Aydın Olduğu İddiasında Olan İnsanların Düşünüp Sorgulamadan Önlerine Konulana İnanmaları ve Yaygaraya Dahil Olmaları Toplumsal Bir Sorundur

Müge İplikçi Medyscope’ta gerçekleştirdiği 9 Ağustos 2024 tarihli yayınına eski polis memuru Furkan Sezer ve gazeteci İpek Özbey’i konuk etmiş, Adnan Oktar hakkında gerçekle ilgisi olmayan iddialara yer vermiştir. Müge İplikçi Hanım demokrat, aydın, evrensel haklara saygılı olduğunu düşündüğümüz bir yazardır. Ancak yayın esnasında, adı geçen konukların hukuku, vicdanı ve adaleti yani evrensel ahlaki değerleri savunan her insanın tepki göstereceği bir takım üslup ve yorumlarına şaşırtıcı bir şekilde göz yummuştur.

Yayında yer verilen gerçek dışı anlatımların doğrusu hakkında kendisini bilgilendirmeye geçmeden önce Müge İplikçi hanıma bazı sorular sormak isteriz:

  • Gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla hukuka ve insan haklarına önem veren bir yazar olarak kendisi için adalet, hak ve hukuk sadece kendisiyle aynı inanç ve ideolojiden insanlar için mi geçerli olmalıdır?
  • Örneğin söz konusu olan Adnan Oktar değil de eşi Ruşen Çakır olsaydı, Ruşen bey düşündükleri, inandıkları ve yaşam tarzı sebebiyle tutuklanmış olsaydı ve kendisine karşı görüşten olanlar tarafından amansızca linç edilip karalanmaya çalışılsaydı, hakkında yapılan binlerce yayında bir kez bile Ruşen Çakır’a veya akrabalarına söz hakkı verilmese kendisinin tepkisi ne olurdu?
  • Ruşen Çakır hakkında yayın yapıp yorumda bulunanların kendisinin dosyasını doğrudan okumadan, hiç bilgi sahibi olmadıkları konularda, sadece karşı taraf öyle söylüyor diye bunu tartışılmaz bir gerçekmiş gibi halka aktardıklarını görse ne düşünürdü?
  • Ruşen Çakır’a operasyon yapan bir devlet memuru görevinden ayrıldıktan sonra da Ruşen Çakır’la uğraşmaya devam etse, hatta artık devlet memurluğu görevi olmadığı halde Ruşen Çakır’ın bulunduğu cezaevinin müdürüyle görüşse ve Ruşen Çakır’a kanunun tanıdığı hakların tanınmaması için telkinde bulunsa bunu nasıl karşılardı?
  • Üstelik bu eski devlet memuru böylesine bir hukuksuzluğu kamuya açık bir yayında kendince övüne övüne anlatsa, bu hukuksuzluğu kendi programında anlattırmakla yetinmeyip bir de destekleyen sunucu hakkında Müge İplikçi ne düşünürdü?

Görüldüğü gibi Müge Hanım’ın belki de farkında olmayarak yayınında destek verdiği sistem, kendisiyle aynı dünya görüşüne sahip olanların mağduriyetine sebep olmuştur. Kendisinin bizzat karşı olduğunu açıkladığı karanlık yapılanmaların on yıllardır bilinen ve alışılageldik uygulamalarıdır. Maddiyat karşılığı sahte gizli tanıklar ve müştekiler tutulduğunda, özel oluşturulmuş hakim heyetleriyle yargılamalar yapıldığında, AYM kararları hiçe sayıldığında, hukuki kararlar veren hakimler linç edilip görevlerinden uzaklaştırıldığında, masumiyet karinesi ihlal edildiğinde, zorlama komplo teorileriyle halkın mantık dışı şeylere inanması için propaganda yapıldığında, kanunen tanınmış tüm haklar hiçe sayıldığında, hiçbir hukuki vasfı olmayan insanlar hakimlere, savcılara, cezaevi müdürlerine, barolara dayatma yapıp aba altından sopa gösterdiklerinde “adalet nerede?”, “bunlara nasıl göz yumulur?” diyenlerin, bunların tamamı ve daha fazlası Adnan Oktar’a yapıldığında “daha da yok mu?” demeleri vicdanları en ağır şekilde yaralamaktadır. Müge Hanım’ın yazar kimliğine ve “adaletten yana” olduğunu vurgulayan duruşuna tüm Türkiye’nin gözlerinin önünde Adnan Oktar’ın öldürülmesi gerektiğini söyleyip, bunun cezaevinde nasıl yapılacağının da yol ve yöntemini gösteren kişilere destek olması kanaatimizce yakışmamıştır.

Müge Hanım’ın yayınında farkına varmadan bu zihniyeti desteklediğinde aslında tüm türevlerini de desteklemiş olacağını muhtemelen düşünmemiştir. Oysa, Türkiye’nin yakın tarihinde onlarca örneği olan fail-i meçhullerin gizli failleri ve destekçilerinin çirkin özgüvenleri de bir şekilde basından ve sosyal medyadan aldıkları destekle güç bulmaktadır. Müge Hanım’ın bu ve benzeri zihniyetleri desteklemekten bundan sonra imtina edeceğine güvenimiz tamdır.

Müge İplikçi Hanım’ın Adnan Oktar’ın dosyası hakkındaki bilgisizliğinden istifade edilerek bir takım gerçek dışı bilgilere yer verildiğini düşündüğümüz konuların cevapları ise şöyledir:

  1. İpek Özbey gerek bu yayında gerekse daha önce hem kendi programlarında hem de katıldığı röportaj ve programlarda sık sık Adnan Oktar’ın arkadaşlarını 90’lı yıllardan beridir uzaktan tanıdığını vurgulamaktadır. Ada’da, Bebek’te, The Marmara’da özetle Adnan Oktar ve arkadaşları neredeyse peşleri sıra onların ardında olduğunu anlatmaktadır. Bu ısrarlı vurgusu, SÜREKLİ ÇEVRESİNDE DOLAŞTIĞI AMA BİR TÜRLÜ DAHİL OLAMADIĞIarkadaş grubunun bilinçaltında güçlü bir yer bıraktığını göstermektedir. Bu “dahil olamama” hikayesine ilginç bir şekilde her katıldığı programda yeni bir detay eklemektedir. Bu yeni detayların daha çok sansasyon uyandırmak bu yolla da gelir elde etmeyi umduğu kitabına ilgi çekmek amacı taşıdığı görülmektedir. Programda dile getirdiği intihar iddiası da Adnan Oktar’a yönelik operasyonun ilk günlerinde basında gündeme gelen onlarca yalan ve iftiralardan biridir. Sonrasında -gerçek hayatta böyle bir olay hiç yaşanmamış olduğundan- ne emniyet sorgusunda ne iddianamede ne de yargılamada bahsi dahi geçmemiştir. Heybeli Ada’da yazlığı bulunan bir ailenin maddi imkanları, sosyal statüsü, özgüven ve girişkenlik boyutu düşünüldüğünde gerçekten bu intiharla Adnan Oktar’ın ilişkisi olduğuna ihtimal verseler muhakkak bunun hukuki takibini yapacakları açıktır. Ancak bugüne kadar bir kez bile Adnan Oktar hakkında böyle bir şikayette bulunan olmamıştır. İpek Özbey’in unutulmuş bir yalanı yeniden gündeme taşıyarak yaldızlaması bunun bir yalan olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Dikkat çekmek amacıyla bu ve benzeri yalanların gündeme gelmesi baştan sonra kurgu olan bir kitabın pazarlama stratejisinden ibarettir.
  2. Eski bir polis memuru olan Furkan Sezer programda, Adnan Oktar’a özgürlüğünden mahrum bırakılan herhangi biri gibi davranılmaması, insan haklarının gerektirdiği, her mahkumun sahip olduğu asgari haklardan Adnan Oktar’ın mümkün olduğunca yararlandırılmaması gerektiği hakkında CEZAEVİ YETKİLİLERİYLE GÖRÜŞMELER YAPTIKLARINI açıklamıştır. Güya Adnan Oktar’ın Erzurum Dumlu Cezaevinde bazı imkanlara sahip olduğunu iddia ederek, Van’a sevk edilmesini sağladıklarını, Van Yüksek Güvenlikli Cezaevinde ise kendisine “farklı” davranılmasının sağlanması için Cezaevi yetkilileri ile görüştüklerini söylemiştir. Müge İplikçi’nin, POLİSLİK MESLEĞİNDEN İHRAÇ OLMUŞ BİRİNİN HANGİ VASIFLA VE NE ŞEKİLDE VAN CEZAEVİ YETKİLİLERİ İLE MÜVEKKİLİN CEZAEVİ ŞARTLARI HAKKINDA GÖRÜŞME YAPABİLDİĞİNİ sorgulaması gerekirken bu yasa dışı girişimi olağan karşılaması şaşırtıcıdır. Müge Hanım, muhtemelen karşısındaki eski polis memurunun, katıldığı diğer programlarda Adnan Oktar’ın cezaevinde öldürülmesi gerektiğini dile getirebilen, cinayete teşviği marifetmiş gibi anlatabilen bir insan olduğunun farkında değildir. Oysa Furkan Sezer, Özkan Mamati (Deniz), Eser Çömlekçioğlu (Keleş), Fırat Develioğlu gibi kişilerin katıldıkları yayınlarda, “CEZAEVİNDE DE CANINA KAST EDİLMEDİĞİ SÜRECE yıllarca hayatını idame ettirebilir huzurlu bir şekilde”, “bu örgüt… (Adnan Oktar) ÖLDÜĞÜ ZAMAN BİTER,ÖLMEDİKÇE DE BİTMEZ”“(ADNAN OKTAR’I ÖLDÜRMEYİ) BUNU YAPMAYI ÇOK İSTERDİM, İSTEDİM DE ÖRGÜT İÇİNDE. Çünkü o zamanki ruh halimle BU İNSANI GERÇEKTEN YOK ETMEK İSTİYORDUM ama olmadı”, “BİR DELİKANLI AYNI KOĞUŞA DÜŞER İNŞAALLAH ADNAN OKTAR’LA DİYORUM. HİÇ Mİ O KOĞUŞLARDA BİR DELİKANLI TÜRK ÇOCUĞU KALMAMIŞ DİYE SORUYORUM… BÖYLE YAPAN ADAMLARA ÇAKACAK HEMEN DEVLET, ONDAN SONRA GÖRECEK İÇERİDE. Bir de ben de anlamıyorum abi. Ne adamlar bu cezaevine düşer, NE BİLEYİM KENDİLERİNİ ASIYORLAR, AYAKLARI KAYIYOR DÜŞÜYOR”, “veya İMHA EDİLMESİ, İTLAF EDİLMESİ GEREKİR..”, “çıkarlarsa 24 saat içinde örgütü toplarlar ama SAAT HEPSİ PARAMPARÇA EDİLİR, HEPSİ ÖLDÜRÜLÜR” gibi canice cümleler sarf edilmektedir. Müge Hanım’ın kendisi, eşi veya sevdikleri hakkında bu cümlelerin bir benzerinin hatta binde birinin bile bir kurulması durumunda ne hissedeceğini düşünecek ve karanlık yapıların bu tip oyunlarından uzak duracak bir vicdana sahip olduğu kanaatindeyiz.
  3. Programda uzun uzun anlatılan “AVM’de genç kız avlamak” hikayesinin mantıksızlığı ise, üzerinde çok değil bir iki dakika düşünülse dahi görülebilir niteliktedir. Her şeyden önce bu kurguyu anlatanların kadınlar ve genç kızlarla “av” kelimesini bir arada kullanmaktan utanmaması ibret vericidir. Adnan Oktar ve arkadaşları hiçbir zaman bir kadını “av” olarak nitelendirmemiş, böyle bir kelimeyi kullanmayı tahayyül dahi etmemişlerdir. Ayrıca Müge Hanım’ın kendisine anlatılanı sorgusuz sualsiz kabul etmek yerine şu hususları sorgulamış olsa gerçeğe ulaşma ihtimali de olacaktır:
    • Toplumun elit olarak nitelendirilebilecek kesiminden olan, kolejlerde ve en iyi üniversitelerde eğitim görmüş, en az iki yabancı dil bilen, meslek sahibi, varlıklı ve fiziki olarak da son derece düzgün erkeklerin güya ‘kadın bulmak’ için neden AVM’lere gitmek gibi bir ihtiyaçları olsun?
    • Sözde AVM’lerde ‘pusuya düşürülen’ bu kadınların nasıl bir vasıfları var ki kendilerini güya elde edebilmek için bunca emek verilsin?Her gün işe, okula, çarşıya, pazara giden ve kimsenin dikkatini çekmeyen, sıradan tüm halkın girip çıktığı AVM’lerde dolaşan bu kadınlar neden Adnan Oktar ve arkadaşlarıiçin önemli olsun?
    • Türkiye’de bir erkeğin kadın arkadaş edinmesi bu kadar zor ve emek isteyen bir şey midir ki bunun için bunca kapsamlı, organize, ‘örgütlü’ bir hareket gereksin?
    • Bir erkek bir kadınla arkadaşlık kurmak istediğinde hatta bir gecelik ilişki yaşamak istediğinde dahi bunu herhangi bir sosyal medya mecrasından çok daha kolaylıkla yapabilecekken neden konvoylar halinde onlarca araçla AVM’lere gidilmesi, kapı kapı dolaşılması gereksin?
  4. Bu sorular daha da arttırılabilir ama Müge Hanım’ın dikkatinden kaçan çok önemli bir husus daha vardır. İddiaya göre güya bu kadınlar dini telkinle, yani dinen anal ilişkiye girmenin sevap olduğu kendilerine söylenerek cinsel saldırıya rıza göstermişlerdir. Bu dosyada cinsel saldırı da dini telkin de asla olmamakla birlikte doğru olan bir husus varsa o da kadınların yaşadıkları her şeye rızalarının olduğudur.Nitekim İstanbul Bölge Adliye Mahkemesinin 15.03.2022 tarih ve 2021/696 E, 2022/258 K. numaralı bozma kararı da yüzlerce delille bu rızayı ortaya koymuştur.
  5. Müge hanım dosyadaki müşteki beyanlarını okumuş olsa bahse konu kadınların kendilerine dini kitap verildiğinde çöpe attıklarını söyledikleri, namaz vakitleri konusunda bir anlatım yapıldığında bunu sorguladıklarını ve inanmadıklarını anlattıkları gibi çok sayıda örnek görecektir. Bu durumda namaz kılmak için kendisine yapılan dini telkine itibar etmeyen ama anal seks için yapılan sözde dini telkini hemen kabullenen hayali bir model ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bu kızların hiçbiri köy yerinde yaşayan okuması yazması olmayan kendisine anlatılan bir şeyin doğruluğunu araştırma imkanı da bulunmayan kişiler değillerdir. Hepsi İstanbul’da yaşamaktadır. Avukat, doktor, hemşire, reklamcı, gazeteci, mimar gibi meslek sahipleridir. Haklarını aramayı bilen, ellerinin altında internet bulunan, sosyal insanlardır. Diğer yandan, bir kadını anal ilişkiye ikna etmek için -hiçbir şekilde tasvip etmemekle birlikte- mantıken belki birileri modernlik, çağdaşlık, sınırsız cinsel özgürlük, din dışı, ateist, materyalist, Darwinist vb. türden telkin yöntemleri deneyebilir. Ancak, hemen bütün dini kaynaklarda yasaklanan, kınanan, çirkin görülen anal ilişkiye bir kadını ikna etmede dini telkine başvurmak, olabilecek en etkisiz, en faydasız, en anlamsız, en akla gelmeyecek, hatta tam ters tepecek yöntemdir. Sırf şu tarz basit muhakemeleri yapabilmek dahi dava dosyasının ne derece akla ziyan çelişki ve tutarsızlıklarla, "nasılsa kimse peşine düşmez" rahatlık ve pervasızlığıyla, üstün körü kurgulanmış mantık dışı iftira senaryolarıyla dolu olduğunu görmek için yeterlidir.
