YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak Üzere
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya No : 2023/310 E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil Adnan Oktar'ın maddenin aslına asla ulaşamayacağımız gerçeğini anlattığı dilekçelerinin bir devamı niteliğinde, ışık ve renk kavramlarının gerçekte olmadığını ve izlediğimiz hayal dünyayı aslında zifiri karanlık içinde izlediğimizi açıklayan dilekçesinin sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil Adnan Oktar, bir süredir Sayın Dairenize çeşitli bilimsel izahlar ışığında sunmuş olduğu, maddenin aslına asla ulaşamayacağımıza dair açıklamalarına devam etmektedir. Bu konunun bilimsel detaylarının bilinmesi ve hem müvekkilin bakış açısının anlaşılması hem de yargılama vesilesiyle bu görüşlerinin siz Sayın Hakimlerimizce bilinmesi müvekkil açısından önem arz etmektedir. Müvekkilin, özellikle ışık ve renk konularına yer verdiği dilekçesini takdirinize sunuyoruz.
Müvekkilin Dışarıda Işık ve Renk Olmadığına Dair Açıklamaları
Daha önce Sayın Dairenize sunduğum benzer konudaki diğer dilekçelerde ışığın ve maddenin temel taşı olan elektronların dalga özelliği gösterdiklerine, 5 duyumuz vasıtasıyla sadece enerji olarak beynimize ulaştığına ve beynimizin zifiri karanlığında sadece elektrik sinyallerinden oluşan bir dünyanın bize izlettirildiğine değinmiştim.
Bu dilekçemde ışık ve renk kavramlarının bu görüntü içinde nasıl var olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu konuyu böylesine detaylı anlatma ihtiyacı duymamın sebebi, kainattaki her olay gibi yaşadığımız bu yargılama sürecinde de tecrübe ettiğimiz tüm olayların, karşılaştığımız tüm kişilerin, uygulanan tüm eylemlerin birer görüntüden ibaret olduğunu hatırlatmaktır. Bu gerçeğin bilinmesi insan hayatına derinden tesir eden etkili bir gerçek olduğundan, benim ve arkadaşlarımın nasıl bir bakış açısı içinde olduklarının bilinmesi ve bu gerçeklerden hayatı bizimle kesişen herkesin haberdar olması önem taşımaktadır.
Dışarıdaki Işık Aslında Nerede?
Bizim algıladığımız dış dünyanın sadece görünür ışığın varlığıyla varlık bulduğu iddiası, yalnızca bizim zannımızdır. Aslında dış dünyada ışık yoktur, dışarıda zifiri bir karanlık hakimdir. Ne lambalar ne araba farları ne de Güneş gerçekte bizim bildiğimiz anlamda bir ışık saçmaz. Işık, insanların beyinlerinde sadece bir algı olarak oluşur ve yalnızca kendilerine gösterilen görüntüyü aydınlatır.
Bunun teknik açıklaması şudur: Güneş ve diğer ışık kaynakları, farklı dalga boylarında elektromanyetik parçacıklar (fotonlar) saçarlar. Bu parçacıklar, yapılarının öngördüğü şekilde evrene yayılır. Örneğin birçok radyoaktif parçacık vücudumuzun içinden geçip gider. Onları ancak kurşun levhalar durdurabilir. Bu parçacıkların bazıları o denli ağır ve o kadar büyük miktarda enerji yüklüdürler ki, çoğu zaman çarptıkları molekülü parçalayarak yollarına pek sapmadan devam ederler. Bu, radyasyonun kansere yol açmasının altında yatan nedendir.
Daha güçsüz bir tür radyasyon olan röntgen ışınlarından yararlanılarak röntgen makineleri üretilmiştir. Bu makinelerin yaptığı iş, radyo dalgalarının oluşturduğu etkiyi "görülebilen ışığa" çevirmek, yani gözlerimiz tarafından algılanabilir hale getirmektir.
Yani ışık, göz tarafından algılandığı ve beyin tarafından yorumlandığı sürece var olur. Dışarıda ise bildiğimiz manada bir ışığın varlığı, bir aydınlık söz konusu değildir.
Radyo dalgaları, parçacık içermedikleri için çarpışma anında insana zarar vermezler. Bu dalgalar hiçbir duyumuz tarafından algılanamaz, ancak evlerimizdeki radyolar bunları kulaklarımız tarafından duyulabilir ses dalgalarına çevirir. Radyoda bir yayın yokken duyulan hışırtı, aslında Güneş ve tüm yıldızlar tarafından evrenin başlangıcından bu yana yayılan kozmik fon radyasyonunun "sesidir". Burada "ses" kelimesi ile kastedilen, bu dalgaların radyolarımız tarafından işlenerek kulaklarımız tarafından duyulabilir hale getirilmesi ve bunun ardından beynimizde oluşturdukları algıdır. Yani, gerçekte bizim için var olmayan, fiziksel anlamda da maddesel varlığı olmayan dalgalar, radyo tarafından kulağın duyduğu ve beynin yorumladığı bir şekle dönüştürülür.
Aynı durum televizyon için de geçerlidir. Bizim için gerçekte görünür olmayan çeşitli ışık dalgaları, televizyon tarafından yorumlanarak, bizim algılayabileceğimiz şekle dönüştürülür.
"Işık" dediğimiz algıya kaynaklık eden fotonlar ise çok daha hafif parçacıklardır ve çoğunlukla ilk çarptıkları atomdan sekerler. Üstelik bunu yaparken çarptıkları yere pek bir zarar da vermezler. Frekansları, yani titreşim hızları nedeniyle daha fazla enerji yüklü olan mor ötesi (ultraviyole) ışınları, cildimize nüfuz edebilir ve bazen genetik şifremizde bozulmalara neden olabilir. Belli saatlerde güneş ışığına çok fazla maruz kalmanın kansere neden olabilmesi bundandır.
Frekansları gereği kızıl ötesi (enfraruj) olarak adlandırılan fotonlar ise çarptıkları yüzeyde enerjilerinin bir kısmını bırakırlar ve buradaki atomların titreşim hızını, yani ısısını artırırlar. Bu yönleriyle kızıl ötesi ışınlar, ısı ışınları olarak da adlandırılır. Akkor haline gelmiş bir kömür sobası veya bir elektrik sobası bol miktarda kızıl ötesi ışın yayar. Bu ışınlar cildimiz tarafından sıcaklık hissi olarak algılanır. Gerçekte dışarıda "sıcaklık" diye bir şey de yoktur. Sıcaklık dediğimiz şey, ışık dalgalarının meydana getirdikleri enerjiden ibarettir. Sıcaklığı algılayanın, hissedenin varlığı olmaksızın, "sıcak" diye bir şeyin varlığını iddia etmek imkansızdır.
Fotonların bir kısmı da vardır ki frekansları mor ötesi ve kızıl ötesi ışınların arasında kalmıştır. Bunlar gözümüzün arkasındaki retina tabakasına düştüğünde buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline çevrilirler. Biz de gerçekte fiziksel birer parçacık olan fotonları "ışık" olarak algılarız. Eğer gözümüzdeki hücreler fotonları "ısı parçacıkları" olarak algılasalardı, o zaman bizim için ışık, renk ve karanlık olarak adlandırdığımız kavramlar hiçbir zaman olmayacak, cisimlere baktığımızda onların sadece "sıcak" veya "soğuk" olduklarını hissedecektik.
Bir başka deyişle dışarıdaki dünyanın varlık şekli, bizim duyularımızın onu algılama şekline bağlıdır. DIŞARIDA ISI VE IŞIK YOKTUR. Çevremiz, çeşitli frekanslarda ve dalga şeklinde dolaşıp duran parçacıklarla çevrilmiştir. Bunları bizim için "görülür ve hissedilir hale getiren şey", yalnızca beynimizdeki algı merkezleridir.
Renkler Yalnızca Beynimizde mi?
Tıpkı ışık gibi, kaynağı ışık olan ve tüm yaşamımızı çevrelemiş olan renkler de beynin yorumundan başka bir şey değildir.
Her bir frekanstaki fotonlara renk adı verilir. Bizler, fotonun titreşim boyutuna göre renkleri birbirinden ayırt ederiz. Yani, kırmızı bizim için farklı titreşim boyutunun, sarı ise başka bir titreşim boyutunun meydana getirdiği renklerdir. Kağıt beyazdır, çünkü her frekansı yansıtır ve bunların bileşimi beyazı meydana getirir. Yaprak yeşildir, çünkü yalnızca yeşil renk hissi veren frekanslardaki fotonları yansıtır, geri kalanları emer. Cam saydamdır, çünkü fotonlar hemen hemen hiçbir engelle karşılaşmadan camın içinden geçerek bize ulaşabilirler. Siyah bir kumaş, tüm fotonları soğurduğu için geriye hiçbir şey yansımaz. Yani buradan gözümüze fotonlar ulaşmaz, biz de onu karanlık yani siyah olarak algılarız. Ayna görüntüyü kopyalar, çünkü yansıtma yüzeyi pürüzsüzdür ve gelen ışınlar çarpıp sektikleri anda birbirlerine olan paralellikleri hemen hemen hiç bozulmaz.
Rengin algılanması gözün retina tabakasındaki koni hücrelerinde başlar. Retinada, ışığın belli dalga boyuna tepki veren üç ana koni hücre grubu vardır. Bu hücre gruplarının birincisi kırmızı, ikincisi mavi, üçüncüsü ise yeşil ışığa hassastır. Bu üç farklı koni hücresinin farklı oranlarda uyarılmaları sonucunda milyonlarca farklı renk tonu ortaya çıkar. Ancak, ışığın koni hücrelerine ulaşması renklerin oluşması için yeterli değildir. John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden araştırmacı Jeremy Nathans, gözdeki hücrelerin renkleri oluşturmadığını şöyle belirtir:
"Bir koni hücresinin tek yapabildiği, ışığı yakalayıp onun yoğunluğu hakkında bilgi vermektir. Renk hakkında size hiçbir şey söylemez."[1]
Koni hücreleri algıladıkları bu renk bilgilerini, sahip oldukları pigmentler sayesinde elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bu hücrelere bağlı olan sinir hücreleri de elektrik sinyallerini beyindeki özel bir bölgeye iletirler. İşte hayatımız boyunca gördüğümüz rengarenk dünyamızın oluştuğu yer beyindeki bu özel bölgedir.
Peki beynin bu bölümünde hiç renk var mıdır?
Beynin bu özel bölgesi, tıpkı beynin diğer bölgeleri gibi KAPKARANLIKTIR. Orada hiçbir ışık, hiçbir renk yoktur. Beynin bu bölgesinde kırmızı, yeşil, sarı renk yoktur. Beyaz yoktur. Rengarenk çiçekli bahçeler, gözümüzü kamaştıran güneş ışığının hiçbir yansıması yoktur. Masmavi gökyüzü, yemyeşil ağaçlar yoktur. Kafatasının içi ZİFİRİ KARANLIKTIR. Gözlerimizden içeriye doğru ışığın girdiğini zannederiz. Oysa ne gözlerimizin dışında, ne de gözlerimizin arkasında ışıktan eser yoktur.
Fizik kanunlarına göre renklerin oluşumu, nesnelerin ışığı yansıtma özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak dış dünyada ışık olmadığına göre, renklerin varlığı da söz konusu değildir. O halde "dışarıda" olarak kabul ettiğimiz renkli dünya nerededir?
Bu renkli dünya, ne dışarıdan bize doğrudan ulaşabilir, ne de beynimizin içinde oluşur. Renkli dünya, bizim algıladığımız şeydir. Biz öyle yorumladığımız için bu şekildedir.
Cambridge Üniversitesi matematik ve teorik fizik bölümünden Peter Russell bu durumu şu şekilde tarif eder:
"Dışarıdaki" dünyanın, bizim tecrübe ettiğimizden oldukça farklı olduğu gerçeği pek çok kişiyi şaşırtmaktadır. Yeşil renkle ilgili deneyimlerimizi değerlendirin. Fiziksel dünyada belirli bir frekansta ışık vardır ama ışığın kendisi yeşil değildir. Gözden beyne iletilen elektrik impulsları da yeşil değildir. Orada hiçbir renk yoktur. Gördüğümüz yeşil renk, bu ışık frekansına cevap veren zihinde görülen bir niteliktir. Zihnin yalnızca nesnel deneyimi olarak var olur."[2]
Gözde oluşacak bir hasar veya yapısal bir farklılık, gelen fotonları farklı elektrik sinyallerine dönüştürecek ve beyindeki görme merkezi aynı özellikte dahi olsa, göz tarafından işlenen sinyaller, aynı cismin çok farklı şekillerde algılanmasına neden olacaktır. Renk körleriyle normal görenlerin belli renkleri çok farklı algılamaları ve yorumlamaları bundandır.
Bütün bu açıklamaların ortaya çıkardığı gerçek ise şudur: "Dışarısı" olarak algıladığımız mekan, zifiri karanlıktır. Aslında karanlık kavramı da aldatıcı olabilir. ORADA HİÇBİR RENK YOKTUR. Cıvıl cıvıl renklerle bize sunulmuş olan üç boyutlu, aydınlık dünya tümüyle yanıltıcıdır. Bizim ışık veya renk olarak yorumladığımız foton hareketleri, zifiri karanlık bir ortamda gerçekleşen fiziksel olaylardan başka bir şey değildir. Göz de dahil olmak üzere tüm vücudumuz ve üç boyutlu, rengarenk bir mekan olarak gördüğümüz tüm maddi alem, bu boşluğun içinde yer alır. Bunu bizim gördüğümüz şekilde yorumlayan, yalnızca beyindir. Ama işin ilginç yanı, tüm bunları algılayan gözün ve tüm bunları yorumlayan beynin de zifiri karanlık oluşudur. IŞIK VE RENK, ONU YORUMLAYAN BEYNİN İÇİNDE DE DEĞİLDİR.
Bilinç ve beyin konusunda sayısız çalışması bulunan Tufts Üniversitesi felsefe profesörü Daniel C. Dennett, bu gerçeği şu şekilde özetlemektedir:
"Dünyada renk yoktur; renk sadece bakanın gözünde ve beyninde oluşur. Nesneler ışığın farklı dalga boylarını yansıtırlar, ancak bu ışık dalgalarının rengi yoktur."[3]
Renk, kişinin dışarıdaki ışığı algılama biçimi ile ilgili olduğuna göre, bizim algıladığımız dünyanın, başkaları için de aynı olup olmadığını bilmemize imkan yoktur. Bir başkasının kırmızı olarak gördüğü rengin bizim için de aynı kırmızı olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. "Rengarenk" kavramı, belki bizim için milyonlarca farklı rengin bir arada oluşu ile ifade ettiğimiz bir kavramdır. Ama bir başkası, çok daha sınırlı sayıda renk netliği ve çeşitliliği görüyor ve bunu yine "rengarenk" olarak yorumluyor olabilir. BİZİM ALGIMIZ İLE, BİZİMLE BİRLİKTE AYNI NESNEYE BAKAN KARŞIMIZDAKİ KİŞİNİN ALGISINI KARŞILAŞTIRMA İMKANIMIZ YOKTUR. Biz, aynı şeye baktığımızı zannederiz. AMA BELKİ DE BİZİM VE KARŞIMIZDAKİ KİŞİNİN GÖRDÜĞÜ ŞEY, BİZİMKİNDEN SON DERECE FARKLIDIR. Dış dünyayı algılayış şeklimiz, beş duyumuzla sınırlı olduğuna göre, mavinin karşımızdaki kişi için de aynı mavi, kahvenin tadının karşımızdaki kişi için de aynı tat olduğunu hiçbir zaman bilemez ve bunu ona tarif edemeyiz.
Renk körlüğü, renklerin yalnızca beynimizde oluştuğunun önemli delillerindendir. Bilindiği gibi gözdeki retinada oluşan küçük bir farklılık renk körlüğüne sebep olur. Bu durumdaki birçok insan, yeşil ile kırmızıyı birbirinden ayırt edemez. Bizim için yeşil olan bir şey, onların dünyasında tamamen farklı renktedir. Bunun tek sebebi, renk kavramını farklı algılıyor oluşumuzdur. Bizim "yeşil" olduğundan emin olduğumuz bir şeyi, karşı tarafın "gri" olarak görüyor olması, onun yanıldığını göstermez. HANGİSİNİN DOĞRU ALGI OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN BİLEMEYİZ. Çünkü her ikisi de algıdır ve bunun gerçekliğini test etme ve karşılaştırabilme imkanımız yoktur. Yeşil algısı da, gri algısı da kişilerin kendi deneyimleridir ve bu kişisel deneyimlerin gerçekliği o kişinin yorumuna kalmıştır.
Burada varmamız gereken sonuç şudur: Varlıklara yüklediğimiz tüm nitelikler, "dış dünyadaki asıllarına" değil beynimizdeki görüntülerine aittir. Bunların dış dünyada asıllarının var olup olmadığını dahi bilemiyoruz. Bizler hiçbir zaman algılarımızı aşıp, dışarıya ulaşamayacağımız için maddelerin ya da renklerin gerçek varlığını da göremeyiz.
Ünlü düşünür Berkeley de bu gerçeğe şu sözleriyle dikkat çekmektedir:
"Kısaca, aynı şeyler, aynı zamanda bazıları için kırmızı, bazıları için sıcak başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki biz yanılsamaların etkisindeyiz ve 'şeyler' ancak bizim zihnimizde vardır..."[4]
Avustralya'nın Adelaide Üniversitesi'nde görev yapan Oxford Üniversitesi'nden Gerard O'Brien, bir radyo konuşmasında bu konuyla ilgili şunları söylemektedir:
"Dış dünyaya baktığımızda nesneleri renkli olarak görüyoruz ve bu renklerin de gerçekte tüm gördüğümüz nesnelere ait olduğunu düşünüyoruz. Ama şu anda, bunun bu şekilde olup olmadığı ile ilgili oldukça ilginç bir soru söz konusu. Birçok felsefeci bizim gördüğümüz renklerin, bu renklerin özelliklerinin gerçekte dünyanın içimizde meydana gelen temsili görüntüsünün özellikleri olduğunu iddia ediyorlar. Buna göre dünyanın kendisine ait böyle renkler bulunmuyor. Bu nedenle bizim zihinlerimizin dışında olan, bizim yaşadıklarımızdan bağımsız olan dünya aslında renksiz... Sözün gelişi, siz elmaya bakmadığınız zaman yine kırmızı renkte mi? Düşündüğümüz zaman dünyanın bizim gördüğümüzü düşündüğümüz renkte olduğunu sanmak aslında bizim şovence yaklaşımımız. Çünkü artık bu gezegeni paylaştığımız diğer canlıların farklı renk sistemleri olduğunu ve bazı durumlarda renkler arasında bizden daha az ayırım yaptıklarını ve bunun sonucunda dünyayı gerçekte bizim gördüğümüzden farklı renklerde algıladıkları görüşünü biliyoruz. Bu nedenle biz dünyayı belirli renklerde görüyoruz, fakat belki de hayvanlar farklı renk grubu içinde görüyorlar. Neden şimdi bizim gördüğümüzün doğru olduğunu düşünelim? Dünyanın gerçekte sahip olduğu renklerin bizim gördüklerimiz olduğunu nereden bilebiliriz? Belki de bunlar sadece, bizim ve yeryüzündeki hayvanların oluşturduğu görüntülerin özüne ilişkin dünyayı kodlamanın iki farklı yolu."[5]
O'Brien'ın konuyla ilgili tespiti, gerçekten de "dışarıdaki gerçekliğin" nasıl bir şey olduğunu sorgulamak bakımından önemlidir. Bizim dışımızdaki diğer canlıların da dışarıda ışık gördüklerine veya renkleri bizim gibi algıladıklarına dair hiçbir delil yoktur. Bizim kanaatimizin en doğru olduğunu gösteren bir bilimsel delile de ulaşmamız mümkün değildir. Bu durumda dış dünya ile ilgili yalnızca zanlarımız ve tahminlerimiz söz konusudur. Çünkü dış dünyayı bildiğimiz şekilde algılamamız, sahip olduğumuz beş duyuya bağlıdır.
Tüm bunlar gösterir ki, sadece bize ait bir dünyada yaşıyoruz. Gördüklerimiz sadece bize gösteriliyor, algıladıklarımız sadece bize ait. Bizim görüntümüzdeki insanların da aynı şeyleri gördüklerini ve algıladıklarını zannediyoruz, oysa onların ne gördüğünü bilmiyoruz. Dahası, onlar da sadece bizim görüntümüzde var olan varlıklar. Dolayısıyla etrafımızda zannettiğimiz kişilerin de dışarıdaki asıl varlığıyla hiç karşılaşmadık. Belki de Allah'ın bizim için yarattığı görüntüler silsilesinin içinde özel olarak ve sadece bizim için var oldular.
Tüm bu bilgiler, bir anda, varlığından çok emin olduğumuz pek çok dünyevi şeyi silikleştiriyor, önemsizleştiriyor. Bir insanın kendisine gece-gündüz bağırıp çağıran patronunun sadece zihninde yaratılan bir görüntü olarak var olduğunu bilmesi, başka bir insanın hırsını yaptığı bir mevki veya bir metanın gerçekte bir görüntüden ibaret olduğunu anlaması, bir kişinin gözünde çok büyüttüğü kişilerin sadece görüntüsüyle muhatap olduğunu fark etmesi, insanın yaşamını tümden değiştirecek müthiş bir olaydır. Bunu anlayan insan bir anda kendisini oyalayan, daha da önemlisi aldatan dünyaya ait meselelerin bütün yükünden kurtulur. Yıllar boyunca beyninde yaratılan insanları var zannedip "desinler" mantığıyla yaşıyor olduğunu fark eder. Dikkatinin sürekli işi, kariyeri, hava atmaya çalıştığı insanlar, para kazanmak, araba almak gibi oyalayıcı detaylarla dağıldığını fark eder. Hayal alemde bunların tamamı görüntüdür. Bunlar için yaşamak, bütün bunların hırsını yapmak, insanları gerçekten var zannederek onlar için yaşamak akıl almaz derecede mantıksızlaşır.
Bu Allah'ın yarattığı olağanüstü bir ilimdir. Bunu anlayan insan için tek var olan Varlık, Allah'tır. Her gün her insanın beyninde muazzam bir sanat yaratılmakta, olağanüstü güzellikteki ve kusursuzluktaki bir dünya, her gün, her saniye, her varlık için tekrar tekrar oluşturulmaktadır. Detaylardaki çeşitlilik akıllara durgunluk verecek kadar ihtişamlıdır; öyle ki, sadece hayal bir alem ile muhatap olduğumuz gerçeği bilimsel olarak ispat edilmiş olmasına rağmen, insanları buna ikna etmek bir zorluktur. İşte bu, SANATÇI'NIN SANATINDAKİ MUHTEŞEMLİK NEDENİYLEDİR.
İşte zaten imtihan buradadır. İnsanlar görüntünün gerçekliğine öylesine inanır, öylesine bu sahte dünyanın içine dalarlar ki, bütün bunların yaratıcısının Allah olduğunu takdir edemezler. Tüm görüntünün Allah'ın kontrolünde olduğunu kavrayamazlar. Bilim, "insan ruhu bir hayali seyrediyor" gerçeğini ispatlamış olmasına rağmen, bu görüntüye aldanırlar. Yine o görüntü içindeki sahte beklentiler, sahte menfaatler, sahte kavgalar için yaşarlar. Ve çoğunlukla imtihanı kaybederler. Kaybederler çünkü bu dünyaya kimse, dünyevi menfaatlerin hangisini daha fazla elde edecek yarışı için gelmemiştir. Bu dünyaya herkes, imtihan olmak için gelmiştir. Yaratılanları gözlemleyip Allah'ın varlığını takdir edecek mi, yoksa bu sahte dünyanın içinde asıl gerçeğin farkına varamadan, sürüklenip gidecek mi? Dünya hayatı, bunun denemesidir.
Yüce Allah ayetinde imtihanı şu şekilde tarif etmiştir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Ölüm ve hayat, sadece imtihan için vardır.
Işığın, rengin, sesin sadece bir enerjiden ibaret olması, çok büyük bir ilimdir. Her zihinde, olağanüstü çeşitlilikte dünyalar yaratılması büyük bir ilimdir. Bu ilmin Sahibi olan Allah, çok büyüktür. Dolayısıyla hiç kimsenin veya hiçbir şeyin değil, YALNIZCA ALLAH'IN RIZASI ESASTIR. O razı olduğunda, tüm görüntü de O'nun istediği şekilde değişir. HER VARLIK İÇİN BİRBİRİNDEN RENKLİ, KUSURSUZ HAYATLAR YARATAN ALLAH İÇİN BU, ÇOK KOLAYDIR.
Sonuç:
Müvekkilin tüm gözlemlediğimiz dünyanın hayalden ibaret olduğuna dair bilimsel detayları içeren dilekçesini takdirinize sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Zorlu
[1] http://hhmi.org/senses/b140.html
[2] Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/ PrimConsc.html
[3] Daniel C Dennett, Brainchildren, Essays on Designing Minds, s. 142
[4] George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal Yayınları, Çev: Enver Aytekin, İstanbul: 1976, s.40
[5] Natasha Mitchell, Is the Visual World a Grand Illusion?, Radyo Programı, 18 Ocak 2004, http://www.abc.net.au/rn/science/mind/ s996555.htm