, HOŞ SÖZLER SÖYLER, GÖNLÜNÜ ALIR AMA ARDINDAN HEMEN SOKAR. HUYUDUR ONUN. ANNEM HEP UZAK DURMAMI SÖYLEMİŞTİR. SAKIN ONUNLA KONUŞMA…” demiştir.




Özetle İpek Hanım’ın bir iki dakikalık konuşmasını dinleyip duygulandığı annenin asıl vicdanları yaralayan hali öz oğlu Fırat’tan çektikleri ve öz oğlu Fırat’ın diğer öz oğlu Murat’a çektirdikleri sebebiyle yaşadığı acılardır.

Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız. 27.01.2024

Daha yeni Daha eski