Fatih Altaylı Youtube kanalında 5 Eylül 2024 tarihinde yayınladığı programında Kandilli’de bulunan ve son günlerde basında kaçak inşaat konusuyla gündeme gelen ev hakkında yorumda bulunurken gerçek dışı bazı bilgilere yer vermiştir. Bundan önceki yayınında da müvekkil Adnan Oktar’ın yargılandığı dosyadan bahsederken yaşanan hukuksuzlukları tamamen göz ardı ederek, sadece ve ısrarla müvekkilin “sonsuza kadar cezaevinden çıkamayacağı” yorumuna yer vermiştir.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki müvekkil Fatih Altaylı’nın da konu edindiği Kandilli’deki evin ne mülk sahibi ne de kiracısıdır. Arkadaşlarından birinin kiralamış olduğu evde zaman zaman sadece misafir olarak bulunmuştur. Dolayısıyla bu eve ve evin imarına dair öncesinde veya sonrasında yaşanan gelişmelerin hiçbiri müvekkilin doğrudan muhatabı olduğu hususlar değildir.
Fatih Altaylı’nın genel olarak yayınlarında, müvekkil hakkındaki adaletten uzak, saldırgan sözler içeren üslubu aslında yersiz bir öfkeden kaynaklanmaktadır. Kendisi müvekkil ile hiçbir zaman karşı karşıya gelmemiş, doğrudan konuşmamış bir insandır. Müvekkil hakkında düşünce ve duygularının tamamı müvekkilin gıyabında bir takım gerçekte karşılığı olmayan varsayımlar ve ön yargılara dayanmaktadır. Bu ön yargıların başında geçmişte yaşadığı bazı olayların müsebbibin müvekkil olduğuna dair yanlış düşüncesi vardır. Aslında kendisi de bu düşüncesinin yanlış olduğunu bilmektedir. Çünkü konuşmalarında kendisine yapıldığını iddia ettiği birtakım eylemlerin aslında Fırat Develioğlu tarafından yapıldığını söylemektedir. Bir yandan Fırat Develioğlu tarafından mağdur edildiğini söylerken diğer yandan Fırat Develioğlu ile benzer bir üslup içinde olması ise kendisine yakışmaya bir çelişki oluşturmaktadır. Müvekkilin konuyla hiçbir ilgisi bulunmadığı halde ısrarla müvekkile karşı öfke beslemek mantıklı bir tutum değildir.
Adil, tarafsız, dobra olduğu iddiasında olan biri olarak Fatih Altaylı’nın müvekkile yönelik yersiz öfkesinde ısrar etmesi aslında sadece kendine sıkıntı oluşturmaktadır. Öfke her zaman, öfkeyi taşıyanı yaşlandıran, yalnızlaştıran negatif bir durumdur. Müvekkil, Allah’a tevekkül eden, Allah’ın yarattığı kaderden sonuna kadar razı olan bir insan olarak kendisine öfke duyanların, alay etmeye yeltenenlerin, tuzak kurmaya çalışanların varlığından rahatsızlık duymadığını söylemektedir. Hatta tam tersine bu kişilere dahi sevecenlikle yaklaşan, her zaman affedicilikten ve sevgiden yana olduğunu beyan eden bir insandır. Fatih Altaylı’ya karşı da öfke ve kin gibi hiçbir olumsuz duygu beslemediğini, tam tersine açık sözlü, dışa dönük, zeki, vatansever, modern yapısını takdir ettiğini ifade etmektedir. Müvekkilin bunca haksızlığa, hukuksuzluğa, iftira ve baskıya rağmen arkadaşlarının kendisini çok sevmesinin sebeplerinden biri de -kendisinin beyan ettiği üzere Kuran ahlakının gereği olarak- her zaman tanıdığı tüm insanlara hüsnüzanla yaklaşması, her insana değer vermesi, nezaketli ve ince düşünceli olması, bencillikten şiddetle kaçınması, öfkeden uzak durması, kimseden vazgeçmemesi, sevgiyi her zaman her şeyin üstünde tutmasıdır.
Basına yaptığı açıklamalarda “eşinin dahi kendisini sevmediğinden” şikayet eden Fatih Altaylı da benzer bir şekilde itidali, anlayışı, sevgiyi, dostluğu esas alan, tevazulu, fevrilik ve sertlikten uzak bir üslup geliştirmesi durumunda şikayet ettiği sevgisizlikten kurtulacaktır. O zaman kendisinin de yanında gerçekten onu seven, hiçbir koşulda yalnız bırakmayan arkadaşları olacaktır.
Fatih Altaylı’nın müvekkille ilgili yaptığı hemen her yayında “sonsuza kadar” cezaevinden çıkamayacak vurgusu yapması da öfkesinden kaynaklanan bir akıl tutulması gibi görünmektedir. Her şeyden önce sonsuzluk dünyaya ait bir kavram değildir.İyiler için cennet, kötüler için cehennem sonsuzdur ama dünyada hiçbir karar, hiçbir hüküm, hiçbir güç sonsuz değildir.
Müvekkil Adnan Oktar’ın cezaevinde kalmasını gerektiren bir suçu olmadığını Fatih Altaylı da gayet iyi bilmektedir. Hukuka uygun, adil yargılama yapıldığında müvekkilin özgürlüğüne kavuşacağının kendisi de farkındadır. “Çıkamayacak, çıkamayacak” içerikli yayınlar ise bir nevi kendisini teskin konuşmalarıdır. Oysa müvekkilin kanaatine göre; böyle faydasız teskin çabalarıyla uğraşmak yerine içindeki öfkeyi atsa, akılcı ve vicdanlı bir üsluba yönelse dürüstlüğün ve samimiyetin konforunu yaşama imkanı bulacaktır. Her insan bir anlık bir kararla tüm negatif yönlerini geride bırakıp bambaşka bir anlayış kazanabilir ve Fatih Altaylı da bunu başarabilecek vicdana sahiptir.
Dindar bir insan olan müvekkilin inancına göre; Allah’ın kaderini yalnız Allah bilir ve ölümün kime ne zaman geleceği kaderde belirlidir. Bu bir kumpas davasıdır ve her kumpas davası gibi er veya geç müvekkil de tüm diğer sanıklar da aklanacak, beraat edeceklerdir. Fatih Altaylı belki bu beraati görecek belki de ömrü yetmeyecek göremeyecektir. Nitekim 1986’da ya da 1999’da müvekkil yine hukuksuz olarak tutuklandığında, artık bir daha onun için çıkış olmadığını düşünüp zafer kazanmış edasında olan karşıtlarının bir kısmı vefat edip tahliye olduğunu görememişlerdir.
Müvekkilin hayatı boyunca “Bu defa bitti”, “Bu defa yandı” manşetleri atan, “Onları çökerttik” cümleleri kuran, “Benim tek işim Adnan Oktar” diyen, ömrünü müvekkille mücadeleye adadığını söyleyen nice gazeteci, siyasetçi, akademisyen, yargıya ve emniyete sızmış derin devlet elemanı olmuştur. Bugün bunların birçoğunun ismi dahi anılmaz, yeni nesil kim olduklarını dahi bilmezken müvekkil mevcut zorlu cezaevi koşullarına rağmen son derece dinç, sağlıklı, genç, neşeli, hayat dolu bir şekilde yaşamına devam etmektedir. Üstelik, müvekkille uğraşmayı kendisine meslek edinmiş eski bir polis olan Furkan Sezer’in de “Adnan Oktar bugün serbest kalsa tüm arkadaşları 24 saat içinde koşarak yanına gider” sözleriyle ifade ettiği üzere, destekleyeni, seveni, dostları çok fazladır.
Kanaatimizce Fatih Altaylı da tüm bu gerçeklerin farkındadır. Bu farkındalık zaman zaman kendisinde engel olamadığı öfke krizlerine sebep olsa da “böyle gelmiş böyle gider” demekten kurtulması mümkündür. Alışılmış tarzını geride bırakıp sevgiyi, derinliği, sabrı, güzel sözü, inceliği, adaleti, fedakarlığı tercih etmesi durumunda hayatına birçok güzellik katılacaktır. Nefretin, öfkenin, katılığın insanın yüzüne dahi yansıyan olumsuz halden kurtulmak, 65 yaşından sonra da olsa kendisine de çevresindekilere de ferahlık getirecektir. Temennimiz, böyle zeki, aydın, modern bir insanın da sevmek ve sevilmek gibi güzellikleri yaşaması, çevresinde kendisini seven gerçek dostlarının olması, öfkesiz, kavgasız, sakin ve tevazulu bir hayatın huzurunu yaşamasıdır.
Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız.