Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılanmakta oldukları davanın bir kumpas davası olduğu artık herkesin malumudur. Kumpası kurgulayanlar ve müvekkile ideolojik husumeti bulunan bazı çevrelerin ise, halihazırda Yargıtay’da olan dosyanın bozulması ihtimalinden dolayı ciddi bir panik içinde oldukları görülmektedir.
Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik operasyon düzenlendiği dönemde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürü olan FURKAN SEZER’İN sanki Türkiye’nin başka hiçbir problemi yokmuş gibi-hafta sekiz gün dokuz bir TV kanalına çıkarak BİLİNDİK İFTİRALARI TEKRAR ETMESİ, kendisinin de bir telaş içinde olduğu izlenimi vermektedir.
Furkan Sezer, TV kanallarını dolaşarak, taraflı mahkemeler tarafından dahi beraat verilen suç isnatlarını gerçekmiş gibi anlatarak, Yargıtay üzerinde kendince baskı oluşturmaya ve HUKUKEN BOMBOŞ OLAN BU KUMPAS DAVASINDA ADALETLE HÜKMEDİLMESİNE engel olmaya çalışmaktadır.
Yargı mensuplarımızın hukuka ve kanunlara bağlılığına, adaleti sağlamak için gösterdikleri hassasiyete ve vicdanlarına olan güvenimiz elbette ki tamdır. Ancak CNN Türk isimli televizyon Kanalında İstanbul Haber Müdürü Nihat Uludağ’ın sunuculuğunu yaptığı programda gerek Nihat Uludağ’ın gerekse programa konuk olarak katılan Furkan Sezer’in sarf etmiş oldukları gerçek dışı itham ve iftiralara da cevap vermek gerekmektedir. Yayında dile getirilen iftiraların tümüne daha önce birçok kez cevap vermiş olmamız sebebiyle buradaki cevaplarımızı kısa tutmakla yetineceğiz.
BİRİNCİSİ:
Furkan Sezer’in yayında dile getirdiği cinsel suç iftiraları, SAVUNMASI EN ZOR VE TOPLUMUN HASSAS SİNİR UÇLARINA DOKUNAN İTHAMLAR OLDUĞUNDAN, ÖZELLİKLE KULLANILMAKTADIR.
Müvekkil ve arkadaş grubuna kurulan kumpasta da, camiayı itibarsızlaştırmak, çalışmalarını etkisiz hale getirmek için en yoğun biçimde cinsel saldırı ve taciz iftiraları kullanılmıştır.
Kumpasın başlangıcında bu derin devlet güdümlü çete tarafından camiaya mensup bir kısım hanımlar gözaltına aldırılarak tutuklamak, cezaevine göndermek, mallarına el koymak, çevrelerine rezil etmekle tehdit edilmişler ve karşılarına iki seçenek sunulmuştur.
Furkan Sezer’in o dönem başında olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube’de görevli bazı emniyet görevlileri tarafından göz altındaki hanımlara;
- “Ya iftiralarla sizi rezil ederiz, insan içine çıkamayacak hale getiririz, dahası tutuklanır, yıllarca cezaevinde kalırsınız;”
- “Ya da Adnan Oktar ve çevresindekilere İFTİRA ATAR, KENDİNİZİ MAĞDUR GÖSTERİR ve CEZAEVİNDEN KURTULURSUNUZ” denilmiştir.
Kumpasçıların bu tehdit ve şantajları sebebiyle de
- CEZAEVİNDEN ve İTİBARSIZLAŞTIRILMAKTAN KURTULMAK İSTEYEN BAZI HANIMLAR “SAHTE MAĞDUR” OLARAK BU DAVANIN MÜŞTEKİSİ YA DA ETKİN PİŞMANLARI YAPILMIŞLAR;
- İFTİRA ATMAYAN, TUTUKLANMAK, PARASINI, MALLARINI, İŞİNİ, ÇEVRESİNİ KAYBETMEK PAHASINA GERÇEKLERİ SÖYLEMEYİ TERCİH EDEN HANIMLAR İSE, DAVANIN SANIĞI YAPILARAK TUTUKLANMIŞ VE CEZAEVLERİNE GÖNDERİLMİŞLERDİR.
