TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADALET BAKANLIĞI'NA
Sayın Bakanım,
Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkındaki “Suç Örgütü” iddiasına ilişkin yapılan nitelemelerin gerçek dışı olmaları sebebiyle bunlara istinaden kurulan hükümlerin de HUKUKA AYKIRI oldukları hususunda Sayın Makamınızı bilgilendirmek istiyoruz. Bu yazımızda Müvekkil Adnan Oktar ve Arkadaşlarının Neden Suç Örgütü Olmadıklarını ortaya koyan delillerimizin bir kısmını bilgilerinize arz ediyoruz. Konuya dair tüm delillerimiz bölüm bölüm incelemenize sunulacaktır.
MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI NEDEN SUÇ ÖRGÜTÜ OLARAK NİTELENEMEZ – BÖLÜM 1-
GİRİŞ
- 40 yıldan uzun süredir tüm Türkiye’nin gözü önünde faaliyet yapan,
- Devletimizin defalarca tüm detaylarıyla araştırıp inceledikten sonra suça dair hiçbir şey bulunmadığını 12 ayrı yargı kararıyla tescillediği,
- Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere birçok devlet adamı, siyasetçi, bürokrat, asker, diplomat vb. üst düzey şahıs ile ailevi yakınlığı ve dostane ilişkileri olan,
- İnançlarını ve düşüncelerini her zaman açıkca ifade eden müvekkil ve arkadaşlarından suç örgütü oluşturma çabası hukuken de mantıken de anlamsızdır, gerçekliliği yoktur.
Üstelik BİR YAPIYA SUÇ ÖRGÜTÜ DENİLEBİLMESİ İÇİN KANUNDA BELİRLENMİŞ GEREKLİ KOŞULLARIN HİÇBİRİNİN MÜVEKKİL VE ARKADAŞ GRUBUNDA KARŞILIĞI YOKTUR.
Her ne kadar İstanbul 30. ACM, İstanbul BAM 1.CD'nin bozma kararına hukuka aykırı olarak direnip cezaya hükmetmiş olsa ve bu karar da Yargıtay 1 CD tarafından onanmış olsa da, yaklaşık 7 yıldır devam eden bu sözde suç örgütünün;
- Hangi amaç suç/suçları işlemek amacıyla kurulduğu ve üyelerinin bir araya geldiği,
- Hiyerarşisinin ne olduğu,
- Hangi suçları işlemek için hangi talimatların verildiği,
TESPİT EDİLEMEMİŞTİR. Bu tespit yapılmadan bir grup için suç örgütü tanımlamasının kullanılması HUKUKEN İMKANSIZDIR.
TCK'nın ilgili maddelerinde suç olarak nitelenen ve örgütlü olarak işlenebilen eylemlerden hiçbiri müvekkil ve arkadaşlarının yargılandıkları dosyalar içerisinde yoktur. Bu sebepledir ki iddianameden bu yana müvekkil ve arkadaşları sadece inançları, yaşam tarzları, dünya görüşleriyle yargılanmaktadırlar.
İddianamede ve gerekçeli kararda uzun uzun anlatılan "Mehdiyet inancı etrafında birleşmek", "her türlü suçu işleyebilecek hale dönüşmek", "dindar görünmek" gibi kavramların TCK'da CEZAİ BİR KARŞILIĞI BULUNMAMAKTADIR.
1. TA EN BAŞTAN İTİBAREN ARKADAŞ GRUBUNUN AMAÇ SUÇUNUN NE OLDUĞU GÖSTERİLEMEMİŞTİR. ÇÜNKÜ YOKTUR.
Prof. Dr. Adem Sözüer ve Prof. Dr. Mahmut Koca, İstanbul 30 Ağır Ceza Mahkemesine sunulmak üzere hazırlamış oldukları bilimse! mütalaada, “BELLİ AMAÇLARLA BİR ARAYA GELEREK örgütlenen ve demokratik toplumun esas unsurları olarak kabul edilen sivil toplum kuruluşu niteliğindeki YAPILARI SUÇ ÖRGÜTÜNDEN AYIRAN EN ÖNEMLİ ÖZELLİĞİN, BU YAPILARIN AMAÇLARINDA ORTAYA ÇIKTIĞINI” belirtmiş, Anayasa (m. 33, 34) ile teminat altına alınan toplantı hak ve özgürlüğünün "kişilere meşru amaçlarla örgütlenme hakkı vermekte olduğunu” dile getirmişlerdir.
BİR TOPLULUĞUN DİNİ VEYA AHLAKİ AÇIDAN TOPLUMDAKİ GENEL KABULE AYKIRILIK İÇEREN GÖRÜŞ VE FİKİRLERİNİN OLMASININ, BU TOPLULUĞU BİR SUÇ ÖRGÜTÜ HALİNE GETİRMEYECEĞİ de bahse konu mütalaada şu sözlerle ifade edilmiştir:
"Bir suç örgütünden söz edebilmek için, ÖRGÜTLENEN YAPILARIN TOPLUM TARAFINDAN TASVİP EDİLMEYEN, TOPLUMUN GENEL AHLAK ANLAYIŞIYLA BAĞDAŞMAYAN VEYA HERHANGİ BİR ŞEKİLDE HAKSIZLIK TEŞKİL EDEN FİİLLERİ İŞLEMEK AMACINA SAHİP OLMALARI VE BU FİİLLERİ İŞLEMELERİ YETERLİ DEĞİLDİR. SUÇ ÖRGÜTÜNÜN AMACI "KANUNUN SUÇ SAYDIĞI FİİLLERİ İŞLEMEK OLMALIDIR. Bir başka ifadeyle örgütün dini veya ahlaki açıdan toplumdaki genel kabule aykırılık teşkil eden amaçla kurulmuş olması, bu örgütü "suç örgütü" haline getirmez."
