Didem Belen, Bilal Özcan ve Pınar Eliçe’nin katıldığı söz konusu programda Adnan Oktar’ın özel hayatına dair, bir televizyon yayınına asla yakışmayan, son derece çirkin bir üslupla hiçbir gerçekliği olmayan bilgilere yer verilmiştir. Dahası, dava dosyasında bile olmayan, bunca zamandır hiçbir yerde gündeme bile gelmemiş, gerçek hayatta hiçbir karşılığı bulunmayan tamamen hayal ürünü hikayeler de program sırasında dile getirilmiştir.
Program boyunca Bilal Özcan, magazin programcısı olmanın getirdiği gerçek dışı haber yapma konusundaki uzmanlığı sayesinde yaptığını düşündüğümüz birtakım yorumlarda bulunmuş ve kendisine bilinmeyenleri bilen şahıs imajı vermeye çalışmıştır. Gazetecilik ve yayıncılığın temel ilkeleri bir yana en temel akli ve mantıki kriterleri bile içermeyen bu tip programların yayınlanması her şeyden önce Türk Milletinin aklını ve vicdanını tanımamaktan kaynaklanan bir saygısızlıktır. Bilal Özcan’ın desteksiz sözlerini, Pınar Eliçe gibi yaşını almış olgun bir hanım ve Didem Belen gibi ‘Kısmetse Olur’ programıyla ün yapmış bir sunucunun -hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, yaptıkları yorumlardan açıkça görüldüğü halde- desteklemeleri de kendileri adına mahcup edici olmuştur.
Her üç ismin de hayatları boyunca içinde bulundukları sektör gereği yakın çevrelerinde gerçek mağdur kadınları görüp tanıdıkları şüphe götürmez bir durumdur. Dolayısıyla, programlarında, mağdur rolü yapan aslında ise Adnan Oktar’ın çevresinde bulundukları süre boyunca adeta bir prenses gibi el üstünde tutulan kadınları değil, yakın çevrelerinde görüp bildikleri, kimler tarafından nasıl mağdur edildiklerine şahit oldukları gerçek mağdurların kurtuluşuna öncelik vermeleri daha doğru ve isabetli olacaktır.
Bilal Özcan’ın, Silahını Askere, Polise, Sivillere Doğrultan Teröristleri ‘Haysiyetli Örgüt Kuranlar’ Olarak Nitelemesi Dehşet Verici Bir Akıl Tutulmasıdır
Söz konusu programda Bilal Özcan’ın şu açıklaması ise Adnan Oktar’ı karalamaya çalışırken gerçek zihniyetini ortaya koyan cümleler olmuştur:
‘Ya örgüt kurmanın da bir şerefi vardır ya, bir haysiyeti vardır ya, bir şey vardır. Yani bir toplumun bağımsızlığı için örgüt kurarsın, atıyorum, sonra terörist derler, atıyorum yani. Bir ilke, bir prensip için, bir liderin peşinden gitmek için örgüt kurarsın ya…’
Bilal Özcan’ın bu mantık çöküntüsüne göre, elinde 40 bin insanın kanı olan PKK da sözde onurlu, haysiyetli bir örgüt olmaktadır. Sırf şu cümleler dahi bazı kesimlerin kendilerine tevzi edilmiş görünen, Adnan Oktar’ı karalama görevini yerine getireyim derken nasıl kendilerini yitirdiklerini gözler önüne sermektedir.
Pınar Eliçe’nin Adnan Oktar Dosyasındaki Sözde Mağdur Kızlar Hikayesinin Gerçeğini Anlamaması Mümkün Değildir
Öncelikle Pınar Eliçe, kendisinin de ifade ettiği üzere, Adnan Oktar’ın A9 TV’de yayınlanan programına 2010 yılında katılmış, katıldığı ortamdan duyduğu mutluluğu program boyunca sık sık dile getirmiştir. Nitekim bahse konu Beyaz TV programında da satır aralarında ne Adnan Oktar’dan ne de A9TV yayınlarının yapıldığı ortamdan en ufak bir kötülük görmediğini açığa vuran cümleler kurmuştur. Ancak anlaşılan o ki sevgisiz ve hasut insanların göstereceği tepkilerden çekinip, linç edilme korkusuyla kendisini Adnan Oktar’ı kötüleme amaçlı cümleler de sarf etmek zorunda hissetmiştir. Bu cümlelerin gerçek düşüncesi ve kanaati olmadığı açıkça görülmektedir. Dosyada müşteki olan kızların maruz kaldığı baskının bir benzerinin Pınar Eliçe’nin de başına geldiği görülmektedir. Müşteki ve sözde mağdur kızlar hakkında yasa dışı yurt dışı çıkış yasağı çıkarılıp ‘müşteki olmazsan sanık olursun, tutuklanır hapislerde çürürsün’ baskı ve tehditleri yapılmıştır. Nitekim, Adnan Oktar’ın bu baskıya boyun eğmeyen kız arkadaşları sanık olmuşlar, tutuklanmışlardır. Bir kısmı halen haksız ve hukuksuz olarak cezaevindedir.