Buna karşın dava dosyasında, taciz veya tecavüz iddialarına ilişkin tek bir somut delil dahi bulunmazken, BUNLARIN İFTİRA OLDUĞUNU GÖSTEREN ÇOK SAYIDA SAVUNMA DELİLİ VARDIR.
Bunların bir kısmını sadece başlıklar altında özetlemek gerekirse:
- Müvekkil ve arkadaşlarının güya kendilerine cinsel saldırı veya tacizde bulunduğunu iddia eden kadınlar, bu tarihlerde kendi imkan ve rızalarıyla (kendi araçları veya taksiyle), sözüm ona taciz edildiklerini iddia ettikleri mekanlara, evlere gitmeye, sözde tacizcileriyle görüşmeye devam etmişlerdir.
- Bu sözde cinsel isnatların olduğu dönemlerde kendi sosyal medya hesaplarında paylaştıkları fotoğraf ve videolarında;
- Son derece mutlu, dışa dönük, sağlıklı oldukları, müvekkil ve arkadaşlarına büyük sevgi, muhabbet duydukları,
- Bu görüşmelere son derece bakımlı, şık, mini etek gibi -cinsel saldırı söz konusu olsa asla giymeyecekleri- kıyafetlerle gidip geldikleri,
- Sosyal ve profesyonel yaşantılarına devam ettikleri, hekimlik, dizi oyunculuğu gibi mesleklerini ve öğrenciliklerini sürdürdükleri
kendi ifade, anlatım ve paylaşımlarından açıkça görülüp anlaşılmaktadır
- Cinsel suç iddialarında bulunan kadınların FARKLI AŞAMALARDAKİ İFADELERİ (kolluk, savcılık, mahkeme vs.) SAYISI YÜZLERLE İFADE EDİLEN ÇELİŞKİ ve TUTARSIZLIKLARLA
- Cinsel suç iddialarında bulunan kadınlardan TEK BİRİSİ DAHİ polis ya da savcılık gibi resmi bir merciye başvurmamış, ailesinden ya da yakınlarından hiç kimseye de bu sözde tecavüzden bahsetmemiştir.
- Bu kadınlar, ancak camia ilgili soruşturma başladıktan sonra, emniyetten arandıktan ve husumetli kişiler kendileriyle irtibata geçtikten sonra şikayette bulunmuşlardır. (bu irtibatlar HTS kayıtlarıyla tespit edilmiştir)
- Kadınların hiçbiri ADLİ TIP RAPORU ALMA GEREĞİ DUYMAMIŞ; soruşturma sürecinde Adli Tıbba sevk edilenlerde ise tecavüz iddiasına ilişkin ruhsal ya da fiziki HİÇBİR EMAREYE RASTLANMAMIŞTIR.
- Tek bir şikayetçi dahi öne sürdüğü sözde cinsel isnatlara dair net bir tarih, saat veya yer gösterememiştir.
- Söz konusu kadınların taciz ve tecavüze uğradıklarını iddia ettikleri mekanlar, İstanbul’un merkezinde, nezih semtlerdeki, sitelerdeki evlerdir. Herhangi bir saldırı olsa bağırarak, kapıya koşarak, balkona-cama çıkarak yardım istenmesi durumunda güvenlik görevlilerinden komşulara kadar birçok kişi duruma şahit olacağı aşikardır. ANCAK BİR KEZ BİLE BÖYLE BİR DURUM YAŞANMAMIŞTIR.
- Camiaya mensup kişilerin, ortalama standartların hayli üzerinde olan sosyal ve kültürel durumları, eğitim düzeyleri, aile yapıları, kişilik özellikleri, fiziki özellikleri, ahlaki vasıfları, maddi imkanları, kaliteli yaşam tarzları, onların herhangi bir cinsel faydayı taciz, tecavüz, vb. bir takım çirkin, ahlaksızca, gayrı meşru ve illegal bir yola asla tevessül etmeden elde edebileceklerinin apaçık ispatıdır.
- Dava dosyasında, sözde mağdur olduğunu iddia eden müşteki genç kız ve kadınlar da kesinlikle saf ve kandırılmaya müsait profilde kişiler değildir. Her biri kandırılmayacak, kendini savunabilecek, böyle bir olaya maruz kalsa bile hemen akabinde ilgili mercilere şikayette bulunarak yardım isteyebilecek karaktere, girişkenliğe, sosyal ve kültürel alt yapıya sahiptirler.
İKİNCİSİ
Furkan Sezer’in yalan olduğunu bile bile yayında dile getirdiği bir diğer iftira ise, dava dosyasında da sözde FETÖ bağlantısı olarak öne sürülen “Herkul.org” aplikasyonunun güya müvekkilin arkadaşları tarafından yapıldığı iftirasıdır.
Ancak FETÖ bağlantısı iddiası da, Furkan Sezer’in diğer iftiralarında olduğu gibi gerçek dışıdır ve hem yerel mahkeme hem de istinaf mahkemesi tarafından beraat kararı verilerek, karar kesinleşmiştir.
İşin gerçeği ise şöyledir;
11 Temmuz 2018 senesinde gerçekleştirilen polis operasyonu esnasında Müvekkil Adnan Oktar’ın akadaşlarından Ender Daban’a ait bir bilgisayara el konulmuş ve yapılan incelemede bilgisayar içerisinde herkul.org isimli aplikasyona ait bir bilgisayar dosyası bulunduğu iddia edilmiş; bu iddia sözüm ona FETÖ bağlantısı olarak dava iddianamesinde de yer bulmuştur.
Ancak yapılan inceleme sonucunda bahse konu aplikasyonun Ender Daban’ın sahibi olduğu Vartek isimli bilişim firmasına iş başvurusunda bulunan YASİN YALÇINKAYA isimli bir programcının “BU DOSYAYI KENDİSİNİN GELİŞTİRMİŞ OLDUĞU BİR MOBİL APLİKASYON ÖRNEĞİ REFERANSI OLARAK” sunduğu anlaşılmıştır.
Ayrıca inceleme sırasında “Aplikasyon kodlarının güncel değil 2011 yılına ait olduğu” da ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere2011 SENESİ HENÜZ DAHA FETÖ’NÜN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK BİLİNMEDİĞİ; başta Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan olmak üzere pek çok devlet büyüğümüzün dahi, Fetullah Gülen’e “Hoca Efendi” diye hitap edip methiyelerde bulundukları bir zaman dilimidir.
Ne var ki bu durumun kendileri açısından büyük bir açmaz olduğunun farkına varan kumpasçılar bu kez yeni bir oyunu devreye sokmuşlar ve aplikasyonu hazırlayan kişinin mail adresinde değişiklik yapmışlardır. Şöyle ki:
Ender Daban’ın bilişim firmasına iş başvurusu esnasında referans olarak sunulan bahse konu mobil aplikasyona ait kodları yazan kişinin kimliği, Emniyet Müdürlüğü Siber Şube yetkilileri tarafından araştırılır ve bir kod sayfası içinde kullanıcı adı bulunur. Bu kullanıcı adı “yasinyk@hotmail.com” şeklinde bir e-posta adresidir.
İşte bu aşamada kumpasa ilişkin ÇOK İLGİNÇ BİR GELİŞME DAHA YAŞANMIŞTIR.
