MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’DAN BASINDA ÇIKAN BAZI HABERLERE TEKZİPTİR
Müvekkil Adnan Oktar son dönemlerde yaşanan bazı siyasi ve sosyal olaylar konu edilirken basında kendisine ve yargılandığı davaya gönderme yapan açıklamalar hakkında bazı önemli hususları kamuoyu ile paylaşmak istemektedir.
Adaletin yokluğu hissi bir toplum için en önemli felaketlerden biridir. Bunun içindir ki Adliyelerin tamamında “Adalet mülkün (devletin) temelidir” yazısı asılıdır. Çünkü adalet duygusu zedelendiğinde vatandaşın kendini güvende hissetmesi mümkün olmaz. Kendini güvende hissetmeyen bireylerden oluşan bir toplumda da ilerleme, gelişme, neşe, sevinç, ekonomik refah olmaz. Her yönden hızlı bir yıpranma olur. 2018’den bu yana da bu tespitin doğru olduğuna tüm Türkiye hep birlikte şahitlik etmektedir. Adalete olan güven sarsıldıkça ekonomik kriz gelişmekte, yoksulluk artmaktadır.
Bu nedenle müvekkil Adnan Oktar son 7 yıldır Türkiye’de hukuksuzluğun geldiği seviyeye ısrarla dikkat çekmiş, özellikle sol görüşlü basın mensuplarına defalarca iyi niyetli hatırlatmalarda bulunmuştur. Bu hatırlatmaları bir öfke ya da kırgınlık hissiyle değil, savundukları demokrasi, özgürlük, eşitlik, kadın hakları gibi konulardaki hassasiyetlerini ve değerlerini savunmak için gösterdikleri fedakarlığı takdir ettiği için yapmıştır. Hiçbir zaman da kendisinden farklı düşünen ya da inanan insanların karşılaştığı hukuksuzluklar için “oh olsun” zihniyetinde olmamıştır. Hiç kimsenin hiçbir zaman en küçük bir adaletsizlikle bile karşı karşıya kalmasını istememektedir.
Bugün yaşadıkları hukuksuzluklar karşısında feryat eden ve “bundan sonra bu topraklardaki herkesin mutluluğu için çalışacağız” diyen bazı basın mensuplarının bu sözlerinin vicdanlarda karşılık bulabilmesi için kendileri, arkadaşları ya da kendileri gibi düşünenler dışındakilerin de hakkını, hukukunu, savunduklarını somut olarak göstermeleri gerekir. Aksinde bu ve benzeri beyanların bir kıymeti olmayacağı gibi daha da itici bir etkisi olacaktır. Nitekim Türkiye’de halkın halen bu kesimlere karşı mesafeli yaklaşmasındaki tek sebep de solun sadece kendi düşüncesindekilere özgürlük istediği yargısının genele hakim olmasıdır. “Güç ve iktidarı ele geçirdiklerinde bizi ezecekler” önyargısının bertaraf edilmesinin tek yolu, sol basının hukuksuzluklara alkış tutmaktan vazgeçmesi, insanların mağdur edilmesi için tribün oluşturma alışkanlığını terk etmesidir.
2018’den bu yana Adnan Oktar Davası kapsamında;
- Tek bir soyut beyanla, bu beyanın doğruluğu araştırılmadan tutuklamalar yapılmış,
- Aynı okullarda okumuş, ailelerinin dostluğuyla aynı sosyal ortamlarda yetişmiş ve yaşamış, 40 yıldır birbirini tanıyan insanlar “birbirinizle ticaret yapmışsınız, birbirinizden ev araba almışsınız, birbirinizi hastaneye götürmüşsünüz, aynı evde kalmışsınız, birbirinizle telefonla irtibat kurmuşsunuz” gibi gülünç gerekçelerle örgüt ilan edilmiş,
- Türk Ceza Kanunu’nu yazan hukuk profesörlerinin dosyaya sunduğu “burada suç yok” diyen bilimsel görüşler tamamen yok sayılmış,
- Sırf bu arkadaş grubunu yargılamak için doğal hakim ilkesine aykırı özel talimatlı heyetler oluşturulup, 10 bin yıllık hukuksuz cezaları verdikten sonra da dağıtılmış,
- 200’e yakın sanığının tamamının tüm araştırma, inceleme talepleri toptan gerekçesiz reddedilmiş,
- Duruşma salonu kapısında hazır edilen onlarca savunma tanığından tek biri bile huzura alınıp dinlenmemiş,
- Mahkeme huzurunda beyan veren sözde müştekilerin beyanlarında 4 binden fazla çelişki olmasına rağmen yalan söyledikleri aşikar olduğu halde bunlar hükme esas alınmış,
- Sözde cinsel saldırıya uğradığını öne süren kadınların, hakkında ithamda bulunduğu sanıkların pasaport kayıtlarıyla yurt dışında oldukları, bir diğerinin o tarihte kanser tedavisi için hastanede olduğu, onlarca sanığın, kendileri hakkında cinsel saldırı iddiasında bulunan kadınlarla ortak HTS kayıtları bile bulunmadığı ispatlandığı halde bu masum insanların tecavüz suçundan yüzlerce yıl ceza almış,
- Tecavüze uğradığını iddia eden kadının kendisine tecavüz ettiğini iddia ettiği sanığa gerçekte o dönemde “neden benimle cinsel ilişkiye girmiyorsun” diye mesajlar yolladığı ve sanığın da bu ısrarlara rağmen ondan uzak durduğu halde kendisine bu kadına tecavüz suçundan ceza verilmiş,
- Sistemli tecavüze uğradıklarını iddia eden kadınların Mahkemede ifade verirken olay tarihini, olayın gerçekleştiği evi, hatta kendisine kimin tecavüz ettiğini bile hatırlayamaması, ifadelerinin her aşamasında onlarca çelişki bulunması gibi, aslında hiçbir zaman tecavüze uğramadıklarını, emniyette zorla bir kurgunun altına imza attıkları açığa çıkmış,
- Dosyayı inceleyerek Yargıtay içtihatları ışığında bozma kararı veren İstinaf hakimleri sırf hukukun gereğini yaptıkları için linç edilip görevlerinden alınmış,
- Tüm sanıkların ve avukatlarının, ısrarla “müşteki kadınları Adli Tıbba gönderin, rapor alınsın, inceleme yapılsın, iddiaları doğru mu diye bakılsın” taleplerine rağmen, 3-4 kadın Adli Tıbba gönderilip bunların tecavüze uğramadıkları fiziki ve ruhi değerlendirmelerle belgelendiği için, Adli Tıp raporları alınmasından vazgeçilmiş,
- İddia edilen olaylarda bahsi geçen kişileri dahi tanımayan genç kadınlara ise “siz örgüt yöneticisiniz her şeyden sorumlusunuz” diyerek 360 kere müebbet verilmiş,
- 7 yıldır yapılan acımasızca karalama kampanyası boyunca bir kez bile müvekkil ve arkadaşlarının açıklamalarına, kendilerini ifade etmelerine izin verilmemiş,
- Dosyanın gerçek mağduru olan yargılananların karşılaştıkları hukuksuzluk ve usulsüzlükleri HSK’ya dilekçe yazarak bildirdiklerinde; yaşadıkları mağduriyetleri ilgililere anlattıklarında; cezaevindeki ablasına abisine çorap gönderdiğinde; yargılandığı dosya için görüş almak amacıyla hukukçularla görüştüklerinde aleyhlerinde hiçbir delil olmadığı halde yeniden tutuklanmış,
- Türkiye’nin dört bir yanına – Erzincan, Van, Antalya, Kütahya, Afyonkarahisar, Manisa, Denizli, İzmir, Tarsus, Kayseri vb- cezaevlerine, ailelerinden ve avukatlarından binlerce kilometre uzağa gönderilmiş,
- Bu sevkler esnasında 22 saat elleri kelepçeli, yanlarına yiyecek ve su verilmeden, ring araçlarının camsız, havasız, 2m2’lik kafes gibi kutularında yol gitmiş,
- Ağır kanser hastası olanlar dahi tahliye edilmeyip tedavi imkanlarından sağlıklı şekilde yararlanamamış,
- Duruşmalar esnasında Hakim Heyetinin hukuk ve usul ihlalleri örtbas edilsin diye SEGBİS dökümleri üzerinde oynama yapılıp alenen evrakta sahtecilik suçu işlenmiş,
- 45 kişiyi katletmiş terör örgütü mensupları dahi Yargıtay tarafından tahliye edilirken, tek bir suç olmadığını herkesin bildiği bu dosyada sırf kendileri gibi yaşamadığı, kendilerinden farklı düşündüğü için jet hızıyla Yargıtay’da dosyaları onanmış,
- Üstelik Yargıtay bu onamayı yaparken kendi vermiş olduğu eski kararlarıyla çelişmiş,
- 8 bin yıllık hukuksuz cezaların onanmasıyla da hız kesmeyip televizyonlarda bangır bangır “Adnan Oktar ölmeden bu iş bitmez”, “Yok mu cezaevinde bir delikanlı”, “İçlerindeyken Adnan Oktar’ı öldürmeyi çok istedim” gibi dehşet verici konuşmalar alenen yapılmıştır.
