YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE

Sunulmak Üzere,

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

 

Dosya No                : 2023/310 E., 2023/494 K.

Sunan                      : Adnan OKTAR

Müdafi                     : Av. Mert ZORLU

Konu                        : Müvekkil Adnan Oktar'ın, dokunma hissinin gerçekte fiziksel olarak dahi oluşmayan ve nihayetinde beyinde algı olarak yaratılan bir his olduğuna ve bu konunun kainatın yalnızca bir hayal olarak var olduğu gerçeğini gösterdiğine dair dilekçesinin sunumudur. 

 

AÇIKLAMALAR

Sayın Dairenize bir süredir, maddenin gerçeği, tüm dünyanın beyinde sadece bir algı olarak yaratıldığına dair sunduğumuz dilekçelerle müvekkil Adnan Oktar, hayatın temelini ilgilendiren bu konuyu ve bu konuyu algılayış biçimini ifade etmek istemektedir. Bu önemli gerçeğin herkes, özellikle davamızı üstlenen yargı birimleri tarafından bilinmesinin önemli olduğunu düşünmektedir. Bu sebeple konuyu tüm bilimsel detaylarıyla birlikte kendi yorumuyla sunmaktadır.

Bu açıklamalar, hayatı boyunca Allah'tan başka hiçbir varlıktan çekinmemiş ve dünyaya ait hiçbir şeye bağımlı kalmamış olan müvekkilin olaylara ve yaşadığı imtihana bakış açısını da ortaya koyması bakımından önemlidir.

Müvekkilin Fiziksel Olarak Maddeye Dokunmanın İmkansız Olduğuna Dair Açıklamaları

Fiziksel olarak bir şeye dokunmak aslında İMKANSIZDIR. Herhangi bir şeye dokunmak için elini uzan kişi, her ne kadar dokunma algısını hissediyor görünse de fiziksel olarak o nesneye hiçbir şekilde DEĞMEMEKTEDİR.

Bunu şöyle anlatalım.

İki eliyle basketbol topunu tutan bir oyuncuya bakan bir kişi, oyununcunun parmaklarının topa temas ettiğini, temas alanı boyunca top üzerine bir kuvvet, yani bir basınç uyguladığını ve bu sayede o topu istediği yerde tutabildiğini zanneder. Ama gerçekte oyuncunun parmağındaki atomlar, toptaki atomlara TEMAS ETMEMEKTEDİR! Oyuncunun parmağını oluşturan hücrelerin atomları, topu oluşturan atomlara yaklaştıkça, bu atomların etrafındaki elektronlar birbirlerine yaklaşmaya başlarlar. İki elektron birbirine yaklaştıkça, bunlar arasında sanal fotonlar yoluyla elektromanyetik etkileşim yaşanmaya (daha doğrusu zaten var olan elektromanyetik etkileşim hızla şiddetlenmeye) başlar. Bu da elektronların birbirlerini itmeleriyle sonuçlanır. Bu itme kuvveti gitgide güçlenir ve hep devam eder. Yani bizler ne yaparsak yapalım, iki elektronu veya iki atomu birbirine değecek hale getiremeyiz.

Oyuncunun elindeki atomlar, topun atomlarıyla hiçbir noktada karışmaz veya onlarla çarpışmaz. Bu atomlar sadece birbirlerini sürekli itebilirler ve bu itme kuvveti, zaten bir şeylere dokunma hissimizi veren ve topu tuttuğumuz algısını yaratan şeydir. Dolayısıyla, sahip olduğumuz atomlar, birbirlerine değerek değil, birbirlerini iterek temas hissini oluştururlar.

Buradan hareketle ortaya çıkan önemli gerçek şudur: Hayatımızda hiçbir şeye gerçek anlamda dokunmadık!

Bu fiziksel gerçek, önemli bir metafizik gerçeği de beraberinde getirir. Aslında insanın dokunduğunu zannettiği şeyler de sadece beyinlerinde oluşan algılardan ibarettir.

İnsanlar, gördükleri, kokladıkları veya tattıkları şeylerin gerçekliğinden şüphe duyabilirler. Ama nesnelere dokunabilme algısı, dış dünyanın gerçek varlığına ulaşabiliyor hissi vererek onları yanıltabilir. Oysa, dokundukları şeyin bir elektrik sinyali olarak beyne iletildiği gerçeği, bu konudaki tüm ön yargıları ortadan kaldırmaktadır. Bir şeyi hissetmek, ancak onunla ilgili beynin elde ettiği bilgiye bağlıdır. Beyin algılamazsa, kişi maddeye dokunuyor olsa da onu hissetmesi mümkün olmaz.

Cambridge Üniversitesi Matematik ve Teorik Fizik Bölüm Profesörü Peter Russell, bu durumu şu şekilde açıklar:

"Maddenin katı bir materyal olduğuna dair fikrimiz ise, tıpkı yeşil renk gibi, bilinçte meydana gelen bir vasıftır. Bu, "dışarıda olanın" bir modelidir. Ama tıpkı diğer modeller gibi, dışarı da gerçekte olandan oldukça farklıdır."[1]

Dışarıdaki maddeye dokunurken onunla kurulan ilişki, yalnızca elin elektronlarının söz konusu nesnenin elektronlarını itmesinden ibarettir. Yani gerçekte kişi nesneye dokunmaz bile. Dışarıdaki nesne ile arasında hiçbir temas yoktur. Buna rağmen oluşan his, o kişiye, o nesnenin niteliğini algılıyormuş izlenimi verir. Bir ağaç gövdesinin sert olduğunu, pamuğun yumuşak olduğunu algılar ama aslında moleküler düzeyde gerçekleşen işlemde bir fark yoktur; her şey elektronların birbirlerini itmesinden ibarettir.

Kişinin dokunduğu maddeden gelen sertlik hissi, bir kedinin tüylerinden veya bir duvarın pürüzlü yüzeyinden edindiği his, ona yalnızca elektrik sinyali olarak ulaşmaktadırBu elektrik sinyallerinin birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Kişi, dışarıda olan ile aslında hiçbir bağlantı kurmamıştırO yalnızca beyninde kendisine hissettirileni gerçek gibi yaşar. ASLINDA HAYALİ GERÇEK ZANNETMEKTEDİR.

Pensilvanya Üniversitesi Nörobilim Profesörü Andrew B. Newberg konuyla ilgili olarak şunları belirtir:

"Geçmişte şöyle diyen bazı filozoflar vardı: 'Bak, eğer bir kayaya tekme atarsam ayak parmağım acır, bu gerçektir. Bunu hissederim. Gerçek olduğunu hissederim. Buna gerçeklik denir.' Fakat aslında bu hala bir deneyimdir ve bu hala kişinin gerçeklik algısıdır."[2]

Kayaya tekme attığında oluşan sertlik hissi de acı da kişinin sadece beyninde elektrik sinyallerinin oluşturduğu birer algıdan ibarettirNe kayaya gerçekten vurmuş ne de onun sert yapısından dolayı zarar görmüştür. Sertlik ve acı kavramlarını oluşturan elektrik sinyalleri -ki bunların ikisi de aynıdır- beynini uyarmıştır; olan sadece budur. Dışarıda bir kayanın olup olmadığını ise hiçbir zaman ispat edemeyecektir.

Kişi sıcak bir maddeye dokunduğunda, onun hissini beyne iletmekle görevli olan sinirler devreden çıkarılsa, yanmakta olan elini hissetmesi mümkün olmayacaktır. Sıcaktan yanma, onu hissetme ve bundan dolayı acı duyma hissi, yalnızca beynin yorumudur. Benzer şekilde dışarıda bir uyarıcı olmamasına rağmen, sırf elektrik sinyallerinin yapay üretimi sonucunda da algı hissi oluşabilir. Beynine giden yapay uyarılarla kişi, dışarıda yanan bir ateş olmamasına karşın elinin yandığını hissedebilir. Bu durum, buradaki yanma hissinin yalnızca kişinin algı dünyasında meydana geldiğinin bir diğer delilidir. Üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bu önemli gerçeği 20. yüzyılın ünlü düşünürü Bertrand Russell şöyle ifade etmiştir:

"…Parmaklarımızla masaya bastığımız zamanki dokunma duyusuna gelince, bu, parmak uçlarındaki elektron ve protonlar üzerinde bir elektrik etkisidir. Modern fiziğe göre, masadaki elektron ve protonların yakınlığından oluşmuştur. Eğer parmak uçlarımızdaki aynı etki, bir başka yolla ortaya çıkmış olsaydı, hiç masa olmamasına rağmen aynı şeyi hissedecektik."[3]

Maddenin temel niteliği, yani sertlik, bilimsel anlamda ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bir şeyi görüyor olmak, onun gerçek fiziksel görünümüne dair bir delil ve ipucu vermediği gibi, bir şeye dokunmak da onun SERTLİĞİNE VE VAR OLDUĞUNA DAİR HİÇBİR DELİL VE İPUCU VERMEMEKTEDİR. Kişinin dokunduğunu sandığı şey, DIŞARIDAKİ GERÇEK NİTELİĞİ VE GÖRÜNTÜSÜ HİÇ BİLİNEMEYECEK OLAN BİR HAYALDİR. Bilim yazarı J. R. Minkel, New Scientist dergisindeki bir yazısında bunu şu şekilde açıklar:

"Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. AMA HEPSİ YALNIZCA BİR HAYAL."[4]

Bilimin de gösterdiği gibi, şüphe götürmez bir biçimde beynimizdeki hayal dünyayı izliyoruz. Gördüğümüzü zannettiğimiz şeyleri aslında görmüyor olmak, dokunduğumuzu zannettiğimiz şeylere dokunmuyor olmak, yalnızca zihnimizde yaratılan bir hayali seyretmek, sadece 20 ve 21. yüzyılların değil, tüm insanlık tarihinin en büyük buluşudur. İnsanın yapayalnız, tek başına izlediği bu görüntü içinde var zannettiği her şey gerçekte hayaldir.

Tek mutlak varlık Allah'tır ve bizler yalnızca O'na karşı sorumluyuz.

 

Sonuç:

Müvekkil Adnan Oktar, dokunma algısı ile ilgili bu fiziksel ve metafizik gerçekleri Sayın Dairenizin takdirine sunarak, kendisinin dünyayı ve tüm imtihanı algılama biçimini göstermek ve aktarabilmek istemiş, yukarıdaki açıklamaları bu sebeple Sayın Dairenize iletmeyi önemli görmüştür. Bu konuda müvekkilin açıklamalarını takdirinize sunuyor, bilgilerinize arz ediyoruz.18.09.2023

 

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Zorlu

 



[1] Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/ PrimConsc.html

[2] What The Bleep Do We Know, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse

[3] Bertrand Russell, Rölativitenin Alfabesi, Onur Yayınları, 1974, s. 161-162

[4] J. R. Minkel, "The Hollow Universe", New Scientist, 27 Nisan 2002, sayı 2340, s. 22

Daha yeni Daha eski