YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak Üzere,
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya No : 2023/310 E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil Adnan Oktar'ın çeşitli dilekçelerle izah etmeye çalıştığı, maddenin aslı ile değil beynimizdeki görüntülerle muhatap olduğumuza dair açıklamaları teyit eder şekilde dünyaca ünlü bilim adamlarının görüşlerinin Sayın Dairenize sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Müvekkil Adnan Oktar, kainatta bilip algılayacağımız belki de en büyük gerçeklerden birinin üzerinde durmakta ve Sayın Dairenize bir süredir bu minvalde dilekçeler iletmektedir. İnsanın, hiçbir zaman maddenin aslı ile muhatap olmadığını ve olamayacağını bilmesi, dünyasını sadece zihninde oluşan görüntülerin oluşturduğunu anlaması, tüm hayatını değiştirecek büyük bir gerçektir. Buna dayanarak müvekkil, bu konuda hem bilimsel hem felsefi hem de imani gerçekleri Sayın Dairenize sunmaya devam etmekte, bu konunun anlaşılmasını önemli görmektedir. Aşağıdaki açıklamalarda müvekkil, maddenin aslı konusu ile ilgili araştırma yapmış dünyaca ünlü bilim adamlarının açıklamalarına yer vermektedir.
Müvekkilin, Dış Dünyanın Sadece Görüntüsünü Gördüğümüze Dair Açıklamalarını Teyit Eden Bilimsel Görüşler
Beynimizde gerçekte ne renkler ne sesler ne de görüntüler vardır. Beynimizde var olan şey sadece elektrik sinyalleridir. Karşımızda seyrettiğimizi zannettiğimiz uçsuz bucaksız manzara, bakmaya doyamadığımız rengarenk bir çiçek, yüksek sesli müzik, tadına hayran kaldığımız mükemmel bir yemek aslında yalnızca beynimize ulaşan elektrik sinyallerinden ibarettir.
Mapping The Mind (Zihnin Haritasını Çıkarmak) isimli kitabında bilim yazarı Rita Carter, dünyayı nasıl algıladığımızı şöyle açıklar:
"Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: Kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı renk değildir veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisi'nin ilk notası değildir, sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler.
Özetle, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyne, elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır."[1]
Kaliforniya Üniversitesi'nden Nörobilimci ve Psikiyatri Profesörü Jeffrey M. Schwartz, algının beyinden bağımsız şekilde meydana geldiği gerçeğini şu sözlerle açıklamaktadır:
"En detaylı MR'lar bile algılamanın veya fark etmenin fiziksel kaynakları dışında bir şey vermemektedir. Bunun nasıl bir duygu olduğunu açıklamanın yanına bile yaklaşamamaktadır. Kişinin birincil olarak kırmızıyı algılaması konusunu açıklayamamaktadır. Bunun farklı insanlar için de aynı olduğunu nereden bilebiliriz? Neden beyin mekanizmaları üzerinde çalışmak, hatta moleküler seviyede çalışmak, bu sorulara hiçbir şekilde bir cevap sağlayamamaktadır?"[2]
Beyin mekanizmaları üzerinde çalışmak bu sorulara bir cevap sağlamamaktadır; çünkü görmek ve algılamak, beyinden bağımsız oluşan kavramlardır.
Cambridge Üniversitesi Matematik ve Teorik Fizik Bölümü Profesörü Peter Russell, bu gerçeği şu şekilde açıklamıştır:
"Ne zaman fiziksel görünüm ayrıntılarını araştırmaya kalksak, hep elimiz boş dönüyoruz. Fiziksel ile ilgili olarak edindiğimiz her fikir yanlış çıkıyor. Maddecilik fikri gözlerimizin önünde buharlaşıp gidiyor. Ama maddesel dünyaya olan inancımız gitgide kökleşiyor – bizim deneyimlerimizle sürekli olarak takviye oluyor – öyle ki, bunların fiziksel bir temeli olması gerektiğine dair zannımıza sıkı sıkıya yapışıyoruz. Dünya'nın tüm evrenin merkezinde olduğu zannından hiçbir zaman şüphe etmeyen Orta Çağ astronomları gibi, dış dünyanın fiziksel bir kökeni olduğu zannımızı hiçbir zaman sorgulamıyoruz. … BELKİ DE DIŞARIDA GERÇEKTEN DE HİÇBİR ŞEY YOK. YANİ, HİÇBİR "ŞEY". FİZİKSEL GÖRÜNÜM DİYE BİR ŞEY YOK. Belki de her şeyin sadece beyinsel bir görünümü var."[3]
Peter Russell'ın bu çıkarımı doğrudur. Beyin üzerine yapılan çalışmalar, algılayanın kim olduğuna dair sorulara hiçbir zaman cevap vermeyecektir. Çünkü bilim adamlarının beyinde aradıkları şey, aslında insanın fiziksel bedeninden farklı, kendi benliğinde var olan şey; yani RUH'tur.
Stanford Üniversitesi nöropsikoloji profesörü Karl Pribram bilim ve felsefe dünyasında, algıyı hissedenin kim olduğu ile ilgili bu önemli arayışa şöyle dikkat çekmiştir:
"Yunanlılardan beri, filozoflar 'makinenin içindeki hayalet', 'küçük insanın içindeki küçük insan' vb. üzerine düşünüp durmuşlardı. 'Ben' – yani beyni kullanan varlık- nerededir? Asıl bilmeyi gerçekleştiren kim? Assisili Aziz Francis'in de söylemiş olduğu gibi: "Aradığımız şey bakanın ne olduğudur."[4]
Bakan ve algılayan RUH'tur. Şuur, yalnızca Allah'ın insana verdiği ruhun sahip olduğu bir özelliktir. İnsan sahip olduğu ruh ile düşünüp algılayan, karar alıp yorum yapabilen bir varlık haline gelir. Sahip olduğu bilinç ve akıl, bu ruhun insana kazandırdığı özelliklerdir. Allah, fiziksel olarak yarattığı insana Kendi Katından "ruh" verdiğini ayetlerinde şöyle buyurur:
Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülaleden), basbayağı bir sudan yapmıştır. SONRA ONU 'DÜZELTİP BİR BİÇİME SOKTU' VE ONA RUHUNDAN ÜFLEDİ. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti. "Onu bir biçime sokup, ona RUHUMDAN ÜFLEDİĞİM ZAMAN siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad Suresi, 71-72)
Sana RUHTAN sorarlar; de ki: "RUH, RABBİM'İN EMRİNDENDİR, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)
Böylece sana emrimizden bir RUH vahyettik… (Şura Suresi, 52)x
Günümüzde bilim, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde, KESİN OLARAK maddesel dünyayı asla göremediğimizi, bir hayal ve görüntü silsilesi izlediğimizi, "yaşam" denilen şeyin ekranın karşısında izlenen görüntülerden ibaret olduğunu ve tüm bunları izleyenin de RUH olduğunu ispat etmiş bulunmaktadır. BU BİR İNANÇ ŞEKLİNDEN İBARET DEĞİLDİR; SORGULANMIŞ, TEST EDİLMİŞ VE KESİN SONUCA ULAŞMIŞ BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR. Dolayısıyla, bu satırları yazanlar gibi, bu satırları okuyanlar da beyinlerindeki görüntülerden başka bir şey seyretmemekte, bir hayalin içinde yaşamakta, beyinlerinin dışına ASLA ÇIKAMAMAKTADIRLAR. HAYATLARINDA HİÇBİR ZAMAN ÇIKMADILAR, BUNDAN SONRA DA ÇIKAMAYACAKLAR.
Tam olarak bu sebepledir ki, maddesel dünyada hiçbir şey, zannedildiği kadar önemli değildir. Varlıkların veya insanların önemi, bir anda yok olup gidecek bir görüntü kadardır. O görüntüyü de yalnızca kişinin kendisi izlemektedir. İNSAN YAŞADIĞI DÜNYADA ASLINDA YAPAYALNIZDIR. TEK SORUMLULUĞU, SADECE VE SADECE MUTLAK VAR OLAN ALLAH'A KARŞIDIR.
Sonuç:
Müvekkilin maddesel dünyayı algılayış şeklimiz ve ruhun mutlak varlığı ile ilgili görüşlerini, bilimsel kanıtlar ve yorumlar ışığında Sayın Dairenizin takdirine sunuyoruz. Saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.
Adnan Oktar Müdafi,
Av. Mert Zorlu
[1] Rita Carter, Mapping The Mind, University of California Press, London, 1999, s. 107
[2] Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s. 26-27
[3] Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/ PrimConsc.html
[4] Karl Pribram, David Bohm, Marilyn Ferguson, Fritjof Capra, Holografik Evren I, Çev: Ali Çakıroğlu, Kuraldıışıı Yayıınlarıı, İstanbul: 1996, s. 37