Yeni Şafak Gazetesi, Kuran’a Göre Kendi Aleyhlerine Olsa Dahi Adil ve Dürüst Olmak Zorundadır

Yeni Şafak ve sağ basın olarak bilinen yayın kuruluşları Adnan Oktar’ın her zaman şefkat, saygı, koruyuculuk ve kardeşlik duygularıyla yaklaştığı kurumlar olmuştur. Ancak, Adnan Oktar ve arkadaşlarına 2018 yılında düzenlenen operasyondan bu yana Yeni Şafak gazetesi adil, tarafsız ve dürüst bir üslup yerine sansasyonel, doğrulara yer vermeyen, hakkaniyetten uzak bir tutum ve üslubu tercih etmiştir. Benzer bir üslubu 7 Ağustos 2024 tarihli “İki Adnancı Yunanistan’a Kaçarken Paket” manşetinde de kullanmıştır. Adnan Oktar Davası dosyasıyla ilgili hiçbir belgeye ve bilgiye sahip olmadıklarının açıkça görüldüğü bu manşet, gerçeklerden uzak olduğu kadar bir basın kuruluşundan beklenen asgari nezaket ve hakkaniyete de uygun değildir.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki Yunanistan sınırında yakalanan kişiler Adnan Oktar’ın arkadaşları değillerdir. 2018’deki operasyon sonrasında oluşturulan baskı ve dehşet ortamı sebebiyle korkuya kapılmış, gelecek korkusunu vefadan, sadakatten en önemlisi de dürüstlükten üstün görmüş, göz göre göre arkadaşlarına iftira atabilecek bir yola tevessül etmiş ve etkin pişman olmayı seçmiş kişilerdir. Onların söyledikleri yalanların da katkısıyla 30 yıllık arkadaşları -içlerinde ölümcül hastalıkları olanlar da dahil- cezaevlerinin izbe, küflü koğuşlarında 10 biner yıllık haksız ve hukuksuz cezalarla ölüme terk edilirken kendileri hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarına devam etmişlerdir. 11 Temmuz 2024 tarihinde Yargıtay 1 Ceza Dairesinin hukukun ve kanunların tüm kriterlerine aykırı olan onama kararı sonrasında da korkudan öz vatanlarını dahi terk edecek kadar kendileri adına utanç verici bir çizgiye gelmişlerdir.

Gerçi benzer bir endişe duygusunun Yeni Şafak üzerinde de etkisi olduğu görülmektedir.Aksi takdirde; kendisinin dindar olduğunu iddia eden, geçmişte bizzat kendileri birçok iftiraya maruz kalmış, Adil Serdar Saçan yönetimindeki İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesinde sahipleri işkence görmüş bir gazetenin, kendilerine işkence yaptığı için hakkında şikayetçi oldukları Adil Serdar Saçan’ı savunmasını, Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında bir dizi yalanı yalan olduğunu bile bile yayınlamasını, söz konusu Adnan Oktar olduğunda sol görüşün en radikal isimleriyle yanyana gelmesini, bir de üstüne “kraldan çok kralcı” izlenimi uyandıran “paketlendiler” gibi bir üslubu tercih etmesini açıklamak mümkün değildir.

Yeni Şafak gazetesinin sahipleri iftiralara ve baskılara maruz kaldığında ise Adnan Oktar inancının gereği olarak;

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi, 6)

“… ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (Hucurat Suresi, 9)

Ayetlerinin hükmüne uymuş, bizzat şahit olmadığı hiçbir aleyhte söze, olaya, söylentiye itibar etmemiştir. Adaletten ayrılmamıştır. Dahası, örneğin 28 Şubat dönemi gibi tankların sokaklarda yürütüldüğü bir dönemde, kendisi de sonrasında bir kumpas dosyasının sanığı olduğu ve tutuklandığı halde, bir kenardan sessizce olayları izlemekle de yetinmemiştir. Söz konusu dönemde birçok cemaat liderinin yurt dışına çıktığı da bilinmektedir. Adnan Oktar o koşullar altında dahi Yeni Şafak başta olmak üzere tüm dindar camiaların haklarını açıkça savunmuş ve koruyucu olmuştur.

Adnan Oktar, Allah’ın Kuran’da müminlerin özellikle baskı, zor, maddi ve manevi kayıp riski altındaki tutumlarının onların gerçek karakterini ortaya koyduğunu bildirdiğine inanmaktadır. Türkiye’nin yaklaşık son 10 yıldır içinden geçtiği dönem belki de Cumhuriyet tarihinin en zorlu, en karmaşık ve karanlık ilişkiler ağının kurulduğu dönemlerinden biri olmuşturÖyle ki Hazine ve Maliye Bakanlığı yapmış Sayın Berat Albayrak dahi bu dönemi “at izi it izine karıştı” diye tanımlamıştır. Derin devletin baskısı ülkenin adaletten sağlığa basından günlük sokak yaşantısına kadar her alanda buram buram görülmektedir. Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti bu dönemi de hayırla ve kazançla aşacaktır. Ancak şu da açıktır ki bu dönem herkesin kişiliğinin, karakterinin, samimiyetinin açığa çıktığı bir dönem olarak tarihe geçmiştir ve geçmektedir.

Adnan Oktar, Yeni Şafak gazetesine yakışanın böyle zorlu dönemlerde Allah’ın Kuran’da farz kıldığı ölçülerden taviz vermemek olduğunu düşünmektedir.