Yani BİR YAPILANMAYI "SUÇ ÖRGÜTÜ" HALİNE GETİREN EN ÖNEMLİ ÖZELLİK "KANUNLARIN SUÇ SAYDIĞI FİİLLERİ İŞLEMEK AMACI"NIN VARLIĞIDIR.
Böyle bir suç işleme amacının bulunduğu tespit edilmeden;
- Korunan hukuki değer olan kamu güvenliği ve barışının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği,
- Örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları İşlemeye elverişli olup olmadığının belirlenemeyeceği,
- Örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların belirlenmesinin de mümkün olmayacağı,
- Örgütün "silahlı" olduğunun belirlenmesinin de söz konusu olamayacağı mütalaada açık şeklide ifade edilmiştir.
İSTANBUL 30 ACM’NİN GEREKÇELİ KARARININ 8911. SAYFADA BAŞLAYAN SÖZDE “ÖRGÜTÜN KURULUŞU VE GELİŞİMİ” BÖLÜMÜ İNCELENDİĞİNDE İSE;
1.1. “79-80 YILLARINDA “ADNAN HOCA GRUBU” ADI ALTINDA ÖRGÜTLENMEYE BAŞLAMIŞ” ŞEKLİNDEKİ NİTELEMENİN, “SUÇ ÖRGÜTÜ” DENİLEBİLMESİ İÇİN HUKUKİ BİR KARŞILIĞI YOKTUR.
Burada örgütlenmeye başladığı kastedilen yapı suç örgütü müdür? Eğer öyleyse, bu kişilerin hangi suçları işlemek amacıyla bir araya geldiği ortaya konulmak zorundadır. Suç örgütüyse, katılan kişilerin de suç işleyecek olduğunu bilerek isteyerek gruba katılmış olması gereklidir. Ancak böyle bir veri de yoktur. Gerekçeli kararda bu cümlenin yazdığı aynı sayfada 2 paragraf yukarıda şu yazılıdır:
“Manevi Unsur: Suçun manevi unsuru, doğrudan kast ve "suç işlemek amacı/saiki"dir. Örgüte giren kişinin, girdiği örgütün suç işleyen, suç işlemeyi amaçlayan bir örgüt olduğunu bilmesi gerekir.”
Gerekçeli kararda, 1979-80’de “örgütlenmeye başlayan kişilerin” doğrudan suç işlemek kastıyla örgüte üye oldukları ispatlanamamıştır. Dolayısıyla anlatım, hukuki bir metinden ziyade bir hikaye üslubunda yazılmıştır.
Devamında dini dersler ve sohbetler yapıldığı söylenerek “cemaat oluşturmak adı altında örgütlenmeye çalışmışlardır” denilmektedir.
ANCAK BU “ÖRGÜTLENMENİN” NEDEN VE NASIL, HANGİ EYLEMLER SEBEBİYLE BİR SUÇ ÖRGÜTLENMESİ OLARAK NİTELENEBİLECEĞİNE DAİR TEK BİR SOMUT CÜMLE YOKTUR.
Sonraki cümlelerde sürekli “örgüt” ve “örgüt lideri” tanımlamaları kullanılmakta ancak bunlar da hukuki zemine oturmamaktadır. Daha ziyade Mehdiyet konusu etrafında anlatım vardır. Buradaki anlatım, kişilerin neye inandıklarının tarifidir, yani TCK kapsamında suç veya suça dair eylem değil dini inanışlar anlatılmaktadır.
1.2. GEREKÇELİ KARARDA YER ALAN “CAMİLERDE TOPLANARAK ÖRGÜTSEL FAALİYETLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞ” TANIMI TCK’YA GÖRE BİR SUÇ İÇERMEMEKTEDİR
Camide toplanarak nasıl bir örgütsel faaliyet yapıldığı, TCK’da tanımlanmış hangi suçların işlendiği meçhuldur. Burada kastedilen yapının, anlatım doğrultusunda ancak ve ancak sivil toplum örgütü olma durumu bulunmaktadır. Bu yapıya dahil olan kişilerin inanışları Mahkeme Heyeti’nin inanışlarından farklı olabilir ancak bu farklılık Mahkeme Heyeti’ne, bu kişileri kınama, küçümseme ve en önemlisi suç isnat edip yargılama hakkı tanımaz. Böyle bir davranış temel Anayasal haklara saldırı niteliği taşır ki dosyamızda hukuki mütalaaları bulunan ülkemizin en muteber ceza hukuk profesörleri de aynen bu eleştiriyi yapmaktadır.
Gerekçeli kararın, “Örgüte katılım yapacak şahıslarda, “Hüsn-ü Cemal” yani güzel veya yakışıklı olması, “İlm-i Kemal” yani eğitimli ve kültürlü olması, “Mal-i Enval” yani zengin, maddi durumunun iyi olması şartları aranmış, söz konusu şartları sağlayan şahısların örgüte katılım sağlaması için özen gösterilmiştir.” anlatımı da kanunda yer alan bir suç örgütünün olmazsa olmaz niteliği olan “manevi unsur” kavramına taban tabana zıttır.
Eğer bir suç örgütüne katılım bekleniyorsa, katılacak kişilerin en iyi şekilde suç işleyecek nitelikteki kişilerden seçilmesi beklenir. Örneğin kilitli kapıyı çabuk açan, iyi maymuncuk kullanan, el çabukluğuyla kapkaç yapabilen, ya da erkete, sürücü, fedai, vs. gibi vasıflara sahip olması aranacaktır. Hüsn-ü cemal, ilm-i kemal ve mal-i enval özellikte bir suç örgütü üyesi, değil Türkiye’de, dünyanın hiçbir ülkesinde aranmaz ve bulunmaz.
Gerekçeli kararın tamamı aslında suç örgütü olmadığını kabul etmektedir. Mahkeme Heyeti, daha en başta bir suç örgütü varlığını peşinen kabul ederek yola çıktığı için, sanıkların yıllar öncesinde ilk tanışmalarını, biraraya gelmelerini dahi “suç örgütüne üye kazanımı” diye lanse etmeye çalışmıştır. Oysa ortada sadece legal bir arkadaş grubu ve sosyal hayatın bir gereği olarak yeni insanlarla tanışan ve arkadaş çevresini genişleten insanlar vardır.
Örneğin müvekkil Adnan Oktar’ın 1986 yılında tutuklu olduğu dönem gerekçeli kararda, “Bu dönemde örgüt, Adnan OKTAR’ın yokluğunda propaganda ve üye kazanma faaliyetlerine devam etmiştir” tanımlanmıştır. Böyle bir anlatım üslubuyla liseden arkadaş grupları, yazlıklardan gençlik grupları, spor için toplanan insanlar ya da belli bir süre içinde görüşmeye devam eden 3 kişiden fazla her türlü topluluk suç örgütü olmakla itham edilebilir. Böyle bir yaklaşımın temel hukuk kaideleriyle örtüşmediği aşikardır.
Devam eden paragraflarda da sıradan insanlar “örgüt mensubu”, sohbet etmek “örgütsel toplantı”, birbirini seven iki insanın evlenmesi “örgütsel evlilik”, sosyal ve ilmi çalışmalar “örgütsel faaliyet” şeklinde çarpıtılmaktadır. Örgütsel faaliyet demek suç işlemektir. Hangi suçların işlendiği ise hikayenin karanlıkta kalan kısmıdır çünkü böyle bir suç yoktur. Gerekçeli kararda (hukuka aykırı şekilde) dini inanışlarını farklı kabul ettiği sanıkları suç örgütü olarak nitelediği için, müvekkille birlikte bu grupta yer alan kişilerin tamamı, geçmişe doğru ilk tanıştıkları andan itibaren tüm varoluşları, nefes almaları, bir araya gelmeleri, sohbetleri, ilmi ve beşeri çalışmaları suçmuş gibi kabul edilmektedir. Bu mantıkta sanıkların geçmişte düzenledikleri Atatürk konferansları dahi suç gibi anlatılmıştır.
1.3. MÜVEKKİLİN İNANCININ HANGİ SÜREÇLERDEN GEÇTİĞİNİN SUÇMUŞ GİBİ ANLATILMASI DA ORTADA SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞININ İSPATIDIR
Gerekçeli kararda dikkat çeken paragraflardan biri de şudur:
“Örgütün ilk dönemlerinde katı ve radikal bir ‘İslami anlayış’ benimseyen Oktar, 90’lı yıllardan itibaren dini istediği gibi yorumlayabilmek ve yaptığı aykırı faaliyetleri sözde dini bir zemine oturtmak için yorum alanına ihtiyaç duymuş, Kur’an ayetlerini kendi ideolojisi doğrultusunda yorumlayarak hükümler çıkartıp, bu hükümleri kendince yorumlayarak faaliyetlerine yön çizmiştir.”
Gerekçeli karardaki bu paragrafta da bir suç örgütü değil, islami inanış temelli bir grup anlatımı yer almaktadır.
Zaten “suç faaliyetleri” değil “aykırı faaliyetler” nitelemesinin kullanımı da bu yüzdendir. Devam eden paragrafta da “kendince yorumlamak” denilen namaz vakitleri ve tesettür gibi konular anlatılmaktadır. Dolayısıyla gerekçeli kararın anlatımı bir suç örgütünü değil bir inanç grubunu tasvir etmektedir. Bundan sanki bir suç örgütü varmış gibi bir hava yaratılması son derece yanlıştır. Kaldı ki müvekkil inancına dair konuların tamamını Kuran ayetleriyle delillendirerek izah etmektedir. Eğer müvekkilin bu izahlarını tasvip etmeyen varsa neden tasvip etmediğini yine Kuran ayetleriyle açıklayabilir ya da eleştirebilir. Ancak müvekkilin inanış tarzını ve içeriğini suç olarak nitelemek anayasaya ve kanunlara aykırıdır.
1.4. GEREKÇELİ KARARDA YER ALAN “1994 YILINDA ÖRGÜTÜN DIŞARIYA AÇILMASI YÖNÜNDE TALİMAT VERİLMİŞ, İMKANI OLANLARIN İŞ KURMASI, İŞ KURAMAYANLARIN İSE İŞ BULMALARI…TALİMATI VERİLMİŞTİR” İFADESİ SUÇ ÖRGÜTÜNDEN BAHSETMENİN MÜMKÜN OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR.
Bu cümle ile dünyada ilk defa suç örgütü olduğu iddia edilen bir yapıya mensup kişilerin sözde yöneticileri tarafından ticari işletme kurmaları ya da işe girmeleri talimatı verildiği öne sürülmektedir. Suç örgütünün kuruluşu ve işleyişinden en temel ve değişmez kaide, illegal yöntemlerle maddi menfaat elde edilmesidir. Bu maddi menfaat normal şartarda çalışarak elde edilebilecek menfaate göre öylesine büyüktür ki, örgüt üyesi kişiler bunu kabul ederken, karşılarına çıkacak kanun gücünü ve bunun yaptırımlarını göze alabilmektedir. Suç örgütü kısa yoldan, kolay şekilde, ancak birlikte hareket etmenin getirdiği güçle illegal maddi menfaat elde eder. Türk Ceza Kanunu’nda örgütlü suçlara ait tüm maddeler bunu göstermektedir. Uyuşturucu madde imalatı ve ticareti, yasa dışı bahis, organ kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, sahte para basma, dolandırıcılık, çek senet tahsilatı vb. suçların maddi karşılıkları konulan emeğe göre kat kat büyüktür. Kazanımın elde edilmesi de normal ticarete göre çok daha hızlıdır. Bu saydığımız tarz suçları amaç suç olarak kabul eden sıradan bir suç örgütü mensuplarına, kurucu veya yöneticilerinin “gidip şirket kurun yasal işler yapın, yapamayan da bir şirkette işe girsin” şeklinde bir talimat vermesi imkansızdır. Oysa gerekçeli karar, böyle bir suç örgütü hayal etmemizi ve buna inanmamızı beklemektedir.
1.5. GEREKÇELİ KARAR MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ İSLAM’I ANLATMAK İÇİN YAPTIKLARI KÜLTÜREL FAALİYETLERİNİN TAMAMINI BİR “SUÇ ÖRGÜTÜ” FAALİYETİ OLARAK TASVİR ETMİŞTİR.
Gerekçeli kararda şöyle denilmektedir:
“2011 yılında örgüt propaganda kanalları olan; konferanslar, kitaplar ve stand açmalara ek olarak bir de televizyon kanalı kurmuştur. A9 TV olarak yayın hayatına başlayan söz konusu TV kanalı kapsamında örgüt, geniş kitle kazanmak adına dini içerikli belgeseller yapmış, tartışma programları düzenlemiş, kitaplar ve konferanslar gibi faaliyetlerin de ötesinde geniş bir kitleye ulaşma imkanı bulmuştur.”
Bir Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin, onbinlerce yıl cezalara hükmettiği gerekçeli kararında sözde suç örgütü yapısını ispata yönelik olarak kullanılan bu ifadeler oldukça düşündürücüdür.
Atatürkçülük, PKK tehlikesi, evrim teorisinin geçersizliği gibi konularda konferanslar düzenleme, dini ve bilimsel içerikli kitaplar yayınlama, fosil sergileri açma suçmuş gibi anlatılırken, bunun yanına bir de RTÜK kontrolü altında her türlü yasal izne sahip TV kanalı kurmak suç gibi lanse edilmiştir.
Oysa;
➣ Tüm konferanslar bakanlık ve valilik izinleri ile yapılmış, hiçbirisi için dava açılmamıştır.
➣ Tüm kitaplar ilgili izinler ve bandroller alınarak yayınlanmış, hiçbir kitap için dava açılmamıştır.
➣ Yine tüm fosil sergileri de gerekli izinlerle yapılmış, hiçbir hukuki sıkıntı yaşanmamıştır.
Bunların suç gibi lanse edilmesi çok yanlıştır. Kaldı ki bir sözde silahlı suç örgütünün böyle faaliyetlere hayatını vakfettiği hiçbir şekilde görülmüş değildir. Gerekçeli karar bu legal faaliyetleri suç gibi anlatıp bunun yanına A9TV’nin açılmasını eklemiş, TV’de dini içerikli belgeseller yapılması, tartışma programları düzenlenmesi eleştirilmiştir. Tüm bu anlattıklarımız sözde örgütün propaganda kanalları diye sunulmaktadır ancak bu faaliyetlerin hiçbirisi hakkında örgüt propagandası yapmak suçundan açılmış bir dava dahi bulunmamaktadır.
Özetle;
Legal bir örgütlenme (dernek, vakıf, sendika vs) ile illegal bir örgütlenmeyi ayıran yegâne hukuki özellik “amacında” yer almaktadır. Legal örgütlenmenin amacı “hak” kullanmaktır. İllegal örgütlenmenin amacı ise “suç işlemek”tir.
Suç örgütünün varlığı için öncelikle ortada bir amaç suçun bulunması zorunludur. Nitekim TCK 220 maddesine göre; "kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Hükmün açık ifadesinden de anlaşıldığı üzere suç örgütü kurma suçundan hüküm verilebilmesi için, örgütün yapısının amaç suçları işlemeye elverişli olması gerekmektedir. Dolayısıyla öncelikle örgütün varlığı için işlemeyi amaçladığı bir takım amaç suçlar var olmalı ve örgüt yapısı da bu amaç suçları işlemeye elverişli olmadır. Nitekim, Yargıtay da bir grubun suç örgütü olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğini incelerken, öncelikle amaç suç unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediğini incelemektedir.
Müvekkil ve arkadaşlarının biraraya geliş amacı, ortak değerlerini, ortak inançlarını paylaşmak bunları bilimsel, kültürel, sosyal etkinliklerle anlatmaktan ibarettir. Suç işlemek gibi bir hedefleri ve amaçları yoktur. Nitekim, iddianamede sözde örgüt iddiasına ilişkin bir amaç suç gösterilmiş değildir. Çünkü yoktur.
İDDİANAMEDE SUÇ ÖRGÜTÜ OLDUĞU İDDİA EDİLEN GRUBUN AMACI TCK M.220’NİN ARADIĞI ŞEKİLDE ORTAYA KONULAMAMIŞ, GEREKÇELİ KARARDA BU İDDİA İSPATLANAMAMIŞTIR. TCK m.220 bir örgütün suç işleme amacını taşıması gerektiğini aramışken, iddianame ve gerekçeli karar savcının ve heyetin kendi sübjektif birtakım dini anlayış ve referansları doğrultusunda, müvekkil Adnan Oktar ve çevresindekilerin dine aykırı birtakım davranışlar sergiledikleri (ki bu da tamamen şahsi bir yorumdur, bu konuda sunabildikleri bir uzman görüşü bulunmamaktadır), dine aykırı davrandıkları, bunların da suç konusu olduğu gibi akla ziyan bir iddiayla ortaya çıkmıştır.
PROF. DR. ADEM SÖZÜER VE PROF. DR. MAHMUT KOCA da müvekkilin dosyasında mevcut olan bilimsel görüşlerinde, GEREKÇELİ KARARIN, MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ İNANÇLARINI VE YAŞAM TARZLARINI HEDEF ALAN YAKLAŞIMININ HUKUKİ OLMADIĞINI VE ORTAYA BİR SUÇ ÖRGÜTÜNÜN VARLIĞINI KOYAMADIĞINI şu sözlerle dile getirmektedir:
".. liderinin Mehdi olduğu inancı etrafında şekillenen, toplumdan izole, lüks ve şatafat içinde ve toplumsal normlara aykırı şekilde yaşayan dini esaslara dayalı bir oluşum olduğu kabul edilmiştir. Ancak böyle bir amaç etrafında insanların bir araya gelmesinin toplumun ahlak anlayışı ve genel kabul gören dini esaslara nazaran "sapkın" veya "gayri meşru" olduğu kabul edilse dahi, sırf bu amaç etrafında toplanan insanların "suç işlemek amacıyla" biraraya geldiklerini söylemek güçtür. Zira bir suç örgütünün varlığı için örgütü oluşturan insanların "sapkın ideoloji" etrafında, böyle bir ideolojiyi başkalarına benimsetmek amacıyla bir araya gelmeleri yeterli görülmemektedir. ETRAFINDA TOPLANILAN AMAÇ "KANUNUN SUÇ SAYDIĞI FİİLLERİ İŞLEMEK" OLMALI ve BU AMACA ULAŞMAK İÇİN DE "SOMUT SUÇLAR" İŞLENMELİDİR.
Müvekkil ve arkadaşlarının ceza aldıkları dosyanın tek bir yerinde bile bu somut suçlar ortaya konulamamıştır.
Mütalaada ayrıca, insanların "neye inanıp neye inanmamakta özgür oldukları ve hukuk kurallarının dışına çıkılmadığı sürece bunun düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilerek müsamaha gösterilmesi gerektiği: bunun demokratik toplum olmanın bir gereği olduğu" da belirtmektedirler.
İnsanların neye inanıp neye inanmayacakları kendi sorumluluk alanlarında kalan bir husustur. Bu bağlamda, insanların "Mehdi" olduğuna, onun tüm insanlığı kurtaracak bir kişi olduğuna inanarak bir kişi etrafında toplanmalarını inanç ve örgütlenme özgürlüğü bağlamında değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla "şeyh", "evliya" veya "mehdi" olduğuna inanılan kişi ve bu kişiye inanan cemaatinin, toplumun diğer fertlerini kendi inançları etrafında toplamaya yönelik faaliyetleri de hukuk kurallarının dışına çıkılmadığı sürece demokratik toplumlarda düşünce özgürlüğü kapsamında müsamaha görmektedir.
"... "Adnan Hocacılar" grubunun toplumun barış ve güvenliğini tehdit eden bir yapı olduğunu söyleyebilmek için, grup mensuplarının AMAÇLARINA ULAŞMAYI MÜMKÜN KILACAK HANGİ SOMUT SUÇLARI İŞLEMEK AMACIYLA BİR ARAYA GELDİKLERİNİN TESPİT EDİLMESİ GEREKİR. On yıllardır Türk toplumunda varlığı bilinen ve aşağıda açıklanacağı üzere bugüne kadar çok sayıda haklarında soruşturma ve kovuşturmalar yapılan bu grubun medyaya yansıyan fikir ve yaşantıları dini ve ahlaki bakımdan eleştirilmekle birlikte, söz konusu inanç ve hayat tarzlarını ve bu çerçevede işledikleri fiillerin HUKUKİ BAKIMDAN TOPLUMUN BARIŞ ve GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDER NİTELİKTE OLDUĞUNU TESPİT EDEN KESİNLEŞMİŞ BİR MAHKEME KARARININ BULUNMADIĞI".
da mütalaa içerisinde önemle belirtilmektedir.
Şunu da ifade etmek gerekir ki müvekkilin hiçbir zaman mehdilik iddiası olmadığı gibi çevresindeki arkadaşlarının da kendisini mehdi olarak gördüklerine dair imayla veya açıkça hiçbir beyanları yoktur. Tam tersine tüm duruşmalar boyunca Müvekkili Mehdi olarak gördükleri için değil, imanına, ahlakına, vicdanına güvendikleri ve saygı duydukları için yanında olduklarını beyan etmişlerdir.
2. MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ İNANÇLARINA GÖRE YAŞADIKLARI LEGAL VE MEŞRU OLAĞAN HAYATLARIN HER KESİTİNİN BAŞINA “ÖRGÜTSEL SAİK” İFADESİ EKLENEREK SUÇ GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR
Dava kapsamında sözde "silahlı suç örgütü mensupları" olarak yargılanan 235 sanığın hepsinin ADLİ SİCİL KAYITLARI TERTEMİZDİR. BUGÜNE KADAR HAYATLARINDA TEK BİR SUÇA KARIŞMAMIŞLARDIR. Eş zamanlı yapılan baskınlarda, yaklaşık 120 evde ve onlarca arabada BİR TANE BİLE RUHSATSIZ SİLAHA YA DA BAŞKA BİR SUÇ UNSURUNA VEYA SUÇ DELİLİNE RASTLANMAMIŞTIR. Sanıklar arasında ruhsatlı silahı bulunan kişi sayısı 47’dir. Birbirinden çok farklı zamanlarda DEVLET TARAFINDAN RUHSATI VERİLEN BU SİLAHLARIN HİÇBİRİSİ 40 YIL BOYUNCA HİÇBİR SUÇA KARIŞMADIĞI GİBİ, TEK BİR ADLİ VAKAYA DAHİ KARIŞMAMIŞTIR. ÇOĞU DENEME AMAÇLI BİLE POLİGONDA, VS. KULLANILMAMIŞ OLUP KUTULARINDA DURMAKTADIR. MÜŞTEKİ, TANIK VE ETKİN PİŞMAN BEYANLARININ HİÇBİRİNDE, operasyonda toplanan 70 tabanca 23 av tüfeğinin suç işlemek amacıyla kullanıldıklarına dair BİR İFADE YER ALMAMAKTADIR. Kendisine karşı silah kullanıldığını ifade eden herhangi bir müşteki veya mağdur beyanı BULUNMAMAKTADIR. Bir dönem grupla görüşen ama sonra bağını kesen kişilerin dosya kapsamındaki ifadelerine bakıldığında bu kişiler topluluktan ayrılma gerekçelerini fıkhi, siyasi, ticari faktörlerle izah etmişler, CEZA HUKUKU BAĞLAMINDA SUÇ TEŞKİL EDEBİLECEK HERHANGİ BİR ANLATIMDA BULUNMAMIŞLARDIR.
Bununla birlikte;
Müvekkil ve arkadaşlarının tümüyle doğal, meşru ve legal olan günlük hayatlarının her parçası, art niyetli yorum ve kurgularla ‘suni suçlar üretme amacıyla’ çarpıtılmaya çalışılmıştır. Her birinin hayatı ‘ortak bir kalıba’ sokularak günlük yaşantılarına dair tüm davranışları başına ‘örgütsel tutum’ veya 'örgütsel saik' gibi kalıplar eklenerek sıradan hayatlardan sahte, hayali suçlar üretilmeye çalışılmıştır.
Arkadaş grubu içerisinde, 35-40 yıldır birbirini tanıyan insanların birbirlerine olan sevgileri, birbirlerine yardımcı olmaları, birbirlerini koruyup kollamaları SUÇ EYLEMİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞTİR. Bütün ömürlerini adadıklarını beyan ettikleri Allah yolundaki çabaları, Kuran ahlakına uygun yaşama gayretleri olarak adlandırdıkları inançları da ‘örgüt faaliyeti’ olarak yansıtılmaya çalışılmıştır.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi tüm Türkiye’de de tüm insanlar reşit olduktan sonra kendi istekleri doğrultusunda özgürce ailelerinden ayrı bir ev tutup, ev arkadaşlarıyla birlikte kendi evlerinde yaşayabilirken ve MÜVEKKİLİN ARKADAŞLARININ BİRLİKTE İSTEDİĞİ YERDE KALMA ÖZGÜRLÜĞÜ DAVA DOSYASINA ‘ÖRGÜTSEL BİR SUÇ EYLEMİ’ OLARAK yansıtılmıştır.
