İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

Dosya No      : 2024/74 E.

Sunan            : Adnan OKTAR


Konu              : Müvekkil Adnan Oktar’ın, yaklaşık 40 yıl boyunca en çok üzerinde durarak anlattığı konulardan biri maddenin hakikati konusudur. Müvekkile göre, materyalizmi bilimsel ve felsefi açıdan çürüten bu konu, Allah’ın tek mutlak varlık olduğunun da delilidir. Müvekkilin, bu gerçeğin neden görmezden gelindiğini açıkladığı görüşleri bu dilekçede sunulmaktadır. Müvekkilin bu açıklamaları Sayın Mahkemenize iletmesinin gerekçesi ise; inancının, dünya görüşünün çok iyi anlaşılması ile, İDDİA EDİLEN SUÇLARI İŞLEMESİNİN İMKANSIZLIĞININ gösterilmesidir.

 

AÇIKLAMALAR        :

Müvekkil Adnan Oktar’ın, maddenin hakikatiyle ilgili görüşleri ve bu çok önemli gerçeği insanların görmezden gelmelerinin nedenlerini ortaya koyduğu açıklamaları aşağıda sunulmaktadır:


Bu dilekçede anlatılanlar hukuki bir savunma değildir, ancak dünya hayatının EN ÖNEMLİ gerçeğidir. Bu gerçeği kavrayan her insan, Allah’ın izniyle, adaleti, hakkaniyeti, sevgiyi, aklı en güçlü şekliyle yaşar; en doğru, en vicdanlı kararları verecek derinliğe ve cesarete erişir.


Gören göz değildir; görüntü kafatasının arkasındaki küçük bir merkezde oluşur. Öyle ise, kafatasının içindeki görüntüyü gören kimdir ?

Maddenin hakikatiyle ilgili gerçeğin temeli şudur; gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, tattığımız her şey, beynimizin içinde oluşmaktadır. Beynimizin dışında ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Bu bilimsel, kesin bir gerçektir.

Hayatımız boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Daha doğrusu, bedenimizin dışında bir dünya olduğunu ve duyu organlarımızla bu dünyayı algıladığımızı zannederiz. Oysa, dünya bizim dışımızda değildir, beynimizin içindedir.

Görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek böyledir:

Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçerek gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığıyla beynin arka kısmındaki görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali üç boyutlu görüntüler haline getirir.

Göz sadece gelen ışığı içeri almakla görevlidir, gören göz değildir.

Gördüklerimiz gözümüzün önünde değildir; gördüklerimiz beynimizin arkasındaki görme merkezinde oluşan görüntülerdir. Dışarıda ne olduğunu asla bilemeyiz.

Örneğin, topla oynayan bir çocuğu gördüğümüzde, o görüntü beynimizin içindedir.


Örneğin bir mahkeme salonuna baktığımızda, bu salonu, salondaki avukatları, heyeti gözlerimizle görmeyiz; çünkü bu görüntü gözümüzün önünde değil, beynimizin arka tarafındaki görme merkezinde oluşur.

Sonuç olarak şu bir gerçektir ki, her insan hayatı boyunca gördüğü her şeyi beyninde görür ve hiçbir zaman gördüklerinin asıllarına ulaşamaz. Gördükleri, dışarıda var olan görüntülerin beyninde oluşan birer kopyasıdır. Bu kopyanın aslının nasıl olduğu  ise bizim bilgimizin dışındadır.

Bir materyalist olmasına rağmen Alman psikiyatri ve nöroloji profesörü Hoimar von Ditfurth, bu bilimsel gerçek hakkında şunları söyler:

Etiyle kemiğiyle karşımızda duran, gözümüzün gördüğü şey, “dünya” değildir, sadece onun imgesidir; bir benzeridir; orijinalle ne kadar örtüştü tartışılır bir iz düşümüdür. [1]

Örneğin şu  anda başınızı kaldırıp içinde bulunduğunuz odaya baktığınızda gördüğünüz, sizin dışınızdaki oda değildir. Siz odanın, beyninizin içinde oluşan kopya görüntüsünü görürsünüz. Ve hiçbir zaman bu odanın aslını duyularımız aracığıyla görme imkanımız yoktur. Gerçek olan: Siz odanın içinde değilsiniz, oda sizin içinizde.


Bu kadar önemli ve çok açık bir gerçek neden görmezden gelinmektedir ?

İnsanların bu kadar açık bir gerçeği görmezden gelmelerinin, veya önemsiz göstermeye çalışmalarının en önemli nedenlerinden biri, bu bilimsel gerçeğin, tüm varlıkların aslında beynimizdeki bir görüntü, bir hayal olduğunu göstermesidir.

İnsanlar, sahip oldukları, önem verdikleri, uğruna mücadele ettikleri, hayatlarının amacı olarak kabul ettikleri, hırsını yaptıkları her şeyin aslında beyinlerindeki bir hayal, bir görüntü olduğunu kabullenememektedirler.

Bu gerçeği kavrayan bir insanın, diplomasının, kariyerinin, evinin, yazlığının, arabasının, şirketinin, mahkeme salonunun, makamının, özetle sahip olduğu, değer verdiği her şeyin beyninde bir görüntü olduğunu kabul etmesi gerekecektir.

Maddeyi ve kendilerini mutlak varlık olarak kabul edenler ve tüm hayatlarını buna bağlı olarak kuranlar, bir anda kendilerinin, eşlerinin, çocuklarının, sahip oldukları tüm servetin sadece zihinlerindeki yansımasıyla muhatap olduklarını anlayacaklardır.

İşte insanların, bir ilk okul çocuğunun dahi kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçeği bir türlü anlayamamalarının veya bu gerçeği düşünmekten kaçınmalarının sebebi bu dünya hırslarını kaybetme korkusudur.

Dünya olarak bilinen düzenin içerdiklerine hırsla bağlananlar için bu büyük bir korku sebebedir. Bu gerçeği kavrayan kişi aslında ölmeden ölmüş, malını, canını teslim etmiş olacaktır. Sahip olduğunu sandığı şeylerin, aslında hepsini beyninin içindeki bir noktada hayal olarak gördüğünü kavradığında, her şeyin adeta yok olduğunu düşünecektir. Allah bir ayetinde öyle bildirir:

"Eğer sizden onların tümünü isteyip sizi çıplak bırakacak olursa, cimrilik edersiniz ve sizin kinlerinizi ortaya çıkarmış olur.” (Muhammed Suresi, 57)


Bir insan büyük bir hırsla parasını saydığında aslında beynindeki paraları sayar. Gururla ve gösteriş yaparak yatıyla gezerken, gösteriş yaptığı insanların, yatının ve gördüğü manzaranın beyninde oluşan görüntüler olduğunu fark edemez. Kendisine bu gerçek anlatıldığında ise, sahip olduğu tüm varlığını ve itibarını kaybetmemek için bu gerçeğe şiddetle itiraz eder. Oysa, aynı kişi rüyasında da bunların hepsine sahip olduğunu görebilir ve rüyasında da bunların gerçekliğinden asla şüpheye düşmez. Rüyasında da kendisine bunların gerçek sahibi olmadığı söylense buna itiraz eder. Ancak uyandığında hepsinin bir hayal olduğunu anlar.


Hayatı boyunca bu gerçeği kabullenmekten kaçanlara, görmezlikten gelenlere Allah bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:

“İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) onun hesabını tam olarak verir. Allah hesabı çok seri görendir.” (Nur Suresi, 39)

 Ayette bildirildiği gibi, Allah iman etmeden, gerçekleri görmeden yapılan işleri bir hayale benzetmektedir. Bu insanlar bu hayallere bağlanıp onlardan bir fayda, bir çıkar umduklarında, bunların gerçek olmadığını, tek gerçek ve mutlak olanın Allah olduğunu anlayacaklardır.

İnsanların bu gerçekten bu kadar korkmalarının ve kabullenmek istememelerinin ardında yatan en önemli neden, işte bu örnekteki gibi, ellerindeki tüm varlıklarının, itibarlarının, zenginliklerinin bir anda yok olacağını anlamalarıdır.

Tüm hayatı boyunca gösterdiği hırsın, kendisini üzerek, sıkıntıya sokarak, insanları kırıp ezerek elde ettiklerinin bir hayal olduğunu gördüğünde boş bir aldanış içinde olduğunu anlamaktadır. 


Maddenin Gerçeğini Görenlerin Kibiri de Kaybolmaktadır

Bu açık gerçeği fark eden bazı kimselerin -kendi ifadeleriyle- "keyifleri kaçmakta"dır. Fabrikalarının, evlerinin, arabalarının, mallarının, oğullarının, eşlerinin, yakınlarının, makamlarının sadece beyinlerindeki kopyalarıyla muhatap olduklarını anladıklarında, Allah karşısındaki acizlikleri ve güçsüzlükleri de açıkça ispat edilmiş olmaktadır. Hem kendileri, hem sahip oldukları şeyler hatta tüm evren bir hayal olmakta, kendileri de bir "hiç" olduklarını anlamaktadırlar. Geriye sadece "ben" dedikleri ruhları kalmaktadır. Bu ruhu da onlara veren Allah olduğu için, bu kişi önceden imansız dahi olsa kesin olarak Allah'a iman etmekte ve O'na teslim olmaktadır.

İnsan, bu gerçekleri kavradığında, gurur, kibir, kendini beğenmişlik hislerinin yerini tevazu ve aczini çok iyi anlama hissi almaktadır. Böyle bir insana dünyanın bütün zenginliği, en önemli mevkisi de verilse bu insan şımarmayacak, kibirlenip zalimleşemeyecektir. Hiçbir zaman, Allah'ın kendisine gösterdiği görüntüleri izlediğini unutmayacak ve kendini hayallere kaptırmayacaktır. Bu olağanüstü gerçek, hırs, büyüklük, azametin yanı sıra, kin, nefret, öfke gibi olumsuz duyguları da kaldıracaktır. Her şeyin bir hayal olduğunu bilen insanlar, hayaller için birbirleri ile kıyasıya bir rekabet içinde olmayacak, birbirlerine bu yüzden düşmanlık ve kin beslemeyeceklerdir. Herkesin kendini sadece Allah'a teslim ettiği bir ortamda tevazu, teslimiyet, şefkat, hürmet, sevgi ve samimiyet oluşacaktır.

Materyalist liderlerin en çekindikleri konu maddenin hakikatinin anlaşılmasıydı:

Materyalist felsefenin bağlılarının, maddenin ardındaki bu önemli sırrın açıklanmasından son derece rahatsız olmalarının, bu sır çok açık olmasına rağmen onu anlamazlıktan gelmelerinin temel nedeni, bu konunun felsefelerinin sonunu getirdiğini anlamalarıdır. Tarih boyunca tüm materyalistler maddenin gerçeğinin açıklanmasından, hatta materyalizm taraftarlarının bu gerçeği anlatan kitapları okumalarından büyük rahatsızlık duymuşlar ve bunu dile getirmişlerdir.

Örneğin Rusya'daki kanlı komünist devrimin liderlerinden biri olan Vladimir I. Lenin, neredeyse bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabında taraftarlarını bu gerçeğe karşı şöyle uyarmaktadır:

“Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizm) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.”[2]

Lenin’in bu sözleri, maddenin hakikati konusunun ne kadar önemli olduğunun bir ispatıdır. Aslında Lenin gibi komünist ve materyalistlerin çoğu bu gerçeğin hep farkında olmuşlardır. Bu nedenle Lenin, taraftarlarını maddenin hakikati konusunda uyarmaktadır. Yukarıdaki sözlerinde, “maddenin hakikatini, yani maddenin aslında beynimizin içinde bir hayal, bir görüntü olduğunu bir kez anladığınızda, o zaman bir Yaratıcının varlığına inanır, dindar olursunuz”; “bu gerçeği kavradığınızda materyalizmi artık savunamaz hale gelirsiniz; taşıdığınız ruhun Allah’ın ruhu olduğunu; her yaptığınız ve her istediğiniz şeyin Allah’ın kaderinizde yarattığı eylemler olduğunu kavrarsınız” demektedir.

Lenin bu sözleriyle, Yaratıcının varlığına kesin bir kanaatle iman etmenin yolunun maddenin hakikatini kavramak olduğunu itiraf etmektedir. İşte bu nedenle, bu büyük gerçek, dünya hayatının en önemli gerçeklerinden biri, hep göz ardı edilmekte, gizlenmekte, bilimsel olarak ispatlandığında ise, anlaşılmaz, kavranması zor cümlelerle üzeri örtülmeye çalışılmaktadır.


Hayatı boyunca taraftarlarına maddenin mutlak gerçek olduğu yanılgısını anlatan Lenin, en ateşli konuşmalarını aslında beyninde oluşan insan görüntülerine yapıyordu. Güç bulduğu taraftarları beyninde oluşan görüntülerdi.

Rüya görürken, mutlak bir gerçekliğin içinde olduğunu zanneden insan, uyandığında rüya gördüğünü, yaşadıklarının ve gördüklerinin beyninin içindeki görüntüler olduğunu, hiçbir maddi gerçekliği olmadığını anlar.

İşte ölümle birlikte, insan da dünya denen hayattan uyanacak, tüm yaşantısının beyninin içindeki bir görüntü olduğunu kavrayacaktır. Allah bir ayetinde, ölümle birlikte görüş gücünün keskinleşeceğini bildirerek bu gerçeğe dikkat çekmektedir:

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)


Lenin, Mao ve Stalin gibi komünist liderlerin peşinden gidenler, onları güçlü önderler olarak görenler, nutuklarını büyük bir dikkat ve coşku ile dinleyenler, bu insanların kendilerine ait güçleri olan varlıklar olduğunu zannederler. Oysa her biri beyinlerinde oluşan varlıklardır.

Sonuç:

Müvekkil Adnan Oktar, yukarıda açıkladığı bilimsel ve imani gerçeği kavradığını ve tüm hayatını maddenin hakikatini bilerek yaşadığını; dolayısıyla çıkar amaçlı bir suç örgütü kurmak gibi bir suçu asla işlemeyeceği gibi, herhangi bir çıkar, menfaat veya dünyevi kazanç peşinde olmayacak güçlü bir inanca ve dünya görüşüne sahip olduğunun anlaşılması için, bu açıklamalarını Sayın Mahkeme’nin bilgilerine bilvekale sunarız. 14.04.2025

 

[1] Hoimar von Ditfurth, Dinzorların Sessiz Gecesi 4. Kitap, Çev.: Veysel Atayman, Alan Yayıncılık, s. 256

[2] Rennan Pekünlü "Aldatmacanın Evrimsizliği", Bilim ve Ütopya, Aralık 1998

Daha yeni Daha eski