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Ayrıca Yeni Şafak da tüm Türkiye gibi gayet iyi bilmektedir ki; Adnan Oktar ve arkadaşlarının; İslam’ın aydınlık yüzünü temsil etmekteki kararlılıkları,

Darwinizm ve materyalizmi akıl ve bilimle yerle bir etmeleri,

Dinsizliğin tüm batıl fikri “silahlarını” etkisiz hale getirmeleri,

Modern ve aydın kesime hitap etme yetenekleri olmasa bin yıl sürecek denilen 28 Şubat zihniyetinin gerçekten de bin yıl sürmesi ve sağ kesimi inanılmaz bir şekilde ezmesi kaçınılmaz bir durumdu.

Adnan Oktar’ın sağ camianın ve mevcut hükümetin fikri alt zeminini çok sağlam bir şekilde inşa ettiği, bazı kesimlerdeki dine ve dindarlara karşı katı tahammülsüzlüğü ortadan kaldırdığı, hatta dindarlara ve dine sempati duymalarına sebep olduğu, milli şuura ve imani bilince sahip bir nesil yetişmesini sağladığı sağın ve solun en önde gelen isimleri tarafından da bilinmekte ve açıkça söylenmektedir.

Örneğin Bediüzzaman Said Nursi’nin 12 mutlak vekilinden biri olan Mustafa Sungur bu gerçeği Adnan Oktar’a; “Seddi Zulkarneyn oldun seni aşıp bize gelemiyorlar”, “Mazi de müstakbel de seni alkışlıyor” sözleriyle ifade ederken, Doğu Perinçek ise "Bütün Anadolu'yu gezdiler Adnan Hoca'nın talebeleri. AK Parti'nin felsefi zeminini hazırladılar. AK Parti de iktidar oldu ondan sonra" diyerek ortaya koymaktadır. Doğu Perinçek’in de açıkça gördüğü ve vurguladığı üzere, felsefi zemini olmayan bir hükümet iktidar olamaz. Adnan Oktar dine karşı solun felsefi zeminini yok etmiş ve sağın da felsefesini sapasağlam bir zemin üzerine oturtmuştur.

Şimdi Yeni Şafak da, diğer tüm dindar camia, vakıflar, basın gibi bizzat Adnan Oktar’ın ilmi çalışmalarının, fedakarlığının, azminin ve kararlılığının eseri olan bu felsefi zeminin üzerinde ayakta durmaktadır. Adnan Oktar’ın vesile olduğu felsefi zemin üzerinde güç kazanmış oldukları gerçeğini göz ardı ederek, -belli ki bazı dayatmalar ve mecburiyetler sebebiyle- kendince Adnan Oktar’ı ezmeye çalışmaktadır.

Bu tutumun kendi bindiği dalı kesmek olduğunu da fark edememektedir. Muhtemeldir ki bu durum, elde ettiklerini düşündükleri gücün etkisiyle ferasetli değerlendirme yapma, ileriyi görme, İslam’ın ve Müslümanların menfaatine göre düşünme yeteneklerinin olumsuz etkilenmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Adnan Oktar’ın de dikkat çektiği üzere, Allah’ın sonsuz güç ve kudreti, her şeyin hakiminin ve hüküm vereninin Allah olduğunun unutulduğu durumlarda gücün yanıltıcı etkisi olduğu bilinen bir sosyolojik gerçektir. Oysa gücü ayakta tutan adalet ve dürüstlüktür. Adnan Oktar’ın vesile olduğu zemini, adaletten, haktan ve doğruluktan uzaklaşarak kendi kişisel çıkarlarına göre kullanmaya kalkışanların bu ahlaka ve vicdana uygun olmayan tavırlarının Allah Katında ve kanunlar karşısında bir karşılığı olacağını unutmamaları gerekir. Adnan Oktar, Allah’ın tüm iman edenleri Kendini ve Kendisinin istediği ahlakı unutmamak konusunda uyardığını hatırlatmaktadır:

Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar haktan ayrılmışlardır. (Haşr, 19)

Yeni Şafak camiasının da Allah’ın bu hükmüne titizlik göstermesi önemlidir.

Ayrıca Yeni Şafak’a şunu da hatırlatmak gerekir ki, Adnan Oktar’ın gerçek arkadaşları, bazıları gibi “rüzgarın estiği yanda durmazsak bizi de ezerler” diye duruma göre hal almamışlardır. Adnan Oktar’ın arkadaşları, Yeni Şafak gibi sağ camiadan bazı gazetelerin amansız karalamalarının katkısıyla oluşan linç ve yok etme operasyonunda pek çok gayri insani ve hukuki muameleye maruz kalmalarına rağmen hiçbir zaman hiçbir zorluktan kaçmamışlardır. Öyle ki İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1 Ceza Dairesi’nin 15.03.2022 tarih ve 2021/696 E, 2022/258 K. numaralı bozma kararıyla yöneticilikle isnat edilenler dışında tüm sanıklar tahliye olduktan sonra haklarında hukuka aykırı olarak yeniden tutuklama kararı çıktığında dahi, tamamı haklarında 40 ila 350 yıl arası ceza kararları olan bu kişilerin hiçbiri saklanmamış, kaçmamış, yurt dışına çıkmaya çalışmamış Yargı’nın kararına saygıyla uyup kendi istekleriyle Emniyete ve Adliyeye giderek teslim olup yeniden cezaevine dönmüşlerdir.

Saygılarımla kamuoyunun bilgilerine arz ederim

Daha yeni Daha eski