Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına 2018 yılında düzenlenen operasyondan bu yana Barış Terkoğlu, müvekkil ve dava dosyası hakkında onlarca yazı yazmış gazetecilerden biridir. Ancak bu yazılardan bir tanesinde bile ne müvekkilin açıklamalarına ne de dosyada yer alan yüzlerce savunma delillerinden tek bir tanesine bile yer vermemiştir.
Gerek kendisinin ve arkadaşlarının yargılandığı davalarda gerekse Ekrem İmamoğlu davası gibi gündem olan davalarda,
- Özel oluşturulan heyetlerden,
- Hakim ve savcıların bazı odaklar tarafından baskı altına alınmasından,
- Hukukçuların mütalaalarının hiçe sayılmasından,
- Sanıklara savunma hakkı tanınmaması, tanıkların dinlenmemesi, delillerin toplanmaması gibi hukuk ihlallerinden
var gücüyle şikayet eden Barış Terkoğlu’nun bu ve benzerinin yüz katının Adnan Oktar Davası Dosyasında yaşanmış olmasını hiçe sayması kendisi ve savunduğunu iddia ettiği değerler adına mahcup edici bir tutumdur. Kanaatimizce adalet, özgürlük, eşitlik, hukuk, insan hakları, hukuk gibi değerlerin savunucusu olma iddiasıyla ortaya çıkan sol görüşlü bazı diğer gazetecilerde de görülen bu samimiyetten uzak tutum halkın bu zihniyet ve temsilcilerine güven duymasını da zorlaştırmaktadır. Zira bu derece aleni ve göz göre göre, anlamsız ve bir türlü yatışmayan bir öfkeyle, bir kumpas dosyasının mağduru olduğu açıkça ortada olan müvekkil ve arkadaşlarının “zor şartlarda” olmasını istemek hiçbir vicdani ve insani değerle bağdaşmamaktadır.
Barış Terkoğlu son olarak kaleme aldığı; Adnan Oktar Davası dosyasında bozma kararı veren istinaf hakimlerinin Yargıtay 5. Ceza Dairesinde yargılanmaya başlanacak olmasını ve daha önce müvekkilin arkadaşlarından birinin kiracısı olduğu Kandilli’deki evin son durumu hakkındaki yazılarında da bu samimiyetten uzak üslubunu maalesef devam ettirmiştir.
Yazılarından dosya hakkında bilgiye sahip olmadığı sadece kendisine anlatılanları yazdığı anlaşılmaktadır. Husumetli müştekiler ve avukatlarının gerçek dışı söylemlerinin ve çarpık mantık örgülerinin birebir Barış Terkoğlu’nun yazılarında da yer alması tüm bunların tek bir noktadan hazırlanıp farklı kişilerin ellerinden halka servis edildiğini düşündürmektedir. Barış Terkoğlu’nun kendisi hakkında böyle bir kanaatin oluşmasını kabul etmemesi gerekir.
Bunca yazı yazıp dosyanın diğer tarafının ne söylediğine özenle yer vermemek, yargılananların en azından mahkeme beyanlarından bir kere bile bahsetmemek anlaşılması zor bir tutumdur. Gazetecilik mesleğinin etiğiyle, objektifik, tarafsızlık ve dürüstlük ilkeleriyle hiç bağdaşmamaktadır. Tek başına bu ısrar bile Barış Terkoğlu’nun iddia ettiği gibi adalet ve hukuk için değil, bazı çevrelerin istekleri, dayatmaları ve zorlamalarıyla yazı yazdığı şüphesini uyandırmaktadır.
Barış Terkoğlu ve bazı gazetecilerin “tek taraflı”, “propaganda içerikli”, “karşı görüşe asla yer vermeyen” üslupları kullanırken en büyük hatalarından biri bunun görülmediği ve anlaşılmadığını sanmalarıdır. Oysa kendisinin bir başkası yaptığında gördüğü, anladığı ve teşhis ettiği bu samimiyetsiz, ilkesiz tutumu halk da kolaylıkla görebilmekte, anlamakta ve teşhis etmektedir. Kendisi A Haber, CNN Türk, Yeni Akit, Yeni Şafak veya benzeri mecralardaki bir yayında aynısını yaptığında neler hissediyor, bu yayınları yapan gazeteciler hakkında neler düşünüyorsa halk da benzerlerini kendisi için düşünmektedir. Bu duruma düşmeyi hiçbir vicdan ve izan sahibi insanın, özellikle de demokrasi, adalet, hukuk için yazılarını kaleme aldığı iddiasında olanların istemeyeceği açıktır.
Adnan Oktar dosyasında bozma kararı veren İstinaf Hakimlerinin yargılanacak olmasından bahsederken “Dünyanın en kötü insanı kimdir? Kimi katili kimi hırsızı gösterir. Ben bilmiyorum. Ama milletin kendisine emanet ettiği üniformayı başkalarına kiralayanların, hırsızlardan da katillerden de daha aşağılık olduğunu düşünüyorum” diyen Barış Terkoğlu’nun;
- İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mevcut heyeti varken hukukun doğal hakim ilkesine aykırı olarak Adnan Oktar dosyası için özel bir heyet oluşturulmasını,
- Heyetinin Adnan Oktar'a 10 bin yıllık cezayı verir vermez görevinin bitip dağıtılmasını,
- Yaptıkları yargılama boyunca 300’e yakın savunma tanığının bir tanesini bile, bazıları duruşma salonu kapısında hazır edildikleri halde içeri almamasını ve dinlememesini,
- Müşteki beyanlarındaki yüzlerce çelişkinin -bu çelişkilerden tek bir tanesi bile 100 yıldır bu ülkede bozma sebebi sayılırken- görmezden gelinmesini,
- Yüzlerce binlerce yılla yargılanan 5 bin sayfadan oluşan iddianamesi olan bir dosyada sanıklara 30 dakika, 1 saat gibi sınırlı savunma süresi vermenin hukuksuzluğunu,
- İstinaf 1 Ceza Dairesi Hakimlerinden Tamer Keskin’in HSK soruşturmasında tanık olarak müvekkil ve arkadaşları aleyhine beyan verdikten sonra, ikinci İstinaf heyetinde hakim olarak nasıl yer alabildiğini,
- CMK m. 22’nin “hakim aynı davada tanık veya bilirkişi sıfatıyla dinlenmişse, hakimlik görevi yapamaz” ilkesinin bu derece çiğnenmesinin nasıl mümkün olabildiğini,
- Sanıklara yargılama boyunca isnat edilen ağır suçlamalara dair değil de “neden çocuk doğurmadın”, “neden bikini ile fotoğraf çektirdin”, “neden başkanlık seçimlerinde oy vermeye gitmedin”, “neden sosyal medyada Abdülhamit’i eleştirdin”, “kaç vakit namaz kılıyorsun” gibi tamamen inanç ve yaşam tarzı özgürlüğüne sorular sormuş olmalarını,
- Sanıklardan Mert Sucu’nun güya polise ateş ettiği iddia edilirken Mert Sucu’nun elinde atış artığı izi tespit edilememiş olmasına, olay esnasında kendi silahını ateşlemediğini iddia eden polisin ise iki elinde birden atış artığı bulunmasına, olaydan sonra ATK'ya gönderilmek üzere konulduğu mühürlü delil torbasından mührü kırılarak çıkarılıp profesyonelce temizlendiği için Mert Sucu'nun silahında hiçbir parmak ve DNA izi tespit edilememesine, olayın aslını kesin biçimde aydınlatacak polis ve güvenlik kameralarının görüntülerini heyetin emniyetten getirtip dosyaya sokmamasına ve bu en hayati delili yok sayıp incelememesine rağmen konuyla ilgili ceza kararı vermesini ve Adnan Oktar dosyası yargılamasındaki daha başka yüzlerce hukuk ihlali ve anormal durumu da
kendi deyimiyle “aşağılık bulup bulmadığını da” açıklaması gerekmez mi? Bunlardan sadece bir tanesi kendisi veya kendisi gibi düşünenlerin yargılandığı dosyada yaşanmış olsa, sonrasında da İstinaf tarafından bu kusurlu işlem yapan hakimlerin vermiş olduğu karar bozulmuş olsa, bozma kararı veren hakimler için “kahramanlık” methiyeleri düzecek olan Barış Terkoğlu’nun söz konusu Adnan Oktar olduğunda İstinaf hakimlerini “aşağılık” tutum sergilemekle itham etmesi hakkaniyete, vicdana uygun mu?
Müvekkil Adnan Oktar yaşanan bunca hukuksuzluğa rağmen adaletin mutlaka yerini bulacağına güvenmekte, bu güven duygusuyla da sakinlik ve sabır içinde yaşananları izlemektedir. Yaygara ve propagandanın ise er geç ortaya çıkacak hakikatleri asla örtemeyeceğini bilmektedir. Tarih, propagandayla oluşturulan kararların, kumpasların, tuzakların bozulmasının ve bir şekilde bu kumpasın parçası olanların utançla anılmasının örnekleriyle doludur. Barış Terkoğlu gibi adalet ve hukuktan yana olduğunu iddia eden bir gazetecinin de bu hakikatin farkında olmaması mümkün değildir. Barış Terkoğlu ideolojik farklılıklar sebebiyle tamamen tarafsız yazılar kaleme almaya güç yetiremiyor olsa bile en azından birkaç cümle de olsa karşı tarafın görüşüne yer vermeyi başarabilmelidir.
Müvekkil bir kez daha, adaletin karşıt olduğu biri için ve kendisi aleyhine olsa dahi savunulması şart olan bir değer olduğunu hatırlamaktadır. Nitekim bu Kuran’da da Allah’ın emridir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi 135)