  6. Bu dosyada sorulması gereken bir önemli soru da bu kadınların neden Adli Tıp Kurumuna muayeneye götürülmedikleridir. Tüm cinsel saldırı davalarının olmazsa olmazı olan ATK raporu bu dosyada alınmamıştır. Çünkü ATK’na gönderilen ilk 3-4 kıza verilen raporlar ortada cinsel bir saldırı olmadığını bilimsel olarak kanıtlamıştır. Bunun üzerine, apar topar kızların ATK’na gönderilmesi durdurulmuştur. Müşteki avukatlarının bu cinsel saldırıların güya zamana yayıldığı, ATK tarafından tespit edilemeyeceği iddiası da geçersizdir. Çünkü bizzat kendilerinin iddiası bu kızlara yıllar boyunca yüzlerce defa anal yoldan zorla saldırıda bulunulduğudur. Bu tür kronik anal tecavüzlere maruz kalan bir kadının aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bedeninde bunun kalıcı tahribat ve izlerinin kalacağı bilimsel makalelerde açıklanan bir gerçektir. Dolayısıyla, gerçekten iddia ettiği gibi kronik, uzun yıllara yayılan anal tecavüzlere uğrayan bir kadının anatomisinde bu deformasyonların ATK muayenesinde tespit edilememesi imkansızdır, tıp kurallarına aykırıdır.
  7. Burada sadece birkaç örnekle gerçek mahiyetini izah ettiğimiz dosyada ise dava sürecinde yüzlerce delil ve belgeyle defalarca ispat ettiğimiz gibi “cinsel saldırılar, mağdur edilen kadınlar, eziyete uğramış genç kızlar, esir tutulanlar” hikayelerinin gerçek hayatta hiçbir yeri yoktur. İşte bu sebeple de gerçek cinsel saldırının, eziyetin, işkencenin, esaretin nasıl olduğunu bilen Kadın Örgütleri bu dosyanın kurgu olduğunu hemen anlamış, 6 yıldan bu yana dosyadaki SAHTE mağdurlara sahip çıkmayı gerekli gören bir tutum sergilememiştir. Aile Bakanlığı dahi yer yerinden oynamasına rağmen operasyonun yapıldığı 2018’den dosyanın ikinci kez yerel mahkemeye gelip kararın açıklanmasına birkaç gün kalan 2022’nin Kasım ayına kadar dosyaya müdahil olmamıştır. Derin devlet baskısı olmasa da muhtemelen hiçbir zaman müdahil olmayacaktır.
  8. Kadın örgütleri ve Aile Bakanlığı bir yana bu sözde mağdur kızların aileleri dahi davanın hiçbir safhasında çocuklarının yanında durmamışlardır. Onlarca genç kadının bir tekinin bile ailesi ne savcılıktan emniyetten yardım istemiş ne de duruşmalara katılmışlardır. Evladı gerçekten saldırıya uğrayan bir anne babanın sessiz kalması tahayyül dahi edilemezken, davanın husumetli müştekisi Fırat Develioğlu ise Mahkeme huzurunda kızının da güya cinsel saldırıya uğraması nedeniyle değil de ticareti bozulduğu için şikayetçi olduğunu söylemiştir. Sözde tecavüze uğrayıp hayatının karardığını iddia eden kızı Dilara Aktunç (Develioğlu) mahkemedeki ifade sırasında sanık avukatlarına dönüp, ‘yok mu popo elleme sorusu’ diyecek bir rahatlık gösterirken babası Fırat Develioğlu da kanal kanal dolaşıp ‘bu operasyon benim başarım’ demeyi kızının sözde tecavüze uğramasından daha mühim görmektedir. Çünkü hedef kızı veya başka kadınları kurtarmak ya da haklarını aramak değil, kendi öz kızına hasımlarına tecavüz iftirası attırmak, onun iffet ve namusunu ayaklar altına almak, toplum içinde küçük düşürmek pahasına dahi olsa Adnan Oktar ve arkadaşlarının uydurma suçlarla mahkum edilmesini, binlerce yıllık cezalar almalarını sağlamaktır.
  9. Kamuoyuna yansıyan Elvan Koçak isimli sözde acılı baba dışında evlatlarının “peşine düşen” hiçbir aile yoktur. Elvan Koçak ise “kızlarının peşine düşmesin”deki motivasyonunu 02.07.2024 tarihli Kanal D’deki “Neler Oluyor Hayatta” programında özetlemiştir. Eşi kendisini boşadıktan sonra beş parasız kaldığını, sonrasında kızlarının Adnan Oktar ile görüştüğünü duyunca kendisine yeni bir gelir kapısının açıldığını, kanal kanal dolaşarak kendisinden istenen konuşmaları yapması karşılığında da Özkan Mamati (Deniz)’den ‘EKONOMİK DESTEK GÖRDÜĞÜNÜ’ yani bu işten para kazandığını anlatmıştır.
  10. Furkan Sezer ve İpek Özbey’ın yakındıkları konulardan biri de Diyanet’in Adnan Oktar aleyhine resmi bir açıklama yapmaktan kaçınmış olmasıdır. Bir polis memurunun daha dosya soruşturma aşamasındayken Devletin bir kurumunu arayarak “bunlar aleyhine açıklama yapın” baskısında bulunup kamuoyu algısı oluşturma girişimindeki hukuksuzluğunu izah etmeye gerek dahi yoktur. Çarpıcı olan Müge İplikçi’nin bu hukuksuz girişimi olağan görmesidir. Diyanet de aslında Adnan Oktar’ın savunduğu Kuran Müslümanlığının doğru olduğunu, sonradan uydurulmuş hadislere dayalı sevgisiz, katı, kadınları ikinci sınıf gören İslam anlayışının Müslümanlara en büyük zararı verdiğinin farkında olduğundan açıklama yapmaktan kaçınmıştır.
  11. Adnan Oktar’ın da Mahkeme savunmalarında izah ettiği üzere; bugün Türkiye’de “modern, Kuran’a dayalı, aydın İslam anlayışı mı bağnazlık mı tercih edilecek” yol ayrımı vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri ve Devlet aklı Kuran Müslümanlığını savunmakla birlikte, İngiliz derin devletinin bazı grupları kullanarak Türkiye’yi bağnazlık bataklığına çekmek istediği de ortadadır. Zira Ortadoğu ve İslam coğrafyasında, Müslümanları kontrol altında tutmanın, birbirine kırdırmanın, birlik olmalarını ve güçlenmelerini engellemenin, Batıda İslamofobi'yi kışkırtmanın en etkili yolu Kuran dışı bağnazlıktan geçmektedir.Afganistan, Irak, Suriye, Libya, İran’da denenmiş ve başarıya ulaşmış bu yöntem Türkiye’de de uygulanmak istenmektedir. Bu projeye engel olabilecek en etkili isimlerden biri olan Adnan Oktar da bu sebeple akıl almaz iftiralar, haksız ve hukuksuz ceza kararlarıyla bertaraf edilmeye çalışılmaktadır.