Aynı arkadaş çevresi içinde bulunan bu kişilerin İNANÇLARI DOĞRULTUSUNDA YAPTIKLARI HAYIR İŞLERİ, İYİLİK VE YARDIMLAŞMALAR DA sözde ‘örgüte para aktarma’, ‘mali sömürü’ gibi mesnetsiz yorumlamalarla suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Yakınları vefat eden her vatandaş gibi, yargılananların da KENDİLERİNE KALAN VE İSTEDİKLERİ GİBİ KULLANMAKTA ÖZGÜR OLDUKLARI MİRASLARINI NEREYE HARCADIKLARI KONUSU BİLE ‘ÖRGÜTSEL BİR SUÇ İSNADI’ olarak karşılarına çıkartılmış, mahkemede kendilerine ailelerinden kalan mirası nasıl ve nereye harcadıkları dahi sorgulanmıştır.
Yargılananların tümüyle meşru ve legal şirketleri, iş yerleri, sözde ‘örgüt şirketleri ve kara para aklama merkezleri’ olarak lanse edilmek istenmiştir. Tüm ticari işler, şirketler, hatta hiçbir kâr amacı dahi gütmeden reklam dahi almadan yayın yapan A9 TV televizyon kanalı ve İslami eserleri basıp dağıtan yayınevi dahi ‘kara para aklama’ gibi hiçbir hukuki temeli olmayan suç isnatlarıyla karşılaşmıştır. Bu isnatların bir tanesine dahi 7 yıl boyunca somut bir delil gösterilmemiştir.
Dava dosyasında bazı yargılananların, PEK ÇOK TÜRK VATANDAŞI GİBİ ORTAK GAYRI MENKULLER ALMALARI, HİSSELİ OLARAK EV YA DA ARABA SAHİBİ OLMALARI GİBİ TAMAMEN YASAL VE MEŞRU HAKLARI DAHİ, SÖZDE ‘ÖRGÜTSEL EYLEM’ KAPSAMINA SOKULMAYA ÇALIŞILMIŞ ve suç gibi gösterilmek istenmiştir. Bu kişilerin çalışarak kazanıp aldıkları bu ortak mülkler de sözde ‘örgüt malı’ olarak değerlendirilmiştir. Oysa ki, arkadaş grubu içine TEK BAŞINA MAL MÜLK, ARABA VE ŞİRKET SAHİBİ OLAN ÇOK SAYIDA KİŞİ DE VARDIR. Ancak, ortaya atılan mesnetsiz iddiayı çürüteceği için dava dosyasında bunlara yer verilmemiş, özel olarak bazı istisnalar bir araya getilip aleyhte suni bir algı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Müvekkil Adnan Oktar’ın DEVLETİN İZNİYLE VE DENETİMİYLE 40 YILDIR YAYINDA OLAN KİTAPLARI, SİTELERİ VE BELGESELLERİNİN BAŞKA DİLLERE ÇEVİRİLMESİ GÜYA ‘ÖRGÜT PROPAGANDASI’ VE ‘ÖRGÜTÜN YURT DIŞI FAALİYETLERİ’ GİBİ UYDURMA SUÇLAR KAPSAMLARINA sokulmuştur. Devletin halen görevde olan üst düzey bürokratları ve siyasileri ile görüşülmesi, onların ricası ile ülke tanıtımı için yapılan çalışmalar, sözde ‘örgüt propagandası’ olarak yaftalanmıştır.
Türkiye’de akademik kariyer hedefleyen pek çok kişiden farksız olarak, birçok yargılananın üniversite bitirip yüksek lisans veya doktora yapmaları veya ikinci bir üniversite bitirmiş olmaları, sözde ‘askerliğin ertelenmesi için yapılan örgütsel bir tutum olduğu’ şeklindeki akla ziyan iddia ile suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Diğer binlerce vatandaş gibi, kimi yargılananların da legal haklarını kullanarak ‘bedelli askerlikten yararlanmış olmaları', büyük bir art niyetle çarpıtılarak bunun sözde ‘örgütsel talimatla yapıldığı’ iddia edilmiştir. Yargılananlar arasında çok sayıda üniversite, yüksek lisans ve doktora mezunu hatta iki- üç üniversite mezunu kimseler olduğu gibi, az sayıda da üniversitenin belirli bir yılından sonra çeşitli kişisel nedenlerle okuluna devam etmemiş kişiler de vardır. Bu da son derece normal bir durumdur. Bugün sokaktan herhangi 100 kişiyi seçseniz, eğitim durumlarını sorsanız, yine benzer bir tabloyla karşılaşabilirsiniz. Ancak, muhtelif sebeplerle okullarını bırakan bu kişilerin sözde ‘örgüt liderinin talimatıyla okullarını bıraktıkları’, dolayısıyla da ‘eğitim haklarının engellendiği’ iddia edilmiştir.
Hem evli oldukları halde çocukları olmayanlar; hem de evli oldukları için çocuk sahibi olanlar bu davranışlarından dolayı ‘örgütsel talimatla ve örgütsel saikle hareket etmekle’ suçlanmışlardır. Çocuk sahibi olmak da olmamak da hiçbir hukuki kural ve ölçü gözetilmeksizin, akla, mantığa ve izana aykırı biçimde tümüyle keyfi ve maksatlı bir bakış açısıyla 'örgütsel tutum' olarak değerlendirilmiştir.
Yargılananların takip ettiği moda trendleri, beğendikleri ve uyguladıkları makyaj, saç, kaş stilleri, dövme yaptırmaları dahi ‘talimatla ve zorla yaptırılan’ bir çeşit ‘şiddet ve baskı uygulama yöntemi’ olarak akıl, mantık ve hukuk dışı bir suçlamaya konu edilmiştir.
Hasta olan arkadaşına refakat edip hastaneye, doktora götüren kişi hakkında güya ‘örgüt üyelerinin sokağa çıktıklarında örgütten kaçmalarını engellemek için gardiyanlık yaptığı’ şeklinde akıllara durgunluk veren bir ithamda bulunulmuştur. Bu kadar güzel, iyi niyetli ve örnek bir tavırdan dahi, bu kadar art niyetli çıkarımlar yapılarak suni suçlar üretilmeye çalışılıyor olması, müvekkil ve arkadaşları hakkında ortaya atılan tüm iftiraların nasıl bir kumpas çalışmasının ürünü olduğunun en belirgin örneklerindendir.
Bir kişinin yemek yapması, bir kişinin alışveriş yapması, bir kişinin evini temizleyip toplaması, bir kişinin arabayı otoparka park etmesi, bir kişinin bir arkadaşını arabasıyla evine bırakması, bir kişinin A9 TV televizyonu programına katılacak misafirlerle ilgilenmesi gibi günlük hayata dair en doğal davranışlar dahi akıl almaz bir zihniyet içinde, sözde ‘örgütsel görev dağılımı’ olarak tanımlanmıştır. Yargılananların kendi evlerinde, güzel ortamlarda, güzel sofralarda çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşmaları dahi dosyada ‘gençleri lükse özendirme’ gibi akla ziyan bir suçlamaya dönüştürülmüştür.
Burada sadece bir kısmına yer verdiğimiz konular dahi ortada gerçek bir suç örgütü olmadığının anlaşılması için yeterlidir. Dünyanın hiçbir yerinde gerçek suç örgütleri yukarıda sıraladığımız konuların muhatabı olmamaktadır. Gerçek suç örgütlerinin eylemleri çocuk yapmak veya yapmamak, AVM’ye gitmek, mirasını hayır yolunda harcamak, hastalığında arkadaşının yanında olmak, arkadaşının ihtiyacını kollamak değil uyuşturucu ticareti, gasp, kundaklama, cinayet, kumar gibi dehşet veren eylemler olmaktadır.
Müvekkil ve arkadaşlarına bakıldığında bu kişilerin tamamının özgeçmişlerine bakıldığında, bu kişilerin hemen hepsinin toplumun en yüksek sosyal kesiminden geldikleri görülecektir. Bu kişilerin mezun oldukları okullar, Galatasaray Lisesi, Saint Joseph Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Koç Üniversitesi vs gibi Türkiye’nin en gözde eğitim kurumlarıdır. Bu kişilerin hemen hepsi okul ve meslek hayatları boyunca lider ruhlu, aktif kimseler olarak dikkat çekmişlerdir. Böyle bir topluluk ancak arkadaşça ve dostça oluşan bir gönül birliği etrafında biraraya gelebilir ama birer örgüt üyesi haline gelemezler.
Nitekim, daha önce bilgilerinize arz ettiğimiz üzere, aşağıda isimleri bulunun değerli akademisyen ve hukukçuların mütalaalarında da suç örgütü iddiasının mesnetsiz olduğu detaylıca ele alınmıştır.
- Dr. Adem Sözüer
- Dr. İzzet Özgenç
- Dr. Mahmut Koca
- Dr. Osman Can
- Zeki Aslan (Yargıtay 8. Dairesi Onursal Başkanı)
- Ali Turhan (Yargıtay 6. Ceza Dairesi Onursal Üyesi)
- Osman Yaşar (Yargıtay 4. Ceza Dairesi Onursal Başkanı)
- Dr. Ahmet Gökçen, (müdafi olarak)
- Dr. Ümit Kocasakal, (müdafi olarak)
gibi aralarında Yargıtay Ceza Dairelerinin Onursal Başkanları ile Güzide Üniversitelerin Ceza Hukuku Profesörleri ve ülkemizin en tanınmış Ceza Hukukçularının bulunduğu çok sayıda hukukçu, “BİR SUÇ ÖRGÜTÜNDEN BAHSEDİLEMEYECEĞİ, ORTADA BİR SUÇ ÖRGÜTÜ DEĞİL LEGAL BİR SİVİL TOPLUM YAPILANMASI BULUNDUĞU” konusunda görüş birliği içerisindedirler.
Saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 22.11.2024