Bu bilgiyi alan savcılık, Mali Şube’ye bu kişinin kim olduğunu araştırması görevini verir ancak Savcılık Mali Şube’ye bu kişinin kimliğini araştırma görevini verirken, e-posta bilgisinde bir oynama yapar. E-posta adresi Mali Şube’ye “yasinyk@hotmail.com” olarak değil “yasinyky@hotmail.com” olarak yazılır ve gönderilir. Yani, ELEKTRONİK POSTA ADRESİNE FAZLADAN BİR “Y” HARFİ EKLENMİŞTİR.
E-posta adresinin sonuna “y” harfi eklenerek e-posta bir anda sıradan bir yazılımcının e-posta adresinden, KAMUOYUNDA MİT TIRLARININ DURDURULMASI HADİSESİNDEN YARGILANAN MEŞHUR BİR FETÖCÜ’NÜN e-posta adresi haline getirilmiştir.
Oysa ki burada bahsedilen ve MİT Tırlarının durdurulması hadisesinden yargılanan FETÖ’cü Yasin Yalçınkaya, bu kodu yazan Yasin Yalçınkaya DEĞİLDİR. İkisi isim benzerliği olan bambaşka kişilerdir ve birbirleriyle herhangi bir alakalarının bulunmadığı da resmi belgelerle sabittir.
ÜÇÜNCÜSÜ
Hamas'ın 7 Ekim sabahı İsrail'e karşı başlattığı roket saldırıları sonrasında İsrail'in “misilleme yapıyoruz” iddiasıyla başlattığı Gazze’ye yönelik -asker, sivil, kadın, çocuk, masum gözetmeyen- acımasız saldırılarının müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına husumet besleyen karanlık çevreler tarafından provokatif amaçlarla kullanılmaya çalışıldığından daha önce de bahsetmiştik.
Nitekim Furkan Sezer’in gerçek dışı olduğunu kendisi de bilmesine ve hem yerel mahkeme hem de istinaf mahkemesi tarafından beraat kararı verilmesine rağmen, “İsrail Ajan’lığı iftirasını” CNN Türk TV’de tekrar gündeme getirmesinin sebebi de, vatandaşlarımızın Filistin Halkına duydukları manevi kardeşlik hisleriyle milli ve manevi duygularını tahrik edebilme çabasından ibarettir.
Kaldı ki bu sözde ajanlık iddiasının müvekkil arkadaşlarına yönelik açık bir iftira olduğu, devam eden yargılama esnasında konunun muhatabı Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından dava dosyasına gönderilen raporlarla sabit olmuş, ortada casusluk gibi bir konunun bulunmadığı resmiyet kazanmıştır ve dava beraatle sonuçlanmıştır.
Ayrıca her iki kurum da, mahkeme tarafından yargılamaya müdahil olmaları için gönderilen müzekkerelere (davet yazılarına), iddialar arasında “casusluk kapsamına girecek herhangi bir faaliyet bulunmadığından” kurum olarak dosyaya müdahil olmayı gerekli görmemişlerdir.
Ancak, buna rağmen müvekkil ve arkadaşları hakkındaki bu açık iftira ve yalan haberlere ısrarla devam edilmesinin sebebi ise, dava dosyasının hukuken bomboş olmasından(yani aleyhte hiçbir somut bulgu, belge, rapor ya da delilin bulunmamasından)dolayı yerel mahkeme tarafından verilen haksız ve hukuksuz mahkumiyet kararlarının, YARGITAY TARAFINDAN BOZULACAĞININ ÖNGÖRÜLÜYOR olmasıdır.
DÖRDÜNCÜSÜ
Furkan Sezer’in iddia ettiğinin aksine, Temmuz 2018’deki polis operasyonu esnasında polise silahlı bir çatışma yaşanmamıştır. Müvekkil Adnan Oktar’ın arkadaşlarından Mert Sucu’nun, operasyon günü polise ateş ettiği, bir çatışma yaşandığı iddiası tamamen gerçek dışıdır.
Bilakis tüm maddi deliller o gün Mert Sucu’nun ATEŞ ETMEDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR. Ancak operasyon günü kendisi öldüresiye dövülmüştür ve bu darbın ardından içinde güya ateş ettiğine dair bir anlatımın yer aldığı ifadesi alınmıştır. Kendisinin olay gününe ait darp raporu mevcut olup basına yansıyan görüntüler incelendiğinde de, Mert Sucu’nun “şiddetli şekilde darp edildiği ve yüzünün kan revan içinde olduğu” açık şekilde görülmektedir.
Mert Sucu olayı, BU DAVANIN BÜYÜK BİR KUMPAS OLDUĞUNUN AÇIK DELİLLERİNDEN BİRİDİR.
Bu olaydaki aydınlatılmayan karanlık noktalar, çelişkiler ve olaya karışan polislerin yalan ifadeleri kumpası açık şekilde ortaya koymaktadır. Şöyle ki:
- Polise ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu’nun, ELİNDE ATIŞ ARTIĞI (SVAP) İZİNE RASTLANMAMIŞTIR.
- Buna karşın, Mert Sucu’nun ateş ederek hedef aldığı iddia edilen özel harekat polisi Abdullah Karakaş’ın HER İKİ ELİNDE DE DİRSEĞİNE KADAR ATIŞ ARTIĞI İZİ TESPİT EDİLMİŞTİR. Ancak o gün tek ateşlenen silah Mert Sucu’nun silahıdır.Başka hiçbir silah kullanılmamıştır.
- Adli Tıp incelemesinde, Mert Sucu’nun silahında hiçbir parmak izi bulunmamıştır. Çünkü, silahın içine konduğu mühürlü delil torbası daha Adli Tıp'a ulaştırılmadan hukuksuzca açılıp silahın üzerindeki izler DNA örneği bırakmayacak şekilde profesyonelce silinmiştir.
- Özel Harekat polisinin üzerinde bulunan yelekteki mermi izinin yakın atıştan kaynaklandığı raporlanmıştır. Yani bu rapora göre ateş edenin yeleğe en fazla bir karış mesafede durması gerekmektedir.Ancak, polislerin anlatımına göre Mert Sucu hep uzak mesafededir. (Zaten özel harekat polislerinin bir karış yakınına gelip onlara ateş edemeyeceği de aşikardır).
- Kandilli’de operasyonun yapıldığı evde olay yerini gösteren güvenlik kameraları bulunmaktadır. Fakat 5 yıla yakın süredir olayı tamamen aydınlatacak bu kamera görüntüleri, imaj kopyaları tarafımıza verilmemektedir. Sanıklar ve müdafileri defalarca bu videoların dosyaya getirtilmesi için talepte bulunmalarına, istinaf mahkemesi ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi bu videoları emniyetten talep etmesine rağmen, bu görüntüler dosyaya ısrarla gönderilmemiştir, hala gönderilmemektedir. Ne var ki söz konusu görüntüler, montajlanarak ve asıl olay anını gösteren dakikalar kesilerek basında gösterilmektedir. Olay anı görüntülerinin ısrarla saklanması, olay yerindeki kumpasa işaret etmektedir.
- Güya ateş edilen iki özel harekat polisi, ilk günden itibaren Mert Sucu’nun odasının kapısında iki kişi olduklarını beyan etmişlerdir. Ancak 4 sene sonra ortaya çıkan üçüncü bir polis, kendisinin de olay yerinde olduğunu söyleyerek tanıklık yapmıştır. Üç polisin ifadeleri onlarca yönüyle birbiriyle çelişmektedir.
- Mert Sucu’nun odasına olay yeri inceleme polislerinden önce başka birileri girmiş, eşyaların yerini değiştirmiştir.
- Mert Sucu’nun odasında yerde kan izleri bulunmuştur. Sadece Mert Sucu’nun kan örneğine bakılarak yerdeki kanın ona ait olmadığı tespit edilmiştir. Ancak bu kanın, olay yerinde bulunanlardan kime ait olduğuna dair bir tespit yapılmamıştır.
- Mert Sucu tarafından vurulduğunu iddia eden polisin üzerindeki çelik yeleğin son kullanma tarihi geçmiştir ve yeleğin içinde emekli olmuş bir polis memurunun ismi yazmaktadır. Çelik yeleklerin kullanım süreleri dolduktan sonra kesinlikle kullanılmadıklarını ve bir başkasının çelik yeleğini operasyonlarda giyemeyeceklerini bizzat polis memurları kendileri beyan etmişlerdir. Kurşun geldiği iddia edilen çelik yeleğin olay yerine nasıl geldiği ve nasıl isabet aldığı son derece şaibelidir.
- Güya vurulduğunu iddia eden polisler hiçbir tıbbi muayeneden geçmemiş, hastaneye gitmemiş, doktor raporu almamıştır. Üzerindeki çelik yeleğe isabet aldığını söyleyen polisin vücudunda ciddi morarmalar oluşması gerekirdi. Oysa, bunlara dair tek bir fotoğraf dahi çekilmemiş, böyle bir durum –varsa– belgelendirilmemiştir.
Özetle, o gün Mert Sucu tarafından güya polislere ateş edildiği iddiası bunlar gibi yüzlerce şaibe, çelişki ve anormalliklerle doludur.
Nitekim, Uzman bilirkişiler Emekli Kıdemli Jandarma Albayı, Balistik İnceleme, Olay Yeri İnceleme ve Kriminalistik İnceleme Uzmanı Mustafa Mercan, Hitit Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Adli Bilimler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Veysel Dinler, Emekli Emniyet Müdürü, İç-Dış Balistik ve Olay Yerinde Atışın Yeniden Yapılandırılması Uzmanı Abdurrahman Kaya, Adli Balistik Uzmanları Jacobus Steyl ve Christoffel de Klerk tarafından, Mert Sucu olayındaki şaibeleri ortaya koyan tamamen teknik analizler içeren bilimsel mütalaalar da dava dosyasında yer almaktadır.
BEŞİNCİSİ
Furkan Sezer’in yargıda lobi faaliyeti yürütüldüğüne dair iddiaları da gerçek dışıdır. Furkan Sezer, aynı ilk istinaf mahkemesi kararında olduğu gibi, Yargıtay’da da müvekkil lehine bir karar çıkması durumunda, hakimlere iftira atabilmek, müvekkilin arkadaşlarının etkisiyle bu kararın verildiği yalanını söyleyebilmek için bu gerçek dışı iddiayı ortaya atmaktadır.
Furkan Sezer, yargıda lobi faaliyeti yürütüldüğüne dair tek bir örnek, tek bir delil sunmamaktadır.
ALTINCISI
Furkan Sezer ve CNN Türk TV, aleni olarak adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu işlemektedirler.
Furkan Sezer, “Bu dosyanın…Yargıtay’da veya başka bir mahkemede bozulmasına imkan yok.” Diyerek, kendince Yargıtay hakimlerine göz dağı vermektedir.
Müvekkil bu konudaki hukuki haklarını saklı tutmaktadır ve gerekli başvuru ve şikayetleri yapacaktır.
Müvekkil Adnan Oktar, söz konusu gerçek dışı iddiaları, iftiraları, aleyhindeki her türlü gelişmeyi Kur’an ayetleri doğrultusunda değerlendirdiğini belirterek, aşağıdaki ayeti hatırlatmaktadır:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
Müvekkil, tüm yaşadıklarını Allah’ın güzel bir imtihanı olarak görmekte, kendisine yönelik tuzakların ise, Allah’ın dilediği zamanda, Allah’ın takdir ettiği şekilde bozulacağını, gerçeklerin ortaya çıkacağını belirtmektedir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız…