Gazeteci Özlem Gürses’in Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Milli Ordusu hakkında yaptığı bir yorum nedeniyle gözaltına alınıp ardından ev hapsi şartıyla serbest bırakıldığı kamuoyunun malumudur. Sayın Gürses serbest bırakılmasının ardından yapmış olduğu ilk YouTube yayınında, gözaltındayken yaşadıklarını izleyicileriyle de paylaşmış; hakkında başlatılan karalama kampanyasından, maruz kaldığı hukuksuzluklardan, tutuklanma korkusuyla yaşadığı çaresizlik hissi ve derin üzüntüden samimiyetle bahsetmiştir.
Müvekkil Adnan Oktar -Türk yargısının verdiği tüm kararlara saygı duymakla birlikte-hanımefendiliği, mesleğine titizliği, çağdaş, aydın, kaliteli yapısı sebebiyle değer verdiği bir gazeteci olan Özlem Gürses’in bu süreçte maruz kaldığı zorluklardan rahatsızlık duymuştur ve kendisine geçmiş olsun dileklerini iletmektedir.
Müvekkilin temennisi, Türkiye’nin kimsenin hukuku çiğnemeye cesaret edemediği, birinci sınıf demokrasinin yaşandığı, inancı, ideolojisi, düşüncesi, yaşam tarzı ne olursa olsun herkesin kendisini güvende hissettiği bir ülke olmasıdır. Özlem Gürses hanımın maruz kaldığı durumlar kendisi gibi aydın bir hanımın ve hiçbir masum vatandaşımızın asla yaşamaması gereken şeylerdir. Ancak şunu da söylemek gerekir ki Özlem Hanım’ın
- Sosyal medyada hakkında başlatılan karalama kampanyası yoluyla olduğundan farklı bir kişiymiş gibi kamuoyuna gösterilmeye çalışılması,
- Kaçma şüphesi olmamasına rağmen kelepçe takılması,
- Sağlık muayenesi esnasında başka bir kapıdan geçme imkanı olmasına rağmen, özellikle elleri kelepçeli şekilde basına teşhir edilmesi,
- Gözaltı süreci devam ederken sürekli basına bilgi sızdırılması, hatta Savcılığın tutuklu yargılama talebinin henüz daha dosyaya girmeden medyada yayınlanması gibi hukuksuzluklar,
MÜVEKKİL ve ARKADAŞLARININ MARUZ KALDIKLARI -bir benzeri tarihte pek görülmemiş-;
- İFTİRA ve KARALAMA KAMPANYASIYLA,
- ADİL OLMAYAN BİR YARGILAMA NETİCESİNDE VERİLEN ON BİNLERCE YILLIK HUKUKA AYKIRI MAHKUMİYET KARARLARIYLA,
- TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR YANINA AİLERİNDEN VE AVUKATLARINDAN YÜZLERCE KİLOMETRE ÖTEDEKİ CEZAEVLERİNE DAĞITILMALARIYLA,
- NEZİH VE MEDENİ TEK BİR ADLİ KAYDI OLMAYAN HANIMLARIN EN AĞIR SUÇLARDAN MAHKUM KİŞİLERLE AYNI KOĞUŞLARDA KALMALARIYLA,
- ADLİ TIBBA SEVK İÇİN BEKLEYEN PSİKİYATRİK VAKALARLA AYNI ORTAMLARDA TUTULMALARIYLA,
- HELAL KAZANÇLARIYLA VE AİLELERİNDEN KALAN MİRASLARLA ELDE ETTİKLERİ TÜM KAZANIMLARINA EL KONULMASIYLA,
- KANSER GİBİ AĞIR HASTALIKLARI OLANLARIN DAHİ TAHLİYE EDİLMEMESİYLE,
- BU SÜREÇTE EVLATLARININ ÇEKTİKLERİNE DAYANAMAYAN VE VEFAT EDEN ONLARCA AİLENİN YAŞADIKLARIYLA MUKAYESE BİLE EDİLEMEZ.
Bu tip hukuksuzlukların hiç yaşanmadığı bir ortamın oluşması ise “adaleti savunduğunu iddia edenlerin” tutumlarına bağlıdır. SOL İDEOLOJİYE SAHİP, HAK HUKUK VE ADALET ADINA HAREKET ETTİLERİNİ SÖYLEYEN BAZI BASIN MENSUPLARININ, ADALETSİZLİKLERİ ELEŞTİREN, HUKUKU SAVUNAN açıklamalarını SADECE KENDİLERİ, aynı ideolojiyi paylaştıkları FİKİRDAŞLARI ya da MESLEKTAŞLARI için dile getiriyor olmaları tahminlerinin çok daha ötesinde tahrip edici bir etki yapmaktadır.
Kendileriyle aynı fikir ve ideolojide olmayanlara yapılan haksızlık ve hukuksuzluklar, nedense BAZI SOL GÖRÜŞLÜ GAZETECİLERİ HİÇ İLGİLENDİRMİYOR GİBİ BİR İZLENİM VERMEKTEDİRLER. DAHA DA GARİBİ -tıpkı arenada aslanlara atılan insanların ölümünü izleyen Romalılara benzer bir tavırla- HUKUKSUZLUK BAŞKASINA YAPILDIĞINDA BUNU DESTEKLEMEKTEN ÇEKİNMEMEKTEDİRLER. ÇOĞU ZAMAN DA MUHTEMELEN NETİCESİNİ DÜŞÜNMEDEN, KONU HAKKINDA YETERİNCE BİLGİ SAHİBİ DE OLMADAN, “UYDUM KALABALIĞA” İZLENİMİ VEREN BİR ÜSLUPLA “CEZALAR ARTTIRILSIN, TUTUKLAMALAR HIZLI OLSUN, TAHLİYELER OLMASIN, İYİ HAL UYGULAMASI KALKSIN” GİBİ ÇAĞRILARDA BULUNMAKTADIRLAR.
Bu kişiler kullandıkları üslubun yanlışlığını, tek yanlı düşünüyor olmanın zararlarını ancak kendi başlarına benzeri bir olay geldiğinde anlayabilmektedir. Nezarethaneyi görmeden, sabaha karşı evine polis gelmeden, olur olmaz hukuk dışı gerekçelerle tutuklanmadan, yaygara ve iftiraya maruz kalmadan hukuk sistemindeki yanlış işleyişi kavrayamamak bir noktaya kadar makul karşılanabilir. Ancak, bunları bizzat kendileri yaşamış ya da yakın arkadaşlarının tecrübelerine şahit olmuş, bir dönem tüm Türkiye tarafından takip edilen büyük davalarda görmüş geçirmiş olmalarına rağmen halen “BAŞKASI OLDUĞUNDA” ALKIŞLAMAK vicdana ve dürüstlüğe yakışmamaktadır.
Bilindiği üzere müvekkil Adnan Oktar da “BİZDEN OLMAYAN TUTUKLANSIN, BİZDEN DEĞİLSE EZİLSİN, YOK OLSUN GİTSİN” anlamına gelen BU ÇARPIK ANLAYIŞI PEK ÇOK KEZ ELEŞTİRMİŞTİR. Müvekkilin bu eleştirilerindeki amaç, bahse konu bazı gazetecileri mahcup etmek ya da onlarla tartışmaya girmek değildir. Demokrat yapılarına, vicdanlarına ve samimiyetlerine inandığı için toplum geneline zarar verecek bir tehlikeye dikkat çekmektedir. Böyle bir tavrın ne ülkeye ne vatandaşlarımıza ne de ülkenin siyasi atmosferine bir fayda sağlamayacağını, aksine büyük zararlar getireceğini dile getiren müvekkil, göz yumulan hukuksuzlukların ve alkış tutulan adaletsizliklerin, GÜN GELİP BUNLARI GÖRMEZDEN GELENLERİ ve SESSİZ KALANLARI DA DOĞRUDAN HEDEF ALABİLECEĞİNİ pek çok kez hatırlatmıştır.
Ancak müvekkilin tüm bunlara karşın, bazı sol görüşlü medya ve basın mensupları, müvekkil ve arkadaşları aleyhine, doğru olmadığını çoğu iyi bildikleri, hukuksuzlukları gördükleri, bir kumpas dosyasıyla karşı karşıya olduklarını anlayabilecek tecrübeye de sahip oldukları halde, gerçek dışı itham ve iftiralarla dolu, yargısız infaz niteliğinde karalayıcı haberler ve yayınlar yapmaya devam etmişlerdir.
Bazı kanallarda süregelen bu ısrarlı aleyhe yayınların temelinde ise bazı kanal sahiplerinin ticari endişelerinin yer aldığı izlenimi oluşmaktadır. Kredi ve vergi borçları, diğer sektörlerdeki yatırımlarının geleceği gibi ekonomik kaygılar kendilerine dayatılan yayını yapma zorunluluğu oluşturuyor olabilir. Yayınlara katılan konukların, kanalda çalışan spiker ve programcıların da bu yayın anlayışına paralel konuşma yapmak dışında seçenekleri kalmıyor olabilir. Nitekim, bazı spikerlerin önlerine konulan metinleri sorgulamadan okumak zorunda kaldıkları birçok kanal için bilinen bir durumdur. Gazeteler ve yazılı basında da benzer bir akış olmaktadır. Haberler muhabirlerin vicdani kanaatini değil masa başında, gazete patronunun direktiflerinin etkisi altında, haberi kontrol edip yayına hazırlayan kişinin uymak zorunda olduğu “yayın politikasını” yansıtmaktadır. Ve görülen o dur ki konu müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları olduğunda “yayın politikası” karalama, iftira, sansasyon ve gerçek dışı haberlerle sınırlı tutulmaktadır. Tarafsız cümleler kuran, vicdanen gördüğü hukuksuzluğu ifade etmek isteyenlere ise söz hakkı verilmemekte, yanlışlıkla söz hakkı verildiyse de hemen akabinde linç edilmekte, bir daha da o kanala çıkmasına o gazeteye demeç verilmesine müsaade edilmemektedir.
Bahse konu bu “yayın politikaları” sebebiyle son 7 yıldır müvekkil ve arkadaşlarına BİR KEZ BİLE CEVAP HAKKI TANIMAZKEN camiaya husumet besleyen kim varsa yayınlara çıkmışladır. Bu yayınlarda dönemin Mali Şube eski müdürü Furkan Sezer ile kumpasın kurgulayıcılarından Özkan Mamati ve Fırat Develioğlu gibi müvekkile derin husumet besleyen kimseler hiç eksik olmamış, bunların müvekkil ve arkadaşlarına yönelik delilsiz, mesnetsiz itham ve iftiralarıyla, hatta ölüm tehditlerine ve hakaretlerine dahi hayret edilecek şekilde göz yumulmuştur.
Müvekkil “bizim aleyhimize kimse konuşturulmasın, karşı tarafından fikirlerine yer verilmesin” düşüncesinde olan bir insan değildir. Tam tersine her türlü eleştiriye açıktır. Ancak müvekkil ve arkadaşlarının tek bir kelime bile cevaplarına yer vermeden tek taraflı olarak 7 yıldır kesintisiz olarak aleyhe yayın yapılması da -takdir edileceği üzere- makul ve vicdani olmadığı gibi en temel insani haklara da aykırıdır.
Bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak isteriz ki,
HUKUK ve ADALET HERKES İÇİNDİR ve HERKESE LAZIMDIR. Gerçek dışı, taraflı ve yanıltıcı haberlerle İNSANLARIN HAKSIZLIĞA, HUKUKSUZLUĞA VE ZULME ALIŞTIRILDIĞI BİR TOPLUMDA bir süre sonra adalete olan inanç ve güvenin zayıflayacağı ve sonunda toptan yıkılacağı unutulmamalıdır.
Dolayısıyla bazı basın mensuplarımızın, müvekkil ve arkadaşlarına yönelik hak ve hukuk tanımaz tutumlarının aslında hem toplum geneline hem de kendilerine zarar verdiğini görebilecek feraset ve basirette olmaları gerekir. Çünkü bugün müvekkil ve arkadaşlarına yapılan haksızlıkların yarın bir başkasına ya da kendilerine dönmeyeceğinin hiçbir garantisi bulunmamaktadır. 02.01.2025
Değerli Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız