İPEK HANIM ALIŞILAGELMİŞ SEVGİSİZ, KATI GAZETECİLİK ANLAYIŞINI TERK ETTİĞİNDE ÖZLEMİNİ DUYDUĞU SEVGİ VE DOSTLUĞU BULACAKTIR 

Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Youtube kanalında İpek Özbey’in 9 ay önce yayınlanan kitap tanıtım videosu geçtiğimiz günlerde yeni bir tespit ve habermiş gibi tekrar yayınlanmıştır. İpek Hanım’ın 170 liraya satılan kitabından daha çok gelir elde etmek amacıyla, maddi gelir endişesiyle sansasyonel açıklamalarda bulunması bir yere kadar anlayışla karşılansa da, alenen ve açıkça doğru olmadığını çok iyi bildiği şeyleri anlatıyor olması kanaatimizce kendisinin nezih, medeni ve aydın tutumuna yakışmamaktadır.

Müvekkil Adnan Oktar 73 dile çevrilmiş 300’den fazla eseri, 40 yıldır devam eden kesintisiz fikri mücadelesi, samimiyeti ve hikmetiyle binlerce insanın hidayetine vesile olmuş bir insandır. İpek Hanım’ın ise kaç kişinin hidayetine, sevgiyi yaşamasına, derin düşünmesine vesile olduğunu, yazılarıyla kaç kişinin mutluluğunu ve iyiliğini sağladığını değerlendirmesinde fayda vardır.

Ticari kaygı taşıyan bazı kişi ve kurumlarca kendi ürününü gerçeklikten uzak yorumlarla tanıtmak ne yazık ki bir pazarlama tekniği olarak görülmektedir. Bu yöntemin dürüstlük ve samimiyetten uzak bir tutum olmasının yanı sıra, söz konusu olan gazetecilik olduğunda insanların kişilik hakları ve toplumsal düzen söz konusu olduğundan evrensel ahlaki ve etik değerlere göre hareket etmek çok daha hayati bir hal almaktadır. Her ne kadar bazı kesimler gazetecilik denilince sansasyonu esas alıp kişilik haklarını hiçe sayan, gerçeklik ve hakkaniyetten uzak yayınlar yapmayı öncelikle görseler de İpek Hanım’ın kendisine olan saygısına ve savunduğu değerlere bunu yakıştırmayacağını düşünüyoruz.

Müvekkil Adnan Oktar’ın konuyla ilgili görüş ve düşünceleri şöyledir:

İpek Hanım, müvekkil Adnan Oktar’ın şefkat duyduğu, neşeli, kalender, demokrat kişiliğini beğendiği bir insandır. Bu sebeple de İpek Hanım’ın vicdanına güvenerek, dostane ve iyi niyetle kendisine bazı önemli hususları anlatmak istemektedir. Bunlar, müvekkil hakkında yaptığı yayınların ötesinde, İpek Hanım’ın kendi ruh kalitesi, dünyada ve ahiretteki mutluluğu, rahatı ve huzuru için önemli ve kıymetlidir:

 İpek Hanım’ın müvekkil ve arkadaşlarıyla ilgili yazılarında ve programlarında sık sık “gençlik yıllarındaki” bazı anılarına ve gözlemlerine değiniyor olması, bir şekilde müvekkil ve arkadaşlarıyla geçmişte yolunun kesişmiş olduğunu göstermektedir. İpek Hanım’ın bu gözlemlerinde sıkça dile getirdiği; müvekkil ve arkadaşlarının,

  • Varlıklı ve kaliteli bir sosyal çevre içinde olmaları,
  • Güzel ve yakışıklı insanlardan oluşan bir topluluk olması,
  • Bebek, The Marmara Otel, Etiler, Bağdat Caddesi, Büyük Ada gibi nezih semt ve mekanlarda yaşıyor ve bir araya geliyor olmaları,
  • Ülkemizin siyasetçi, iş insanı, bürokrat, akademisyen, gazeteci vb gibi önde gelen kesimleriyle yakın ve dostane ilişkilerinin olması AÇIKTIR Kİ İPEK HANIM’DA HAYRANLIK VE GIPTA OLUŞTURMUŞTUR VE BU HAYRANLIK İPEK HANIM’DA ARADAN GEÇEN UZUN YILLARA RAĞMEN ETKİSİNİ HİÇ YİTİRMEDEN DERİN BİR TESİRİ BIRAKMIŞTIR.

İpek Hanım’ın kaliteyi beğenmesi, müvekkil ve arkadaşlarının güzel dostluklarını yıllar boyunca izlemekten ve takip etmekten hiç vazgeçmemesi onların yaşadığı hayata özlem duyması kuşkusuz güzel işaretlerdir. Bu, sevgisizlik, bencillik ve acımasızlığı alabildiğine yayıldığı bir dünyada İpek Hanım’ın sevgiye, iyiliğe, dostluğa duyduğu özlemin de işaretidir. İnsanların birçoğunun sevgiyi ve sevilmeyi çok istemekle birlikte, sevilecek insan olmadıklarına için için duydukları yersiz inanç ve karşılarındaki insanların derinliği, güzelliği, iyiliği takdir etmekten uzak kabalıkları nedeniyle sevgiden uzak durdukları bilinen bir gerçektir. Daha acı olanı ise bu insanların sevgisizliği olağan görmeleri, sevginin yaşanabileceğine inançlarını yitirmeleri ve sevgi dolu insanları karşı da kıskançlık duymalarıdır. Oysa seven ve sevilen bir insanı kıskanmak bu kişilere özlemini duydukları sevgiyi getirmez. Sevilmek isteyen insanın önce kendi ruhunu terbiye etmesi, kendisine tevazuyu, merhameti, affediciliği, sabrı, güzel sözü, inceliği, detay görebilmeyi ve güzelliği takdir edebilmeyi öğretmesi, ruhunu terbiye edebildiğini görerek de kendini sevmesi şarttır. Kendisini sevemeyen ve saygı duymayanın diğerlerini sevip değer vermesi mümkün olmayacağı gibi samimi olarak sevilmesi de mümkün olmayacaktır.

Sosyal çevresi ağırlıklı olarak Marksist ve sol görüşlü kişilerden oluşan İpek Hanım’ın bu çevreden beğeni kazanmak niyetiyle müvekkil ve arkadaşlarına karşı bir üslup kullandığı anlaşılmaktadır. Anlattıklarından müvekkilin yargılandığı dosya hakkında kendisinin araştırıp inceleyip okuyup bir bilgi edinmediği, sadece kendisine söylenen ve hazırlanıp verilen bilgileri aktardığı da görülmektedir. Müvekkil bunları İpek Hanım’ın bugüne kadar hakkında yaptığı gerçeklerden uzak haberlere duyduğu kızgınlık ya da öfkeyle değil, tam tersine İpek Hanım’a merhamet ve şefkat duyduğundan, İpek Hanım’ın bu tespitlerin önemini ve kıymetini anlayacağını düşündüğünden, onun iyiliği için, dostane bir tavsiye olarak söylemektedir.

O çevrede yer edinebilmenin yolu, çoğu zaman dindar insanların hiçbir dayanağı olmadan amansızca eleştirilmesinden ve hedef gösterilmesinden geçtiğinden, müvekkil hakkında hakkaniyetli ve dürüst bir cümle kurması durumunda o gazetede yazılarını yazmaya, o kanalda program yapmaya devam edememe riski doğacağından bu sisteme mecbur kalıyor olabilir. Ancak bir an bile kendisine verilen bilgilerin üzerinde düşünse durumun anormalliğini kolaylıkla görecektir. Örneğin, şu an halen tutuklu olan, Antalya, Erzincan, Kocaeli gibi ailelerinden uzak illere gönderilmiş genç kadınların hiçbir iddia edilen suç eylemine doğrudan dahil olmadıkları halde binlerce yıllık cezalarla, cezaevinin küflü rutubetli hücrelerinde adeta ölüme terk edilmiş olmalarını İpek Hanım’ın vicdanının normal karşılaması mümkün değildir.

 




Bu hanımların doğrudan suçlandığı tek bir eylem bile yok. Hiç tanımadıkları bazı genç kadınların, doğru olmadığı HTS, Adli Tıp raporu, pasaport kayıtları vb gibi somut deliller ile ispatlanmış çelişkili ve gerçek dışı beyanları yüzündensırf bir kısım çevrelerin müvekkil Adnan Oktar’a ve kültürel çalışmalarına duydukları öfke sebebiyle kurulan bir kumpas neticesinde 7 yıldır cezaevindeler. İstanbul’da dahi tutulmuyorlar. Erzincan, Antalya, Kocaeli gibi yüzlerce kilometre uzaktaki illere dağıtılmış durumdalar. Yaşları ileri aileleri ziyaretlerine dahi gidemiyor. Hasta olduklarında hastaneye gitmeleri, ihtiyaçları olan ilaçlara ulaşmaları dahi neredeyse imkansız.

İpek Hanım bu genç kadınlara reva görülen haksızlık ve hukuksuzlukları bir kez bile düşünmemiş olamaz. Muhtemelen düşünmesi durumunda vicdan azabı çekeceğinden, yaptığı yayınlarla bu hukuksuzluklara katkıda bulunduğunu, hiç tanımadığı ve bilmediği kadınların maruz kaldığı zorluklara ve zulümlere destek verdiğini göz ardı etmeyi tercih ediyor olabilir. Oysa samimi ve dürüst olan ve elbette İpek Hanım’a yakışan tutum; “BU ÖFKE NİYE?”, “BEN NEDEN BUNA ARACI OLUYORUM?” diye sorması, tek bir masumun en ufak bir hakkını ihlal etme ihtimalini bile kendisine yakıştırmamasıdır. İpek Hanım’ın, suçlanana cevap hakkı tanımadan, onları hiç dinlemeden, sadece kendisine belirlenmiş bir çerçeve içinde yayın yaptığında bunun sebep olduğu acılardan, bu insanların ailelerinin çektiklerinden, birçok ailenin, çocukların yaşadıklarına dayanamayıp vefat etmiş olmasından ve yaşanan tüm acılardan kendisinin de sorumlu olduğunu hesap edecek bir vicdanı olduğuna inanıyoruz. Bu gerçekten kaçmak yerine, dürüstçe yüzleşmesi durumunda hayatında yepyeni bir sayfa açılacak, vicdanına göre yaşamanın lezzetini tadacaktır.

Elbette araştırmadan, dinlemeden, okumadan yorumda bulunmaya devam etmek isterse bu da kendi tercihidir. Ancak bu durumda, kendisinin programlarını izleyen milyonların da şahit olduğu üzere, konuğunun anlattığını tam olarak anlayamayan, önemli yerleri tespit edemeyen, hayati noktaları anlayıp ona göre sorular soramayan, kalıplaşmış cümleleri tekrar etmekten ibaret bir gazeteci tipi ortaya çıkmaktadır. Bu model 40’ların, 50’lerin solcu karakterindeki bazı çevreler için yeterli olabilir, ama İpek Hanım’ın bazı sol basında alışkanlık haline gelen bu stili ideallerine, ufkuna ve kişiliğine yakıştırmayacağı açıktır. Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu gibi bazı gazeteciler bu yöntemi esas almakta -bugün kendi görüşlerinden olan insanlara yapıldığında feryat ettikleri-  gizli dosyaları yayınlamayı, itirafçı beyanlarını gerçekmiş gibi manşetlere taşımayı, araştırmadan cevap hakkı tanımadan insanları linç etmeyi gazetecilik gibi görmektedirler. Müvekkil bu kişilerin de yaptıkları yanlışı mutlaka anlayacakları kanaatindedir.

İpek Hanım’ın Adnan Oktar Davası dosyası hakkındaki yanlış ve çarpıtılmış bilgilere dayalı yorumlarının doğruları ise şöyledir:

1.  MÜVEKKİLİN ARKADAŞLARINA, ARKADAŞLARININ KENDİSİNE OLAN SEVGİSİ SONSUZDUR

    İpek Hanım’ın konuşmasında en dikkat çeken hususlardan birisi müvekkil Adnan Oktar ile hanım arkadaşları arasındaki yakınlık, dostluk ve sevgiyi anlamakta zorlanmış olmasıdır. Anlatımlarından;

    • Müvekkilin çevresinde birbirinden güzel ve alımlı hanım arkadaşlarının olmasının,
    • Bu hanımların müvekkilin güzel ahlakını ve sevgisini tanıyıp güvenmeleri ve kendisine içten bir tutku, yakınlık ve aşk duymalarının,
    • Aralarında kıskançlık, haset, art niyet gibi hiçbir kötülüğün olmamasının, birbirlerinin güzelliğinden, iyiliğinden, sevgiyi yaşıyor olmasından zevk alan bir ruh kalitesine sahip olmalarının,
    • Müvekkil ve arkadaşlarının kaliteli, güzel, şık, zevkli ve nezih ortamlarda hayat dolu bir yaşamlarının olmasının

    İpek Hanım’ı derinden etkilediği anlaşılmaktadır.

    İçinde oluşan etkilenmeyi ve hayranlığı örtbas edebilmek için de kendince alaycı, küçümsemeye çalışan ifadeler kullanmaktadır. Bu ifadelerin her biri kendi yaşadığı sevgisiz dünyayı görmemek, duyduğu hayranlığı unutmak ve böylece daha çok acı çekmekten kaçınmak için iç dünyasında kendisini “ikna etme” çabasıdır.

    Oysa sevgisizlik ve bencillikten kaynaklanan acılardan kurtulmanın yolu bu durumu yok saymak değil, yüzleşmektir. Böylece insan önce kendisini sevilebilir bir insan haline dönüştürebilir, sonra da sevgiye dair incelikleri, derinlikleri bir bir keşfederek güzel ve kaliteli bir yaşam kurabilir. Aslında bu Allah’ın Kuran’da kendini değiştirmek, geliştirmek ve güzelleştirmek isteyen insanlara öğrettiği bir sırdır. Kuran’a göre insanın iyi ve güzel yaşayabilmesinin sırrı önce kendi içindeki yanlışları, önyargıları, yüzeysellikleri tespit etme, sonra teker teker bunlara karşı tedbir alıp, iyilikte, tevazuda, sevgide, affedici olmada, alttan almada, nezakette, sabırda irade göstermektir. Allah'ın Kuran’da,

    "Nefse ve ona düzen verene;

    Ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene ki,

    Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.

    Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir." (Şems Suresi, 7-10)

    diye bildirdiği hüküm de bu gerçeğe işaret etmektedir.

    İpek Hanım’ın müvekkil ve arkadaşlarının sevgi dünyalarına, dostluklarına, fedakarlıklarına, birbirlerine bağlılık, sadakat ve vefalarına anlam veremediği itirafı, aslında kendisinin algı ve düşünce dünyasının dar kalıplarla sıkıştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. “Babana bile güvenme”, “iyilikten maraz doğar”, “insan insanın kurdudur” gibi materyalist ve maddeci bir dünyanın içinde yoğrulan insanlar için vefa, özveri, sadakat, sevgiye teslimiyet, güven gibi hasletler hayal dahi edilemeyecek, varlığına bile inanmadıkları güzelliklerdir. Sevginin ve iyiliğin var olamayacağına dair tarihsel inanç aslında şeytanın insanlara oynadığı en büyük oyundur.

    • Tek bir atomda muazzam bir akıl, düzen, istikrar, sanat yaratan;
    • İçindeki hücrede dünyanın tüm profesörleri bir araya gelse en ileri teknolojide laboratuvarlar kursa bile değil benzerini yapmak işleyişini dahi anlamakta aciz kalınan bir yetenek, akıl, çalışkanlık, disiplin, fedakarlık ve düzen var eden;
    • Çiçekleri, kelebekleri, kuşları, kedileri, meyveleri, tavşanları müthiş bir renk uyumu, simetri, tatlılık ve güzellikle donatan;

    Tüm kainatı yalnızca sevgi için yaratan Allah’ı, O’nun nefes kesen ve hayranlık uyandıran sanatını, yüksek ahlakını, şefkatini, eğitimini, korumasını, sahip çıkışını, değer verişini, özen gösterişini, yaratmasındaki inceliği, anlatmakla bitirilmesi mümkün olmayan güzelliklerini anlayan bir İNSAN İÇİN İSE SEVGİ VE İYİLİK SONSUZA KADAR, SINIRSIZ VE LİMİTSİZ OLARAK VARDIR. Bu akıl ve derinlikte insanların sevgileri Allah’ın koruması altındadır. Sürekli pekişir, güçlenir, artar. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI DA ALLAH’A DERİN BAĞLILIKLARI, COŞKULU İMANLARI, İÇTEN GÜVENLERİ VE TESLİMİYETLERİYLE ALLAH’IN MÜMİNLERE İKRAMI OLAN BU GÜZEL RUHU YAŞAMAKTADIRLAR.

    • İpek Hanım’ın müvekkilin özel hayatına ve yaşantısına dair merakı da dikkat çekicidir:

    Ancak, kendisinin evinde hangi gecelikle dolaştığı, saçlarının yataktan kalktığında nasıl olduğu, nasıl diyet yaptığı, spor yaparken ne halde olduğu nasıl kimseyi ilgilendirmiyor ve kimse bunları merak etmiyorsa ve hayatına dair bu tip detayların konuşulmaması onun mahremiyetiyse, bunları düşünüp ona göre müvekkilin özel hayatına dair yorumlar yapması daha dürüst ve samimi bir tutum olacaktır.

    Ayrıca, sanki müvekkil Adnan Oktar ile aynı ortamda bulunmuş, bizzat görmüş ve birlikte yaşamış gibi hayali detaylar anlatmak da biraz garip bir imaj vermektedir. Muhtemelen, kendisini okuyucularına ve izleyicilerine “her şeyi bilen kadın” tanıtmak için bu yolu tercih ediyor olabilir ama neticede bu, anlamsız ve gerçekle karşılığı olmayan bir tavırdır. KALDI Kİ KONUŞMASINDA SIRALADIĞI DETAYLARIN HİÇBİRİ DE DOĞRU DEĞİLDİR.

    İpek Hanım müvekkili merak etmekte haklıdır. Müvekkil çok sevilen ve hayatının her detayı çok merak edilen bir insandır. Zaten kendisi de yazılarında, konuşmalarında, yayınlarında müvekkilin özel hayatına dair doğru olmayan detayları bu meraktan faydalanmak amacıyla vermektedir. Adnan Oktar’a dair her şeyin çok merak edildiğini ve izlendiğini bilerek izlenme ve okunma oranlarını artırmak istemektedir. BU İSTEĞİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN BAZI HUSUMETLİ MÜŞTEKİLERİN ANLATTIĞI YALANLARA GERÇEK DIŞI ANLATIMLARA TABİ OLMAYA İSE BİR MECBURİYETİ YOKTUR. ADALET BAKANLIĞINDAN İZİN ALIP DOĞRUDAN MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’I CEZAEVİNDE ZİYARET EDEREK MERAK ETTİĞİ HER DETAYI SORABİLİR, ÖĞRENEBİLİR. Arkadaşlarıyla da bağlantıya geçip sormak istediği her şeyi sorabilir. Böylece “tek bir kişinin müvekkile yemek yapabildiği, gazetelerinin bile ayakta kendisine tutulduğu” uhrevi ve fantastik bir yaşam modelinin hiçbir zaman olmadığını, TAM TERSİNE ADNAN OKTAR’IN ARKADAŞLARINA YEMEK YAPMAKTAN ÇOK ZEVK ALAN, ÇOK DA LEZZETLİ YEMEKLER YAPAN, OLDUĞU ORTAMLARDA HEP KAHKAHA SESLERİNİN YÜKSELDİĞİ, İÇİNDEN GELDİĞİ GİBİ YAŞAYAN, TOPLUMUN, SOKAĞIN İNSANLARIN KALIPLARIYLA KENDİ AKLINI BASKI ALTINA ALMAYAN, ÇOK GENİŞ UFUKLU, HAYAT DOLU, YENİLİĞE AÇIK, ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR BİR İNSAN OLDUĞUNU ANLAYABİLİR.

    Böylece kafasına takılan “nasıl oluyor”, “bu kadar eğitimli ve güzel insan nasıl böyle garip bir hayat yaşıyor” çelişkisinin ve sorusunun da cevabını bulmuş olur.

    CEVAP ÇOK AÇIKTIR: Bu kadar akıllı, güzel, eğitimli, şuurlu insanlar anlatıldığı gibi garip bir hayat yaşamamaktadır ve ortada da bir çelişki yoktur. Gariplik, husumetli müştekilerin ve onlarla benzer zihniyete sahip insanların hiçbir zaman yaşamadıkları ve bilmedikleri sevgiyi anlayacak ruh kalitesine sahip olmamalarıdır. Çelişki de bu gibi kişilerin dengeli olmayan, fırtınalı, karamsar ve ümitsiz ruhlarının dışa yansımasından ibarettir. İpek Hanımın müvekkil ve arkadaşlarının hayatında bir çelişki olduğunu zannetmesi husumetli müştekilerin komik, mantıksız ve müthiş saçmalıklarla dolu kurgularına itibar etmesinden, doğruyu araştırmaya gerek duymadan kendisine anlatılan, eline verilen her şeye körü körüne inanmasından kaynaklanmaktadır.

    • İpek Hanım’ın müvekkil ve arkadaşlarının arasındaki candan sevgi bağını, birbirinin ruhunda erimeyi, sadakati ve vefayı anlayamadığını gösteren bir başka yorumu da “müvekkilin arkadaşlarının üzerinde baskı ve dayatma olduğu yalanı”dır.

    Husumetliler kendilerince bu yalanı desteklemek için ortaya bir başka yalan daha atmakta, evlerin içinde hatta banyolarda dahi kameralar olduğu, kayıt yapıldığı ve şantaj malzemesi olarak kullanıldığını iddia etmektedirler. Koskoca bir şehir efsanesinden ibaret olan bu yalanı İpek Hanım’ın fark edememesinin sebebi ise kendisine verilen bilgileri sorgulamamasıdır.

    İpek Hanım çok değil şu birkaç soruyu sorsa bile yanlış yönlendirildiğini hemen anlayabilecektir:

    • Bilindiği üzere operasyon esnasında el konulan her şey el konulduğu yer belirtilerek zabıtla kayıt altına alınmaktadır. 800 KLASÖRLÜK DOSYANIN TEK BİR YERİNDE BİLE EVİN İÇİNDE, ODALARDA, BANYOLARDA BULUNMUŞ BİR KAMERAYA DAİR BİR ZABIT VAR MIDIR?
    • ODALARDA, BANYOLARDA YA DA EVİN İÇİNDE HERHANGİ BİR YERE YERLEŞTİRİLMİŞ BİR KAMERANIN GÖRÜNTÜSÜ, FOTOĞRAFI VAR MIDIR?
    • 100’DEN FAZLA EVE VE İŞ YERİNE EŞ ZAMANLI DÜZENLENEN OPERASYONDA ELE GEÇİRİLMİŞ, ŞANTAJ MALZEMESİ OLARAK KULLANILABİLECEK UYGUNSUZ GÖRÜNTÜLER İÇEREN BİR KASET VAR MIDIR?
    • EĞER BÖYLE BİR KASET YA DA GÖRÜNTÜ OLSA 7 YILDIR BU ORTAYA KONMAZ MIYDI? KONURDU, AMA HİÇ KONMADI.
    • TELEVİZYONLARDA, GAZETELERDE, MANŞETLERDE SAYFALARCA GÜNLERCE BANGIT BANGIR YAYINLANMAZ MIYDI? YAYINLANIRDI, AMA HİÇ YAYINLANMADI.

    ÇÜNKÜ EVLERİN İÇİNDE, ODALARDA, BANYOLARDA KAMERA YOK! HERHANGİ BİR GAYRİ AHLAKİ KAYIT YOK! ŞANTAJ YOK! BASKI YOK! DAYATMA YOK!

    Özetle müvekkil ve arkadaşları arasındaki kopmaz, sarsılmaz bağ ve sevgi baskı ve dayatmaya değil, tam tersine bu sevginin bitmesi, müvekkilin yalnızlaştırılması, arkadaşlarının dağılması için yapılan amansız bir karşı baskı, yıldırma, yok etme, ezme girişimine rağmen sapasağlam devam etmekte, gittikçe güçlenmekte ve pekişmektedir.

    Kanaatimizce İpek Hanım da bu gerçeğin farkındadır. Nitekim sık sık programlarına konuk ettiği eski polis memuru Furkan Sezer, Özkan Mamati (Deniz) ve Fırat Develioğlu da müvekkil Adnan Oktar’a yönelik sevginin engellenemez, müvekkilin coşkusunun ve imani hizmetinin durdurulamaz olduğunu itiraf etmektedirler. 

    ✤ Bu sebepledir ki Furkan Sezer, “bugün serbest bırakılsa 24 saat içinde koşarak Adnan Oktar’ın yanına giderler” demekte ve müvekkilin cezaevinde canına kast edilmesi gerektiğini söyleyecek kadar çirkin bir cesaret göstermektedir.

    FURKAN SEZER: … (ADNAN OKTAR’IN) CEZAEVİNDE DE CANINA KAST EDİLMEDİĞİ SÜRECE yıllarca hayatını idame ettirebilir huzurlu bir şekilde…. ADNAN OKTAR ÖLDÜĞÜ ZAMAN DAĞILIR.  (Youtube, Nisa Nur Çaydan-Furkan Sezer röportajı, “Adnan Oktar’ın Karanlık Dünyası- Bölüm 3)

    ✤ Bu sebepledir ki Özkan Mamati milyonların gözü önünde hiçbir utanma ve çekinme duymadan müvekkil Adnan Oktar’ın ölmesi gerektiğini söylemekte, hatta arkadaş grubu içindeyken cinayet işlemeyi yani Adnan Oktar’ı öldürmeyi çok istediğini ama başaramadığını anlatmaktadır.

    ÖZKAN MAMATİ: “Bir izleyici sorusu gözüme çarptı Emrullah Bey, ona cevap vermek istiyorum, SEVİM EKMEKÇİ DİYE BİR BAYAN ‘BU KİŞİYİ (ADNAN OKTAR’I) NEDEN ÖLDÜRMEDİNİZ?’ DİYOR BANA. Ben bunu samimiyetle şöyle iletmek isterim, (ADNAN OKTAR’I ÖLDÜRMEYİ) BUNU YAPMAYI ÇOK İSTERDİM, İSTEDİM DE ÖRGÜT İÇİNDE. Çünkü o zamanki ruh halimle BU İNSANI GERÇEKTEN YOK ETMEK İSTİYORDUM AMA OLMADI YAPMADIM, YAPAMADIM.” (Emrullah Erdinç-Özkan Mamati, 15.02.2024, https://www.youtube.com/watch?v=6w5XCpOPz0c)

    RASİM OZAN KÜTAHYALI: “(ÖZKAN MAMATİ’YE) Şeyi anlatsana HANİ (ADNAN OKTAR’I) ÖLDÜRMEYE KARAR VERMİŞTİN… Özkan gibi, Furkan müdür gibi insanlar aşırı hassasiyetli. Yani bizim emeklerimizin başına bir şey gelecek mi? Peki gelmesi sıfır ihtimal onu söyleyeyim. AMA (FURKAN SEZER) DEDİ Kİ, ÇIKARLARSA 24 SAAT İÇİNDE ÖRGÜTÜ TOPLARLAR ama 25. SAAT HEPSİ PARAMPARÇA EDİLİR, HEPSİ ÖLDÜRÜLÜR.” (Flu TV, Özkan Mamati- Rasim Ozan Kütahyalı - İlker Canırlıgil, 14.02.2024)

    ✤ Ve Fırat Develioğlu çaresizlik ve derin bir acı içinde idam yasası çıkması gerektiğini söylemekte, müvekkil Adnan Oktar’ın hayatı son bulmadıkça müvekkil ve arkadaşlarını dostluğunun bitmeyeceğini anlatmaktadır.

    FIRAT DEVELİOĞLU: “… (ADNAN OKTAR’IN) ya ÇOK İYİ İZOLE EDİLMESİ GEREKİR dedi, bakın çok iyi “veya İMHA EDİLMESİ, İTLAF EDİLMESİ GEREKİR, dedi… Ya ÇOK İYİ İZOLE EDİLECEK ya da İDAM KANUNU ÇIKARTACAĞIZ VE BU ADAMI İDAM EDECEĞİZ… ADNAN OKTAR’IN ÇOK İYİ İZOLE EDİLMESİ VEYA İDAM KANUNUNUN ÇIKARILARAK İDAM EDİLMESİ GEREKİR. BU İŞİN BAŞKA HİÇBİR ÇÖZÜMÜ YOKTUR. (11.02.2024, Youtube, Özlem Gürses-Fırat Develioğlu)

    İŞİN ŞAŞIRTICI YANI İPEK ÖZBEY GİBİ BİR HANIMEFENDİNİN DE BİR İNSANIN ÖLDÜRÜLMESİNİ, CEZAEVİNDE İNFAZ EDİLMESİNİ, İMHA EDİLMESİNİ AÇIKCA SAVUNAN, KENDİSİNİN CİNAYET İŞLEMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜNÜ AÇIKCA DİLE GETİREBİLEN KİŞİLERE İTİBAR EDEBİLİYOR OLMASIDIR.

    ONLARIN BU YAYGARALARI VE PANİKLERİ İSE MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’A SAĞLIK, DİNÇLİK, SIHHAT, NEŞE, SEVİNÇ OLARAK; ARKADAŞLARINA DA MÜVEKKİLE HER GEÇEN GÜN ARTAN SEVGİ, ÖZLEM, COŞKU, SADAKAT, VEFA HAYRANLIK VE BAĞLILIK OLARAK DÖNMEKTEDİR.

    Çünkü müvekkil Adnan Oktar her bir arkadaşını Sonsuz Güzel Allah’ın tecellisi, sanatı, nimeti olarak sevmekte, değer vermekte, zevk almaktadır.

    Müvekkilin arkadaşları da Adnan Oktar’ı Allah’ın nefes kesen bir tecellisi, sevgi sanatının üstadı, her arkadaşına derinliği ve ufkuyla yepyeni güzellikler yaşatan, sevdiğine sadık ve vefalı, insanları hep iyiliğe ve güzelliğe çeken, asla sevdiğini terk etmeyen, yarı yolda bırakmayan, ondan vazgeçmeyen, çok akıllı ve dürüst olduğuna binlerce delille şahit oldukları harika bir nimet ve ikramı olarak coşkuyla sevmektedirler.

    Allah’ın izniyle müvekkil ve arkadaş grubunun güzel bir numune olarak yaşadığı bu yüksek sevgi ve dostluk Türkiye’nin ve dünyanın yakın geleceğinde tüm insanlara nasip olacak, İpek Hanım da sevgiyi tatmanın mutluluğunu yaşayacaktır. 

    2.  TÜRK CEZA KANUNU YAZAN HUKUKÇULAR VE YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANLARI MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞI YÖNÜNDE GÖRÜŞ BİLDİRMİŞLERDİR

    Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının bir “SUÇ ÖRGÜTÜ” OLMADIKLARINA DAİR 1980’Lİ YILLARDAN BU YANA FARKLI TARİHLERDE VERİLMİŞ TAM 12 AYRI YARGI KARARI MEVCUTTUR. Bu kesin kararların tamamının yok sayılarak yeniden aynı isnatla suçlamada bulunulması zaten başlı başına bir hukuksuzluktur.

    Bununla birlikte, dava dosyasını inceleyen ve aralarında Yargıtay Ceza Dairelerinin Onursal Başkanları ile Güzide Üniversitelerin Ceza Hukuku Profesörleri ve ülkemizin en tanınmış Ceza Hukukçularının bulunduğu çok sayıda hukukçu, “ORTADA BİR SUÇ ÖRGÜTÜ DEĞİL, LEGAL BİR SİVİL TOPLUM YAPILANMASI BULUNDUĞU” konusunda görüş birliği içerisindedirler. Dosyada kendi alanında uzman, tüm Türkiye’nin görüşüne başvurduğu, duayen bilim insanlarının, hukuk profesörlerinin, adli tıp uzmanlarının, bilişimcilerin 100’e yakın bilirkişi mütalaası yer almaktadır.

    Türkiye’nin en önde gelen hukukçuları dosyaya sunmuş oldukları bilimsel görüşlerinde, “belli amaçlarla bir araya gelerek örgütlenen ve demokratik toplumun esas unsurları olarak kabul edilen sivil toplum kuruluşu niteliğindeki yapıları suç örgütünden ayıran en önemli özelliğin, bu yapıların amaçlarında ortaya çıktığını” belirtmiş: Anayasa (m. 33, 34) ile teminat altına alınan toplantı hak ve özgürlüğünün “kişilere meşru amaçlarla örgütlenme hakkı vermekte olduğunu” dile getirmişlerdir.

    Bir topluluğun dini veya ahlaki açıdan toplumdaki genel kabule aykırılık içeren görüş ve fikirlerinin olmasının, BU TOPLULUĞU BİR SUÇ ÖRGÜTÜ HALİNE GETİRMEYECEĞİ belirtmişler ve bir yapılanmayı “suç örgütü” haline getiren en önemli özellik “kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacı”nın varlığı olduğunu vurgulamışlardır. Yani bir yapılanmanın suç örgütü olarak nitelenebilmesi için amaç suçunun ne olduğunun somut olarak ortaya konulması şarttır. Yaklaşık 8 yıldır hiçbir hukuki süreçte müvekkil ve arkadaşları hakkında bir amaç suç tespiti yapılamamış, bu kişilerin hangi suçu işlemek için biraraya geldikleri ortaya konulamamıştır.

    Bu sebeple de MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARININ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLARAK NİTELENMESİNİN KANUNLARA GÖRE MÜMKÜN OLMADIĞI mütalaalarda açık şeklide ifade edilmiştir.

    Sözde örgütün silahlı suç örgütü olduğu iddiasının da hukuken kabul edilmesi mümkün değildir. Ceza kanunun yazarlarından olan bir hukuk profesörü bu konuyu mütalaasında şöyle açıklamıştır:

    "Kararda, Örgüt mensuplarının üzerinde veya ikamet ettikleri aramada ele geçirilen silahların tamamının ruhsatlı olduğu tespit edilmiş ve kararda, bu silahların örgüt mensupları tarafından örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği iddia edilen suçların icrasında kullanıldığına yönelik bir tespitte bulunulmamıştır."

    "Esasında bir örgütün silahlı olması, işlenmesi amaçlanan suçların tespitini gerekli kılmaktadır. Zira silahlar amaçlanan suçları işlemede elverişli bir örgütün varlığı konusunda göz önünde bulundurulan kriterlerden birisidir. Kararda, örgütün hangi suçları işlemek amacıyla kurulduğu belirlenemediği için, silahların bu amacı gerçekleştirmek için elverişli bir örgüt yapısı ortaya çıkarıp çıkarmadığını değerlendirme imkanı bulunmamaktadır." 

    Bir başka ünlü hukuk profesörünün dosyada bulunan bilimsel görüşündeki şu tespitler de ortada bir suç örgütü olmadığının hukuki açıklaması niteliğindedir:

    “Bir örgütsel yapının suç örgütü vasfını taşıyıp taşımadığını, faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan hareketle belirlemek gerekir. Bu itibarla, bu bağlamda izlenmesi gereken yöntem, TÜMEVARIM yöntemidir. Oysa hukuk uygulamamızda, tümdengelim yöntemi izlenmektedir. Bu yanlış yöntemin izlenmesiyle, aslında bir örgütsel yapının faaliyeti çerçevesinde HERHANGİ SOMUT BİR SUÇ İŞLENMEDİĞİ HALDE veya işlenen somut birtakım suçların bir örgütsel yapının faaliyeti çerçevesinde işlenip işlenmediği somut delillere dayalı olarak, somut dayanakları gösterilerek ORTAYA KONMADAN, bu örgütsel yapıya suç veya terör örgütü vasfı izafe edilebilmektedir.”
    “İNCELEMEMİZE TEVDİ EDİLEN DAVA DOSYASINDA, İLK DERECE MAHKEMESİNCE KURULAN HÜKÜM BUNUN BİR ÖRNEĞİNİ OLUŞTURMAKTADIR.”
    “İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararı, malum “Ergenekon davası”nın gerekçeli kararında olduğu gibi, kes yapıştır yöntemiyle oluşturulmuştur. Bu suretle olağan olmayan bir şekilde, MEDENİ DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN 11.400 SAHİFELİK BİR “GEREKÇELİ KARAR” METNİ ORTAYA ÇIKMIŞTIR.”
    İncelememe tevdi edilen dosyanın ilişkin olduğu davanın görüldüğü ilk derece mahkemesindeki duruşmada, BİR SUÇ OLGUSUNA İLİŞKİN MADDİ GERÇEĞİN ORTAYA ÇIKARILMASI AMACINDAN ZİYADE, TECESSÜS DUYGULARINI TATMİNE MATUF OLARAK, söz konusu topluluk mensubu olan ve "müşteki" sıfatıyla ifadesi alınan kişilerin cinsel yaşantılarına, topluluk mensuplarıyla aralarındaki cinsel davranışlara ilişkin uzun uzun anlatımlarda bulunmaları sağlanmıştır. Bu anlatımlar, herhangi bir ayıklamaya tabi tutulmadan, kes yapıştır yöntemiyle aynen gerekçeli karara aktarılmıştır.”
    “Hatta, Mahkeme başkanının, tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir kişiye kendisiyle hiçbir akrabalık ilişkisi bulunmayan ve suçun konusuyla herhangi bir bağlantısı bulunmayan bir çocuğun nesebini sorgulama yönünde soru sorması, dikkat çekicidir.”

    İpek Hanım gibi bir gazetecinin esas alması gereken konunun duayeni profesörlerin bilimsel görüşleri olmalıdır, doğru düzgün eğitim dahi almamış husumetli kişilerin iftiraları ve hezeyanları değil…

    3.  MÜVEKKİL KARA PARA AKLAMA VE ASKERİ SİYASİ CASUSLUK SUÇLAMALARINDAN BERAAT ETMİŞTİR

    İpek Hanım kitabının tanıtımını yaptığı videoda, “işin içinde kara para aklama ve ajanlık faaliyetleri olduğu” iddiasını dile getirmektedir. Bahse konu iddialar Adnan Oktar Davası dosyasına -tıpkı cinsel saldırı suçu iftiraları gibi- sırf kamuoyu galeyanı oluşturabilmek için eklenmiş, psikolojik savaş taktiği olarak kullanılan propaganda malzemelerinden ibarettir. 11 Temmuz 2018 günü polis operasyonuyla birlikte basına dağıtılan Emniyet Müdürlüğü bildirisinde bu isnatların da yer aldığı Türk Ceza Kanunu’nda bulunan 33 ayrı suç sıralanmış ve ortada sanki dev bir suç örgütü yapılanması varmış imajı oluşturulmaya çalışılmıştır. Her ne kadar milletimizin büyük çoğunluğu bu propagandaya itibar etmemiş olsa da bazı cahil kesimleri etki altına alabilmek için yaygara malzemesi olarak aylarca “casusluk” ve “kara para aklama” yalanları gündemde tutulmuştur.

    Oysa ki daha soruşturmanın en başlarında Savcılık Makamı tarafından casusluk isnadına dair Dışişleri Bakanlığı ve MİT ile yazışmalar yapılmış ve HEM MİT’TEN HEM DE DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NDAN GELEN CEVABİ RESMİ YAZILAR ORTADA HİÇBİR CASUSLUK FAALİYETİ OLMADIĞINI ORTAYA KOYMUŞTUR.




    Belgelerde de açıkça görüldüğü üzere İpek Hanım da dahil basına casusluk faaliyeti olarak aktarılan ve kullanılan şey, Soçi toplantılarına katılan bir tercümanın KAMUYA AÇIK BİLGİ OLAN, TOPLANTININ SONUÇ BİLDİRGESİNİ BİR YAZIŞMASINDA PAYLAŞTIĞI İDDİASINDAN İBARETTİR. Nitekim Dışişleri Bakanlığı da MİT de hiçbir zaman dosyaya müdahil olmamışlardır. O GÜN TÜM DÜNYA BASININDA YER ALAN AÇIK BİR BİLGİNİN PAYLAŞILMASININ CASUSLUK FAALİYETİ GİBİ LANSE EDİLMESİ, DAHA DA VAHİMİ BASINIMIZIN BU BİLGİYİ HİÇ ARAŞTIRMADAN KABULLENMESİ ASLINDA BİR YANDAN DERİN DEVLETİN OYUNLARININ NE KADAR AKILSIZCA OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. ÖTE YANDAN BÖYLESİNE ZAYIF VE MANTIKSIZ BİR İDDİAYI BİLE KOLAYLIKLA KABULLENİP YAYMAK BASINIMIZ AÇISINDAN MAHCUP EDİCİDİR. 

    Dosyada bulunan ve açıkça casusluk iddiasının yalan olduğunu ortaya koyan bu belgeler basın tarafından özenle halktan gizlenmiş ve yalan manşetler atılmaya devam etse de yapılan yargılama neticesinde Adnan Oktar ve arkadaşları casusluk suçlamasından beraat etmişlerdir. 


     

    İPEK HANIM’A YAKIŞAN YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİĞİNİ VE YANILTILDIĞINI KABUL EDİPgörevinden uzaklaştırılmış bir polis memurunun; eğitim seviyesi ve kültürel yapısı son derece düşük, sosyal medya paylaşımlarında kılıçla, kar maskesiyle, silahla paylaşım yapan birinin; kendi öz kızını cinsel saldırı iftirasında malzeme olarak kullanan, adı -Uğur Dündar’ın yaptığı habere göre- Kazakistan’da bir Türk Bankasının zarara uğratılması skandalına karışan, sosyal medya hesabından Cumhurbaşkanının bir yakın akrabasına ve ailesine en ağır ifadelerle hakaret eden ve “içlerinden geçmekle tehdit eden” bir kişinin sözleriyle değil somut belge ve verilerle hareket etmesidir.

    İpek Hanım casusluk iftirası konusunda olduğu gibi kara para aklama suçlamasıyla ilgili olarak da aldatılmıştır. İpek Hanım’ın yayınlarında ve kitabında “kara para aklama” diye yansıttığı konu, sık sık programlarına konuk aldığı Özkan Mamati (Deniz) isimli kişinin kendisinin şahsi olarak yaptığını beyan ettiği bir nitelikli dolandırıcılık iddiasıdır.

    Özkan Mamati, bugün kamuoyuna lanse edilmiş meşhur davalarda benzerinin yaşandığı üzere, sahte suçlar oluşturmaya her ihtiyaç duyulduğunda defalarca ifade vermeye gitmiş, her defasında beyanlarına yeni bir iftira ve yalan eklemiş, müvekkil ve arkadaşlarının mal varlıklarına el konulması için de böyle bir yalanla ortaya çıkmıştır. Özkan Mamati kendi ticari faaliyetlerinde gerçekleştirdiğini iddia ettiği dolandırıcılıktan bahsetmiş ve bunu müvekkille ilişkilendirmeye çalışmıştır. Eğer ortada bir kara para aklama ve nitelikli dolandırıcılık eylemi varsa bu Özkan Mamati’nin şahsi eylemidir ve bu şahsın yaşantısını ve kişiliğini göstermesi açısından önemli bir veridir. Konunun müvekkil ve arkadaşlarıyla ise hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Nitekim yapılan yargılama neticesinde müvekkil Adnan Oktar bu konuda da BERAAT ETMİŞTİR. 


     

    4.  MÜVEKKİL HAKKINDA “ŞANTAJ VE TEHDİTLE PARA ALDIĞI İDDİASI” DOSYADA BİLE YER ALMAYAN BİR YALANDIR

    İpek Hanım bahse konu videoda müvekkilin yargılandığı dosyada “şantaj ve tehditle para aldığı iddiası” olduğunu öne sürmüştür. Kitabını tanıtmanın heyecanıyla kurduğunu düşündüğümüz bu cümlenin dava dosyasında hiçbir karşılığı yoktur. Müvekkil ve arkadaşları 8 yıldır devam eden süreçte hiçbir şekilde hiçbir zaman şantaj ve tehditle para almak gibi bir isnatla karşı karşıya dahi kalmamışlardır. Dava dosyasının hiçbir noktasında buna dair bir suçlama yoktur. Dava dosyasında bile olmayan bir suçlamanın İpek Hanım tarafından “görüyor musunuz bakın bu dosyada daha neler neler var” üslubuyla dile getirilmesi öncelikle İpek Hanım’ın nasıl yanlış bilgilendirildiğini göstermesi açısından önemlidir. Dahası araştırıp incelemeden, düşünüp tartmadan eline verilen her bilgiyi kendisine aktarılan her cümleyi heyecanla aktarmanın bir insanı nasıl mahcup edebileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Hiçbir yönlendirme İpek Hanım’ı akılcı, gerçekçi, dürüst ve etik gazetecilikten uzaklaştırmamalıdır. 

    5.  MÜVEKKİLİN ARKADAŞLARININ AİLELERİYLE İLİŞKİLERİ TOPLUMA ÖRNEK OLACAK NİTELİKTE İYİ VE SAĞLAMDIR

    İpek Hanım’ın iddialarından biri de “ailelerinden koparılan çocuklar” hikayesidir. Bu da aslında uzun yıllardır basın tarafından gündeme taşınan yalanlardan biridir. En fazla 2-3 ailenin ismi kullanılarak, aile içinde yaşanan, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ufak tefek ailevi anlaşmazlıklar sanki tüm arkadaş grubunun aileleriyle aralarında anlaşmazlık varmış gibi yansıtılmaktadır. Oysa müvekkil, arkadaşları ve tüm aileleri birbirlerini çok uzun yıllardır tanıyan, seven, birbirinin dostluğundan çok zevk alan, sevgi ve neşe dolu bir yakınlığa sahiptir. Ailelerin birçoğu zaman zaman A9 TV’deki canlı yayınlara katılmış, müvekkile sevgi ve hürmetini her ortamda ifade etmiş insanlardır. İftar davetlerinde, konferanslarda, kültürel ve sosyal etkinliklerde bir araya gelmiş ayrıca bir çoğu evlerinde de müvekkili misafir etmişlerdir. Dolayısıyla basında yansıtılmaya çalışılan “çocukları ellerinden alınan” “şikayetçi mağdur aile” kavramı gerçeklerle uyuşmamaktadır.

    Kaldı ki her ailede olduğu gibi zaman zaman müvekkilin arkadaşlarından bazılarının aileleriyle aralarında fikir anlaşmazlığı olması da olağandır. Hiçbir evlat sonsuza kadar anne babasıyla hem fikir olmak zorundadır diye bir dayatma makul görülemez. Önemli olan evladın düşünceleri farklı da olsa anne babasına gösterdiği saygı ve hürmettir, ki müvekkilin arkadaşları bu konuda örnek insanlardır. Öte yandan anne babanın da evladının düşüncesine, yaşam tarzına ve inancına saygı duyması son derece önemlidir. Hiçbir insanın bir diğerine kendi inancını ve yaşam anlayışını dayatması kabul edilemez.  

    İpek Hanım da ailesiyle farklı dünya görüşlerine sahip olmuş olsa kendisine inanmadığı bir modelin dayatılmasından memnun olmayacaktır. İnandığı değerlere göre yaşamasına engel olmaya çalışsalar, okuduğu kitaplarını elinden almak isteseler, aynı düşünceden olduğu arkadaşlarıyla görüşmesini zorla yasaklasalar İpek Hanım kendi fikrini, düşüncesini ve haklarını savunmakta ne kadar özgür olacaksa müvekkilin arkadaşları da aynı özgürlüğe sahiptirler. Örneğin İpek Hanım’ın ailesi sağ görüşlü olmuş olsa ve İpek Hanım’ın savunduğu yaşam tarzına karşı ve arkadaş çevresine karşı olsalar, o zaman onlar da çocuklarının kendilerinden koparıldığı iddiasına olacaklardır. İpek Hanım’ın istediği düşünceye inanma, istediği insanlarla arkadaş olma, istediği inanca göre yaşama özgürlüğü ne kadar haklı ve yerindeyse, eğitimli, yetişkin, aydın, iş ve meslek sahibi olan müvekkilin arkadaşlarının sevdikleri dostlarıyla inandıkları gibi yaşama istekleri haklı ve meşrudur. Ayrıca daha yukarıda da ifade ettiğimiz gibi müvekkilin arkadaşlarının %99,9’unun ailesiyle arasında böyle bir fikri anlaşmazlık da bulunmamaktadır. 2-3 ailenin kişisel tutumlarını genel bir durum gibi yansıtmak da hakkaniyetli değildir.

    6.  DEVLETİMİZ MÜVEKKİLİN ARKADAŞLARINI SİLAH RUHSATI VERMEYE LAYIK VE GÜVENİLİR BULMUŞTUR

    Müvekkil ve arkadaşlarını silahlı suç örgütü gibi gösterme çabası 2018’de kurgulanan kumpasın parçalarından biridir. Operasyonda “ele geçirildi” diye lanse edilen silahların hepsi ruhsatlıdır. Dünyanın hiçbir yerinde “ruhsatlı” silahları olan bir suç örgütü görülmemiştir. Hukuken bir silahın “suç örgütü” unsuru olarak kabul edilebilmesi için bir suç eyleminde kullanılmış olması gerekir. Müvekkilin arkadaşlarının ruhsatlı silahları ise işleri, ticari faaliyetleri, meslekleri gereği edindikleri, koruma ve güvenlik amacıyla Devletin taşımalarına ve bulundurmalarına izin verdiği, hiçbir illegal unsur içermeyen, hiçbir yerde kullanılmamış silahlardır.

    İpek Hanım’ın anlatımında yer alan “polislerin bile sahip olmadığı kadar çok silah bulunduğu” ve “polisle çatışma yaşandığı” iddiaları ise baştan sona gerçek dışıdır. İpek Hanım bir kez daha kendisine verilen bilgileri hiç araştırmadan ve sorgulamadan aktarma hatasına düşmüş ve açıkça yalan olan bir bilgiyi yayan insan konumuna gelmiştir.

    Operasyon günü tamamı ruhsatlı 79 tabanca ve 23 yivsiz av tüfeği (15 Temmuz sonrası alınmış) ele geçirilmiştir. Bu tabancaların bir kısmı 1999 tarihli polis operasyonu sırasında el konulan ve 2015-2016 yılları sonrasında adli emanetten geri verilen silahlardır. Dolayısıyla eğer bir polis gerçekten İpek Hanım’a “bu silahlar bizde bile yok” dediyse açıkça yalan söylemiştir, en iyi ihtimalle ise İpek Hanım’ın konu hakkındaki bilgisizliğini suiistimal etmiştir.

    İpek Hanım’ın da iyi bildiği üzere silah ruhsatı alınması çok detaylı bir süreçtir. Bir insanın silah taşımaya yetkin görülmesi için fiziki, maddi ve tıbbi kontroller titiz olarak yapılmakta ve Devletin o kişiden “emin olması”, kişinin güvenilir olduğuna kanaat getirmesi sonucunda ruhsat verilmektedir. Bu da müvekkilin arkadaşlarının Devlet nezdinde güvenilir ve emin insanlar olduklarının açık ispatıdır. Nitekim dava dosyasında bulunan ve Türkiye’nin önde gelen bir hukuk profesörü tarafından hazırlanmış olan bilimsel mütalaada hukuken bir suç örgütünden bahsetmenin mümkün olmadığı izah edilirken, arkadaş grubuna verilmiş olan silah ruhsatlarının Devletin bu arkadaş grubunu bir suç yapılanması olarak görmediğine dair karine olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır:

    “… dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere tüm silahlar ruhsatlıdır ve ruhsat sahipleri genelde erkek üyelerdir. Silah ruhsatının devlet tarafından ciddi bir şekilde takip edilen bir prosedürü bulunmaktadır. Tutanaklardan ve dosya kapsamından anlaşıldığı kadarıyla 79 tabanca ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra alınan 23 yivsiz av tüfeği söz konusudur ve silahların, özellikle tüfeklerin büyük bir kısmı el koyma sırasında dahi demonte vaziyettedir. Tabancaların büyük bir kısmı da 1999 tarihli polis operasyonu sırasında el konulan ve 2015-2016 yılları sonrasında adli emanetten geri verilen silahlardır…Defalarca davalara ve soruşturmalara konu olmuş, dolayısıyla devletin bihaber olduğu iddia edilemeyecek bir grubun üyelerinin bu yoğunlukta silah ruhsatı alabilmiş olması, devletin bunların suç örgütü olarak görmediğine karine olarak değerlendirilebilir.”

    İpek Hanım’ın operasyon gecesi polisle çatışma yaşandığı iddiası da doğru değildir. Öncelikle eğer ortada İpek Hanım’ı iddia ettiği gibi poliste bile bulunmayan miktarda silahlanmış olan bir suç örgütüne operasyon yapılmış olsa, operasyon yapılan 100’den fazla adresin hepsinde çatışma yaşanmış olması gerekirdi. OPERASYON GECESİ HİÇBİR YERDE ÇATIŞMA YAŞANMAMIŞTIR. İPEK HANIM’IN ÇATIŞMA DİYE LANSE ETTİĞİ OLAY, tek bir yerde Mert Sucu isimli sanığın özel harekat polislerine ateş ettiği ve polisin çelik yeleğine kurşun isabet ettiği iddiasıdır. Ve bu olay Cumhuriyet tarihinin en karanlık ve mutlaka aydınlatılması gereken kurgularından biridir. İddiaya göre Mert Sucu olay günü güya şarjörü bitene kadar polislere hedef gözeterek ateş etmiştir ve sözde özel harekat polislerinden birinin çelik yeleği ve şarjörü isabet almıştır. Oysa;

    • Özel harekât polisine ATEŞ ETTİĞİ İDDİA EDİLEN ve SAĞ ELİNİ KULLANAN MERT SUCU’NUN SAĞ EL İÇ VE SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ YOKTUR.
    • SİLAHINI KULLANMADIĞINI SÖYLEYEN 256728 sicil sayılı POLİS MEMURUNUN SOL EL İÇ, SOL EL DIŞ, SAĞ EL İÇ, SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ VARDIR.
    • Mert Sucu’nun kullandığı söylenen SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİNE RASTLANMAMIŞTIR. Mert Sucu’nun kendi silahında kendisine dair hiçbir DNA izi çıkmaması, BİR BAŞKASININ SİLAHI KULLANDIKTAN SONRA DNA ÇIKMAMASI İÇİN SİLAHIN OLAYDAN SONRA TEMİZLENDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.
    • Olayda Mert Sucu tarafından kullanıldığı iddia edilen silahın “OLAY YERİ GİRİŞ SAHANLIĞINDA, ODANIN DIŞINDAKİ AYAKKABI DOLABI ÖNÜNDE YERDE, AYAKKABI İÇERİSİNDE” BULUNDUĞU kaydedilmiştir.


      GÜYA ÖZEL HAREKAT POLİSLERİNE ODASININ İÇİNDEN BİR ŞARJÖR KURŞUN BOŞALTAN, HEMEN AKABİNDE DE ETKİSİZ HALE GETİRİLİP YAKALANAN, ÇEVRESİ ONLARCA POLİSLE SARILMIŞ BİR KİŞİNİN, EYLEMDE KULLANDIĞI SİLAHI BÖYLE İNTİZAMLI BİR ŞEKİLDE, ÜSTELİK DE SİLAHIN ÜZERİNDEKİ PARMAK İZLERİNİ DE SİLEREK, DIŞARIDA DURAN AYAKKABISININ İÇİNE BIRAKAMAYA FIRSAT BULAMAYACAĞI AÇIKTIR.

    • Olay anında orada bulunan 3 POLİSİN MAHKEMEDEKİ İFADELERİ HEM BİRBİRLERİYLE HEM DE KENDİ İÇLERİNDE ÇELİŞKİLİDİRÖrneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemektedir. Söz konusu polislerin ifadelerinde bunun gibi onlarca çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır.
    • Mert Sucu’nun atışlarıyla güya isabet aldığını iddia eden özel harekat polisi, olaydan sonra tıbbi müdahale talep etmemiş ve görmemiş, devlet hastanesinden rapor almamış, HATTA İSABET ALMASI DURUMUNDA VÜCUDUNDA OLUŞMASI KESİN OLAN EKİMOZLARA DAİR BİR FOTOĞRAF BİLE çektirmemiştir.
    • İsabet aldığı iddia edilen çelik yeleğin iç kısmında başka bir kişinin adı yazmaktadır. Yeleğin son kullanma tarihinin de geçmiş olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca, eski ve başkası tarafından kullanıldığı anlaşılan YELEKTE BİR DELİK GÖRÜLMESİNE RAĞMEN, BU DELİKTEN MERT SUCU’NUN SİLAHINA AİT BİR MERMİ ÇEKİRDEĞİ ÇIKARILMAMIŞTIR. DAHA DOĞRUSU DELİKTE HİÇBİR ÇEKİRDEK BULUNMAMIŞTIR.
    • Yerel mahkeme heyeti tarafından, o gün neler yaşandığını aydınlatacak en önemli delil olan OLAY YERİNİ GÖREN KAMERA KAYITLARI, SANIKLARIN ISRARLI TALEPLERİNE RAĞMEN GETİRTİLMEMİŞTİR.

    Burada sadece birkaç tanesine değindiğimiz hususlar dahi ortada çok karanlık bir kumpas olduğunu ve anlatıldığı gibi özel harekat polisine ateş açılması gibi bir olayın hiçbir zaman yaşanmadığını ispatlamaktadır.

    Tüm bu gerçekler ışığında, İpek Hanım’ın bundan sonra müvekkil ve arkadaşları hakkında yaptığı yayınlarda tek taraflı yanlış bilgilere değil, somut belge ve delillere de yer vereceğine, daha temiz vicdanla huzurlu ve sevgi dolu yaşamayı tercih edeceğine güvenimiz tamdır. 03.08.2025

    Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız

    Daha yeni Daha eski