YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
SUNULMAK ÜZERE
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 
1. CEZA DAİRESİ'NE

 

DOSYA NO        : 2023/310 E. 2023/494 K.

SUNAN               : Adnan OKTAR

MÜDAFİİ            : Av. Mert ZORLU

KONU                 : Müvekkil Adnan Oktar’ın yargılanmakta olduğu, huzurda temyiz incelemesi yapılan, 2022/158 esas sayılı dosyanın safahatı, soruşturma aşamasından günümüze kadar yaşananlar incelendiğinde açıkça görülmektedir ki bu yargılama sürecinde müvekkil ve arkadaşlarına “vatandaş” ceza hukuku uygulanmamıştır. Müvekkilin, kendisinin ve arkadaşlarının dünya görüşlerinin ve özel hayatlarının sorgulandığı, sadece soyut ve çelişkili beyanlar temel alınarak çeşitli suç isnatlarında bulunulduğu bu yargılama sırasında ve sonrasında kendilerine tam anlamıyla  bir “düşman ceza hukuku” uygulandığı, illegal derin devlet yapılanmasının adeta Hülagü dönemindeki gibi eziyet ettiği hususundaki görüşleri aşağıda dikkatlerinize sunulmaktadır:

 

AÇIKLAMALAR:

Temyiz incelemesi için sayın dairenize gelen dosyada görüleceği üzere, soruşturma aşamasından itibaren ve yargılama sürecinin her aşamasında dosyada sayısız usulsüzlük, hukuksuzluk ve anayasal hak ihlalleri yer almaktadır.  

Sayın dairenize, gerekçeli temyiz dilekçelerinde ve yargılama boyunca dosyaya savunma tarafından sunulan diğer dilekçelerde, bu hukuksuz, kanuna aykırı uygulamalar bildirilmiştir.

Bu dilekçede müvekkil Adnan Oktar’ın, kendisine ve arkadaş camiasına yönelik, öfke, intikam ve yok etme arzusuyla yapıldığı açıkça görülen haksız ve hukuksuz uygulamaların ardındaki illegal derin devlet yapılanmasına, bu yapılanmanın zulmünden ve zararından çekinen bazı emniyet ve yargı mensuplarının hür irade ve hür vicdanlarıyla karar vermelerinin mümkün olmadığına ve tarihte zalimliği ile tanınan Moğol hükümdarı Hülagü’nün uygulamalarına benzer uygulamalara maruz kaldığına dair açıklamaları bilgilerinize sunulmaktadır.

 

Müvekkil Adnan Oktar’ın konu hakkındaki görüşleri şöyledir:

Günümüzde toplumu ve siyaseti şekillendiren, görünmez bir el gibi iktidarlar üzerinde dahi baskıcı ve tehditkar bir gücü olan illegal derin devlet yapılanması, geçmişte zalimliği ile bilinen Moğol Hükümdarı Hülagü benzeri yöntemler kullanmaktadır.

Hülagü, bir korku imparatorluğu oluşturmuş, kendinden olmayan, kendisine boyun eğmeyen, kendisi gibi düşünmeyen herkesin yok edilmesini, ortadan kaldırılmasını hedeflemiştir.

Hülagü bu kin ve nefretle Anadolu’da 2 milyon Müslümanın şehit edilmesine, Müslümanların mallarının mülklerinin gasp edilmesine, Müslüman kadınların üzerlerindeki altınların, ziynet eşyalarının kollarını parmaklarını doğramak suretiyle gasp edilmesine, Şam’daki Barada nehrinin günlerce, haftalarca kan kırmızı akmasına yol açan katliamlar yapmıştır. Abbasi İslam Hilafeti merkezinin bulunduğu Bağdat’ı yakıp yıkmış, askerlerine asker sivil, kadın, yaşlı, çocuk, ayırt etmeksizin bütün ahaliyi öldürmelerini emretmiştir. Kendisine boyun eğmeyi, koşulsuz teslim olmayı kabul etmeyen İslam Halifesini ve Bağdat halkını kırıp geçirmiş, Halife Mustasım’ı yakaladıktan sonra keçe bir çuval içinde atlara ezdirerek şehit etmiştir. İnsanlık dışı benzeri muameleleri Abbasi hanedanının yakalayabildiği diğer fertlerine de uygulamış, kendinden olmayı, boyun eğmeyi kabul etmeyen herkesi şehit etmiştir.  

Bir nevi günümüzdeki kanunsuz ve zalim derin devlet anlayışını yansıtan bu insanlık dışı zihniyet son derece tehlikelidir. Ne zaman kimi hedef alacağı belli olmayan, her an herkesi düşman ilan edebilecek, çeşitli fiziksel ve psikolojik saldırılara maruz bırakabilecek tekinsiz bir yaklaşımdır.

Camiamızı hedef alan illegal derin devletin uzantıları da aynı Hülagü zihniyetine benzer bir tavır içinde hukuk kurallarını ihlal ederek, bu ülkenin tertemiz, hayatı boyunca hiçbir suç işlememiş, dürüst ve onurlu yaşamlar süren, eğitimli, kültürlü, vatanına ve milletine bağlı aydın vatandaşlarına karşı bu “düşman” yaklaşımı benimsemiştir. İllegal derin devlet elemanlarının kurguladıkları kumpas ve yanlış yönlendirmelerle, milliyetçi, vatansever camiamız bir anda adeta “düşman” ilan edilmiştir. 

 

Son beş yıldır yaşanan;

·        Halen devam etmekte olan hukuksuz, keyfi gözaltıların,

·        uzun tutuklulukların,

·        camiamızdan kişilerin aile bireylerinin sırf Silivri’deki duruşmaları izlemeye geldiler diye şafak baskınlarıyla gözaltına alınmalarının,

·        sadece cezaevindeki arkadaşını ziyaret ettiği, ona kıyafet götürdüğü için veya siyasilere, hukukçulara yaşadığı hukuksuzlukları anlattığı için  TCK KAPSAMINDA HİÇBİRİ SUÇ OLMAYAN İNSANLARIN HUKUK DIŞI GEREKÇELERLE YENİDEN TUTUKLANMALARININ,

·        30-40 yıllık arkadaşlarına iftira atmayı kabul etmeyenlerin “olumsuz kişilik” gösterdiklerini iddia ederek, en üst hadden ceza almalarının.

·        genç kadınların, hiçbir direnç göstermemelerine rağmen evlerine kapılar kırılarak, başlarına silah dayanarak, ters kelepçe ile yerlere yüzüstü yatırılıp, başlarının üzerine postal ile basılarak mağdur edilmelerinin,

·        PKK terör örgütüne dahi uygulanmayan kısıtlılık uygulanmalarının

temelindeki neden bu Hülagü “kanunlarının” illegal derin devlet yapılanması tarafından dikte ediliyor olmasıdır. Bütün bunlar acımasız ve zalim Hülagü anlayışının adeta günümüzdeki bir devamı görünümündedir.

Ortada bir suç olmadığı için, “suç üretmek” amacıyla daha 19, 20, 21 yaşlarında olan gencecik kızlara, bazı odaklarca aynen bu mantıkla yaklaşılmıştır.

40 yıla yakındır, devlete, millete hizmete kendini adamış, Türk-İslam Birliği için samimi gayret gösteren bir arkadaş grubu, bir gecede müşteki ve sanık olarak, suni yöntemlerle iki gruba bölünmüştür.

İftira atmadıkları takdirde, ömür boyu cezaevinden çıkamayacakları, okullarında, iş yerlerinde, sosyal çevrelerinde itibarsızlaştırılacakları, mallarına, paralarına el konulacağı, gençlik ve güzelliklerini, ömürlerini hapishanede yitirecekleri, azılı canilerle, katillerle birlikte kalacakları yönünde tehdit edilen bazı kadınlar, en yakın arkadaşlarına iftiralar atarak, kendilerine her söyleneni yaparak cezaevinden ve üzerlerinde kurulan maddi ve manevi amansız baskı ve eziyetten kurtulma yolunu seçmişlerdir.

Suni müşteki ve etkin pişmanların devşirilmesi sürecinde dikkat çeken anormalliklere bazı örnekler şöyledir:

 

·                   Sanıkların bazılarıyla arkadaşlık yapmaktan öte hiçbir bağlantıları olmayan onlarca kişi, telefonlarına gönderilen çeşitli mesajlarla ya da sosyal medya paylaşımlarıyla tehdit edilip korkutuldu ve şikayetçi haline getirildi. Böylece, daha 11 Temmuz 2018 tarihindeki operasyon yapılmadan, soruşturma dosyası gizli yürütülmekteyken ve gizli yürütülen bu soruşturmayı Mali Şube Aklama Suçları bürosunun yürüttüğünün  bilinmesi kesinlikle mümkün değilken, bu kişiler Mali şubeye gelerek ifade vermek zorunda kaldılar ve kendilerine Özkan Mamati gibi husumetli müştekiler eşlik etti.

 

·                   Dönemin Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer’in talebi ile yine dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz 06.07.2018 tarihinde bir kısım kişileri (ki bu kişiler, yukarıda anlatılan yöntemlerle korkutularak şikayetçi olmaya mecbur bırakılmıştır) usulsüz olarak şüpheli olarak gösterildi ve haklarında yurt dışına çıkış yasağı kararı verildi.  Söz konusu kararda adı geçen kişiler 11 Temmuz operasyonu sonrasında emniyete çağırıldı ve gözleri korkutularak müvekkil ve arkadaşları aleyhinde ifade vermeye zorlandı. Huzurdaki dosya bu ve benzeri şekilde yalan ithamlarda bulunmaya mecbur edilmiş zoraki “müşteki”lerle dolu hale geldi:

 

o     Müşteki İffet Piraye Yüce, yerel mahkeme huzurunda verdiği ifadesinde önce Özkan Mamati, Uğur Şahin gibi husumetli isimler tarafından, ardından da MALİ ŞUBE'DEN ARANDIĞINI VE EMNİYETE ÇAĞIRILDIĞINI, şayet EMNİYETTEN ARANMAMIŞ OLSA, İFADEYE GİTME, ŞİKAYETÇİ OLMA GİBİ BİR NİYETİNİN OLMADIĞINI belirtmiştir.

 

o    Müşteki Gizem Tar ifadeye çağırıldığını, gittiğinde isminin sistemde “şüpheli” olarak görüldüğünü ama EĞER İFADE VERİRSE “MAĞDUR” KONUMUNA GEÇECEĞİNİN KENDİSİNE SÖYLENDİĞİNİ beyan etmiştir. 

 

o    Müşteki Bengisu Güler mahkemede ağlayarak, “İFADE VERMEK ZORUNDAYDIM” demiştir. 

 

o    Bütün şikayetçilerin ifadeleri kumpasçılar tarafından özel görevlendirildikleri yönünde şüphe uyandırır şekilde AYNI 3 POLİS MEMURU TARAFINDAN alınmıştır. Bu memurlar çok sayıda hukuk dışı uygulama yapmıştır:

 

o    Örneğin, müşteki İffet Piraye Yüce 24.08.2020 tarihli mahkeme ifadesinde, KENDİSİNİN HİÇ SÖYLEMEDİĞİ BEYANLARIN MALİ ŞUBE İFADESİNE EKLENDİĞİNİ VE ASLINDA ŞİKAYETÇİ DAHİ OLMADIĞI KİŞİLERİN GÜYA KENDİSİNE CİNSEL SALDIRDA BULUNMUŞ GİBİ YAZILDIĞINI beyan etmiştir.

 

o    Örneğin; müşteki Ezgi Çelenlioğlu, 01.03.2022 tarihli tanık ifadesinde, Mali Şube'de alınan 09.02.2019 tarihli teşhis tutanağında  BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN HAKKINDA YAZILANLARI KENDİSİNİN SÖYLEMEDİĞİNİ, TUTANAKTA YAZANLARIN DOĞRU OLMADIĞINI  beyan etmiştir. 

 

o    Örneğin; müşteki Zeliha Türkan Akyüzalp, Mali Şube’de ifade verirken HİÇ ÖRGÜT KELİMESİ KULLANMADIĞI HALDE HER CÜMLESİNE “SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜ” ŞEKLİNDE EKLEMELER YAPILDIĞINI açıklayan bir dilekçe yazmıştır.  

 

o    Bütün bunların yanı sıra; müştekilerin biri hariç HİÇBİRİNİN MALİ ŞUBE İFADELERİNDE KAMERA KAYDI YAPILMAMIŞ, HİÇBİRİNİN YANINDA AVUKAT BULUNMAMIŞTIR. Zaten müştekilerin ifade verme süreleri de göz önüne alınınca, KİŞİLERİN SÖYLEDİKLERİNİN DEĞİL MEMURLARIN DİKTE ETTİKLERİNİN TUTANAĞA GEÇİRİLDİĞİ VE İFADELER ÜZERİNDE KURGULAR YAPILDIĞI anlaşılmaktadır. 

 

o    Mali Şube'deki ifade alınma işlemleri sırasında yürütülen bu kurgu çalışması nedeniyle de örneğin, müşteki Elmas Hilal Kahraman’ın 01.06.2018 tarihli 4 sayfa ifadesi 15 saat 50 dakikada, müşteki Hanife Akalın’ın 05.06.2018 tarihli 1 sayfalık ifadesi 7 saatte, etkin pişman Emre Teker’in 16.04.2019 tarihli 3 sayfalık ifadesi 7 saatte, müşteki Sedat Aktar’ın 14.07.2018 tarihli 3,5 sayfalık ifadesi 6 saat 10 dakikada alınabilmiştir.

 

o    Müştekilerden özellikle yaşı küçük olanlar, İstanbul MALİ ŞUBE'DE İFADE VERMEYE velileri, aileleri ya da akrabaları tarafından değil,  ÖZKAN MAMATİ, SERPİL EKŞİOĞLU GİBİ HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER TARAFINDAN GÖTÜRÜLMÜŞTÜR. İfade bitiminde tekrar bu müştekilere teslim edilmişlerdir. 

 

o    Yine İFADEYE HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER ÖZKAN MAMATİ VE SERPİL EKŞİOĞLU TARAFINDAN götürülen, yaşı küçük müşteki Mervenur Gözcü’ye  ifadesinin sonunda Adli Tıp Kurumu’nda yapılacak iç beden muayenesine rıza gösterip göstermediği sorulmuştur. Avukatının tavsiyesi doğrultusunda Mervenur Gözcü iç beden muayenesi yapılmasını reddetmiştir. Bunun hemen ardından ÖZKAN MAMATİ, İSTANBUL MALİ ŞUBE'DEKİ SORGU ODASINA GİRİP MÜDAHALE EDEREK AVUKAT NAZLI HANDE MALUŞAKLI İLE KAVGA ETMİŞ, bu müdahale sonucunda avukat hanım istifa ederek tutanağı imzalamadan ayrılmak zorunda kalmıştır. Onun yerine Özkan Mamati’nin avukatı olan Nur Demirtaş, yaşı küçük bu sözde müştekinin temsilcisi olarak atanmıştır. Ve Avukat Nur Demirtaş'ın baskı ve telkinleriyle MERVENUR GÖZCÜ ADLİ TIP MUAYENESİNE GİTMEYE MECBUR BIRAKILMIŞTIR. 

 

o    Yine yaşı küçük sözde müşteki Mervenur Gözcü, ifadesinde Özkan Mamati’nin kendisine anlattıklarını tekrarlamış, Özkan Mamati’nden öğrendiği bilgileri aktarmıştır. Örneğin “ben sonradan öğrendim, o yemeğin içinde meğersem lityum hapı varmış” demiştir. İfadeyi alan kadın memur “bunu nasıl öğrendin?” diye sorunca “ÖZKAN ABİDEN ÖĞRENDİM, BENİ GETİREN ADAM” cevabını vermiştir. Anlatımlarında sıklıkla “-mış”, “-muş” kullanarak başkasından duyduklarını tekrarladığını göstermiştir. En çarpıcı örneklerden biri de şu cümledir: “ANAL İLİŞKİ SIRASINDA KREM TARZI BİR ŞEY VARDI HERHALDE, SÖYLEMEM GEREKİYORMUŞ. Hangi yalanı söylemesi gerektiği dahi kendisine öğretilmiştir. 

