BASINIMIZIN FIRAT DEVELİOĞLU’NUN HİKAYELERİNE İNANMASI ŞAŞIRTICIDIR

Adnan Oktar dosyasının husumetli müştekilerinden Fırat Develioğlu’nun katıldığı çeşitli programlarda Adnan Oktar hakkında tek bir cümlesi bile gerçekle bağdaşmayan, kurgu ve propaganda nitelikli yorumlardan oluşan, Adnan Oktar’ın kanuni haklarını ihlal eden yayınlar gerçekleşmektedir. Bu programlarda iddiaların doğrusunu anlatacak bir kişinin yokluğu yani cevap hakkı tanınmamış olmasının sağladığı bir nevi ‘serbest alan’da ardı ardına seri şekilde yalanlara yer verilmektedir. Fırat Develioğlu’nun kamuoyunu aleyhte yönlendirmek hatta daha ziyade ‘ikna etmek’ amaçlı bir çaba içinde olduğu açıkça görülmektedir.

Daha önce de izah ettiğimiz üzere, Adnan Oktar’ın yargılandığı dosyalarda bir kere bile gerçekten suç işlenmiş olsa, bu ve benzeri şahısların kanal kanal dolaşıp propaganda yapmasına, ‘bu iş bitti’ diye kendilerini ve halkı ikna etmeye çalışmalarına hiç gerek olmazdı. Verilen yargı kararların hukuka uygun ve hakkaniyetli olduğuna inanılsa her iki cümleden birinde ‘Adnan Oktar bir daha çıkamayacak’ diye vurgu yapma ihtiyacı duyulmazdı. Gerçekten bir silahlı suç örgütü olduğunda halkı ‘bunlar örgüt’ diye ikna etmeye ihtiyaç olmazdı. Sırf bu durum bile derin devlet yapılanması ve uzantılarının yargı makamlarını yanıltarak yaptıkları türlü hukuksuzlara rağmen yenildiklerini, kumpaslarının deşifre olduğunu, hiçbir vatandaşı kurgularına inandıramadıklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Bu yayınlarda Fırat Develioğlu’nun anlatımlarındaki anormallikler ise ilkokul çağındaki bir çocuğun bile sıradan mantık yürütmelerle anlayabileceği kadar çelişki, çöküntü ve tutarsızlık içermektedir. Türk basının değerli gazetecilerinin bunları fark etmemesi mümkün değildir. Ancak fark etmemiş gibi davranmakta, muhtemeldir ki bazı mecburiyetler ya da baskılar nedeniyle kendilerini ‘inanmış gibi görünme’ pozisyonuna düşürmektedirler. Oysa, gazeteciler ve sunucuların her sıradan vatandaşın aklına gelen ve cevap bekleyen şu soruları sormaları ilkeli ve etik yayıncılık anlayışına daha uygun olacaktır:

Kendi Öz Kızı Adnan Oktar Dosyasında Çocuk Yaşta Tecavüze Uğradığı İddiasında Bulunan Fırat Develioğlu, Katıldığı Yüzlerce Yayının Birinde Bile Neden Kızının Sözde Mağduriyetini Gündem Yapmamış, Kızının Haklarını Neden Savunmamıştır?

Dosyada kızının 20 yıl önce tecavüze uğradığı isnadı olan Fırat Develioğlu’nun ‘siyasete atılmak, geleceğini kurtarmak, ticari faaliyetlerinin önemi’ vs gibi sayısız konu hakkında saatlerce şikayette bulunup kızının sözde maruz kaldığı dehşetten tek kelime bile şikayet etmemesi ibretlik bir durumdur. Üstelik dosyadaki isnat, kızının güya bu olayları çocuk yaşta yaşadığıdır. Katıldığı programlarda iki lafından birinde, ‘şu okulu bitirdim harcanıyordum, siyasete atılabilirdik Adnan Oktar atılmamızı istemedi’ şeklinde maddiyat ve menfaat içerikli endişelerini dile getiren, katıldığı mahkemede de sadece ticari faaliyetleri bozulduğu için şikayetçi olduğunu söyleyen Fırat Develioğlu kızının güya yaşadıkları nedeniyle şikayetçi olduğunu söylememiştir. Defalarca Adnan Oktar'ın kaç suçtan ceza aldığını vurgularken bir kere bile kızına karşı sözde işlenen suçu saymak aklına bilme gelmemiştir.