Pınar Eliçe’ye de ‘Adnan Oktar’la birlikte adın anılırsa, Adnan Oktar’ın yayına katılıp onunla birlikte sevgiyi, dürüstlüğü, imanı, Mehdiyeti savunduğun duyulursa, bu işten kurtulamazsın’ tehdidi yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple de bahse konu programı bir nevi kendini aklama ve malum çevrelere ‘yapmayın etmeyin’ deme imkanı olarak değerlendirdiği imajı vermektedir.
Zira Pınar Eliçe ‘vah vah genç kızlar aileler neler yaşamışlar’ diyerek Adnan Oktar hakkında yorumlarda bulunurken;
- Adnan Oktar Dosyası'nda yer alan isnatların gerçek olmadığını ama bunların gerçeklerinin kendi bulunduğu sosyal çevre içinde bin katıyla yaşandığını,
- Sözde mağdur kadınların avukat, doktor, hemşire, öğretmen gibi meslek sahipleri olduklarını, sosyal medya fenomeni olacak kadar dışa dönük, haklarını savunmayı bilecek kadar eğitimli, razı olmadıkları hiçbir şeyi yaşamayacak kadar şuurlu olduklarını,
- İstanbul gibi bir metropolde yaşayan, üniversite eğitimi görmüş, sosyal hayatın merkezinde, elinin altında internet olan kadınların ‘dini telkinle’ kandırılmasının mümkün olmayacağını,
- Bu kadınların dosyadaki beyanlarında da yer aldığı üzere, kendilerine namaz kılmak veya Kuran okumaktan bahsedildiğinde kabul etmediklerini, ama dini telkinle namaz kılmaya ikna olmayan kızların her nasılsa dini telkinle ‘sevap kazanmak’ için zorla anal ve oral ilişkiye girdikleri gibi bir yalana çocukların bile inanmayacağını,
- Baskı altında, tacize uğrayan, cinsel saldırıya maruz kalan bir kadının, yıllar boyunca düzenli olarak bu dehşeti yaşadığı mekanlara asla koşa koşa gelmeye devam etmeyeceğini, sözde tecavüze uğradığı mekanlarda sözde tecavüzcüsüyle güle oynaya fotoğraflar çektirip sosyal medyada paylaşmayacağını,
- Bu kadınların %99’unun aileleriyle yaşadıklarını, her akşam ailelerinin yanına döndüklerini, bu derece sistemli bir baskıya, cinsel saldırıya, korkuya ve tehdide maruz kalan birinin doğal olarak yaşayacağı psikolojik ve fiziki değişimi ailelerin fark etmemesinin imkansız olduğunu,
- Nitekim İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1 Dairesi’nin verdiği bozma kararında gerçek ve doğru bir hukuki değerlendirme yapılarak, tek tek de delillendirilerek Adnan Oktar doyasında cinsel saldırı suçu bulunmadığını ortaya koyduğunu bilmemesi mümkün değildir.
Nitekim hem Pınar Eliçe’nin hem de Didem Belen’in bir yandan bu kızların ‘zayıf, maddiyatla aldatılan’ kişiler olduğunu öne sürerken bir yandan da Adnan Oktar’ın arkadaşlarının iyi eğitimli, kaliteli, iyi ailelere mensup insanlar olduklarını söylemeleri konuşmalarındaki tutarsızlık ve çelişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Adnan Oktar’ın arkadaşları gibi, Türkiye’nin önde gelen ailelerine mensup, varlıklı, vergi rekortmeni olmuş şirketlere sahip, meslek sahibi, en az iki dil bilen, fiziki görünüm olarak da dikkat çekici şekilde düzgün insanların istedikleri takdirde kız arkadaş edinmelerinin son derece kolay olduğunun onlar da farkındadır. Üstelik iddia ettikleri gibi ‘zayıf, maddiyata muhtaç’ kadınları değil Türkiye’nin ve dünyanın en seçkin, güzel, nitelikli kadınlarını arkadaş edinebileceklerinin de.
