YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak Üzere
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya No : 2023/310 E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Dışarıdaki dünyanın zifiri karanlık olduğu ve algıladığımız dünyanın sadece beynimizde yaratılan bir görüntü olduğuna dair Müvekkil Adnan Oktar'ın geçmişte konuk olduğu canlı yayınlarda yaptığı bazı açıklamaların sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil Adnan Oktar, gerek A9 TV kanalında, gerekse konuk olduğu diğer TV kanallarında, uzun zamandır üzerinde araştırma yaptığı maddenin gerçeği ve algıladığımız hayal dünya konusu ile ilgili çok defa uzun sohbetler yapmış ve konuyla ilgili bilimsel detayları ve bu yöndeki tefekkürlerini izleyicileriyle paylaşmıştır. Bu konunun huzurdaki dava kapsamında önemli olduğunu düşündüğünden, yargılamayı yapan Sayın Hakimlerin müvekkilin mevcut duruma yönelik bakış açısını bilmelerinin önem taşıdığına inandığından ve yaşamı ve varlık nedenimizi ilgilendiren belki de en önemli konu olmasından dolayı bu konuda kendisini ve fikir sistemini yargılayan kişilerin de haberdar olmasını istediğinden, bu konuda bilgi ve fikirlerini dilekçelerle sunmaya devam etmektedir. Ekte müvekkilin çeşitli yıllarda, çeşitli canlı yayınlarda yer verdiği bu konuyla ilgili açıklamalarını Sayın Dairenizin takdirine sunuyoruz.
Saygılarımızla,
Adnan Oktar müdafi
Av. Mert Zorlu
Müvekkil Adnan Oktar'ın Konuk Olduğu TV Yayınlarında Madde ve Hayal Kavramlarıyla İlgili Bazı Açıklamaları
ADNAN OKTAR: ... Mekanı da anlayamıyor bazı insanlar zamanı da anlayamıyorlar. Yani epey bir insan anlayamıyor. Her bakan insan, beyninin içindeki görüntüyü görür. Mesela televizyonda bizi seyreden kardeşlerimizin hepsi televizyonlarını seyrederken beyinlerinin içindeki televizyonu seyrediyorlar, odadaki televizyonu seyredemezler. Odadaki televizyon simsiyah karanlıktır ve saydamdır, çünkü, dışarıda ışık yok, dalga boyu var yani dalga var sadece. Renk de yok dışarıda. Dolayısıyla, televizyonun neyini seyredecek o zaman, simsiyah karanlık. Ve televizyon cihazı da saydamdır. Atomun yapısından dolayı, yani elektron, nötron, proton, çekirdeğin birbirlerinden uzak olmasından kaynaklanan, teknik nedenlerden dolayı madde saydamdır. Ama beynimiz onu saydam olarak algılamıyor bütün olarak algılıyor ve ayrı dalga boylarını da renk olarak algılıyor. Kırmızı, yeşil, mavi, mor. Tamamen dalga boyu.
Ses de öyle, dışarıda ses yoktur, çıt yoktur dışarıdaki televizyonda. Bunu da kim söylüyor biliyor musunuz? Bütün dinsizler söylüyor bu söylediğimi. Ve, bütün Müslüman alimler söylüyor. Bir gerçektir bu, bilimsel bir gerçektir. Bunun aksini hiç kimse savunamaz. Modern bilimin bize gösterdiği açık gerçeklerdir.
Bilim adamları diyor; "insan duygularının sınırlarını, maddenin hakikatini büyük bir korkuyla fark etti" diyor. Yani modern fiziğin gelişmesiyle dünyanın gerçeğini anladı insanlar. Bambaşka bir hakikatle karşılaştılar. Maddenin hiç tahmin ettikleri gibi bir şey olmadığını anladılar. Madde saydam, madde simsiyah. Güneş mesela, pırıl pırıl zannediyorlar Güneş'i. Güneş simsiyahtır, karanlıktır ve dedikleri gibi de sıcak değildir. Diyorlar ki, işte şu kadar milyon derece sıcaklığı var. Bu algıdan kaynaklanıyor. Bir başkasına göre de buz gibi soğuktur Güneş, acayip soğuktur, kemikleri donar gitse. Acayip soğuk gelir.
Sıcak, soğuk, tatlı, ekşi bütün bu kavramlar beynin algılamasından kaynaklanıyor. Allah'ın yaratmasıyla oluyor, algıdır. Mesela birisine ekşi olan birisine acı olur, mesela bazı hastalar bazı yiyeceklerin tadını bizim aldığımız gibi almazlar bambaşka alırlar, mesela acı alır şekerin tadını. O acı olarak hisseder, biz şeker tadı olarak hissederiz. Beyni öyle algılıyor onun. Dünyada çok nadir insan tarafından biliniyor bu. Bilmek de istemiyorlar korkuyorlar ne hikmetse.
(03 Kasım 2010 tarihli röportaj / www.a9.com.tr)
ADNAN OKTAR: ... Hayal vehim, materyalizme karşı anlatılacak en önemli delillerdendir. Lenin bu konuyu duyduğunda adamın şafağı atıyor; "sakın" diyor, "yaratılışçılarla bu konuya girmeyin, bu konuya girerseniz batarsınız, yapacağınız hiçbir şey kalmaz" diyor, "sakın onlarla bu konuya girmeyin tartışmayın" diyor. Lenin'in en çekindiği konudur, Marksistlerin en çekindiği konudur maddenin hakikati, maddenin beyinde algılanma şekli. Çünkü KÜÇÜK, MERCİMEK KADAR BİR YERDE SONSUZ ALEMİ GÖRÜYORUZ, SONSUZ ALEMİ YAŞIYORUZ. Marksizm'in, Leninizm'in hiç açıklayamayacağı bir şey; RUH. ONU KİM SEYREDİYOR? Görüntüyü kim seyrediyor tam renkli olarak, sesi kim duyuyor? Dokunma hissini duyan kim? Tat alma hissini duyan kim? Leninizm'in, Marksizm'in işte en ızdırap duyduğu, çökmelerine neden olan en mühim konulardan birisi de budur. Big Bang teorisi bir, bu iki, Darwinizmin çöküşü üç.
Big Bang ile zamanın bir başlangıcı olduğu, maddenin başlangıcı olduğu ortaya çıktı, o çok ağır geldi onlara, oradan bir darbe yediler. İkinci olarak; maddenin hakikati ve ruh, ruhu açıklayamıyorlar çünkü. Çünkü gören biri var, rengi biliyor adam, ışığı algılıyor. Işık beynin içinde oluşuyor, renk de beynin içinde oluşuyor, dışarıda renk ve ışık yok. Bu, bilimsel olarak hiç açıklanamayacak bir şey, çünkü metafizik üstü metafizik, hiç açıklanacak gibi değil. Laboratuvara girecek bir konu da değil, incelenebilecek konu da değil. Çünkü insan beynin içine giremiyor. Mesela sesin duyulması; en kaliteli müzik aletinden daha net duyuyoruz sesi. En kaliteli televizyondan, en kaliteli sinemadan daha güzel bir görüntü var beynimizin içinde, çok çok kaliteli. İki gram etten oluşuyor bütün bu makine. Mesela en kaliteli televizyonu alıyorsunuz yine bulanık, iki boyutlu, üç boyutlu daha hala yapamadılar. Yapsa bile binlerce alet edevattan oluşuyor, binlerce mühendis yapıyor, buna rağmen yine yapamıyorlar. Yaptığında da görüntüsünü sadece oluşturuyor. Görüntüyü görecek kim? O ayrı bir konu. Görüntüyü görecek varlığı yapmak zaten imkansız, yani ruhu yapmak imkansız. Bir de görüntüyü gören var.
Allah hem görüntüyü göreni yapmış hem de dünyanın en kaliteli televizyonundan, sinemasından daha kaliteli halde üç boyutlu olarak yapmış. O kadar kaliteli üç boyutlu ki; gerçek mi, hayal mi insanlar fark edemiyorlar. Hangi insan şimdi bizim televizyondaki görüntümüzün hayal olduğunu söyleyebilir? Televizyon ne kadar uzakta diyorsun? 2 metre. Halbuki beynin içinde televizyon, beyninin içinde bizi seyrediyor haberi yok birçok kişinin. Bu mühim hakikati bir kısım insanlar kısmen anlıyor, bir kısmı detaylı anlıyor, bir kısmı anlamazlıktan geliyor. İyi anlayanı çok etkiler bu, çok muhteşem bir şeydir, çok büyük bir olaydır, çok derin bir olaydır. Bu sırrı işte 2012'lerden sonra insanlar anlamaya başlayacaklar. Maddenin hakikati bilinecek, maddenin gerçeğini görecekler inşaAllah.
(29 Eylül 2011 tarihli röportajdan / www.a9.com.tr)
ADNAN OKTAR: ... Darwinistler, materyalistler görenin, duyanın kim olduğunun farkında değiller. Yani onlar zaten onu devreden çıkartıyor, hiç önemli görmüyorlar. Şimdi beyine elektrik gidiyor, biri beyinde görüyor. Asıl gören o zaten. Duyan biri var. Kulaksız duyan, gözsüz gören, değil mi? Ve düşünen biri var. Asıl insan budur.
Darwinistler bu konunun hiç üzerinde durmuyorlar. Maddenin hakikatini anlamazlıktan geliyorlar. Görüntünün beyinde oluştuğunu anlamazlıktan geliyorlar. Mesela internette, bilgisayarda yazıyı okuyan bir adam, beyninin içindeki yazıyı okur. İnternette şu an bizi izleyen, beyninin içindeki görüntüyü izliyor. Bilgisayarı asla izleyemez. Bilgisayar dış dünyada var, ama saydam ve karanlıktır. O kişi beyninin içindeki renkli bilgisayarı izliyor. Bilgisayarda hiçbir şekilde renk olmaz bir kere. İkincisi, saydamdır. Üçüncüsü, ışıksız. Zifiri karanlıktır. Dolayısıyla dışarıdaki bilgisayar hiçbir işe yarayabilecek gibi değil o anlamda. Beynimizde Allah'ın oluşturduğu bilgisayar esastır. Evrimciler bunu bilir mi? Bilir. Düşünür mü? Düşünmez. Çünkü bilimsel olarak inceliyorlar, araştırıyorlar. Bunun var olduğunu hiçbiri inkar etmez. Bana bir tane evrimci getirin, "bu böyle değildir" desin. Hepsi kabul ediyor. Ama düşünüyor mu? Düşünmek istemiyorlar.
Evrimci olmak için bir kere, işine gelmeyen her yerde sürekli düşünmeme sanatı gerekir. Evrim, yalan söyleme sanatıdır. Fakat bir de aynı zamanda düşünmeme sanatıdır. Çok ustaca düşünmeme, çok ustaca yalan söyleme sanatının adına Darwinizm denir. Bak, çok ustaca düşünmemek ve çok ustaca yalan söylemek. Sözlükleri de değiştirmek lazım aslında. "Darwinizm nedir?" dediğinde, bakın herkes sözlüğünde bunu değiştirsin. Darwinizm deyince iki nokta üst üste koyacaksınız, "çok kapsamlı yalan söyleme sanatıdır, çok kapsamlı düşünmeme sanatıdır." Ondan sonra açıklamalar devam edebilir. İlk ve net anlamı, tam karşılığı budur. Bunun böyle olduğunu da herkes bilir. "Darwinizm nerede yalan söyledi?" derlerse bize, ben onlara en az ama en az üç bin maddelik liste vereyim. Yalanın en çok kullanıldığı pagan dinidir.
Putperestlerde en fazla üç beş yalan olur. "Put yarattı" diye yalan söyler, o kadar. Bunların putunda binlerce yalana ihtiyaç oluyor. Darwinizm yalanla beslenen bir puttur. Onun gıdası budur. Puta sürekli yalan atmaları gerekiyor. O put yalana doymaz. Yalan olmadan da hayatını devam ettiremez Darwinizm putu. Onun için onun mabedine girenler, sürekli ona yalan atarlar, önüne. O da sürekli onları yer.
(14 Ağustos 2010 tarihli röportaj / www.a9.com.tr)
ADNAN OKTAR: ... İnsanlar beyninin içinde yaşadıklarını bilmiyorlar. Dışarıda yaşadıklarını zannediyorlar. Dışarıda insanların bedeni vardır, fakat maddenin yapısından dolayı, atomun yapısından dolayı saydamdır madde. Bu bilim adamlarının ittifakla söylediği yani dinsiz-dindar her ikisinin de ittifakla söylediği bir sözdür. Ayrıca dışarıda ışık yok. Bu hiç bilinmiyor dünyada. İnsanlar, "pırıl pırıl, güneşli, aydınlık bir ortam var" diyor... Güneşli havada geziniyor.
Güneşli havada, Güneş'i gören hiçbir zaman için gerçek Güneş'i göremez. Çünkü gerçek Güneş simsiyah karanlıktır. Güneş dalga yayar, insanın beyni o dalgayı ışık olarak görüyor, ışık olarak algılıyor. Dışarıda ışık yok. Hangi bilim adamına sorarsanız sorun bunu bilirler ve madde; çekirdek, nötron ve protonun birbirlerine uzaklıklarından dolayı ve şiddetli uzak olduğu için saydamdır, yani cam gibi saydamdır madde. Dolayısıyla, dışarıda ne renk var, ne ışık var, ne de bizim anladığımız tarzda bir madde var. O tarzda bir madde yok, yani saydam olan madde vardır. Dışarıda renk diye bir şey yoktur, çünkü dalga boylarını beyin renk olarak algılar. Dışarıda dalgalar var, o dalgalar beynimize geldiğinde kimini kırmızı, kimini yeşil, kimini mavi olarak alır. Dışarıda renk yok, bu çok önemli bir şey. Yemyeşil ormanlık diyor mesela bakıyor insanlar, öyle bir şey yok dışarıda. O beynin yorumu. Dolayısıyla bütün bunlar beynin içinde şu kadarcık (mercimek kadar) yerde oluyor. Ufak bir yerde oluyor. Şimdi mesela biri diyor ki "benim muhteşem bir yatım var", beraber gidiyorlar, yata bakıyor çok muhteşem bir yat. Bir gözünü kapatsın, gözüne yandan bastırsın, hafifçe beyaz kısmına şu yan içten bastırsın, yat bir böyle gelir bir böyle gider bastırdıkça, bir böyle gelir, bir böyle gider. Neden böyle olur? Çünkü dışarıda yatın aslı ile muhatap olmuyor ki görüntüsü ile muhatap oluyor da onun için. Yani beyninin içerisinde... Dışarıda yat var, ama dışarıdaki yat saydamdır ve simsiyah karanlıktır. Yatın görüntüsü beynine düşüyor, beyninde görüyor.
Her insan bir monitörün başında yaşar. Nasıl iş yerinde insanlar bir monitörün başında görevini yapıyor, hiç ayrılmıyorlar, sürekli monitörün başında yaşıyorlar. Veyahut güvenlik memurları oluyor, karşısında bir monitör oluyor değil mi?... İşte insan aynı öyle yaşıyor şu an beyninin içerisinde. Elektrikten oluşan bir ekran var, onun başında yaşar insanlar. Bu yalnız bir inanç, felsefe falan değil. Bu bilimsel bir gerçek. Hiçbir insanın reddedemeyeceği bir gerçektir bu.
(30 Aralık 2009 tarihli röportaj/ www.a9.com.tr)
ADNAN OKTAR: ... Hayat kısa, imtihan süresi kısa. Akıllı davranılırsa şu kısacak hayatımızda İslam ahlakının dünyaya hakim olduğunu göreceğiz. Asıl olan ahirettir. Çok muazzam bir imtihan sistemi kurmuş Allah. Ben eskiden ortaokuldayken bilmiyordum mesela, bir kalemin iman hakikati olduğunu bilmezdim ben. Bunu insanlar yapıyor zannediyordum. Bir de baktım, beynimin içinde görüyorum. Beynimin içinde bir güç gösteriyor bana bunu. Kalem nerede diyoruz? Dışarıda. Kalemin dışarıda olduğuna iman ediyoruz biz sadece. Hiç kimse kalemin dışarıdaki halini bilmiyor. İnanç olarak kabul ediyoruz. Kuran'ın bize hükmü olarak, Allah var dediği için kabul ediyoruz. Yoksa dışarıdaki şeklini hiç kimse bilmiyor. Sadece beynimizdeki şeklini görebiliyoruz. Bize ait bilgi, bunun dışında hiçbir bilgi yok. Sıfırdır. Darwinistler de konuşuyor ya, beynin dışında verilen hiçbir bilgiyi konuşmuyorlar. "Laboratuvar" şartlarında diyor. Laboratuvar nerede diyorsun? "Dışarıda" diyor. Dışarı nerede? "Beynimin içinde görüyorum" diyor. Beyninin içinde görüyorsun laboratuvarı. Dışarıdaki laboratuvarı gören oldu mu hiç? Yok. Biz ona iman ediyoruz, sadece iman ediyoruz. Dışarıdaki varlığına iman ediyoruz, o kadar.
Varlık olarak hiç kimsenin şu ana kadar dışarıdaki maddenin hakikati hakkında hiçbir bilgisi yok. Sadece biz fizik biliminden görüntü olarak saydam olduğuna inanıyoruz bilimsel olarak, varlığına inanıyoruz, saydam olduğuna ve ışıksız olduğuna inanıyoruz. Siyah karanlık olduğuna ama aydınlatılırsa da saydam olduğuna inanıyoruz. Renkli değil. Dışarıda böyle bir maddenin var olduğuna iman ediyoruz. Ama bizim pratik olarak doğrudan yaşadığımız sadece bunun görüntüsü. Görüntüyü de Allah veriyor bize üç boyutlu olarak. Gözün içi, damarlarla dolu, koca koca. Gözün içindeki, pelte kıvamında, bulanık bir sıvıdır. Jöle kıvamında, içi kan damarlarıyla dolu. Şu görüntünün netliğine bakın. En kaliteli objektif de olsa, en kaliteli kameralardan da baksak böyle bir görüntü elde edemeyiz. Beynin içinde gördüğümüze biz hayat diyoruz, ev diyoruz. Hem görüntüde derinlik var, hem seste derinlik var. "Ses şuradan geliyor" diyoruz. Teypte olduğunda yer tespiti mümkün değil. Ama kulağımızla olduğunda her nerede ise yeri biliyoruz.
(13 Mart 2012 tarihli röportaj / www.a9.com.tr)
ADNAN OKTAR: ... İki gözle insanlar baktığında gördüğünü zannediyorlar, ama göz görmez normalde. Gözün sadece kamera görevi vardır, fotoğraf makinesinin görevi ne ise veya video kameranın görevi ne ise gözün görevi de budur. Göz görmez, beynin içindeki görme merkezi görür. Asıl göz odur. İnsanın içindeki göz, bu gözün gözü yok, ama görüyor. Yani bu çok acayiptir. Bakın, orada bir göze ihtiyaç olması gerekiyor. Fakat elektriği görüntü olarak görüyor bu göz. Fakat ortada bir göz yok. İşte bu görünmeyen göze ruh diyoruz biz.
Ses de öyledir. Ses dalgaları gelir kulağımıza, örs, çekiç, üzengiden geçer titreşim olarak. O titreşim elektrik enerjisine döner, gelir beynimize. Beynimizde o elektrik akımını ses olarak duyan bir kulak vardır. Ama bu kulak bizim bildiğimiz gibi bir kulak değildir. Yani görünmeyen bir kulak vardır. O görünmeyen kulak gerçek kulaktır. Her insanın kulağı sağırdır. Kulak sadece sesi iletmeye yarayan bir araç, bir mekanizmadır, kulak hiçbir şekilde duymaz. Her kulak sağırdır, duymaz. Beynin içindeki kulak duyar...
Algı da, şimdi bak ben buraya dokunuyorum, masa sert. Bu sertlik algısı beynimin içinde oluyor benim, ben masada olduğunu zannediyorum. Görüntünün 3 boyutlu olmasından kaynaklanıyor bu. Parmak uçlarımda onu hissettiğime dair bilgi beynimin içinde oluşuyor. İnsanlar parmak ucunda hissettiklerini zannederler. Parmak ucunda olmuyor olay, beynin içinde olur. Mesela bir yemek yediğimizde, farz edelim kavun yiyor, "ne kadar lezzetliymiş kavun" diyor. Beyninin içerisinde o tadı hisseder, ağzında hissetmez. Diyor ki "ağzıma tatlı geldi" diyor "tadı hoş geldi" diyor. "Acı geldi" diyor veyahut "ekşi geldi" diyor. Ağzında hiçbir insan tadı hissedemez. Hep beyninde hissederler. Ama ağzında hissettiğini zannederler. Mesela koku da; hiçbir şekilde burunda o kokuyu hissetmeyiz. İnsanlar hep burunlarıyla kokuyu aldıklarını zannederler. Hiçbir şekilde öyle olmaz. Beynin içindeki burun kokuyu alır. Sadece havadaki o kimyasal gazlar burnunun üstündeki sinir hücrelerine gelir, onlara dokunduğunda o elektrik enerjisine dönüşür ve beyne gider. Beyinde onu koklayan bir burun vardır. Oradaki o elektriği koku olarak alan bir burun var. Yani beynin içine ne gül girer, ne karanfil girer, gül, karanfil dışarıda ama gülü ve karanfili içeride koklayan bir ruh vardır. Bakın, gül olmadığı halde gülü koklar o, elektrik akımını gül olarak koklar, elektrik akımını karanfil olarak koklar, bu gerçek dünyada şu an o kadar bilinmiyor. Milyonda birdir bu konuyu bilenler.
(30 Aralık 2009 tarihli röportajdan / www.a9.com.tr)