Müvekkil Adnan Oktar, 2022 yılında Sayın Mahkemenizce yürütülmüş olan yargılama neticesinde 2022/158 E. sayılı karar ile çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Temyiz başvurumuzdan sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesi bazı hükümleri onamış, bazı hükümleri ise bozmuştur. 2024/5217 E. sayılı karar ile bozulan hükümler bakımından dosya yeniden Sayın Mahkemenize gelmiştir.

Ancak yargılama boyunca duruşma yaşanan bazı olaylar ve Sayın Başkan’ın bazı tutumları ve gerekçeli kararın geneline yansıyan üslup Sayın Mahkemeniz’in tarafsız ve adil bir yargılama yapabileceğine dair ciddi tereddütlere sebep olmuştur. Sebeplerini aşağıda açıklayacağımız bu tereddütlerden ötürü, müvekkil haklı olarak bu davaya yeniden bakmamanızın daha sağlıklı olacağı kanaatindedir.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki müvekkilin bu kanaati herhangi bir ön yargı ya da kişisel yoruma dayanmamaktadır. İstanbul BAM 1 CD’nin 15.03.2022 tarih ve 2021/696 E, 2022/258 K. Sayılı kararı sonrasında yapılan yargılamanın neredeyse ilk gününden itibaren Sayın Başkan’ın müvekkil, diğer sanıklar ve hatta müdafilerine karşı sert, tahammülsüz, zaman zaman Makama yakışmayacağı düşünülen bir üslup kullanması; ifadesine başvurulan kişilerin müvekkile ve diğer sanıklara hakaretlerine seyirci kalması; müvekkil ve sanıkların bu hakaretlere karşı kendilerini savunmalarına müsaade etmemesi; beyan veren tanıkları müvekkil ve sanıklar aleyhine yönlendirmesi; savunma sürelerini sınırlandırması; neticesinde de gerekçeli kararında bir hukuk insanın kaleminden çıkması mümkün olmayan ifadeler, tanımlar, vurgularla dolu bir metnin altına imzasını atması Sayın Başkan’ın yasaya ve hukuka göre değil kendi inanç sistemine, yaşam tarzına ve ideolojisine göre yargılama yaptığı kanaati oluşturmuştur.

Müvekkilin konuyla ilgili kanaat ve düşünceleri şöyledir:

1.  MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ TERÖR MAHKEMESİNDE YARGILANAN SUÇLULAR PROFİLİNDE OLMADIKLARI KOLAYLIKLA GÖRÜLEBİLEN SOMUT BİR DURUMKEN, GEREKSİZ VE YERSİZ KATILIK TARAFSIZLIK İLKESİNİ GÖLGELEYEN BİR HAL ALMIŞTIR

    Bir terör mahkemesi olan Sayın Heyetinizin düzenli olarak, acımasızca insan canına kıyan, askere polise silah doğrultan, bombalama yapan, halkı terörize eden, şiddeti öven ve yücelten grup ve insanlarla muhatap olması – istemeden ve farkında olmadan- bazı mesleki alışkanlıklar veya kalıpların ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. SÜREKLİ TERÖR ÖRGÜTLERİYLE ALAKALI DAVALARA BAKMAKTAN KAYNAKLANAN SERT, KATI, EMPATİDEN UZAK STİLİN MÜVEKKİL VE SANIKLARA KARŞI KULLANILMASINI GEREKLİ KILAN BİR DURUM OLMADIĞI İSE AÇIKTIR.  Müvekkil ve arkadaşlarının hiçbir suç örgütü profiline uymayan, iyi eğitimli, sevecen, medeni, kültürlü, iddia edilen hayali suçları işlemekte hiçbir çıkarı ve sebebi olmayan bir profilde olduklarını sıradan bir vatandaş, hatta cezaevindeki okuma yazma bilmeyen bir mahkum dahi teşhis edebilirken Sayın Heyetinizin teşhis edememiş olma ihtimali de kanaatimizce mümkün görünmemektedir.

    Müvekkil ve sanıkların güzel ahlaklarının ve nezaketlerinin takdir edilmesine dair bir beklentileri yoktur. Ancak haklarındaki isnatların hakim ve savcıların kendi dünya görüşlerine, inançlarına, yaşam tarzlarına, mesleki alışkanlıklarına, zaman içinde geliştirdikleri kişisel kurallarına göre değil yasalara ve hukuka göre değerlendirilmesini beklemeleri anayasal haklarıdır.

    Hakimin temel vasfı, ideolojisini ve yaşam tarzını duruşma salonunun dışında bırakmak, karşısındaki sanık hangi isnatla oraya gelmiş olursa olsun duygularıyla, ön yargılarıyla, alışageldiği zihin örgüsüyle hareket etmemektir. Ne var ki Yargıtay’ın bozma kararı öncesinde yaşanan yargılama -aşağıda örneklerini vereceğimiz üzere- sanıkların Sayın Başkan’ın hakimliğin bu temel vasfını yerine getiremediğini düşünmesine sebep olmuştur. Bu kanaat, Sayın Başkan’ın mesleki yetisine bir eleştiri ya da müvekkilin kendi hukuki durumuna menfaat sağlamak amacıyla dile getirilen bir husus değildir. Yaşanmış bazı olayların ortaya koyduğu somut durumdan oluşan haklı endişelerin dile getirilmesidir.

    Zira müvekkil insanlara karşı öfke, kin ya da husumet duygusuyla hareket eden bir insan olmadığını da sık sık beyan etmektedir. İnançlı bir insan olarak Allah’ın affediciliğini kendisine örnek aldığını, Kuran’da bildirilen “Allah’ın sizi affetmesinden hoşlanmaz mısınız” (Nur Suresi, 22) ayetine göre yaşadığını söylemektedir. Herhangi bir konuda bir eleştirisi ya da kanaati olduğunda bunu, o kişinin daha iyi, daha başarılı, daha sevilmeye layık, daha güzel ve kaliteli yaşayan, daha derinlik almış bir insan haline gelmesine vesile olmak niyetiyle dile getirmektedir. Müvekkilin inancına göre; dünyada yaşanan her olay, mahkemeler, duruşmalar, hükümler dünyada kalmakta, ama insanın ahlakı, derinliği, ruh kalitesi sonsuzluğa devam etmektedir. Sayın Başkan ve Heyetin adil yargılamadan uzaklaşan tutumlarına yönelik düşüncelerini ve taleplerini ifade etmesi de her şeyden önce bu amaca yöneliktir.

    2.  BAZI MESLEK GRUPLARINDA OLAĞAN GÖRÜLEN “İNSANİYET VE HASSASİYET KAYBI” MAHKEME SALONLARINDA YAŞANMAMALIDIR

      Çok yoğun çalışan, toplumun farklı kesimlerinden insanlarla sıkça muhatap olan, çoğunlukla insanların günlük hayatlarında görmek hatta duymak istemedikleri olaylarla iç içe olmak zorunda kalan meslek gruplarında zaman içinde duyarsızlık, insaniyet noksanlığı, katılık, lakayıtlık gelişebilmektedir. Örneğin bazı doktorlarda bu duruma rastlanmaktadır. Her gün nefes almaksızın yüzlerce hastaya bakmak mecburiyetinde bırakılan doktor, bir noktadan sonra mesleğe başlamaktaki asıl amacını unutup hissizleşebilmektedir. Karşısındaki her hastanın ayrı bir birey, bir insan olduğunu unutarak umursamaz tavırlar gösterebilmekte, ameliyat masasındaki insanın bir hayatı, sevdikleri, ailesi olduğunu düşünmek yerine onu bir tür makine gibi görmeye başlayabilmektedir.

      Bu tarz mesleki zorluklardan kaynaklanan hissizleşme durumu yargıda görüldüğünde ise tahribatı tüm toplumu etkileyebilecek nitelikte olmaktadır. İş yükünün kendisini hissizleştirdiği hakimlerin arttığı bir toplumda adaletten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Nitekim ülkemizde gün geçtikçe yargıya güvenin azalmasının temelinde de bu sorun vardır. Yoğunluktan, koşuşturmacadan ve biriken davalara yetişememekten ötürü bir süre sonra hassasiyeti kaybedip yargılamayı mekanik bir iş, karşısındaki sanıkları da insan olarak görememe, empati yapamama adalete zarar vermektedir.  

      Bu, özellikle de hakimlik mesleği açısından çok büyük sıkıntılar sebep olacak bir durumdur. Çünkü hakim yargılamayı, karşısına getirilen her sanığı ayrı bir birey olarak görmekten çıkararak yıllar boyu devam eden, her gün onlarca kere tekrarlanan rutin bir prosedür haline getirdiğinde, sanığa karşı öne sürülen iddiaları sanığın kişisel özellikleri, kültürü, eğitimi gibi etkenlerden soyutlayarak mekanik bir mekanizmaya indirgeyebilir. Bundan sonra yargılama “bir” veya “sıfır”, “siyah” ya da “beyaz” gibi otomatikleşmiş bir tercihe dönüşebilir. Oysa her vaka, her olay, her kişi kanunların çizdiği genel çerçeve içinde özeldir. Adalet ancak bu “özel”likler göz önünde bulundurularak yargılama yapıldığında tecelli edebilir.

      Hele ki hakimin kişisel görüşleri, inancı, ideolojisi, kendince kabullendiği doğru ve yanlışlar hukuk kurallarının önüne geçmeye başladığında, artık adil ve hakkaniyetli bir yargılama yapmanın imkanı tamamen ortadan kalkmaktadır.

      3.  HAKİM GÖRDÜĞÜ GERÇEĞİ ORTAYA KOYMAKLA YÜKÜMLÜDÜR. GERÇEĞİN ÜSTÜNÜN KAPATILMASININ HİÇBİR HAKLI GEREKÇESİ OLAMAZ

        Sanıklardan Mert Sucu’ya isnat edilen özel harekat polislerine “öldürmek kastıyla ateş etmek” eylemine dair 3 polisin huzurda verdikleri ifade tarafsız ve adil bir yargılama yapılması durumunda sanığın beraatine sebep olacak deliller ortaya koymuştur. Olay anında orada bulunan 3 polisin huzurdaki ifadeleri hem birbirleriyle hem de kendi içlerinde çelişkilidir. Örneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemiştir. Söz konusu polislerin ifadelerinde bunun gibi onlarca çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır. Tarafsız ve hakkaniyetli bir yargılamada beklenen hakimin bu çelişkilerin üstüne gitmesi ve maddi gerçeği açığa çıkarmasıyken Sayın Başkan bu çelişkileri görmezden gelmekle yetinmemiş bir de polislere adeta sufle vererek çelişkileri örtbas etme girişiminde bulunmuştur. 

        Oysa bir hakimin mesleki tecrübesi bu nevi çelişkleri, anormallikleri anında tespit etmeyi sağlamaktadır. Örneğin, müvekkilin 90’lı yıllarda kendisine düzenlenen kokain komplosunun neticesinde yargılandığı mahkemenin hakiminin tutumu bu konuda dikkat çekici bir örnek olmuştur. Müvekkile ideolojik olarak husumet besleyen bir kısım odaklar, güya müvekkilin uyuşturucu kullandığı yönünde sahte bir ihbarda bulunmuştur. Oysa müvekkil inancı gereği sigara dahi asla kullanmayan bir kişidir. Bu sahte ihbar neticesinde müvekkilin annesi ile ikamet ettiği Ortaköy’deki eve baskına gelen polisler, eve girdikten birkaç dakika sonra binlerce kitabın yer aldığı dev kütüphanedeki bir kitabı açarak güya içerisinde bir poşette kokain bulduklarını iddia etmiştir. Bunun neticesinde müvekkil gözaltına alınmış, günlerce gözaltına kaldıktan sonra yapılan kan testlerinde kanında tespit edilebilen en yüksek seviyede kokain artık maddesi bulunmuştur. Müvekkil ve arkadaşlarının uzun uğraşları neticesinde aralarında Scotland Yard da olmak üzere Avrupa’nın en güvenilir 20 kadar kriminal laboratuvarı, bu oranda yan maddenin günler sonra kanda çıkmasının yegane yolunun müvekkil gözaltındayken yiyeceğine karıştırılarak verilmiş olması sonucuna varmıştır. Kendisini yargılayan mahkemenin hakimi, müvekkilin ifadesini aldıktan sonra duruşmaya tanık sıfatıyla getirilen polislere dönüp “80 METRE KARE EVE, 20 KİŞİ İÇERİ GİRDİNİZ, 2 DAKİKADA O KADAR KİTAP ARASINDA BULDUNUZ ÖYLE Mİ?” diyerek tek bir cümlede komployu açığa çıkarmış sahte delile itibar etmediğini göstermiştir. Müvekkil bu komplodan beraat etmiştir.

        Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda Sayın Hakimin bu tutumunun nadir rastlanacak bir cesaret haline gelmiş olması adaletsizliğin sıradanlaşmasından kaynaklanmaktadır. Dahası dürüst, samimi ve hakkaniyetli olanı yapmayı lüks görmek, “bir saf ben miyim” güdüsüne kapılmak olması gereken adil tutumu zor ve olağan dışı olarak görmeye sebep olmaktadır. Oysa en kolay olan adil olmaktır. Adaletsizlik kişinin üzerine bir ömür boyu taşıyamayacağı manevi ağırlıklar yüklerken, adil olmak bir ömür boyu yaşanacak vicdani huzur, konfor ve ferahlık getirir.

        4.  BİR HAKİMİN HUZURUNDA SANIKLARA ALENEN HAKARET EDİLİYORSA VATANDAŞIN SIĞINACAĞI VE GÜVENECEĞİ BİR YARGIDAN BAHSETMEK ZORLAŞIR

          İstanbul BAM 1 CD bozma kararı sonrasındaki yargılamada etkin pişman sanık Müge Öğütçü ifadesi sırasında neredeyse saatlerce müvekkile ve diğer sanıklara yönelik ağır hakaretler içeren konuşmalar yaptı. Sayın Başkan bu üsluba defalarca müdahale edebilecekken hiç bir girişimde bulunmadı. Eğer amaç, geçmişte yaşanmış bir takım olayların suç teşkil edip etmediğini belirlemek ise, buna dair anlatımlarda bulunan kişilerin hakaret etmeden de anlatım yapabileceği açıktır.

          Müge Öğütçü, ana dava yargılaması boyunca hep müvekkilin yanında olmuş ve değil hakaret etmek, hiç bir zaman negatif bir anlatım, bir suç isnadı içerisinde olmamıştı. Ancak hukukun hiçbir şekilde işletilmeyeceği, ne yaparsa yapsın hapis tehdidinden kurtulamayacağı ve tek çözüm yolunun etkin pişmanlığa başvurarak müvekkile suç atması olduğu birileri tarafından bir şekilde aklına kazındı. Burada bazı husumetli müştekilerin ve bir kısım medyanın pay sahibi olduğu dosyadaki delillerle sabittir.

          Netice itibariyla, müvekkili çok seven, on yıllar boyunca yanında yer almış, 17 ay cezaevinde kalmış ve polis operasyonundan sonra 4 yıl boyunca defalarca ifade vermiş, hiçbir suçtan bahsetmemiş olan Müge Öğütçü’nün bir anda böylesine dramatik bir dönüş yapması başlı başına şüphe uyandırması gereken bir durumdur. Muhtemelen bahsettiğimiz endişelerinden ötürü, Sayın Mahkemeniz huzuruna çıktığında normal bir anlatımda bulunmasına imkan olmayacak derece suçlayıcı, tahkir edici, kaba ve gereksiz bir üsluba büründü.

          Bu şekilde ilerleyen ifadesi sırasında müvekkil çok uzun süre sabırla sayın Başkan’ın bir noktada müdahale etmesini ve Müge Öğütçü’yü uyarmasını bekledi, ancak sayın Başkan hiçbir müdahalede bulunmadı. Buna karşılık, sanıkların ifadeleri sırasındaki en haklı beyanlarına dahi defalarca alaycı ve küçümser tavırla yaklaştı, hatta sanıkları azarladı.

          Müge Öğütçü’nün huzurdaki ifadesi sırasındaki çirkin üslubuna karşı müvekkil uzun süre sabrettikten sonra sayın Başkan’dan söz isteyerek artık bu üsluba izin verilmemesi gerektiğini, yapılan hakaretlere sayın Başkan’ın hiç ses çıkarmadığını söyledi. Oysa sayın Başkan “hakaret etmeyi” savunma hakkının kullanımı olarak değerlendirdiğini açıkladı.

          Bu şekilde tamamlanan ifade işleminden sonra sıra sanıkların soru sormasına gelince sayın Başkan müvekkilin ilk sorduğu soruyu kendisi yanıtlayıp Müge Öğütçü’nün cevap vermesine olanak tanımadı. İkinci soruyu ise hiç sordurmayarak sorguyu ani şekilde kesip bitirdi. Müvekkili yerine oturtmak istedi. Bunun üzerine müvekkil sayın Başkanı reddettiğini beyan etti.

          Sayın Mahkeme Başkanı bir etkin pişman sanığın müvekkile yönelik her türlü hakaretine ses çıkarmayıp göz yumarken, diğer sanıkların en basit anlatımlarından bile olmayan anlamları çıkararak onları itham ediyorsa, burada tarafsız ve adil bir yönetim gözetildiğini düşünmek oldukça zorlaşmaktadır. Sayın Başkan Müge Öğütçü’nün hakaret dolu üslubuna hiçbir şey demezken, örneğin sanık Necati Koç’un ifadesi sırasında sanığa şaşırtıcı ithamlarda bulunmuştur.

          Sanık Necati Koç’un adı, kendisine yönelik cinsel saldırı suçlaması olmayan bir müştekinin ifadesine sanki cinsel saldırı olmuş gibi eklenmiştir. Necati Koç ifadesinde bu beyanı ekleyen memurun adını ve sicil numarasını belirtti, bu sahte itham nedeniyle haksız yere 43 ay cinsel suçlar koğuşunda hapis tutulduğunu söylemiştir. Sayın Başkan ise maalesef Müge Öğütçü’ye gösterdiği toleransın binde birini dahi diğer sanıklara göstermemiştir. Necati Koç’a yapılan haksızlığa odaklanmak yerine, bu haksızlığa aracı olan memuru korumak amacıyla Necati Koç’un sözünü kesmiş ve şöyle bir yorum yapmıştır:

          MAHKEME BAŞKANI: Şimdi polis memurunun ismini sürekli zikrediyorsun ama bu artık hedef göstermeye giriyor bir yerden sonra…. Bu işten vazgeçin yani… Bir gün sonra da başlayacaksınız işte mahkeme başkanı Galip bilmem… Bir gün savcı ki savcıyı da aynı şekilde söylüyorsunuz yaptığınız yanlış bir davranış, hedef gösteriyorsunuz kişileri….insanları hedef göstermeyin.

          BUNUN DIŞINDA SAYIN BAŞKAN’IN ADİL VE TARAFSIZ DAVRANMADIĞINA DAİR BAŞKACA PEK ÇOK ÖRNEK DAHA YAŞANMIŞTIR;

          • Bir kısım müdafilere yönelik “BURAYI KARILAR HAMAMINA ÇEVİRDİNİZ” demesi,
          • Müge Öğütçü’ye “niye (cezaevine) kendin gidip söylemedin ADNAN OKTAR’A? HER İSTEYEN ÇIKIP ÇIKIP GİDİYOR, SEVGİLİM, AŞKIM DİYENLER VARIYORLAR ORAYA” demesi,
          • Bozma öncesi yürütülen kovuşturmadaki hukuk ihlallerini anlatan sanık Şerifkan Süleymaniyeli’ye “ZAMANLA BİZE DE SÖYLERSİN MERAK ETME” demesi,
          • Salondaki sanıkları kastederek “ALAYI BİZİ REDDETTİLER” diyerek bir ağır ceza hakiminden beklenmeyen bir üslubu tercih etmesi,
          • Katılan özel harekat polislerinin ifadeleri sırasında onlara sufle vermesimüdafilerin sanıkların sorularını kendisinin yanıtlaması,
          • Sanık Mert Sucu’nun bir video üzerinden soru sorma talebini ısrarla ve inatla geri çevirmesi, oysa aynı şekilde talepte bulunan katılan vekillerine istisnasız izin vermesi,
          • Etkin pişman sanık Ahmet Muhassıloğlu’na sorulan “şu an sanık kürsüsünde olmasaydınız bu grubu örgüt mü, arkadaş grubu olarak mı adlandırırdınız” sorusuna henüz cevap vermeden araya girip buna vereceği cevabın hukuki durumunu doğrudan etkileyeceği, ona göre düşünüp cevap vermesini söylemesi,
          • Taraflı yönetimi sebebiyle ortaya çıkan gerginliği yatıştırmak yerine jandarmaya sanıkları susturma görevi vermesi, kendi tarafgirliğine bahane olarak da sanık Necati Koç’u suçlayarak “DÜN BURADA BİR TANESİ GEVŞEK GEVŞEK ÇIKTI DEDİ Kİ bu kadın böyle direk dansı yapıyor, bilmem ne yapıyor dedi” şeklinde avami bir üslup kullanması,

          Ve daha pek çok örnek Sayın Başkan’ın müvekkil ve sanıklara karşı kişisel bir önyargısı ve DAHA ÖNEMLİSİ KONTROL ETMEKTE ZORLANDIĞI BİR ÖFKESİ OLDUĞU izlenimini vermektedir.