Sözde tecavüze uğrayıp hayatının karardığını iddia eden, ancak sözde tecavüzlerden yaklaşık 20 yıl sonra Adnan Oktar’a yönelik kumpas davasında şikayetçi olan kızı Dilara Aktunç (Develioğlu) mahkemedeki ifade sırasında sanık avukatlarına dönüp, ‘yok mu popo elleme sorusu’ diyecek bir rahatlık gösterirken babası Fırat Develioğlu da kanal kanal dolaşıp ‘bu operasyon benim başarım’ demeyi kızının sözde tecavüze uğramasından daha mühim görmektedir.

Oysa kızının zarar görme ihtimali bile bir baba için yeri göğü birbirine katması için yeter. Kızı gerçekten çocuk yaşta tecavüze uğramış hiçbir baba hiçbir koşul altında hiçbir konuyu kızının yaşadığı dehşetten daha önemli göremez.Hiçbir baba kızının böyle bir felaket yaşamış olmasını unutmaz, unutturmaz. Hiçbir baba için ticari faaliyetleri, siyasete atılma ihtimali, gövde gösterisi yapma kompleksi kızının yaşadıklarından daha önemli olamaz. Özetle kızı gerçekten tecavüze veya tacize uğramış hiçbir baba Fırat Develioğlu gibi davranamaz.

Adnan Oktar’ın dosyasındaki tüm isnatlar gibi Fırat Develioğlu’nun kızına küçük yaşta cinsel saldırıda bulunulduğu iddiası da yalan olduğundan Fırat Develioğlu bu konuyu gündeme getirme ihtiyacı bile hissetmemektedir. Sözde acı duyduğunu söylediği hiçbir cinsel saldırının aslında hiç yaşanmadığının en yakın şahidi, kendi kızına ‘bana tecavüz edildi’ yalanını söyleten Fırat Develioğlu’dur. Kızının mahkemede bu konuda konuşturulmuş olması kumpas için yeterli olmuştur. Hedef Dilara Aktunç veya başka kadınları kurtarmak ya da haklarını aramak değil Adnan Oktar ve arkadaşlarının uydurma suçlarla mahkum edilmesi, binlerce yıllık cezalar almalarıdır.

Fırat Develioğlu’nun Adnan Oktar için İdam Cezası İstemesi Adnan Oktar’ın Masum Olduğunu ve Masumların Mutlaka Kazanacağını Biliyor Olmasından Kaynaklanmaktadır

Son dönemlerde Adnan Oktar ile ilgili tüm yayınlarda dikkat çeken hususlardan biri ise açıkça ve alenen ‘ölmesinin’ istenmesi, bazı dizilerde ise ‘öldürülmesi’ için yol ve yöntem gösterilmesidir. En iflah olmaz suçlular, seri katiller, teröristler için dahi idam cezası kaldırılmış ve onların canının alınması ihtimali dahi konuşulmazken, Adnan Oktar için bu kadar pervasızca ve kontrolsüzce ölümünün ve öldürülmesinin istenmesi derin devletin konuyu hastalıklı bir takıntı haline getirdiğinin de göstergesidir.

Fırat Develioğlu, Özkan Mamati (Deniz) gibi dosyanın bazı husumetli müştekileri ile avukatlarının, Furkan Sezer isimli eski polis müdürünün son günlerde çıktıkları çeşitli medya ve sosyal medya kanallarında, Adnan Oktar’ın ancak ölümüyle dağılacakları, cezaevinde canına kastedilmediği sürece Adnan Oktar’ın yıllarca huzurlu şekilde yaşayacağı, idam kanunu çıkartılması gerektiği ve Adnan Oktar’ın böylece infaz edilebileceği şeklinde yorumlar yaptığı görülmektedir.

Bundan daha da vahim olan, yılların tecrübeli, duayen bilinen gazetecilerinin dahi ortada hiçbir hukuki meşru bir gerekçe olmadan "idam", "itlaf", "infaz", "imha" gibi sözcüklerin havada uçuştuğu bu tür dehşet konuşmalarına, nefret söylemlerine anlaşılmaz biçimde seyirci kalmalarıdır.

Adnan Oktar, Kuran’da bildirildiği üzere Firavun ve şürekasının da Hz. Musa’yı şehit etmek için planlar kurduğunu, Mekkeli müşriklerin de Peygamberimiz (sav)’i sürgün etmek ve şehit etmek planları kurduğunu bilen bir insandır. Kuran ayetlerinde bu konu şöyle bildirilmiştir:

Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: "Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim." (Kasas Suresi, 20)

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Dindar bir insan olan Adnan Oktar ayetlerde bildirildiği üzere yalnızca Allah’a güvenmekte ve Allah’ın müminler aleyhine kurulmuş tüm tuzakları bozulmuş olarak yarattığına inanmaktadır. Bu sebeple de bu nevi konuşmalardan da hakkında kurulan planlardan da bir rahatsızlık duymamakta, tam tersi Peygamberlerle aynı yoldan yürüdüğü için sevinçli bir şükür yaşadığını beyan etmektedir. Ancak bu konuşmaları yapan ve yapılmasına da müsaade edenlerin tarihin hangi tarafında yer aldıklarını kendilerinin görmeleri ve bilmelerinin de önemli olduğu kanaatindedir.

‘Çocuk Esirgeme Kurumundan Kız Getirilip Bekaretinin Bozulması’ Gibi Dosyada Bile Olmayan, 6 Yılı Aşkın Dava Sürecinde Tek Kelime Konusu Dahi Geçmeyen Yeni Yeni Uydurulmuş Yalanların Söylenmesi Kumpasçıların Bu Dosyada Planladıklarını Elde Edemediklerinin Göstergesidir.

Bu çocuk kimdir?

Hangi Çocuk Esirgeme Kurumundan getirilmiştir?

Çocuk Esirgeme Kurumu'ndaki görevliler, kurumlarında yaşanan bu dehşetten bihaber midir?

Aile Bakanlığı bu konuda nasıl bir işlem yapmıştır? gibi onlarca soru ise, böyle bir olay hiçbir zaman yaşanmadığından ve Adnan Oktar Dosyasında da olmadığından, cevapsız kalmaya mahkumdur.

Gazetecilerin aklına da bu bariz yalanı ortaya koyacak sorulardan tek birini bile sormak her nedense gelmemiştir. Kahvehanede çayını içen bir vatandaşın bile aklına gelen soruların, milyonların gözü önünde böyle korkunç bir hikaye anlatılırken sunucunun aklına gelmemesi ve sorulmaması, anlatılanların tek kelimesinin dahi sorgulanmaması, yalan at izi kalsın zihniyetiyle hareket edenlere alan açmaktadır. Kimse sorgulamayınca da ‘söyledim oldu’ denilerek yalanların dozu gittikçe artırılmaktadır. Bu tarzın yaygınlaşması ve buna izin verilmesi, göz yumulması durumunda ise toplum düzeni ve huzurunun nasıl olumsuz etkileneceğini, medyaya duyulan güvenin nasıl yok olacağını açıklamaya gerek bile yoktur.

2018’den bu yana;

  • Güya onlarca çocuk yaşta kıza cinsel saldırı (ki dosyada aslında iki tane bu yönde isnat vardır. Bunlarında yalan olduğu delilleriyle ortaya konulmuştur),
  • Güya yüzlerce kadına işkence ve eziyet (tek bir kadının dahi bu yalanı ispatlayacak raporu, delili vs bulunmamakta, yüzlerce somut bilgi ve belge bu iddiayı yalanlamaktadır),
  • Güya onlarca kadına cinsel saldırı (tamamının kurgu olduğu ispatlanmış, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi bunların hiçbirine itibar etmemiştir),
  • Güya adam öldürmeye teşebbüs (ateş ettiği iddia edilen sanığın elinde barut izi dahi çıkmazken polislerden birinin iki elinde de barut izi olduğundan, olay anını ve yerini gösteren kamera kayıtları ortadan kaldırıldığından ve daha onlarca başka delille bunun da kumpas olduğu ispatlanmıştır),
  • Ve güya para aklama, FETÖ’ye yardım, askeri siyasi casusluk, hürriyeti tahdit, eğitim öğretimi engelleme, dolandırıcılık gibi Türk Ceza Kanunu'nda ne kadar madde varsa neredeyse hepsi, hukuksuz, delilsiz ve dayanaksız bir şekilde Adnan Oktar’a isnat edilmiştir. (FETÖ’ye yardım ve askeri siyasi casusluk suçlarından verilen beraat kararı kesinleşmiş olmasına rağmen bu beraat kararları basında hiçbir zaman yer bulmamıştır.)

Normal koşullar altında kime bu kadar ağır suçlamalar yapılsa ve Adnan Oktar’a yapıldığı gibi yıllar boyunca dört bir yandan her bir ağızdan tekrarlansa mutlaka toplum nezdinde bir karşılığı oluşurdu. Ancak bugüne kadar söylenen yalanlarla kitleleri ajite etmeyi başaramadıklarından, koparılan yaygara netice vermediğinden, "daha fazla etki nasıl oluşturamadık" öfkesiyle kontrolü yitirmenin tezahürü olarak şimdi de son olarak ‘Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan çocuk getirip bekaret bozma’ iftirası ortaya atılmıştır.

45 Yıldır Gözler Önünde Olan Adnan Oktar Ve Arkadaşları Eğer Gerçekten Suç Örgütü İse Fırat Develioğlu Ve Yandaşları Olmasa Yüce Türk Devleti’nin Emniyeti, Yargısı, İstihbaratı Bunu Fark Edemeyecek Durumda Mıdır?

 Fırat Develioğlu katıldığı birçok programda Adnan Oktar Davası operasyonunu ve Mahkeme kararlarını KENDİSİNİN YAPTIRIP ALDIRDIĞINI iddia etmektedir. Fırat Develioğlu kendisinin, Özkan Mamati kendisinin, hatta uyguladığı baskı, şiddet ve tehditler yüzünden evlatlarının kendisiyle görüşmeyi reddettiği bir baba dahi kendisinin bu operasyonu yaptırdığı ve Yargıtay’dan onama kararı çıkarttığı iddiasındadır. Oysa, Fırat Develioğlu 60 yaşına yaklaşmış, fiziki arazları nedeniyle hayatını zor idame ettiren, fiziken de siyaseten de bir gücü olmayan sıradan bir vatandaştır.‘Adnan Oktar Davasının mimarı benim’ çıkışları kendisini olduğundan farklı ve fazla göstererek farklı alanlarda da menfaat ve güç elde etme, Adnan Oktar’ın adını kullanarak popüler olabilme çabasından ibarettir.

Ancak bu üslup, Türk Devleti’nin aklını, ferasetini, gücünü ve kudretini anlamamaktan kaynaklanan bir algı bozukluğudur. Ortada Fırat Develioğlu veya herhangi bir işbirlikçisinin başarısı diye bir şey yoktur. 2016’dan bu yana Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan istifade ederek Devletin bazı kurumları içinde çöreklenmeye çalışan derin devlet yapılanmasının kendince Adnan Oktar’ın anti Darwinist ve anti bağnaz kültürel çalışmalarını durdurma, İngiliz derin devletinin de 300 yıllık felsefesinin Adnan Oktar eliyle yıkılmış olmasının intikamını alma girişimi ve bunun için bazı kompleksli kişilerin kullanılması vardır.

Ancak, yapılan tüm hukuksuz işlemlere, usule ve esasa aykırı kararlara, neredeyse tüm basının tek ağızdan aynı yalanları yıllardır kesintisiz anlatmasına, hatta bunlara her geçen gün hiç yakası açılmadık yeni yeni yalanları uydurup katmasına, Adnan Oktar ve arkadaşlarının kendilerini anlatmasına müsaade edilmemesine, tek yanlı tarihte eşi görülmemiş bir karalama kampanyası yürütülmesine, 6 yılı aşkın bir süredir Adnan Oktar’ın tutuklu olmasına, yargılananların tüm mal varlığına el konulmasına, bütün baskı ve yıldırma politikalarına, 10 bin yıllık müebbetle eş anlamlı cezalar verilmesine rağmen halkımız kumpası görüp teşhis etmiş ve halk nezdinde Adnan Oktar’a olan sevgi daha da artmıştır.

Sonuç olarak katıldığı programlarda kurduğu her cümlede dünya hırsı, gelecek kaygısı, kendini övme güdüsünün çok yoğun olduğu görülen Fırat Develioğlu’nun Adnan Oktar’a da siyasete girmeyi istememesi, dünya peşinde olmaması, ticari hırslara önem vermemesi gibi sebeplerle yani özetle Adnan Oktar’ın yanında egosunu tatmin edemeyeceğini düşündüğü ve İslam’ın temel terbiyesi olan tevazu, dünyadan geçme, Allah’ın için yaşama gibi değerleri kabullenemediği için kızdığı ve yanında ayrıldığı çok net anlaşılmaktadır. Adnan Oktar ile birlikte olduğunda dünyevi menfaat elde edemeyeceğini kavradığı kendisinin sahip olmadığı görülen nefis terbiyesi, irade ve değerlere Adnan Oktar’ın sahip olduğunu gördüğü için de öfke duyduğu anlaşılmaktadır. Adnan Oktar iman edenlere yönelik öfkenin Kuran’da bildirildiğini bilen bir insandır:

… kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar... (Al-i İmran Suresi, 119)

Bu öfkenin kendisine hiçbir zarar vermeyeceğini ancak öfkenin sahibini tahrip edeceğinin bilincindedir. Zira Adnan Oktar’ın inancına göre; kaderde yazılmış olan tüm dünya öfkesinden çıldırsa bile değişmeyecek, Allah’ın sonsuz öncede belirlediği üzere bazıları istemese de İslam ahlakı dünyaya hakim olacaktır

Daha yeni Daha eski