Bu açık gerçek karşısında, Adnan Oktar ve arkadaşları gibi insanların, onların deyimiyle ‘kız elde etmek’ için örgüt kurmaları gibi bir ihtiyaçları olmadığını da gayet iyi bilmektedirler. Tüm Türkiye’nin anladığı ve bildiği bu gerçeği, Pınar Eliçe, Didem Belen ve Bilal Özcan’ın bilmemesi ve anlamaması mümkün değildir.
Kaldı ki Adnan Oktar Dosyası’nda mevcut; Türk Ceza Kanunu yazan, Türkiye’deki hakim ve savcıları yetiştiren profesörlerin bilimsel mütalaaları da ortada bir suç örgütü olmadığı gibi, "amacı cinsel saldırı olan bir suç örgütü" diye bir şeyin kanunen, aklen ve mantıken olamayacağını ispatlamıştır.
Bilal Özcan’ın İddialarının Aksine Ülkemizde Yargıtay’ın Onadığı Kumpas Dosyaları da Olabilmekte Ancak Bu Yanlış Kararlar Mutlaka Bir Gün Düzeltilmektedir
Bu durumda Bilal Özcan’ın büyük bir tespit yapmış edasıyla, ‘düşünsenize cinsel saldırı amaçlı örgüt kurmuşlar’, ‘siz Yargıtay’dan daha mı iyi biliyorsunuz’ içerikli galeyan cümlelerinin hukuk dünyasında da halkın vicdanında da bir karşılığı yoktur. Adnan Oktar ve arkadaşları Türk Mahkemelerinin verdiği karara karşı saygılıdır. Ancak ülkemizde Adalete duyulan güvenin Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesinde olduğu, bunun sebebinin de derin devletin artık iyice aşikar olan baskısıyla ne yazık ki kanunlara ve içtihatlara aykırı bazı kararlar verilmesi olduğu açıktır.
Nitekim, -bahsi geçen Yargıtay Heyeti'ni tenzih ederiz- çok yakın geçmişte güya terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla bu ülkenin Genelkurmay Başkanı tutuklanmış, hüküm giymiş, verilen hüküm de Yargıtay tarafından onanmış olmasına rağmen bir müddet sonra söz konusu dosyanın kumpas dosyası olduğu kabul görmüş ve sözde terör örgütü üyesi olmaktan hüküm giyip kararı kesinleşmiş insanlar beraat ettirilip tahliye edilmişlerdir. Yani kumpas dosyaları Yargıtay da onanmış da olsa günü ve vakti geldiğinde bozulmakta, Yüce Türk Devleti’nin adaleti ve irfanı mutlaka tecelli etmektedir.
Bilal Özcan Magazinci Alışkanlığıyla Sansasyon Oluşturma Çabası Seri Yalanlar Söylemesine Neden Olmuştur
Bilal Özcan’ın sınırsız hayal dünyası dışında başka hiçbir gerçek karşılığı olmayan;
- BİLAL ÖZCAN: Tabii, kızın abisi geliyor, kapıyı çalıyor, benim kardeşim buradaymış diyor. Adamı tehdit ediyorlar, alıyorlar içeriye, dövüyorlar, ağzını burnunu kırıyorlar. Karakola gittiği zaman da üstü örtülüyor bir şekilde.
- DİDEM DELEN: Adam geliyor, kızının peşine düşmüş, kızımı verin bana diyor, adamı tehdit ediyorlar.
BİLAL ÖZCAN: Tabi tehdit ediyorlar, kafana sıkarız diyorlar. Yani bacağına, orasına, burasına sıktıkları da var tabii yani. Tabii tabii yani öyle olaylar da var. Bir sürü böyle yasa dışı faaliyetler.
... gibi, ancak film veya dizi senaryolarında rastlanabilecek türden uydurma hikayeleri, kendince halkta hayret uyandırmak, ‘vay be neler oluyormuş’ dedirtmek, yani magazinin vazgeçilmezi olan sansasyon yaratmak için söylenmiş yalanlardır.
Bilal Özcan’ın, ‘abisi eve geliyor onu tehdit ediyorlar’ diye kurgu anlatırken bir anda kendini söylediği yalana kaptırıp coştuğu, ‘tabi var böyle olaylar bacağına orasına burasına sıktılar, tabi tabi yani öyle olaylar da var’ nevi cümlelerinden de anlaşılmaktadır. Kahvehanelerde kimi zaman ‘duydun mu ne olmuş’, ‘o da bir şey mi asıl şu olmuş’ şeklinde ilerleyen ve herkes tarafından içeriğinin yalan olduğu bilinen muhabbet tarzının bir benzeri Beyaz TV yayınında yaşanmıştır.
Didem Belen ve Pınar Eliçe’nin bu sözlere destek veren cümleler kurmadan önce ‘kim yaşamış bunu, hangi kız, hangi aile, hangi karakola yansımış bu olay, hangi adliyede örtbas edilmiş, kim kimin bacağına sıkmış, başka neresine sıkmış’ gibi sorular sormuş olsalar Bilal Özcan’ın vereceği tek bir kelime bile cevap yoktur. Çünkü böyle olaylar hiç yaşanmamış, dava dosyasına da bir tane bile böyle iddia girmemiştir.
Birçok Kadın, Bulunduğu Sosyal Hayat İçinde Gerçek Sevgiyi Tatması Mümkün Olmadığından Adnan Oktar ve Arkadaşlarının Dostluğunu Kavrayamamaktadır
Program boyunca her üç sunucu da Adnan Oktar’a duyulan sevgiyi bir türlü anlamlandıramamış, böylesine bir sadakat ve vefanın ancak ‘para’ karşılığında yaşanabileceğini öne sürmüşlerdir. Adnan Oktar bu durumun, sadece söz konusu sunuculara değil maalesef toplumun geniş bir kesimine hakim olan bir açmaz olduğunu düşünmektedir.
Adnan Oktar’ın düşüncesine göre; Hayatlarında bir kez bile gerçek anlamda sevilmemiş ve sevmemiş, en küçük bir zorlukta yalnız bırakılmış, vefalı ve sadık dostları hiç olmamış, sadece kendisi için yaşayanlarla çevresi sarılmış olanların karşılıksız sevmeyi anlamaları ve kavramaları zor olmaktadır.
Nitekim, Pınar Eliçe Hanım 2010 yılında katıldığı A9 TV yayınında içinde bulunduğu ortamın sevgisizliğinden ne kadar muzdarip olduğunu tüm açıklığıyla anlatmış, sadece samimi olarak sevilmek ve gerçek dostlara sahip olmak istediğini uzun uzun anlatmıştır.
Menfaat olmadıkça kimsenin bir diğerine yaklaşmadığı, iyilik yapmadığı, yanında durmadığı bir dünyada kız arkadaşlarının Adnan Oktar’a duydukları sevgi ve sadakati gizli bir hayranlıkla izleyen insanlar sevgisiz dünyalarını örtbas etmek için Adnan Oktar ve arkadaşlarının arasındaki sevgiye kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de doğru olmadığını bildikleri halde çaresizce, ‘para vermişlerdir, beyinleri yıkanmıştır, hipnoz edilmişlerdir, büyülenmişlerdir, tehdit edilmişlerdir, şantaj yapılmıştır’ gibi yalan ve avuntulara sığınmaktadırlar.
