Adnan Oktar’ın 1979’dan bu yana sürdürdüğü ilmi ve imani çalışmaların tamamı Devletin bekasını esas alan, insanların maneviyatını güçlendiren, birçok insanın farkına varmadan üzerine yük olmuş olumsuzlukları ortadan kaldırmayı hedefleyen, büyük oranda da hedefine ulaşan çalışmalardır. Hayatının hiçbir safhasında kendisini veya kendi geleceğini düşünmeyen, ülkemizin ve İslam aleminin yaşadığı sıkıntıların arka planını görerek bunlara yönelik tedbirler almayı hedefleyen müvekkil bu uğurda birçok baskı, haksızlık, hukuksuzluk, iftira ve karalamaya da maruz kalmıştır. Ancak kendisinin de Mahkeme huzurunda ifade ettiği üzere bu baskıların hiçbiri asla inancından ve amacından caydıramamış, tam tersine her defasında haklılığının ve ileri görüşlülüğünün bir kez daha tescili olmuştur. Bugün de müvekkil kendisinin tahliyesini ya da dosyasının durumunu değil, ülkemizin içinde bulunduğu zorlukları ve bu zorlukların aşılması için gerekli olan adımların atılmasını öncelikli görmektedir. Adaletin tecelli etmesini istemesinin temel sebebi adaletin olmadığı yerde güvenin, huzurun, bereketin olmayacağını, toplumsal düzenin muhafaza edilemeyeceğini, mevcut durumun daha da büyük bir açmaza dönüşme riski olduğunu görmesindendir. Devletin temelinin adalet olduğunun bilincinde olan bir insan olarak tüm insanlar için eşit olarak adalet, huzur, güvenlik, sevgi, kardeşlik, neşe, sevinç, bolluk, refah olmadıktan sonra kendisinin dışarıda olmasının hiçbir manası olmadığını düşünmektedir.

Müvekkilin maruz kaldığı tüm hukuk dışı uygulamaların, 7 yıl boyunca kesintisiz devam eden ve Cumhuriyet tarihinde eşi pek görülmemiş yoğunluktaki karalamaların, ilmi çalışmalarının durdurulması neticesinde, ülke çapında oluşan ortamın ortaya koyduğu bazı hakikatler bulunmaktadır:

1.  Müvekkilin bir yandan dinsizliğin temel dayanak noktası olan Darwinizm’in diğer yandan insanları dinden uzaklaştıran bağnazlığın geçersizliğini bilimle ve Kuran’la ortaya koyması, toplumu kuşatan sayısız maddi manevi felaketin tek bir noktadan bertaraf edilmesini sağlamıştır.

    Müvekkil Adnan Oktar’ın daha önce de defalarca izah ettiği üzere toplumlar genellikle yaşadıkları felaketin gerçek kaynağını görmekten uzak olurlar. Ekonomik krizler, çatışmalar, kutuplaşmalar, şiddetin artması, yoksulluk, gelecek endişesi gibi günlük sorunlarla tek tek mücadele etmeye uğraşır ama bunların temelinde ne olduğu üzerine düşünecek veya çözüm üretecek fırsatı bulamazlar. Müvekkilin yıllar önce de vurguladığı üzere, bu durum sırtına pençesini atmış olan canavarı göremeyen, canavarın gözünün önüne yansıttığı görüntülerle uğraşan kişinin durumu gibidir. Oysa dikkatlice bakıldığında insanlığın iki ana noktadan kuşatılmaya alındığı görülmektedir. Bir tarafta dinsizliğin sözde bilimse dayanağı olarak ortaya konan Darwinizmle insanlara dinsizliğin ve bunun getirdiği bencilliğin, sevgisizliğin, acımasızlığın bilimsel gerçeklermiş gibi sunulması vardır. “Güçlü olan hayatta kalır”, “yükselmek için başkalarını ezmek zorundasın” gibi vahşiliklerin “bilim bunu gösteriyor” diye telkin edilmesi geçtiğimiz yüzyılı kana bulayan iki büyük dünya savaşının yaşanması, milyonların hayatını kaybetmesiyle neticelenmiştir. Bir gün önce kapı komşusu olan birbirinin düğününe, yemeğine, cenazesine katılan insanlar bir gün sonra birbirlerinin alnına silah dayar hale gelmiştir. Diğer yandan ise insanlar Allah’a yakın olmak, dindar ve sevgi dolu bir hayat yaşamak istediklerinde tek seçenek olarak önlerine bağnazlık konulmuştur. Taassup, batıl inançlar, şiddet, kadın düşmanlığı, despotluk, dayatma, hayatın güzelliğine dair ne varsa insanların elinden alınması gibi fikir ve uygulamalar sözde din gibi gösterilmiştir. Böylece insanlar bir taraftan “bilim, Allah yok diyor, bencil ve acımasız olmanı söylüyor” yalanıyla diğer taraftan da “dindar olacaksan sevgisiz, katı, fakir, kalitesiz olman gerekiyor” dayatmasıyla kıskaca alınmış, sevgiden, dostluktan, merhametten, fedakarlıktan, güzellikten, nezaketten, yardımlaşmadan, dürüstlükten uzaklaştırılmıştır. Her an patlamaya hazır birer barut fıçısına dönüşen insanlardan oluşan toplumlar meydana gelmiş, birkaç dakika içinde çözüme kavuşabilecek sorunlar nesiller boyu devam eden düşmanlıklara dönüşmüş, fakirin ezildiği zenginin daha zengin olduğu bencil bir düzen gelişmiş, insanların yaşama sevinçleri ellerinden alınmıştır. Müvekkilin Darwinizim’in bilim olmadığını bilimsel verilerle ortaya koyması, bağnazlığın da Kuran’a aykırı olduğunu ayetlerle ve hadislerle açıklaması toplumlar üzerindeki bu boğucu kuşatmayı kırmıştır. İnsanların karşısında dikilen Darwinizm ve bağnazlık putlarını yıkan insan müvekkil olmuştur. Yıkılan putların da yerine tüm insanların hoşuna giden, herkese iyilik ve ferahlık getiren aydınlık, sevinç dolu, iyilik sevgi güzellik ve kalite üzerine kurulu Kuran Müslümanlığını koymuştur.

    2. Müvekkilin Darwinizm’i ortadan kaldıran, modern aydın sanatı ve bilimi öne çıkaran çalışmaları olmasa sağın güç kazanmasının ve iktidara gelmesinin mümkün olamayacağı sosyolojik bir gerçektir.

      Türkiye’de yaklaşık 25 yıldır sağın tek başına iktidar olmasının temeli de müvekkilin yukarıda özetlediğimiz ilmi çalışmalarının ürünüdür. Bugün sol ideolojilerin zemini ve dayanak noktası olan Darwinizm ortadan kaldırılmamış olsa Türkiye’de sağın böylesine güçlü olarak iktidara gelmesi ve kesintisiz olarak 25 yıldır iktidarda kalması asla mümkün olmazdı. Bu, müvekkilin şahsi görüşü değildir. Doğu Perinçek başta olmak üzere sol ideologların birçoğu tarafından açıkça dile getirilmiştir. Son 40 yılda tüm Türkiye’yi adeta duvarsız bir okul haline getiren devasa bir kültürel atakla; tüm illerde, neredeyse bütün kasabalarda binlerce defa düzenlenen konferanslar, sokak sokak cadde cadde yapılan fosil sergileri, dağıtılan milyonlarca ücretsiz kitap halkta müthiş bir milli, manevi ve imani bilinçlenme sağlamıştır. Daha önceler boş alanda istedikleri gibi propaganda yapan sol yapılanmalar müvekkilin bu çalışmalarından sonra halk zemininde meydana gelen son derece güçlü bir sedde çarpmışlardır.

      Müvekkilin ilmi çalışmalarının kendilerine nasıl bir ideolojik engel teşkil ettiğini hemen fark eden ve gündeme getirenlerden biri de terörist başı Öcalan olmuştur.

      “Tepede de MİT’in Türk oligarşik yapısının emrindeki din adamları vardır. Hem de filozofça din adamlarıdır bunlar. Osmanlı sultanlarına da tarih boyunca yol gösteren din adamları değil miydi? Şimdi de rejimin saldırılarına yol gösterecek din adamları vardır. Mesela o Adnan Hocalar nasıl ortaya çıkarıldı?” (Abdullah Öcalan, Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği, Şubat 2001, s.25)

      Öcalan’ın bu sözleri müvekkilin çalışmalarının tam hedefine isabet ettiğinin delili niteliğindedir. Nitekim geçmiş Genelkurmay başkanları başta olmak üzere terörle mücadelenin içinde yer alan birçok kıymetli isim de teröre karşı mücadelenin aslı olarak fikri alanda yürütülmesi gerektiğini, terörün fikri zemini ortadan kalkmadıkça silahlı mücadelenin tek başına fayda sağlamayacağını söylemişlerdir.

      Özetle müvekkilin anti darwinist çalışmaları hem terörle mücadelede önemli bir dayanak noktası olmuş hem de tüm sol ideoloji ve akımların gençler arasında yayılmasını, dinsizliği kullanarak halkı ezen ve kendine güç sağlayan anlayışın etkisinin azalmasını, on yıllar boyunca adı konulmamış bir tahakküm altında tutulan dindar kesimin özgürleşmesini sağlayan temel unsur olmuştur.

      Bugün dahi bazı sol kesimlerde hala bu yenilgilerinin öfkesi açıkça görülmektedir. İktidarın gücünün ardındaki fikri zeminin mimarı olarak gördükleri müvekkili bu sebeple alenen suçlamaktadırlar.

      3. Müvekkilin insanların imanına ve maneviyatına, dolayısıyla Devletin bekasını güçlendirmeye yönelik tüm bu çalışmaları neticesinde maruz kaldığı vefasızlık toplumsal bir felakettir.

        Hiçbir siyasi parti, hiçbir siyasi hareket felsefi zemini olmadan güç kazanamaz. Günü birlik kazançlarla, bir takım menfaat bağlarıyla, makam mevki vaadleriyle insanları bir süre oyalamak mümkün olsa da felsefi zemini olmayan partiler bir süre için güç kazansalar da zaman içinde mutlaka düşüşe geçerler. Yakın tarihe bakıldığında hızla güç kazanıp varlık elde edip içinden Cumhurbaşkanları çıkarmış ancak aynı hızla da tarihe karışmış birçok siyasi partiyi görmek mümkündür. Müvekkil Adnan Oktar’ın sağ iktidarların fikri ve felsefi zeminini oluşturmak bir yana kendisinin ve yakın arkadaşlarının tüm sağ partilere açık desteğinin olduğu da bilinen bir gerçektir. Müvekkil vesilesiyle İslam’ı yaşamaya başlayan Türkiye eski güzellerinden Gülay Pınarbaşı’nın Refah Partisi’ne katılması ve bunu takiben Refah Partisi’nin iktidara yürümesi bilinen bir gerçektir. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanı seçildiğinde -ilk kutlama fotoğraflarına da yansıdığı üzere- yanındaki iki isim de müvekkilin yakın arkadaşlarıdır. Ak Parti’nin iktidara gelmesinin ardından da ülkemiz için hayati olan tüm dönemeçlerde müvekkil akılcı ve adil bir tutumla, Devletin bekasının gerekliliği için, iktidarın destekçisi olmuştur. 2009’da MİT başkanı Hakan Fidan’a yönelik girişimde, Gezi olaylarında, dershane krizinde, 17-25 Aralık kalkışmasında, MİT tırlarının durdurulması eyleminde, 15 Temmuz darbe girişiminde neredeyse tüm iktidar yanlıları “aman başımıza bir şey gelmesin, önce bir ortalığı tartalım” düşüncesiyle kenara çekilmişken, müvekkil tek başına canlı yayınlarda halkın hükümete desteğinin devam etmesi için en makul, en akılcı ve en gerekli izahları yapmıştır. Bu kararlı tutumu sebebiyle de pek çok tepki almıştır. Tüm Türkiye’nin bildiği bu gerçeğin iktidara yakın görünmeye çalışan bazıları tarafından bugün adeta yok sayılarak, akıl almaz bir vefasızlığı teşvik etmeleri ibret vericidir. Müvekkil kendisi adına bir beklenti içinde değildir. Yaptıklarını Allah’ın rızasını umarak, o günün koşullarında Devletin ve milletin iyiliği için en doğrusu olduğunu düşünerek, vicdanına uyarak yapmıştır. Ancak, bugün sahip oldukları yerlere gelmelerine vesile olan insanın 10 bin yıllık cezalarla adeta yüzlerce kez müebbete mahkum edilmesi, tarihte örneği görülmemiş hukuksuzluklara maruz kalması, akıl almaz bir linç ve karalama kampanyasıyla kendilerince ezilmeye, karalanmaya, hatta yok edilmeye çalışılması da halkta haklı olarak “ona bunları yapan bize neler yapmaz” korkusu uyandırmaktadır.

        Vefasızlığın, sadakatsizliğin ve ihanetin teşviki, toplumu bir arada tutan temel değerlere saldırıdır. Bugün sosyal medyada ve basında faaliyet gösteren, yaşı genç tecrübesi zayıf, ülke tarihini bilmeyen, geleceğe yönelik ufku olmayan, günü birlik kazançlarla yetinen, kurduğu cümlelerin yaptığı tahribatı tahayyül dahi edemeyen bazı kimselerin sebep oldukları olumsuzlukları da bertaraf edecek olan yine müvekkil ve arkadaşları olacaktır. Mevcut konumlarını korumak dışında bir yaşam amacı olmayan bu tarz kişilerin iktidar temsilcisi gibi hareket ediyor olmasının verdiği zararın Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da fark edildiği kanaatinde olan müvekkil bu ve benzeri tehlikeler konusunda Devletimiz’in irfanına güvenmektedir.

        4. Devletin bekasını ve milletin güçlenmesini esas aldığını öne sürenlerin ilk yapması gereken adaletin tecelli etmesini sağlamaktır. Adaletin olmadığı yerde halkın kendini güvende hissetmesi, ruhen sağlıklı ve madden müreffeh bir toplumun inşa edilmesi mümkün değildir.

          Bugün Türkiye’ye hakim olan;

          • Ekonomik kriz
          • Yokluk
          • Fakirlik
          • Bereketsizlik
          • Deizm ve ateizmin yayılması
          • Adaletsizlik
          • Mutsuzluk
          • Şiddet
          • Endişe ve korku

          gibi olumsuzlukların tamamı 2018’e müvekkilin tutuklanmasının ardından çığ gibi gelişen olaylardır. Her ne kadar basında ve sosyal medyada bazı kimseler “iktidar olduk artık ihtiyacımız kalmadı” yaklaşımı içinde olsalar da mevcut durum, müvekkilin ilmi çalışmalarına ve akılcı, itidalli, sevecen, merhametli, anlayışlı, vicdanlı ruhuna eskisinden çok daha gazla ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Sokaklarından hemen her gün bir şiddet eyleminin olduğu, aralıksız olarak her gün operasyon yapılmasına rağmen suç örgütlerinin temizlenemediği, çocukların hatta bebeklerin dahi tecavüze uğradığı, kadınların herkesin gözünün önünde günün ortasında darp edilip öldürüldüğü, dolandırıcılığın müthiş yaygınlaştığı, dine ve dindarlara duyulan güvenin en alt seviyelere düştüğü, adaletsizliğin hakim olduğu, insanları büyük bir umutsuzluğun kapladığı, yokluğun da ötesinde açlığın arttığı, deizm ve ateizmin hiç olmadığı kadar yükseldiği bu dönemde halkın huzur ve güven duymasının en önemli yolu yeniden adalete güvenmesini sağlayabilmektedir.

          Ne var ki müvekkilin Yargıtay’daki dosyasının hukuka aykırı bir şekilde onanmasının hemen ardından yapılan anketlerde adalete güven son yılların en düşük seviyesine inmiştir. Sokaktaki sıradan vatandaş dahi müvekkilin yargılandığı dosyada suç olmadığını bilirken, tüm hukuk camiası dosyada suç unsuru olmadığı konusunda hem fikirken, Türk Ceza Kanunu yazan hukuk profesörleri dahi bu dosyada suç yok derken, dosyanın Yargıtay’da onanabilmesi halkı yargıya güvenini yerle bir etmiştir. Temmuz ayında hemen bu kararın ardından YARGIYA GÜVENİN %1.4 OLDUĞU aşağıdaki ankette görülmektedir:



          Akparti’nin oyları da Temmuz 2024’de tarihteki en düşük seviyeye inmiştir:


          Adaletin olmadığı yerde refah, huzur, güven, itidal, rahatlık olması mümkün değildir. Adalet yoksa vicdan da yoktur. Vicdan yoksa her türü kötülüğün kapısı sonuna kadar açıktır. Bu sebeple müvekkil ısrarla hukuksuzlukları anlatmakta, adaletin tesis edilmesini istemektedir. Bunu yaparken amacı kendisinin ve arkadaşlarının tahliye edilmesi değildir. Kendi dosyasında hukuk uygulansa ve tahliye edilse ama ülkede adaletsizlik devam ediyor olsa tahliyeden mutlu olmayacaktır. Zirahayatı boyunca tek gayesi İslam ahlakının güzelliklerinin hakim olması olan müvekkil için adaletin olmadığı bir ortamda dışarıda veya içeride olmanın farkı olmayacaktır. İslam ahlakı hakim olmadığı müddetçe kendisinin nerede, nasıl, ne konumda olduğu önceliği değildir.

          Daha yeni Daha eski