  12. Programda gündeme gelen yalanlardan biri de Adnan Oktar’ın elinde güya şantaj kasetleri olduğu bu sebeple de kimsenin Adnan Oktar’ın arkadaş grubundan ayrılamadığıdır. Nedense bir şehir efsanesine dönüşmüş bu şantaj kasetleri hakkında tek bir gazetecinin bile, “madem öyle yayınlayın”, “gösterin” demek aklına gelmemektedir. İnsanların özel hayatına dair herhangi bir görüntü kaydı yapılmışsa bunun bir şekilde mutlaka yayınlandığı bu ülkedeki herkes tarafından gayet iyi bilinmektedir. Konu Adnan Oktar ve yargılandığı dosya olduğunda ise herhangi bir şantaj kasedinin “k”sı bile olsa manşetlerden inmeyeceği de açıktır. Ve eğer gerçekten bir tane bile şantaj kaseti olsa ne belgesel çekmekle, ne dizi senaryoları yazmakla, ne kanal kanal gezmekle uğraşmalarına gerek kalmayacağı da ortadadır. Ancak hiç kimseye karşı hiçbir şantaj kasedi olmadığından daha önce A9TV’nin RTÜK için tuttuğu yayın kopyaları şantaj kasetleri ile geçirildi diye haber yapılmıştır. Bu defa ise her müstakil evin bahçesinde olan güvenlik kameraları ve güvenlik takip ekranları şantaj aracı olarak yansıtılmıştır. Adnan Oktar’ın misafir olarak bulunduğu evin geniş bir arazide olması sebebiyle çok sayıda güvenlik kamerası ile güvenliğinin sağlandığı bilinmektedir. Her güvenlik kamerasının aldığı görüntünün bir ekrandan takip edildiği ise sıradan bir vatandaşın bile bildiği bir gerçektir. Furkan Sezer gibi bir zamanlar mali şube müdürlüğü yapmış bir polisin bunların güvenlik kamerası ekranı olduğunu bilmemesine de imkan yoktur.Buna rağmen güvenlik kamerası ekranını şantaj odası, kayıt odası diye lanse edecek derecede acze düşmek ise bu dosyada aslında hiçbir suç ve suç unsuru olmadığını için için bilmenin yarattığı paniğin neticesidir.
  13. Furkan Sezer ve İpek Özbey’in sık sık yaptıkları “bu örgütten kimse ayrılamaz, ayrılamamış” vurgusu da gerçeklerle örtüşmemektedir. İpek Özbey’in “daha önce ayrılan arkadaşım” diye anlattığı hikayede olduğu gibi Adnan Oktar’ın 40 yılı aşkındır devam eden ilmi çalışmaları boyunca binlerce insan kendisiyle tanışmış, isteyen istediği gibi gelmiş istediği gibi de bir daha gelmemiştir. Acun Ilıcalı, Serhan Çevik, Caner Taslaman, Aylin Kotil, Pınar Tezcan, Şehminur Zorlu, Feryal Kalkavan, Pınar Kalkavan, Bahar Kalkavan, Pınar Turan, Neşe Kamer Kolbaş, Ziya Sesel, Ömer Ilıcalı, Koray Yavuzer, Tuba Çalkılıç, Özge Gamgam, Tuğba Zeybek, Esat Yontuç, Nedim Keçeli, Furkan Palalı, Bülent Tatlıcan, İsa Tatlıcan gibi kamuoyunun da tanıdığı yüzlerce insan yıllarca Adnan Oktar’ın çok yakın çevresinde bulunmuş, kendi istekleriyle de istedikleri zaman ayrılmışlardır.
  14. Operasyonun ilk zamanlarında “kadınlar esir tutuluyor” yalanını süslemek için kullanılan “oradan ayrılmak mümkün değil” safsatası, şimdilerde ise “Adnan Oktar ölmeden bu iş bitmez” caniliğine zemin hazırlamak için kullanılmaktadır. Sırf bu durum bile başlı başına, kumpas organizatörlerinin ve maşalarının 7 yıldır başvurmadıkları hukuksuzluk kalmamasına rağmen aslında ne Devletimizi ne milletimizi Adnan Oktar ve arkadaşlarının suçlu olduğuna ikna edemediklerini göstermektedir. Yaklaşık 150 bin sayfalık dava dosyasındaki sanıkların binlerce açık ve net savunma delil ve belgeleri incelenmeden, tek satırı dikkate alınmadan alelacele çıkartılan kanun dışı ceza kararlarına rağmen, gerçek hukuk ve adaletin işlemeye başladığı ilk gün mutlaka Adnan Oktar’ın aklanacağını, bu gerçeğin kaçınılmaz olduğunu adları gibi iyi bildiklerini ve bunun paniğini yaşadıkları ortadadır.
  15. Bu panikle de -Yargıtay’ın cezayı onama kararıyla rahatlamaları gerekirken- gün geçtikçe yalanların dozunu artırmakta, dosyada bile olmayan yeni hayali hikayeleri basında dile getirmektedirler. Güya çocuk esirgeme kurumundan Adnan Oktar’a kız çocuğu getirildiğini iddia edecek kadar kontrolsüz ve yalan olduğu hemen ispat edilecek zırva niteliğinde hikayeler uydurmaktadırlar. Bahse konu programda bu tip yalanlara İpek Özbey tarafından da bir ekleme yapılmıştır. A isimli annesinden babasından kurtulmayı başarmış çocuk kurgusu, bu erkek çocuğunun da tecavüze uğradığı yalanıyla kontrolden çıkmıştır. Dosyada adı geçen ve anne babasından ayrıldığını anlatan Arda Kütahnecioğlu isimli gencin tecavüze uğradığına dair ne kendisinin ne de bir başkasının şikayeti bulunmamaktadır. İpek Özbey sırf kitabının daha çok satılmasını sağlamak için sansasyon meydana getirebilmek adına bir genç delikanlının tecavüze uğradığı iftirasını atabilmiştir.
  16. Bu sonradan türeyen yalanlardan bir diğeri de Furkan Sezer’in öne sürdüğü, Adnan Oktar’ın bir hadisi kullanarak sözde “kadınlar da paylaşılabilir” yorumunda bulunduğu yalanıdır. Operasyonu gerçekleştiren polis müdürü olarak, emniyet sorgusunda dahi Adnan Oktar’a veya arkadaşlarına yöneltmediği, bir tek müşteki veya etkin pişman sanığın ifadesinde dahi geçmeyen bu yalan da 7 yıl sonra birden bire uydurulmuştur. Furkan Sezer’in dosyada olmayan ve sonradan üretilen yalanlarından biri de “Rüşvetle satın alınan devlet memurları” iddiasıdır. Bu memur kimdir, rüşvet aldıysa neden hakkında soruşturma açılmamıştır, neden dosyaya böyle bir konu yansımamıştır sorularının ise cevabı yoktur.
  17. Bu seri yalanların ortaya çıkışındaki faktörlerden biri de yukarıda izah ettiğimiz paniğin yanı sıra “ekranlara çıkarılmanın” verdiği şaşırtıcı heyecandır. Furkan Sezer’in Mali Şube'deki görevinden uzaklaştırılması ve halen de bir polis olmadığı gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmak için kendisine bulduğu ve programda da dile getirdiği “Sizin gibi önemli insanlar tarafından, isimler tarafından davet ediliyorum, dinleniyorum” avuntusu dikkat çekicidir. Birkaç tv programına ve hatta youtube’da yayın yapan kanala bile çıkmayı bu derece mühim görecek düzeydeki birinin “Daha da çok programa çağrılayım, daha da tanınayım” kaygısıyla nasıl kontrolsüz yalanlar söyleyebildiği ise ibret vericidir. İpek Özbey’in “Furkan’ı konuşmaya çok zor ikna ettim” hikayesi de bu garip heyecanı örtbas etme, az da olsa perdeleme çabasıdır. Zira sabah akşam kanal kanal dolaşan, çıkmadığı program demeç vermediği gazete kalmayan, yetmediği gibi Türkiye’nin bir ucundaki cezaevine dahi gidip şaibeli kulisler yapan birinin “konuşmaya zor ikna edilen” tanımına uyması mümkün değildir.

Sonuç olarak, İpek Özbey’in programda Furkan Sezer için “onun artık başka bir işi var” diye nitelediği mesleğin “profesyonel masalcılık” olduğu açıkça görülmektedir. İpek Özbey’in kitabının daha çok satması hedefiyle insanların hayatlarını, özgürlüklerini, haklarını hiçe sayarak genç bir delikanlının namusunu ayaklar altına alıp tecavüze uğradığı iftirasını atacak kadar kontrolsüzlüğü de kendisi açısından durumun vahametini göstermektedir. Müge İplikçi Hanım’ın ise dosya hakkında gerekli bilgiye vakıf olmadığından, dosyayı kendisi bizzat okumak yerine bazılarının sözlerine göre yorum yapma hatasına düştüğü görülmektedir. Delilleriyle kendisine izah ettiğimiz bilgileri dikkate almasını ve basın ahlak ilkelerini temel almasını temenni eder, saygılarla kamuoyunun bilgilerine arz ederiz.

Daha yeni Daha eski