 

o    Etkin pişman sanık Suphi Serdar Togay, KENDİSİ İSTEMEDİĞİ HALDE ÖZKAN MAMATİ VE UĞUR ŞAHİN TARAFINDAN ZORLA ŞİKAYETÇİ YAPILDIĞINI, hatta 26.06.2020 tarihinde mahkeme huzurunda, Mali Şube'deki ifadesi sırasında ÖZKAN MAMATİ VE UĞUR ŞAHİN’İN DE İFADE ODASINDA YANINDA OTURDUKLARINI beyan etmiştir. 

 

o    Yaşı küçük SERRA MOHAMADVALIPOUR MALİ ŞUBEYE İFADE VERMEYE HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER SERPİL EKŞİOĞLU VE UĞUR ŞAHİN İLE, Handenur Ünal ise ÖZKAN MAMATİ TARAFINDAN GÖTÜRÜLMÜŞTÜR.

 

o    Müşteki Gönül Duyar, Mali Şube tarafından hiç aranmamış ve ifadeye çağırılmamıştır. Ancak Gönül Duyar’ın ifade tarihinden önce Özkan Mamati ile HTS trafiği mevcuttur. İfade verdiği gün olan 17.07.2018’de ifadeye gitmeden önce 3 kere Özkan Mamati ile telefon görüşmesi yapmıştır. Hatta Gönül Duyar’ın, İFADESİ DEVAM EDERKEN DAHİ ÖZKAN MAMATİ İLE TELEFONLAŞTIĞI, HTS kayıtlarında görülmektedir. 

 

o    Özkan Mamati’nin, tanıdığı ve tanımadığı SAYISIZ MÜŞTEKİ İLE, EMNİYET İFADELERİNDEN ÖNCEKİ TARİHLERDE, TELEFON TRAFİĞİ OLDUĞU tespit edilmiştir. Örneğin, hiç tanımadığı müşteki Özlem Çağlayan’ı 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunun başlamasından birkaç saat önce aramıştır. Saat 01:40 itibarıyla aradığı Özlem Çağlayan ile aralıksız olarak 2 saate yakın konuşmuştur. Özlem Çağlayan 31.07.2018’de Mali Şube’ye ifade vermeye gitmiştir. Özkan Mamati, ifadenin başlamasından yarım saat önce de Özlem Çağlayan’ı aramıştır. Ancak, asıl şaşırtıcı olan Özlem Çağlayan’ın, ÖZKAN MAMATİ’Yİ İFADE ODASI İÇİNDEN YANINDA POLİS MEMURLARI VARKEN ARAMIŞ OLMASIDIR. Bu konuşmaların da HTS kayıtları mevcuttur. 

 

·                   Müştekilerin büyük çoğunluğu belli tarihlerde tekrar tekrar ifadeye götürülmüş, HER GİDİŞLERİNDE YENİ SUÇLAMALAR EKLENMİŞ, ESKİ İFADELER ÜZERİNDE DEĞİŞİKLİKLER VE EKLEMELER YAPILMIŞ, HEPSİ DE AYNI İLAVE SUÇLAMALARI HEP AYNI ZAMAN ARALIKLARINDA EKLEMİŞTİR. Örneğin, “köle gibi kullanılmak” şablonu müştekilerin toplu olarak Mayıs 2018’de verdikleri Mali Şube ifadelerinde yer almıştır. 

 

·                   Şablon ifadelerin en göze çarpanlarından birisi olan “beni organize bir şekilde maddi ve manevi olarak sömüren, psikolojimin bozulmasına yol açan ve tüm bunları sistemli bir şekilde yapan Adnan Oktar’dan ve onun liderliğini yaptığı örgütten şikayetçiyim” şeklindeki  ÖZEL KURGULANMIŞ PARAGRAF müştekilerin Eylül-Ekim 2018 tarihli ifadelerine eklenmiştir. 

 

·                   Güya “banyoya kilitleyip ağlayarak kendisine aynada bakması” senaryosu, müştekilerin Ekim-Kasım 2018 tarihli ifadelerine eklenmiştir. 

 

·                   Etkin pişmanlığa başvuran sanıkların "birkaç müşteki anneden helallik istemesi” senaryosu ise bunların ifadelerine tam olarak Aralık 2018’de eklenmiştir.

 

·                   Müşteki ve etkin pişmanların ifadelerinde kendi özgür anlatımlarının değil önceden belirlenmiş şablon cümlelerin kullanıldığına dair en net örneklerden birisi şu cümledir: “Örgüt lideri Adnan Oktar verdiği emirleri uygulamayan veya ihanet eden örgüt mensuplarına da ceza vererek örgüt içinde gücünü ve korkuyu hissettirirdi.” BU CÜMLE BİREBİR, HARFİ HARFİNE etkin pişman Murat Develioğlu’nun 21.12.2018 ifadesinde, müşteki Ceylan Özgül’ün 19.12.2018 ifadesinde, etkin pişman Ayça Pars’ın 20.12.2018 ifadesinde, müşteki Ebru Alkan’ın 20.12.2018 ifadesinde, etkin pişman Yıldız Arık’ın 25.12.2018 ifadesinde, müşteki Hatice Ural’ın 26.12.2018 ifadesinde yer almıştır. 

 

·                   İlginç olan, AYNI CÜMLENİN HARFİ HARFİNE TEMMUZ 2018 TARİHLİ POLİS FEZLEKESİNİN 32. SAYFASINDA YER ALMASIDIR. Asılsız ve uydurma ithamlara güya gerçekçilik ve inandırıcılık katmak çabasıyla polis fezlekesindeki bu tür gerçek dışı iddialar aynen kopyalanıp 6 ayrı müşteki ya da etkin pişmanın farklı tarihlerdeki ifadelerine yapıştırılmıştır. 

 

·                   Müşteki Beyza Özalıcı, mahkeme ifadesinde Mali Şube’ye sadece 2 kere gittiğini açıkça beyan etmiştir, oysa dava dosyasında Beyza Özalıcı’ya ait gözüken 3 adet ifade mevcuttur. Grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişi Doç. Dr. Yasin Ataç’ın bilimsel mütalaasında, bu 3 resmi evraktan birisindeki  İMZANIN MÜŞTEKİ BEYZA ÖZALICI’NIN ELİNİN ÜRÜNÜ OLMADIĞININ TESPİT EDİLDİĞİ açıklanmıştır. Yani, 3. İFADE TUTANAĞI MALİ ŞUBE’DE BEYZA ÖZALICI YOKKEN ÜRETİLMİŞ VE ONUN ADINA BAŞKASI TARAFINDAN İMZALANMIŞTIR.

 

·                   Mali Şube’de alınan müşteki ifadeleri dikkatle incelendiğinde, AYNI POLİS MEMURLARININ AYNI DAKİKALARDA FARKLI FARKLI İFADELERDE HAZIR BULUNDUKLARI görülmektedir. Bu durum teknik olarak mümkün olmadığı için,  İFADELERİN ALTINA ATILAN İMZALARIN, İFADEYE GİREN MEMURLAR TARAFINDAN ATILMADIĞI gerçeği ortaya çıkmaktadır. 

 

·                   Uğur Şahin’in ilk ifadesi 13.11.2017 tarihinde “Bilgi Edinme Tutanağı” adı altında alınmış, yani bir nevi tanık olarak ifadesine başvurulmuştur. Ancak, sonradan dava sürecine Uğur Şahin’i de müdahil olarak dahil edebilmek amacıyla bu ifade evrağı üzerinde oynama yapılmıştır. Bu amaçla, "Bilgi Edinme Tutanağı" olarak hazırlanan evrak sonradan “Müşteki İfadesi” olarak değiştirilmiştir. Nitekim, HEM İLK EVRAĞIN HEM DE SONRADAN ÜZERİNDE TAHRİFAT YAPILAN HER İKİ EVRAĞIN DA TARİH VE SAATLERİNİN AYNI OLMASI resmi belge üzerinde sahtecilik yapıldığının açık bir kanıtıdır.

 

·                   Yine, Uğur Şahin aynı emniyet ifadesinde yanlışlıkla “Özkan Mamati’nin vermiş olduğu ifadeye tamamen katılmakla birlikte” şeklindeki bir sözü ağzından kaçırmıştır. Bu ifade açıkça, UĞUR ŞAHİN'İN YA ÖZKAN MAMATİ'YLE  İFADEYE BİRLİKTE GİRDİKLERİNİ YA DA ÖZKAN MAMATİ'NİN İFADESİNİ DİNLEYİP ONA GÖRE İFADE VERDİĞİNİ göstermektedir. Ki her iki durum da kanuna aykırı ve yasaktır. Nitekim, bunu fark eden memurlar bir önceki maddede de anlatılan şekilde, SONRADAN TAHRİF ETTİKLERİ EVRAKTA BU CÜMLEYİ DE SİLMİŞLERDİR.

 

·                   Benzer durum, Uğur Şahin ile aynı gün ifadeye gelen Ümit Kuruca’nın ifadesinde de yaşanmıştır. Kuruca’nın ifadesinde yer alan “Ben Özkan MAMATİ ve Uğur ŞAHİN isimli arkadaşlarımın ifadesine tamamen katılıyorum ve eklemek istediğim konuları anlatmak istiyorum” cümlesi, İFADEDEN SONRADAN SİLİNEREK İFADE ÜZERİNDE OYNAMA YAPILMIŞTIR. Ancak, 24.11.2017 tarihli Emniyet Raporu içerisinde bu ifadelerden alıntılar yapılırken BU DETAY UNUTULMUŞ VE İFADENİN ORJİNALİNDE YER ALAN BU CÜMLE RAPORA GİRMİŞTİR.

 

·                   Mali Şube'de yaptırılan FOTOĞRAF TEŞHİSLERİNİN TAMAMI BİRÇOK CİHETTEN HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE İCRA EDİLMİŞTİR. Henüz operasyon dahi yapılmamışken ve hiçbir şüpheli gözaltına alınmamışken fotoğraf teşhisleri yaptırılmıştır.

 

·                   Müştekilerden kanunun emrettiği şekilde faili tarif eden bir beyan alınmamıştır.

 

·                   Fotoğraf teşhislerinde, şüpheliye benzeyen birkaç kişinin de fotoğrafı bulunması kanunun amir hükmüyken, MÜŞTEKİLERE SADECE ŞÜPHELİNİN FOTOĞRAFI GÖSTERİLMİŞTİR.

 

·                   Fotoğraf teşhislerindeki beyanların müştekinin özgür iradesiyle değil, teşhis evrağını dolduran Mali Şube memurunun keyfiliğiyle yazıldığı ortaya çıkmıştır. Örneğin, müştekiler Hatice Ural ve Elmas Hilal Kahraman’ın fotoğraf teşhisleri BİRBİRİNİN KOPYASI ŞEKLİNDE YAZILMIŞTIR. Bu kopyalamalarda bazı taşıma hataları olduğundan, cümlelerde anlamsız kesilmeler, eksiklikler, anlam bozuklukları da görülmektedir. 

 

·                   Müştekiler Özkan Mamati ve Ümit Kuruca’nın fotoğraf teşhisleri birbirinin kopyası şeklinde yazılmıştır. HER İKİ KOPYALA-YAPIŞTIR METİNDEKİ İMLA HATALARI DAHİ BİRBİRİNİN AYNISIDIR. 

 

·                   Polis operasyonunun yapıldığı 11 Temmuz 2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan tarafından tüm basına bir bilgi notu gönderilerek ŞÜPHELİLER SANKİ SUÇLUYMUŞ GİBİ GÖSTERİLMİŞ, MASUMİYET KARİNESİ AYAKLAR ALTINA ALINMIŞTIR. Aynı zamanda da kumpası makul ve meşru gösterme, soruşturma ve operasyon sürecindeki vahşet derecesindeki kanunsuzluk ve hukuksuzlukları örtbas etme amaçlı bir algı zemini oluşturulmaya çalışılmıştır.

 

·                   Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, operasyon sonrası yapılan bir etkinlikte, ORTADA HENÜZ NE BAŞLAMIŞ BİR YARGILAMA NE DE BİR YARGI KARARI BULUNMAZKEN, “EN HAZ ALDIĞIM OPERASYON” İFADESİNİ SARF EDEREK meslek etiğiyle bağdaşmayan, resmi devlet görevlisi olarak görev ve sorumluluk sınırlarının çok ötesine taşarak şahsi husumet hislerini ortaya dökmüştür. Oysa o çok haz alınan operasyon neticesinde yaklaşık 40 kişi, cezaevindeyken, hastalıklarıyla ve bakımlarıyla ilgilenemedikleri için anne-babasını, kardeşini kaybetmiştir.

 

·                   İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN YAYIMLANAN 2018 YILI FAALİYET RAPORUNDA operasyona sayfalarca yer ayrılmış, “sözde Mehdinin köşkü” ve “örgütün karargahı yerle bir” şeklinde devlet ciddiyeti ile bağdaşmayan, magazinsel başlıklar atılmıştır. 

 

·                   OPERASYONDA EL KONULAN DİJİTALLER MÜHÜRLÜ DELİL TORBASINA KONULMAMIŞ, HASH DEĞERLERİ ALINMAMIŞ, İMAJLARI ALINDIKTAN SONRA SAHİPLERİNE TESLİM EDİLMEMİŞTİR. EL KONULAN CEP TELEFONLARININ ÇOĞUNUN EL KONULDUĞUNDA KAPATILMADIĞI, MALİ ŞUBE'YE GETİRİLDİKTEN SONRA ŞARJA TAKILARAK GÜNLERCE AÇIK TUTULDUĞU, KAPANMIŞ OLANLARIN AÇILARAK KURCALANDIĞI, HATTA BAZISININ İSTANBUL İÇİNDE DOLAŞTIRILDIĞI  HTS kayıtlarından ortaya çıkarılmıştır. 

 

·                   Yargılananlardan Arzu Leman Orcan’ın  CEP TELEFONUNDAN OPERASYONDAN SONRAKİ GÜNLERDE TURKCELL SÜPER MAÇ SERVİSİ ÜYELİĞİ ALINMIŞ, SERVİS ÜCRETİ DE AYLARCA ADINA KESİLEN FATURALARDA TAHSİL EDİLMİŞTİR. 

 

·                   Gözaltına alınanların  AYNI MÜDAFİLERDEN YARARLANMA HAKLARI ELLERİNDEN ALINMIŞ, “HER ŞÜPHELİ FARKLI BİR MÜDAFİ TARAFINDAN TEMSİL EDİLEBİLİR” GİBİ TARİHTE DUYULMAMIŞ HUKUK DIŞI BİR UYGULAMA İLE ŞÜPHELİLERİN TANIDIĞI GÜVENDİĞİ MÜDAFİLERDEN VEYA MÜDAFİNE ULAŞAMAYANLARIN HALİHAZIRDA EMNİYETE GELEN MÜDAFİLERDEN YARDIM ALMASI ENGELLENMİŞTİR.  

 

·                   Mali Şube’de GÖZALTI SÜRECİNDE ALINAN İFADELER, YASAK OLMASINA RAĞMEN BASINA SIZDIRILMIŞTIR. Bu konuda yapılan tüm şikayetlere rağmen hiçbir idari soruşturma yapılmamış, ifadeleri sızdıranların kimliği açığa çıkarılmamıştır. 

 

·                   Müdafilere, CMK m.153/3 uyarınca gösterilmesi zorunlu evraklar dahi gösterilmemiştir. MÜDAFİLER, OPERASYONDAN 1 YIL SONRA İDDİANAMENİN AÇIKLANMASIYLA BİRLİKTE DOSYADAKİ GİZLİLİK KALDIRILINCAYA DEK HİÇBİR BİLGİYE ERİŞEMEMİŞLERDİR.

 

·                   Cezaevindeyken bir daha uzun yıllar hapisten çıkamayacakları, gün yüzü göremeyecekleri tehditleriyle korkutularak ETKİN PİŞMAN OLMAYA MECBUR BIRAKILAN ŞÜPHELİLER, SAVCILIK YERİNE CMK M.148/5’E AYKIRI ŞEKİLDE MALİ ŞUBE’YE İFADEYE GÖTÜRÜLMÜŞLERDİR. Bu ifade sürelerinde de büyük anormallikler olup, bu ifadelerin üzerinde çalışıldığı, oynamalar, eklemeler, çıkarmalar ve düzenlemeler yapıldığı izlenimi uyandırmaktadır. Ece Koç ve Emre Kutlu’nun ifadeleri  5 gün, Murat Develioğlu ve Serdar Dayanık’ın ifadeleri  6 gün, Ayça Pars, Mustafa Arular, Çağla Teker ve Beril Koncagül’ün ifadeleri  7 gün, Altuğ Revnak Eti’nin ifadesi ise  9 gün boyunca devam etmiştir. 

 

·                   Bu kişilerin etkin pişman olmaya karar verdiklerinde savcılık makamına yazdıkları el yazısı dilekçelerinde anlattıklarıyla, hemen ardından savcılıkta alınması gerektiği halde kanunsuz olarak Mali Şube'de alınan ifadelerinde anlattıkları arasında BÜYÜK FARKLILIKLAR MEVCUTTUR. El yazısı dilekçelerinde yer almayan sayısız asılsız ve hayali suç iddiası, Mali Şube ifadelerinde ortaya çıkmıştır. 

 

·                   2018’de tutuklanarak Türkiye’nin dört bir köşesindeki cezaevlerine dağıtılan bir kısım şüphelileri tanımadıkları halde, davet edilmeksizin onları cezaevlerinde ziyaret eden Fuat Selvi ve Hüseyin Küçük isimli avukatlar, onları etkin pişmanlığa zorlamaya çalışırken “VATAN EMNİYETTE İFADELER ÜZERİNDE POLİS EŞLİĞİNDE HEP BERABER ÇALIŞIYORUZ, İFADENİN NOKTASINA KADAR HER ŞEYİNİ BERABER YÖNETİYORUZ” şeklinde vahim ifadelerde bulunmuşlardır. 

 

·                   Tutuklananlar kasıtlı olarak özel bir organizasyonla, İKAMET İLLERİ OLAN İSTANBUL DIŞINDA BİRÇOK FARKLI CEZAEVİNE DAĞITILMIŞ, AYNI CEZAEVİNDE OLANLARIN DA FARKLI KOĞUŞLARA YERLEŞTİRİLMESİ VE BİRBİRLERİNİ GÖRMEMELERİ SAĞLANMIŞTIR. 

 

·                   Cezaevlerindeki onlarca yıllık yakın  ARKADAŞLARININ HESAPLARINA PARA YATIRAN KİŞİLER HEDEF HALİNE GETİRİLMİŞ, basında asılsız suçlama kampanyaları yapılmış, hatta bunlardan ikisi tutuklanmıştır. Halen aynı gerekçelerle tutuklamalar yapılmaya devam etmektedir.

 

·                   Camiadaki erkeklerin tamamına cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlamalarında bulunulmuştur. Bu suçlamalar neticesinde ilk yargılama sürecinde 372 ayrı cinsel saldırı ve cinsel istismar cezası verilmiştir. (Bunların tamamı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin ilk istinaf incelemesi sırasında bozulmuş, bu suçlamalardan beraat verilmiş ve hatta tahliyeler olmuştur.) Ne var ki bu suçlamaları yönelten kadın müştekilerle aynı yıllarda camiada yer almış olan diğer müştekiler hakkında ise tek bir tane dahi suçlama bulunmamaktadır. TEK BİR MÜŞTEKİ ERKEK DAHİ CİNSEL SUÇLARA DAHİL EDİLMEMİŞ, BU SUÇLAMALARDA ADI GEÇİRİLMEMİŞTİR. Bu durum, müşteki erkeklerle müşteki kadınların işbirliği ve bir nevi danışıklı dövüş tarzında, önceden planlanmış bir kurgu dahilinde hareket ettiğinin açık göstergesidir. 

 

·                   Müşteki Özkan Mamati, fotoğraf teşhisinde Mehmet Zeki Gür isimli bir kişiyi sözde örgüt üyesi olarak teşhis etmiştir. Bunun tek sebebi ise, aralarındaki eski bir alacak verecek ilişkisinden dolayı Özkan Mamati’nin bu kişiye duyduğu şahsi husumettir. Mehmet Zeki Gür’ün camiayla ve yargılanan hiçbir sanıkla hiçbir ilişkisi, teması, görüşmesi, HTS kaydı yoktur. Bu kişinin soruşturması tefrik edilmiş ve huzurdaki dosyadan ayrı tutulmuştur. Dosyası hakkında 24.11.2020 tarihinde de KYOK kararı verilmiştir. Kararı yazan savcı, o dönemde huzurdaki dosyanın da savcısı olan Serdar Akan’dır. Savcı Serdar Akan, KYOK kararı verirken “müştekilerin salt soyut iddiaları dışında kamu davası açmak için somut ve yeterli delil olmadığı” gerekçesini kullanmıştır. Oysa, huzurdaki dosyada tutuklanan şüphelilerin tamamı Mehmet Zeki Gür ile aynı durumdadır, haklarında somut hiçbir delil olmayıp tek sözde dayanak müşteki ifadeleridir. SAVCI SERDAR AKAN, BU KYOK KARARINI HUZURDAKİ DOSYADAN GİZLEYEREK, BU GEREKÇE VE KARARIN SANIKLAR TARAFINDAN ÖĞRENİLMEMESİNE YÖNELİK BÜYÜK ÇABA HARCAMIŞ, DAVA DOSYASINA KYOK EVRAKINI DA GÖNDERMEMİŞTİR.

 

·                   Merve Bozyiğit isimli sanık, operasyondan 3 ay sonra ailesiyle birlikte yaşadığı evden bir sabah baskınıyla gözaltına alınmıştır. İfadesi sırasında barodan avukat atanmasını talep etmiştir. Ancak, ilginç bir şekilde KENDİSİNİ SAVUNMAYA GELEN AVUKAT, SORGULAMANIN YAPILDIĞI MALİ ŞUBE’DE GÖREVLİ BİR KOMİSERİN EŞİDİR. BU AVUKAT KENDİSİNE ETKİN PİŞMAN OLMASI İÇİN BASKI YAPMIŞ VE SORGU SIRASINDA DA ODADAN ÇIKIP KENDİSİNİ MÜDAFİİSİZ BIRAKMIŞTIR. MERVE BOZYİĞİT bu ifadede yazılanların hiçbirini kabul etmediğini mahkemeye çıkınca beyan etmiş, ayrıca ifade sırasında polis memurlarının kendisine kötü muamelede bulunduğunu, hatta tacize maruz kaldığını anlatmıştır. Mahkemede gerçekleri beyan eden bu ifadesinden sonra mahkeme heyeti anlatılan vahim detaylarla hiç ilgilenmemiş, ancak akıl almaz şekilde MERVE BOZYİĞİT’in hakkında tutuklama kararı çıkarmıştır. 

 

·                   Kocaeli Barosu'na bağlı hanım avukat H.N.Y., Kandıra Cezaevi'ndeki tutuklu bazı kişiler tarafından avukatlık hizmeti için tutulmuştur. Ancak, basında hakkında asılsız haberler yapılmıştır. Mali Şube’de görevli komiser Ayhan Bedir kendisine telefonda “(cezaevine girdikten sonra etkin pişman yapılan) Ayça Pars gibi zayıf halka gördüğün kişileri bize bildir” demiştir. Aynı şubede görevli bir başka komiser olan Baybars Düzdemir ise avukat hanımdan, tutuklulardan ziyade dışarıdan herhangi bir kişi kendisine ulaşmak isterse Mali Şube’ye haber vermesi şeklinde kanunsuz bir talepte bulunmuştur. Mali Şube memurları, Av. H.N.'yi günün her saatinde telefonla sürekli arayarak rahatsız etmiştir. O DÖNEM DOSYA SAVCISI OLAN SAVCI SERDAR AKAN İSE H.Y.'DEN ŞÜPHELİLER ALEYHİNE BİR BİLGİ EDİNEBİLECEKLERİ UMUDUYLA KANUNU DOLANMA AMAÇLI TAVSİYELER VERMİŞ, H.N.Y.'nin SIR SAKLAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ OLDUĞUNU AMA ŞÜPHELİ KONUMUNA GEÇERSE BU YÜKÜMLÜLÜĞÜN ORTADAN KALKACAĞINI SÖYLEYEREK VATAN CADDESİ EMNİYET'E GİDİP ŞÜPHELİ OLARAK İFADE VERMESİ YÖNÜNDE GAYRİ HUKUKİ BİR ÖNERİDE BULUNMUŞTUR. Avukat H.N.Y. geri adım atmamış, bilakis şikayet dilekçesi yazarak adı geçenler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

 

BURADA ÇOK AZ BİR KISMI YER ALAN TÜM BU HUKUKSUZLUKLAR, ZULÜM VE EZİYET İÇEREN UYGULAMALAR YAPILIRKEN, GÖSTERİLEN GEREKÇE "DEVLETİN BEKASI" OLMUŞTUR.

 

Devletine, milletine yürekten bağlı, Türk-İslam Birliğini gönülden isteyen, bu uğurda çabalayan, hiçbir suç işlememiş insanlar güya devletin bekası için tehlike oluşturdukları safsatasıyla illegal derin devlet yapılanması tarafından adeta yok edilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Güya devletin bekasına yönelik bir sorun varmış şeklindeki sahte bir algı yayılarak sanki ortada "çok büyük bir suç ve tehdit varmış"  imajı verilmeye ve bu yolla, toplumdaki adaletsizliklere en hassas insanların ve çevrelerin dahi haksızlık ve hukuksuzluklara ses çıkaramaması. konudan uzak durmayı tercih etmesi sağlanmaktadır.

Ancak, buradaki esas olup biten derin devletin ve onlara hizmet eden bazı art niyetli çevrelerin “güç mücadelesidir”. Bu çevrelerin kendi rahatlarının, kanunsuz çıkar düzenlerinin ve güçlerinin korunabilmesi için bir oyun sahnelenmektedir. Müvekkil ve arkadaşlarına kurulan kumpaslarla devletin bekasına asıl zarar verenler söz konusu derin devlet odaklarıdır.

Derin devlet, bu oyunu kurgularken kenar mahallelerde yetişmiş, ezik, kompleksli, mafya özentisi, eğitimsiz bazı kimseleri de maşa olarak kullanmaktadır.

Aslında bu kişilerin geçmişlerine bakıldığı zaman en şaibeli durumların, üstü kapatılan cinayetlerin, konuların içerisinde isimlerinin geçtiği görülmektedir.

 

Kur’an-ı Kerim’de hem samimi Müslümanların hem de Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa gibi peygamberlerin, kendi dönemlerindeki derin güçler tarafından “toplumu değiştirdikleri”, “ataların dinini ortadan kaldırdıkları” “sapkın” oldukları iddiasıyla o dönemin toplum ve devlet yapısının bekası açısından sorun olarak gösterildiklerini ve bu şekilde türlü hukuksuzluklara, zulme maruz bırakıldıklarını görüyoruz. Sadece peygamberler değil, tarih boyunca birçok samimi Müslüman da benzer haksız muamelelere maruz kalmıştır.

Ancak unutulmamalıdır ki; Kur’an’da Allah bütün tuzakların bozulmuş olarak yaratıldığını bildirmiştir. Firavun’u, Nemrut’u, illegal derin devlet yapılanmalarını, tüm zalimleri bir hikmetle yaratan Allah’tır. Hiçbir şey Allah’ın dilemesi dışında gerçekleşmez.

 

Örgüt ve Örgüt Yöneticiliği İddiaları Gerçek Dışıdır ve İnandırıcı Değildir:

Müvekkil, 40 yıldır birarada olduğu arkadaşlarını yönettiğine ya da yönlendirdiğine dair iddiaları başından beri son derece anlamsız ve gerçek dışı bulmaktadır. Geçmişte de bugün de ne müvekkil ne de başka bir arkadaşı, bu arkadaş topluluğu içinde yöneticilik, liderlik yapmamıştır; buna ihtiyaç da duymamıştır.

Özellikle 40 yıllık bir geçmişi olan bu dost birliğinin, herhangi birinin yönetici olmasına, lider olmasına, bu arkadaş grubunu yönlendirmesine bir ihtiyacı yoktur. Zira müvekkilin defaatle belirttiği gibi, 40 yıla yakın süredir, vatanımızın, milletimizin birliğine, beraberliğine, milli ve manevi değerlerin güçlendirilmesine dair yapılan çalışmalar, üretilen fikirler zaten tüm dünyaya kitaplar, konferanslar, sergiler ve internet yoluyla yayılmış durumdadır. Artık hemen her kesimden, dinden ve milletten milyonlarca insan müvekkil ve arkadaşlarının görüşlerini, fikirlerini öğrenmiştir, çok iyi bilmektedirler; artık bunlar bütün beyinlere kazınmış durumdadır. Bu nedenle müvekkil, kendisinin ve arkadaşlarının düşüncelerinin, hayata bakış açılarının fiziki varlıklarının dışına çıktığını, her yere yayılmış olduğunu ısrarla belirtmekte ve bu nedenle, yöneticilik, liderlik, yönlendirme, talimat gibi konuların bu ruhtan çok uzak olduğunu her defasında yinelemektedir.

Müvekkile göre, kendisinin ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalardan ve onların fikirlerinden rahatsız olanlar Darwinist, Marksist ve Leninist düşünceye sahip olan kişiler ve ayrıca bağnazlardır.

Türkiye gibi Müslüman bir ülkede, Müslüman bir idarenin müvekkil ve arkadaşlarının görüşlerinden rahatsız olması mevzu bahis olamaz. Aksine Allah’ı anan, Allah’ı anlatan birinin çalışmaları devletin bekası için elzem olarak görülmelidir. Çünkü müvekkile göre, bir Müslümanın bu korkudan tamamen kurtulup, sadece İslam ahlakına yakışır bir şekilde yaşaması, davranması gerekir. Ancak bu şekilde davranarak hukuk ve adalet sağlanırsa uzun ömürlü olur. Ancak o zaman “devletin bekası” sorunu oluşmaz.

Bir toplumun, mutluluk ve refah içerisinde huzurlu yaşayabilmesi için, yani TOPLUMUN VE DEVLETİN BEKASI İÇİN gerekli olan en önemli unsurlardan biri milli ve manevi değerlerin güçlendirilmesi ve sevginin topluma hakim olmasıdır. Sevgiyle gelen dayanışma, birlik, beraberlik ve güven devletin bekasının temelidir. Devletin bekasını sağlamanın yegane yolu istisnasız her alanda sevgi dilinin kullanılması, sevginin hakim kılınmasıdır.

 

Müvekkil de, arkadaşları da, sevgiyi her zaman esas konu olarak ele almış, kimsenin anlatmadığı kadar sevgiyi anlatmış, sevginin tüm dünyaya hakim olması için çok yönlü çalışmalar ve sohbetler yaparak Sevgi Öğretmeni olmayı hedeflemiş Müslümanlardır. Bu, tüm Türkiye'nin malumudur.

 

Müvekkilin kaleme almış olduğu 300’ün üzerindeki kitabın tamamında sevgiye yer verilmiş, sorunlara çözüm olarak daima sevgi gösterilmiş, müvekkil insanları daima sevgiye, dostluğa davet etmiştir. Bu kitaplara bazı örnekler şöyledir:

 

Ayrıca müvekkilin sevgi üzerine dünyanın çeşitli ülkelerinde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

 

Müvekkil ve arkadaşları hayatları boyunca hiçbir suça karışmamışlardır, bilakis devleti tedirgin edecek davranışlardan dahi imtina ettiklerini defaatle belirtmişlerdir.  Örneğin şu anda müvekkilin kitaplarıyla ilgili getirilmiş bir yasaklılık OLMAMASINA rağmen müvekkil, "devletim derse ki bu kitaplar evlerinizde bulunmasın, benim arkadaşlarım onları derhal evlerden çıkarırlar" düşüncesiyle hareket etmektedir. Keza, kitaplara ulaşmak isteyenler zaten internetten açıp okuyabilirler.

Müvekkil ve arkadaşlarının suçsuzluğu aslında dava dosyasında açıkça görülmektedir. Halk müvekkilin suçlu olduğuna veya bu camianın suç örgütü olduğuna inanmamaktadır. Halkın nabzı bunu açıkça göstermektedir.

İllegal derin devletin kıskacı altındaki birtakım yazılı ve görsel basın ise aralıksız olarak müvekkil ve arkadaşlarının aleyhinde, tek merkezden çıktığı bariz olan haberleri yaygınlaştırmak peşindedir. Açıktır ki hiç kimse, derin devletin etkisi ve korkusu altında özgürce fikirlerini ifade edememektedir. Çok göze batmayan mecralarda, tarafsız haber yapan kişiler ise olabildiğince bu camianın suçsuzluğunu gündeme getirmekte, adil yargılama yapılmadığını ifade etmektedirler. Çok daha özgürlükçü bir ortam oluştuğunda kişiler rahatlıkla düşüncelerini yansıtabilecekleri kuşkusuzdur.

Müvekkile göre bir Müslüman, güçlüden yana değil her zaman mazlumdan, haklıdan yana olmalıdır. Çünkü durumlar ve şartlar değiştikçe menfaate göre hareket etmek dünyada da ahirette de insana çok büyük mahcubiyet oluşturur.

Müvekkil, Allah'ın beynimizde yarattığı görüntünün içerisinde kişilere gereksiz önem atfetmenin, Allah'ın rızası yerine insanların rızasını gözetmenin, çok büyük bir hata olacağı kanaatindedir. Müvekkile göre Müslüman, Allah’a mahcup olmaktan çok fazla çekinir. Zaten kader akışında olması gereken her şey sırasıyla gerçekleşmektedir. Tarih boyunca tüm samimi Müslümanların, peygamberlerin başına gelen benzer imtihanları samimi Müslümanların da yaşayacağını Allah ayetlerinde belirtmiştir:

Yoksa, siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara Suresi, 214)

 

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Suresi, 21)

 

Müvekkilin yukarıda aktarılan beyanları doğrultusunda;

Müvekkil ve arkadaşlarının yargılandıkları huzurdaki dosya içeriğine bakıldığında görülen gerçek şudur; ortada kanunlarla tanımlanmış hiçbir suç veya suçlu bulunmamaktadır. Dolayısıyla müvekkil ve arkadaş grubunun devleti tedirgin edecek en ufak bir yönü bulunmamaktadır.

Buna rağmen asılsız iddialarla müvekkili avukatları ile dahi görüştürmemeye, 30-40 yıllık arkadaşların aralarındaki her türlü iletişimi koparmaya çalışarak, dosyadaki sanıklar adeta bir nevi “tecrite” mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Buna da temel olarak yalnızca asılsız bazı ihbarlar gösterilmektedir.

 

Müvekkilin ya da arkadaşlarının tutuklu bulundukları 5 yıla yakın sürede kendileriyle gerçekleştirilen ziyaret ve telefon görüşmelerine ilişkin yapılan kayıtlarda ve hazırlanan tutanaklarda, HİÇBİR SUÇ UNSURUNA VEYA BİR TALİMATA DA RASTLANMAMIŞTIR.
Dolayısıyla, müvekkil ve arkadaşlarına karşı husumet besleyen bazı kimseler tarafından uydurulan güya "ortada güncel bir örgüt yapılanması bulunduğu ve sözüm ona bunun cezaevinden talimatla yönetildiği" şeklindeki itham ve iddiaların gerçek dışı oldukları da devletin kurumları eliyle hazırlanan raporlar ve tutanaklarla ispatlanmış durumdadır.

 

“Vatandaş hukuku”nun uygulandığı bir ortamda hiçbir şekilde ciddiye dahi alınmayacak mesnetsiz/isimsiz/asılsız ihbar ve iddialar nedeniyle dosya sanıkları halen tekrar tekrar tutuklanmaktadır. 

 

Müvekkilin bu husustaki görüşleri de aşağıda dikkatlerinize sunulmaktadır:

 

"Arkadaş camiamıza yönelik düzenlenen son operasyonun yapılmasına ve gözaltına alınan kişilerin tutuklanmasına; basında bile şaşkınlıkla yer alan, ciddiyetten uzak bir tavırla, neredeyse “alay edercesine” “Fenerbahçe” rumuzunu kullanarak CİMER’e ihbarda bulunduğu iddia edilen, kimliği bilinmeyen güya bir “firari şüpheli”nin soyut ve mesnetsiz iddiaları yeterli görülmüştür. Bu kişinin kim olduğu dahi araştırılmamıştır.

Olayların gelişiminin ortaya çıkardığı dehşet uyandırıcı durum şudur: Türkiye Cumhuriyeti gibi bir hukuk devletinde, kim olduğu belli olmayan bir kişi, sahte bir e-posta adresinden, doğruluğuna dair hiçbir delil olmaksızın birtakım iddialar ortaya atıp, bu e-postayı CİMER ve Emniyet’e gönderdiğinde ve bu iddialar bizim davamızın sanıklarına yönelik olduğunda, HUKUK RAFA KALDIRILMAKTADIR. Kim tarafından gönderildiği dahi belli olmayan isimsiz, hiçbir delil içermeyen, sadece iftira içeren bir ihbar neticesinde,  adı geçen kişilere yönelik adeta “devlete karşı suç işlenmişçesine” operasyon düzenlenip adı geçen kişiler - hiçbir kanuna aykırı tavırları olmadığı halde - hukuka aykırı şekilde tutuklanmakta, evlerinin kapıları kırılmaktadır. Birkaç savunmasız, asla direniş göstermeyen hanıma silahlar doğrultularak, evlerinin kapıları kırılıp, dolapları boşaltılarak, kelepçelenerek, ortada hiçbir suç isnadı olmadığı halde tutuklanmaktadırlar. 

İllegal derin devlet yapılanmasının kullandığı husumetli kişiler aracılığıyla devletin bazı kurumları ve mensupları da suistimal edilmekte, yanlış yönlendirilmekte, hukuka ve vicdana aykırı kararlar vermeye mecbur bırakılmaktadırlar.

İllegal derin devlet yapılanması, Hülagü’nün zalim uygulamalarını 21. yüzyıla uyarlayarak pervasızca yürütmektedir. 10 bin yıla yakın cezalar vermek, ölüm fermanı demektir. İdam cezası verilebilecek olsa, idam cezası verilecek, cana kastedilecek demektir.

Müslüman bir ülkede Hülagü kanunlarının, Marksist, Leninist düşüncelerin esas alınması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu ne devletimizin ne de milletimizin meşrebine uygun değildir. Bizler Peygamberleri, Peygamber Efendimizi (sav), Hazreti İbrahim’i (as), Hazreti İsa’yı (as), Hazreti Musa’yı (as), Hazreti Ömer’i (ra), Sahabeleri, hakkı ve adaleti ayakta tutmak konusundaki kararlılığıyla tüm dünyaya örnek olan ecdadımızı model olarak almalıyız. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki emrine uyarak, Allah için hakkı ve adaleti tesis etmeliyiz."

 “ Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide Suresi, 8)

 

Allah’ın varlığına ve Birliğine iman eden bir Müslüman, bunun aksine her türlü tavırdan şiddetle kaçınır.

Diğer taraftan farklı ideolojilere sahip kesimlerin de bu konudaki tutumları dikkat çekicidir. Yanlış yönlendirilen taraflı yayın kuruluşlarınca adeta “düşman” ilan edilerek güçlü bir algı mühendisliği uygulanmakta ve benzer haksızlık ve hukuksuzlukları yaşayanlar da bizlerin içinde bulunduğu durumu sessizce hatta kimi zaman alkış tutarak izlemektedir.

İdeolojik açıdan hukuksuzluğun, adaletsizliğin ortadan kalkmasını, eşitliği, insan haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunanlar dahi her ne hikmetse sadece kendi gibi olanlara hukuksuzluk, adaletsizlik yapıldığı zaman tepki vermekte, adaletsizlik kendi gibi olmayana yapıldığında ise sessiz kalmaktadır.  Hatta konu biz olduğumuzda, tüm din karşıtı ideolojilerin temeli olan Darwinizme vurduğumuz darbe nedeniyle bizlere yapılan kanunsuzluk ve hukuksuzluğu adeta destekler, alkışlar bir tutum takınmaktadırlar.

Ben ve arkadaşlarım ise hiçbir kesimin haksızlığa uğramasına sessiz kalmadık. Bir Müslüman için önemli olan inançların, ideolojilerin, görüşlerin birbirlerine saygılı olması, hiç kimsenin hukuksuzluğa, adaletsizliğe maruz kalmamasıdır.

Şurası unutulmamalıdır ki adalet konusunda bir bütünlük olmazsa, tarafsızca herkese adalet sağlamak için çaba harcanmazsa, duyulan güvensizlik hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Adaletin temeli inanç, düşünce, görüş, ideoloji, yaşam tarzı gibi farklılıkları gözetmeksizin herkese eşit ve adil yargılanma sağlanmasıdır. Bizim inancımıza göre, İslam ahlakına göre olması gereken de budur. 

Derin devletin tavrı ise bunun aksine bölücü, insanları birbirine düşman edici, merhametsiz, zalimane bir tutumdur. Derin devletin ideolojisi olan Marksist, Leninist zihniyet de, tıpkı Hülagü döneminde uygulanan zulüm gibi, kendi gibi olmayana, kendi gibi düşünmeyene yapılabilecek her tür zulmü ve haksızlığı meşru görür. Nitekim kendilerini, yaptıkları zulümler sebebiyle eleştirenlere de şaşırdığını ifade eden Lenin, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin resmi yayın organı olan Pravda gazetesinin 26 Ekim 1918 sayısında şöyle demektedir:

"Bazı kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman, bu kişilerin en basit Marksist prensipleri dahi nasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz."

Lenin'in en önemli destekçilerinden biri olan Bolşevik gazetesi Krasnaya'da şu ifadeler kullanılmıştır:

"Kalplerimizi, özgürlük için mücadele eden kana susamış savaşçılara çevireceğiz. Kalplerimizi zalimleştireceğiz; sert ve yerinden oynamaz hale gelecekler ki içine hiçbir şekilde merhamet girmeyecek, düşmanın kan denizinde yüzdüğünü gördüğünde kılı kıpırdamayacak... Hiçbir merhamet hissetmeden, hiç kaçınmadan, düşmanlarımızı yüzer yüzer öldüreceğiz Bırakın kendi kanlarında boğulsunlar. Lenin ve Uritsky, Zinovief ve Volodarski'nin kanı için burjuvanın kanları seller gibi aksın daha çok kan, mümkün olduğu kadar çok kan…" (Bolşevik Gazetesi Krasnaya - 1 Eylül 1918)

Bugün ülkemizin esas sorunu olan bölücülüğün temelinde işte bu zihniyet yatmaktadır. PKK’nın ve diğer bölücü terör örgütlerinin zihinsel alt yapısını bu görüşler oluşturmaktadır.

Tarih boyunca görülmüştür ki, bu zalimlik muhakkak dönüp dolaşıp günün birinde herkese zarar verir, herkesin canını yakar. Her ne sebeple olursa olsun bu zihniyetlere yol verilmesi, sırf kendinden değil diye birilerine haksızlık yapılmasına izin verilmesi Müslümanın ahlakına da, vicdanına da asla sığmayacak bir tutumdur.

Sözde devletin bekasını sağlamak adına, devlet adına zalimlik yapmak derin devletlerin dayatmasıdır. Dosyamızda süre gelen hukuksuzluklar da bu dayatmaların sonucudur. Aleyhimizde çıkan kararlarda zikredilen gerekçelere bakıldığında bu dayatmaların izleri çok net görülmektedir.

Bir avuç Müslümanın, vatanına ve milletine bağlı, hiçbir koşulda hiçbir suça tevessül etmemiş, etmeyecek tertemiz insanları birbirlerinden ayırmayı, bu insanların yok olmalarını sağlamayı hedef edinen bu yaklaşımın getirdiği cezaların yerinde eğer idam cezası uygulaması olsaydı belli ki bizlere idam cezası verecekti.

Şu anda uygulanan avukat kısıtlılığı, masum, hiçbir suç işlememiş genç insanların tekrar tekrar sudan bahanelerle, TCK’da yeri olmayan fiillerden dolayı tutuklanmasına yönelik kararların, kapılı kapılar ardındaki kayıt dışı tehditlerin satır aralarında yatan gerçek budur.

Bazı sosyal medya hesaplarından yapılan bu yöndeki paylaşımlar bizleri, bilhassa beni yok etme niyetini açık açık ortaya koymaktadır. Bu paylaşımların derin devletin kirli işlerini yürüten piyonlarca yapıldığı görülmektedir. Yapılan her hukuksuz, adaletsiz, vicdansız ve nefret dolu hamlenin ardında bu gruplar bulunmaktadır.

 

BENİM VE ARKADAŞLARIMIN DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN TEMELİNİ OLUŞTURAN GERÇEKLER ÇOK AÇIKTIR:

 

Ø    Allah’tan başka hiçbir ilah ve güç sahibi yoktur ve her şeyin mutlak hakimi Allah’tır

Ø    Herkes Allah’ın takdir ettiği neyse onu düşünmekte ve onu yapmaktadır. Küçük büyük her olayda Allah’ın dilediği şey olur ve bunu engellemek mümkün değildir.

Ø    Varlık alemi materyalist ideolojilerin öngördüğü gibi bir yapıya sahip değildir. Madde olarak algılanan ve bilinen şeyler, bilimin ortaya çıkardığı gibi hayal ve rüya benzeri bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla insan, benzetmek gerekirse önceden çekilmiş bir hayat filmini izlemektedir ve bu filme dış müdahalede bulunulması mümkün değildir.

Ø    Allah’a iman edenler hangi dönemde yaşarlarsa yaşasınlar çeşitli güçlüklerle karşılaşırlar. Nitekim Kutsal Kitaplar bunlardan bahseden kıssalarla doludur. Dolayısıyla inananlara zorluk çıkararak onları Allah’ın yolundan çevireceğini sananlar aslında saldırılarıyla inananlara fayda sağlamaktadırlar. Bu saldırılar gerçekte inananların tanınmalarına, güçlenmelerine ve Allah’ın rızasını kazanmalarına yol açmaktadır.

İşte bu nedenle Allah’ın dilediği dışında hiçbir şeyin başımıza gelmeyeceğine inanan Müslümanlar olarak Allah’a, vatanımıza, milletimize bağlılığımızdan dönmemiz Allah’ın dilemesi dışında mümkün değildir. 

 

Sonuç ve Talep:

Müvekkil, yukarıda kendisinin de belirttiği gibi vatanına, milletine bağlı, kanunlara karşı gelmekten, Kur’an’a ve adetlerimize aykırı davranmaktan imtina eden bir kişidir. Buna rağmen müvekkil ve arkadaşlarına yönelik son dönemde dozu giderek artan fiziki ve psikolojik baskılara, linç ve yıldırma amaçlı çok sayıda hukuk dışı uygulamalara başvurulmaktadır.

Öyle ki; konu Müvekkil ve arkadaşları olduğunda ADALET, HUKUK, ANAYASA VE İNSAN HAKLARI ADETA RAFA KALDIRILMAKTA; her Türk vatandaşına tanınan EN TEMEL ANAYASAL HAK ve ÖZGÜRLÜKLER DAHİ HERKES TARAFINDAN GÖRMEZDEN GELİNMEKTEDİR.

Müvekkil ve arkadaşlarını, bu hak ve özgürlüklere sahip birer “vatandaş” olarak değil de, sanki yok edilmesi gereken bir “düşmanmış” gibi gören, bir anlayışla hareket edilmekte ve BU İNSANLARA KARŞI ADETA BİR “DÜŞMAN HUKUKU” UYGULANMAKTADIR.

Müvekkilin görüşlerini aktardığımız bu dilekçede, müvekkil kendisine ve arkadaş camiasına yönelik hukuk dışı uygulamaların arkasındaki zihniyeti açıklamıştır. Bu hukuksuzlukların son bulmasını ve Sayın Dairenizin verilen ceza kararlarını bozmasını saygılarımızla talep ederiz.  12.06.2023

 

Adnan OKTAR Müdafii

Av. Mert ZORLU

 

 

Daha yeni Daha eski