13.04.2025 tarihinde Halk TV’de yayınlanan haberde, İmamoğlu davasında tutuklu yargılanan sanıkların Marmara Kapalı CİK’dan farklı illerdeki ceza evlerine sevk edildikleri bildirilmiştir. Bu haber üzerine gerek sol basının önde gelen isimleri gerekse bazı hukukçular bu uygulamanın açıkça ve alenen savunma hakkı ihlali olduğunu ifade etmişlerdir.
Örneğin Av. Hüseyin Ersöz, “Bu akşam Adalet Bakanlığı’ndan gelen yazı üzerine sevk işlemleri konusunda bilgilendirildikleri, saat 21’de sağlık kontrollerinden geçirildikleri ve sabah gerçekleşecek sevk işlemleri için eşyalarını toplamalarının istendiği bilgisi teyit edildi. Bu önümüzdeki günlerde başka sevk işlemlerinin olabileceğinin de izdüşümü olabilir. Ama bir kez daha ifade etmek gerekiyor ki tutukluların yargılamaların yapılacağı illerden uzak şehirlerdeki cezaevlerine sevk edilmelerinin Savunma Hakkı ihlali olduğu konusu hukukçular arasında mutabık kalınan bir görüş aynı zamanda.” açıklamasında bulunmuştur.
Müvekkil Adnan Oktar hangi düşünce ve inançtan, hangi siyasi görüşten olursa olsun her insanın savunma hakkının korunmasının kutsal olduğunu düşünmekte ve her insanın en insani koşullarda en adil şartlarda yargılanması gerektiğine inanmaktadır. Av. Hüseyin Ersöz’ün de vurguladığı gibi gerçekten de tutukluların yargılamaların yapılacağı illerden uzak şehirlerdeki cezaevlerine sevk edilmeleri savunma hakkı ihlalidir.
ANCAK;
Bu yapılmadığı takdirde, üstüne bir de “kendinden olmayan” mağdur edilirken mağduriyet ateşi körüklendiğinde hukuksuzluklara alabildiğine alan açıldığı unutulmamalıdır. Bugün İmamoğlu Davası’ndaki hak ve hukuk ihlalleri nedeniyle veryansın edenlerin büyük bir kısmının, son 7 yıldır müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları il il, ilçe ilçe Türkiye’nin tüm cezaevleri arasında dolaştırılırken, avukatlarından ve ailelerinden yüzlerce kilometre öteye gönderilirken yaptıkları “oh olsun” tarzında yayınlarla bu yolun taşlarını döşediği açıktır.
Başta Halk TV ve Sözcü TV olmak üzere müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan her türlü hukuksuzluğa alkış tutan sol kanallar, bu kanallarda yayın yapan BARIŞ TERKOĞLU, BARIŞ PEHLİVAN, İSMAİL SAYMAZ, TİMUR SOYKAN, MURAT AĞIREL, İPEK ÖZBEY, AYŞENUR ARSLAN, ÖZLEM GÜRSES gibi gazeteciler vakti zamanında;
♦ Müvekkil Adnan Oktar Silivri’den alınıp Edirne’ye, Edirne’den alınıp Erzurum’a, Erzurum’dan alınıp Van’a gönderilirken,
♦ Tam 7 yıldır hiçbir haklı hukuki gerekçe olmadığı halde müvekkilin avukatlarıyla görüşleri kısıtlanırken,
♦ Savunma evraklarına hatta iddianamesine dahi “örgütsel doküman” diye el konulurken, bu sebeple iddianameye bile ulaşamadan savunmaya çıkmak zorunda kalırken,
♦ Avukatlarıyla görüşürken günlük hayata ya da siyasi gündeme dair sıradan yorumları, ayet veya hadisten bahsetmesi “örgütün moral ve motivasyonunu ayakta tutmak” yaftasıyla değerlendirilip tek kelime bile konuşamaz hale getirilirken,
♦ Yargılamasının yapıldığı tüm Mahkemeler İstanbul’dayken Van’da tutulduğu için, defalarca talep ettiği halde Mahkemeye getirilmeyip, SEGBİS sistemi ile hakimi, savcıyı yüzyüze görmeden, seslerini duymadan, kendi sesini de sağlıklı bir şekilde duyuramadan bir duvara bakarak savunma yapmaya mecbur edilirken,
♦ Çoğu zaman SEGBİS’le bile duruşma salonuna bağlanmasına imkan tanınmayıp kendisinin yokluğunda yargılaması yapılır, müştekilere soru sorma, tanık beyanlarını dinleme gibi en temel hakları elinden alınırken,
♦ Masum kadınlar da dahil tüm arkadaşları Erzincan, Kayseri, Tarsus, Konya, Burdur, Afyonkarahisar, Manisa, Samsun, Antalya, İzmir gibi ülkenin dört bir yanına dağıtılırken,
♦ Üstelik bir kez dağıtılmakla da kalmayıp basında husumetli müştekilerin yalanları üzerinde yapılan haberlerin ve kışkırtmaların ardından tekrar tekrar bir ilden diğerine gönderilirken,
♦ Yeniden yapılanma olarak adlandırılan dosyada ise tutuklu arkadaşları iddianamenin açıklanmasından 15 gün sonra, bir ay içinde Mahkemeye çıkacakları açık olduğu halde, sırf savunmaya hazırlanamasınlar diye İstanbul’da bir yıl boyunca kaldıkları cezaevinden çıkarılıp 1000 kilometre öteye götürülürken,
SAMİMİ DAVRANIP “BUNLAR SAVUNMA HAKKI İHLALİDİR” DESELERDİ, “HUKUKA UYULSUN” ÇAĞRISI YAPSALARDI, BUNA GÜÇ YETİREMİYORLARSA BİLE EN AZINDAN HUKUKSUZLUĞU SEVİNÇ İÇİNDE ALKIŞLAYIP TEŞVİK ETMESELERDİ BUGÜN HEM KENDİLERİNİN HEM DE SEVDİKLERİNİN BAŞINA BENZERLERİ GELMEYECEKTİ.
Müvekkil ve arkadaşlarının cezaevinden cezaevine gönderilmesini kendi başarıları gibi lanse eden Özkan Mamati, Fırat Develioğlu, Av. Eser Çömlekçi gibi kişileri KANALLARINDA “KAHRAMAN” DİYE LANSE EDİP, BU KİŞİLERİN İFTİRALARIYLA ŞEKİLLENEN HUKUKSUZLUKLARI ALKIŞLAMASALARDI bugün kendi arkadaşlarının, sevdiklerinin ve değer verdiklerinin Gebze, Edirne, Çorlu gibi yerlere gönderilmesini çaresizce izliyor olmazlardı.
ÖRNEĞİN İPEK ÖZBEY, Sözcü TV’de Furkan Sezer’in bir dizi gerçek dışı açıklamalarını yayınladıktan sonra, bu yalan ve kışkırtmalar neticesinde müvekkil Adnan Oktar Erzurum’dan Van’a sevk edildiğinde; bir insanın yalanlarla ve çarpıtmalarda evinden ailesinden avukatlarından yüzlerce kilometre ötedeyken daha da uzağa gönderilmesini;
“SÖZCÜ Televizyonu'nda yayınlanan Nokta Atışı programında Adnan Oktar'ın yaklaşık 5 aydır aralıksız cezaevinde yeniden örgütlendiği, dışarıyı cezaevinden kontrol ettiğine dair yayınlar yapıldı... Silahlı suç örgütü lideri Adnan Oktar, dün gece genç kadın avukatlar aracılığıyla yeniden yapılanmaya çalıştığı Erzurum Dumlu Cezaevi’nden Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'ne gönderildi”
DİYE BİR DİZİ YALANI SIRALAYARAK MUTLULUKLA HABERLEŞTİRMESEYDİ BUGÜN BENZER OLAYLARI İMAMOĞLU DAVASINDA YARGILANANLAR YAŞAMAYACAKTI.
Müvekkil ve arkadaşlarına akıl almaz hukuksuzluklar yapılırken sağ basın ile elele verip halkı bunların meşru olduğuna ikna etmek için uğraşmasalardı (her ne kadar halk hiçbir zaman müvekkile kurulan kumpasa itibar etmese de) bugün “nasıl olur da bu hukuksuzluklar yapılır” diye feryat ediyor olmazlardı.
Yaşadığı ve maruz bırakıldığı tüm bu hukuksuzluklara karşı müvekkil hiç kimseye kızgın ya da kırgın değildir. Bahsi geçen TV kanalları ve gazetecilere bu hatırlatmaları yapmasındaki amaç da -son 7 yıldır hep olduğu gibi- bir gün onların da benzer mağduriyetleri yaşamasının önüne geçebilmektir. Tutuklandığı ilk günden bu yana yargıda oluşan sorunları, hukuksuzlukların boyutunu defalarca kapsamlı olarak anlatmış, basını da bu sistemi teşvik etmemeleri için uyarmıştır. Hatta yakın zaman önce katıldığı duruşmada yaptığı savunmasında da bir kez daha bu konuya değinmiş ve basının bu tutumunu değiştirmemesi durumunda çok daha büyük hukuk ihlalleri yaşanacağı, tüm ülkenin üzerine bir hukuk kabusu çökeceği konusunda uyarılar yapmıştır.
Bugün gelinen durum müvekkilin uyarılarının haklı olduğunu tüm Türkiye’ye göstermiştir. Müvekkil bu felaketin ortadan kaldırılmasının mümkün olduğuna inanmaktadır. Bunun için sol basının “kendisinden olmayana” karşı duyarsızlıktan ve “linç politikasından” vazgeçip;
- Aradıkları adaletin ellerine bir çubuk alıp ekran üzerinde isimler, tablolar, belgeler göstererek sürekli daha çok operasyon yapılmasını, daha çok insan tutuklanmasını teşvik ederek gelmeyeceğini görerek,
- İnsanları daha çok cezalandırarak, iyi halle tahliye olanaklarını ellerinden alarak suçla mücadele edilemeyeceğini anlayarak,
- Eğer gerçekten suçla mücadele etmek istiyorlarsa bunun tek yolunun insanların vicdanlı ve dürüst olmalarını sağlayacak bir eğitim olduğunu kavrayarak,
mevcut üslup ve zihniyetlerini değiştirmeleri şarttır.
İnançlı bir insan olan müvekkil, Allah’ın sonsuz güzel adaletinin yeryüzüne mutlaka hakim olacağına, tüm bu yaşananların da bu kutlu ve güzel günlerin birer alameti olduğuna inanmaktadır. Kuran-ı Kerim’de İsra Suresi’nin 81. Ayetinde bildirilen “De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” hükmünün; en büyük batıl olan sevgisizlik, adaletsizlik ve eşitsizliğin mutlaka ortadan kalkarak gerçekleşeceğine, bu güzelliğe de yakın bir gelecekte tüm dünyanın şahit olacağına güvenmektedir. 14.03.2025