Bunların tamamının haksızlık, hukuksuzluk, acımasızlık ve vicdansızlık olduğunu bile bile “kalabalığa uyma” güdüsüyle hiç ses çıkarmayan ve hatta “oh olsun” diyen herkesin, bugün Türkiye’nin bu duruma gelmesine katkıda bulunduğunu bilmesi gerekir. Adaletsizliği kutsayanlar şimdi benzer bir adaletsizliği yaşamaktadır.
“Silivri soğuktur” diyerek haklı olarak arkadaşları ve sevdikleri için endişelerini dile getirenlerin müvekkilin arkadaşlarının son 7 yıldır Silivri ile kıyaslandığında son derece zorlu koşullara sahip olan cezaevlerinde,
- 12 kişilik koğuşta 36 kişi, yerlerde beton üzerinde yatarak,
- Kışın ısınmayan yazın serinlemeyen koğuşlarda,
- Psikolojik sorunları olan, saldırgan kişilerle aynı odada,
- Cinayet, gasp, yağma, hırsızlık gibi suçlardan defalarca hüküm almış kişilerlebirarada kaldıklarını göz ardı etmemeleri gerekir.
Birçok insanın 1-2 saat bile kalamayacakları bu koşullarda, Alman Lisesi, Robert Kolej, Saint Joseph, Saint Benoit, Üsküdar Amerikan Koleji gibi Türkiye’nin en seçkin kolejlerinde, ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent gibi üniversitelerinde ve yurt dışında eğitim görmüş, en az iki dil bilen, meslek ve iş sahibi, yüksek ahlaklı insanların, genç kadınların sabırla ve şükürle yaşadıklarını bir kez bile düşünmeden hareket etmek güzel bir davranış değildir.
Sırf dekolte giydiler, dans ettiler, müvekkil Adnan Oktar’ı sevdiler ve sevmekten vazgeçmediler diye hiçbir suç işlemediklerini bile bile, ülkenin belki de en kaliteli en nezih insanlarının cezaevinde çürümeye terk edilmelerini teşvik eden cümleler kurmak hiçbir vicdana yakışmamaktadır.
Şimdi adalet nerede diye feryat edenlerin hukuksuzlukları kınamak yerine alkışlayarak, “daha yok mu, oh olsun” tribünleri kurarak, bir kez olsun karşı tarafın açıklamasına, savunmasına yer vermeyerek adaleti kendi elleriyle gömdüklerini anlamaları gerekir. Gerçekten samimi olarak adaleti arıyorlarsa da gömdükleri yerden adaleti çıkarmanın tek yolu kendileri gibi düşünmese, kendileri gibi yaşamasa, kendilerinden farklı da olsa, hatta hiç sevmiyor olsalar bile hiçbir insana hukuksuzluk yapılmasına destek vermemektedir.
Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu süreçlerin hayırla, güzellikle, iyilikle sonuçlanacağına ve Devletimizin adaletin tesisi için gerekli her türlü tedbiri alacağına güvenimiz tamdır.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine arz ederiz