          GEREKÇELİ KARARDA KULLANILAN DİL VE ÜSLUP DA TARAFSIZ BİR MAHKEME HEYETİNİN KULLANMAYACAĞI TÜRDEN CÜMLELER İÇERMEKTEDİR,

          Örneğin;

          “…yarı çıplak kadınlar ve sözde din soslu yapıyı görünce…”

          “…şeytani turnike sistemi…”

          “…aşırı sapkın cinsel fantaziler…”

          “Uzun süre sabırla mağdurun örgütün istediği kıvama gelmesi beklenerek cinsel eylemlere kapı açılmıştır. Dosyada kırka yakın mağdur aynı "tezgah" ile örgütün turnike sistemine sokulmuşken ve bu sayı sadece buz dağının görünen kısmıyken istinaf mahkemesi bu hileyi yeterli görmemiştir. Oysa örgütün sistemi "tıkır tıkır" işlemektedir.”

          “Yani örgütten ve kaldığı yerden ayrılmak isteyene; "tamam olur, verdiğiniz katkılardan dolayı teşekkür ederiz deyip, plaket verilip" gönderilmemiştir.”

          “…zaten aldatma ve kız kandırma konusunda eğitimli bir profesyonel olan örgüt üyesi…”

          “Mağdur uçurumun kenarındayken ve örgüt onun altındaki toprak kütlesini bütünüyle kaydırmaktayken istinaf mahkemesi mağdurun küçük kaya parçasına sarılması halinde uçuruma yuvarlanmaktan kurtulacağını iddia ederek davranışlarını bu bakış açısı ile değerlendirmiştir. Örgütün tüm toprak kütlesine kastettiğini görmezden gelmiştir.”

           

          SONUÇ OLARAK;

          Müvekkil ve sanıklar, gerek soruşturma aşamasıda, gerekse bozma öncesi ilk kovuşturma aşamasında yapılan hak ve hukuk ihlallerini, sahte delilleri, müştekilerin neden zorla yalan beyan vermek zorunda kaldıklarını, ifadelerindeki yüzlerce çelişkiyi tane tane ortaya koymuşturANCAK SAYIN BAŞKAN, MUHTEMELEN İNANCI, DÜNYA GÖRÜŞÜ VE YAŞAM TARZI SEBEBİYLE KENDİSİNİ KARŞI HİSSETTİĞİ SANIKLARA BİNLERCE YILLIK CEZALARI, ÜSTELİK İSTANBUL BAM 1CD’NİN AÇIK BOZMA KARARINA MUHALEFET EDEREK, GÖZÜNÜ KIRPMADAN VERMİŞTİR. Sanıkların ve müdafilerin sundukları tek bir savunma delilini dahi göz önüne almamıştır. Savunmanın talep ettiği tevsi tahkikat taleplerinden tekini dahi yerine getirmemiş, kapıda hazır edilenler dahil tek bir savunma tanığını dahi dinlememiştir.

          Sayın Başkanın, kendi ailesinden veya yakınlarından birisi benzer şeyleri yaşasa, tanıkları dinlenmese, savunması süreyle sınırlansa, göz göre göre çelişkili beyan veren kişilerin çelişkileri ört bas edilse, masumluğunu ispatlayacak kamera kayıtları getirilmese, tevsii tahkikat taleplerinin tamamı istisnasız ve gerekçesiz reddedilse, İstinaf Mahkemesi’nin vermiş olduğu bozma kararı yok sayılsa, bir de tüm bu hukuk ihlalleri yaşanırken sürekli olarak hakarete maruz kalsa, azarlansa, susturulsa, avami üslupla muhatap olsa, Sayın Başkan da kendi yakınlarının böyle bir heyet tarafından yargılanmasını istemeyecektir.

          Ayrıca malum olduğu üzere Sayın Başkan ve heyetinize yönelik sanıklar ve müdafileri tarafından çok sayıda reddi hakim talebi bulunmaktadır. Sanıkların adil yargılama yapılmadığına dair bunca tereddütü varken ve bu tereddütlerin hepsi gerekçeleriyle dile getirilmişken, SAYIN HEYETİNİZ ALDIĞI KARARLARI VE YAPTIĞI UYGULAMALARI KENDİNE GÖRE DOĞRU BULSA BİLE, SANIKLARDA OLUŞAN ŞÜPHE VE ENDİŞENİN BOYUTUNU GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURARAK DOSYADAN ÇEKİLMENİZ MAKUL, VİCDANİ VE HUKUKİ BİR DURUM OLACAKTIR.

          Yukarıda ortaya koymuş olduğumuz tüm bu gerekçelerle, sayın Mahkeme Heyeti’nin huzurdaki kovuşturmaya devam etmemesi ve dosyadan kendi talepleriyle çekilerek yeni atanacak heyet ile yargılamaya devam edilmesinin çok daha sağlıklı olacağı görüşündeyiz.

          Daha yeni Daha eski