Bir an için tüm bu öne sürülenlerin doğru olduğu düşünülse, velev ki özgür oldukları dönemde bu tarz şeyler olduğu kabul edilse dahi, 7 yıldır bir kısmı cezaevinde olan, bir kısmı ise dışarıda olmasına mallarına mülklerine el konulan, türlü zorluklar altında yaşayan arkadaşlarının büyük bir coşkuyla Adnan Oktar’ı sevmeye devam etmeleri nasıl açıklanabilir? Adnan Oktar bunun tek açıklamasının kendisinin ve arkadaşlarının Allah’a içten bağlılıkları, imanları, tevekkülleri olduğuna bilmekte ve sevginin Allah tarafından sadece iman edenler için yaratılmış özel ve ayrı bir nimet olduğuna inanmaktadır. Kuran’da sevginin müminlere Allah’ın ikramı olduğunun şöyle bildirildiğini söylemektedir:
Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)
Ayrıca Adnan Oktar Kuran’da anlatıldığı üzere Allah’ın mümin ve samimi kullarına ikramı olan bu sevginin, sevgiyi bilmeyenler tarafından her zaman kıskanıldığına da dikkat çekmektedir:
Hz. Yusuf’un kardeşlerinin, babalarının Hz. Yusuf’a duyduğu sevgiyi kıskanmaları onu kuyuya atıp ölüme terk etmelerine sebep olmuştur. Hz. Adem’in oğullarından Kabil, Allah’ın kardeşi Habil’i daha çok sevdiğini düşünüp kıskançlığa kapılmış ve kendi öz kardeşini katletmiştir. Hz. Yusuf’a tuzak kuran kadın, Hz. Yusuf’un kendisini sevmediğini düşünüp kıskançlık kriziyle kumpas kurmuş Hz. Yusuf’un yıllar yılı tutuklu kalmasına sebep olmuştur. Hz. Peygamberimiz (sav)’in güzelliğini, neşesini, heybetini ve ehli beytinin ona olan sevgisini kıskanan müşrikler nesiller boyunca ehli beyt düşmanı olmuşlardır.
Dolayısıyla, tarih boyunca iman edenlerin sevgisini ve birbirlerine bağlılıklarını bazı kesimlerin aşırı haset duyarak hedef aldıklarını bilen Adnan Oktar kendisine yönelik kıskançlık kaynaklı husumetli tutumları hep tevekkülle karşılamaktadır.
Ayrıca söz konusu programda yer verilen;
- Şantaj Kasetleri İddiası; onlarca yıldır Adnan Oktar’a yönelik her kumpasta dile getirilen ama bugüne kadar bir kez bile ispatlanmayan bir şehir efsanesinden ibarettir. Bugüne kadar bir tane bile şantaj kaseti ortaya koyulmamıştır. Adnan Oktar’ın hayatına dair en küçük bir konunun bile sayısız abartılı yalanlar eşliğinde manşetlere taşındığı bu dev karalama kampanyasında, eğer ortada gerçekten bir şantaj kaseti olsaydı çoktan manşetlerden yayınlanmış olurdu. Nitekim mevcut yargılama sürecinde de bu konuda hiçbir isnat bulunmamaktadır.
- Turnike İddiası; yukarıda da izah ettiğimiz üzere hukuken de aklen de mantıken de hiçbir gerçekliği olmayan bir kurgudur. Ancak eğer Bilal Özcan, Pınar Eliçe ve Didem Belen bu konudaki hassasiyetlerinde samimi iseler Devlet eliyle işletilen ve vergisinden halka hizmet götürülen genelevler konusuna, genelevlerde hayatları mahvedilen kadınların kurtarılmasına, pavyonlarda gece kulüplerinde para karşılığı insanlara hizmet sunmaya mecbur bırakılan, özgürlükleri ellerinden alınmış, sık sık darp edilen kadınlara, magazin dünyasında tüm hayatları en çirkin şekilde sömürülen ve kullanılan bazı kadınların sorunlarına öncelik vermeleri daha doğru olacaktır.
- Adnan Oktar’ın Kız Arkadaşlarına Yasaklı Madde Kullandırtıldığı İddiası; Bilal Özcan adeta kendi gözleriyle görmüş gibi kendince emin bir üslup takınarak, ‘yasaklı madde veriyorlardı’ yorumunda bulunmuştur. Oysa, Adnan Oktar ve arkadaşları dindar insanlardır, değil yasaklı madde kullanmak sağlıklarına zarar vereceği için sigara ve alkollü içki dahi kullanmamaktadırlar. Dahası, 2018’de yapılan operasyonda 200’e yakın sanığın tamamından, göz altına alınır alınmaz kan ve tükürük örnekleri toplanarak yasaklı madde testi yapılmış ve tek bir kişiden bile herhangi bir yasaklı madde, uyuşturucu ilaç, vs izi çıkmamıştır.
Görüldüğü üzere, söz konusu programda ardı ardına sıralanan gerçek dışı iddia ve anlatımların tamamı akıl ve mantık dışı kurgulardır. Bir tanesinin bile gerçekliği söz konusu değildir.