MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’DAN SAYIN FAHRETTİN ALTUN’UN AÇIKLAMALARINA TEKZİPTİR
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun’un CİMER’in faaliyetleri hakkında 7 Ocak 2025 tarihinde basına yansıyan açıklamasında, CİMER’in “suç örgütlerinin çökertilmesi” konusundaki payına dikkat çekerken müvekkil Adnan Oktar’ın da ismini geçirmiştir. Sayın Fahrettin Altun’un dosya hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. “İletişim Başkanlığı” gibi “halkın doğru bilgiye ulaşması sorumluluğu”nu üstlenmiş bir kişi olarak Sayın Altun’un basından veya bazı husumetli odaklardan edinilen bilgilerle yetinmeyeceğine güveniyor, dosyadaki gerçekler hakkında bazı bilgiler aşağıda incelemesine sunulmuştur. Ancak öncesinde müvekkilin bazı düşüncelerini kendisi ve kamuoyu ile paylaşmak isteriz:
Müvekkilin konuyla ilgili görüşleri şu şekildedir:
Sayın Fahrettin Altun, görevini titizlikle yaptığına güvendiğimiz bir insandır. Her ne kadar siyasi yaşamı çok uzun olmasa da, sağın felsefi ve imani zeminini hazırlayarak Ak Parti’yi iktidara taşıyan, dolayısıyla bugün olduğu Makama gelmesine vesile olanın müvekkil Adnan Oktar olduğunu bilecek ve anlayacak kalitede bir insandır.
- Merhum Necmeddin Erbakan’ın müvekkilin yakın arkadaşı eski Türkiye güzeli Gülay Pınarbaşı ve diğer modern görünümlü hanım ve beylere Parti’nin vitrininde yer vermesi,
- Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belediye başkanlığı seçiminden çekilmeye karar vermişken müvekkilin telkin ve tavsiyeleriyle adaylıktan çekilmemesi,
- Sayın Erdoğan’ın seçildiği ilk gün bile yanında müvekkilin en yakın arkadaşlarının olması,
- Sayın Erdoğan’ın, “milli görüş gömleğini çıkardım” diyerek müvekkilin anlattığı İslam anlayışı doğrultusunda modern İslam anlayışını benimsedim demesi,
- Müvekkilin 40 yıldır devam eden anti Darwinist anti materyalist ilmi mücadelesi sayesinde solun felsefi zeminin kaybetmesi ve sağın güçlü bir felsefi zemin üzerinde durmaya başlaması gibi onlarca husus, Sayın Altun’u bugün olduğu yere getiren ve yok sayamayacağı fiili ve somut gerçeklerdir.
Sayın Altun’un basına yaptığı açıklamada gerçek suç örgütleriyle mücadelede CİMER’in bir katkısı varsa bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşması güzel bir tutumdur. Ancak Sayın Altun’un, CİMER’in Adnan Oktar Davası dosyası gibi kumpas davalarını oluşturmanın ilk adımı olarak da kullanılabildiğini görmesi ve gerekli tedbirleri alması da görevinin gereğidir. Asla ihmal edilmemesi gereken bir milli sorumluluktur.
Türkiye’deki tüm muteber ceza hukukçularının, Türk Ceza Kanunu’nu yazan profesörlerin, İstinaf Mahkemesi hakimlerinin ortak kanaatiyle Adnan Oktar Davası dosyasında tek bir tane bile suç olmadığı gerçeğine rağmen kendisinin böyle bir cümle kurması şaşırtıcıdır. Kaldı ki bugüne kadar NE SAYIN CUMHURBAŞKANI, NE SAYIN DEVLET BAHÇELİ, NE SAYIN ÖZGÜR ÖZEL, NE DİĞER MUHALEFET PARTİLERİNİN LİDERLERİ NE DE SAYIN ALTUN KENDİSİ 7 YILDIR BİR KERE BİLE MÜVEKKİL ALEYHİNE BİR TEK KELİME BİLE KULLANMAMIŞLARDIR. Hatta öyle ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir açıklamasının bazı çevreler ve basın tarafından müvekkil Adnan Oktar’ın aleyhine yapılmış gibi yansıtılması üzerine, Cumhurbaşkanlığı tarafından bu yorumların doğru olmadığı, Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir kanaati olmadığı şeklinde tekzip yayınlanmıştır:
Doğru bildiğini söylemekten hiçbir zaman imtina etmemesiyle tanınan ve önemli gördüğü her konuda mutlaka düşüncesini dile getiren Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugüne kadar müvekkil Adnan Oktar aleyhinde tek bir cümle dahi kurmazken, kendisine böyle bir şey atfedildiğinde ise hemen tekzip yayınlaması kuşkusuz son derece net bir tutumdur.
Özetle, devlet büyükleri ve siyasetçiler ve bizzat Sayın Altun’un kendisi de tüm Türkiye gibi Adnan Oktar Davası dosyasının bir kumpas davası olduğunu çok iyi bilmektedirler.
ORTADA EN KÜÇÜK BİR SUÇ OLSA BUNU SÖYLEMEK İÇİN SAYIN ALTUN'UN DA 7 YIL BEKLEMEYECEĞİ AÇIKTIR. Zira vicdan sahibi hiçbir insan gerçekten küçük çocukların cinsel istismara maruz kaldığına, genç kadınların sistemli olarak tecavüze uğradığına bir an için dahi ihtimal vermiş olsa o konuda sessiz kalması mümkün olmayacaktır. Kaldı ki Sayın Altun, daha önce müvekkil Adnan Oktar’ın arkadaş grubu içinde yer alan, şu an halen yargılaması devam eden sözde örgütün devamlılığı dosyasında sanık olan Ceylan Özgül ile Adnan Oktar’ın arkadaşı olduğu dönemde görüşen bir kişidir. Gerçekten bir suç örgütünün varlığına inanıyor olsa bu bağlantıyı kurmayacağı, iletişimde olmayacağı, görüşmekten imtina edeceği de açıktır.
TEK BİR ÇOCUĞUN VEYA KADININ SAÇININ TELİNE ZARAR GELMESİ İHTİMALİ OLDUĞUNDA DAHİ TÜM TÜRKİYE HAKLI OLARAK AYAĞA KALKARKEN, ADNAN OKTAR DAVASI DOSYASINDA SAYIN CUMHURBAŞKANI BAŞTA OLMAK ÜZERE TÜM DEVLET BÜYÜKLERİNİN, BAKANLIKLARIN, STK’LARIN, VAKIFLARIN SESSİZ KALMASI BU DOSYANIN BİR KUMPAS DOSYASI OLDUĞUNUN EN AÇIK DELİLİDİR. Sadece haset dolu birkaç kişinin sürekli aynı kurguları ve hikayeleri evirip çevirip ortaya getirmesi, bunların sırtını da yine haset dolu sadece birkaç kişinin desteklemesi, sesleri çok çıktığı için de kendilerini güçlü, kumpaslarını da geçerli sanmaları dışında ortada hiçbir şey yoktur.
- NEDİM ŞENER gibi bazı gazeteciler televizyona çıkıp ellerinde bir cüzdan göstererek milyonların gözü önünde pervasızca “Adnan Oktar suç örgütü hatırlıyor musun 8.000 yıl isteniyor, 8000 yıl! Ne oldu? AZ DAHA YARGITAY’DA, EĞER YAZIP ÇİZMESEK BERAAT, ŞEY TAHLİYE OLUYORLARDI! Ya yargıdan bahsediyoruz, hocam deminden dedi ya vicdan. Ama bir de ne var (cebinden cüzdanını çıkarıyor) cüzdan!”
- Bir diğeri (Selman Öğüt) ise Twitter (X)’daki bir sohbet odasında, ilk istinaf kararı sonrasında tahliye olanların yeniden tutuklanmasının o programa katılan “kıymetli hazirun sayesinde” gerçekleştiğini itiraf etmiştir.
- Dahası dosyanın husumetli müştekilerinden Fırat Develioğlu katıldığı tv programlarında defalarca “...örgütünü 200 tane militanıyla, silahlı militanıyla beraber 4 SENEDİR CEZAEVİNDE TUTMA HUKUKİ GÜCÜ OLAN BİR İNSANIM... BENİM BÖYLE BİR GÜCÜM VAR...” açıklamaları yapmıştır.
- Olay bunlarla da sınırlı kalmamış alenen ve açıkça savcılarla hakimlerle görüşüp telkinde bulunduklarını söyleyip devletin savcısına, valisine, cezaevi müdürüne vs kendince “aba altından sopa gösteren” beyanlar vermiştir:
FIRAT DEVELİOĞLU: …İşte HER SAVCIYA HAKİME YENİDEN ATANDIYSA YENİDEN AYNI DURUMU ANLATMAK ZORUNDA KALIYORUZ… BUNA (ADNAN OKTAR’A) BUNU YAPMA. BUNA BUNU YAPARSAN ŞUNLARA SEBEBİYET VERİRSİN DİYE… hiçbir boşluk bırakmamaya çalışıyoruz biz bu davanın müştekileri olarak.
FIRAT DEVELİOĞLU: … Bunun üzerine devletimize müracaat ettik yerine değiştirdiler. VAN'DA, VAN VALİSİ İŞTE VAN'IN İLGİLİ CEZAEVİ SAVCISI, CEZAEVİ MÜDÜRÜ BUNLARIN UYANIK OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. Adnan Oktar'ın bu kanunu kullanma oyunlarına gelmesinler. (Bahar Feyzan-Fırat Develioğlu, 29.02.2024 https://www.youtube.com/watch?v=gyDuxN4Az9E)
Bunlar kumpasın açık göstergesi olan hususlardan sadece bir kaçıdır.
Halkın iftira, karalama, sahte delillerle kurulan kumpas davalarının karşılığında gösterdiği “mazlumdan yana olma” vicdan ve irfanı da malumdur. ADNAN OKTAR DAVASI ÖNCESİNDE OY ORANLARI %50-60 CİVARINDA OLAN AK PARTİ’NİN OYLARININ TARİHİNİN EN DÜŞÜK SEVİYESİNE İNMESİ DE HALKIN BU KUMPAS DAVASI SEBEBİYLE YAŞANAN HAKSIZLIKLAR VE HUKUKSUZLUKLAR KARŞISINDA, ADALETE VE EN ÖNEMLİSİ DE BAZI SİYASETÇİLERİN SAMİMİYETİNE GÜVENLERİNİ YİTİRMESİNDEN KAYNAKLANMAKTADIR.
Tüm Türkiye’nin gözü önünde sırf bir avuç insan TV programlarında müziğe dansa yer verdiler, dekolte giydiler, kendi inançlarına göre yaşamak istediler diye, acımasızca, yüzlerce defa müebbet anlamına gelen cezaların suça dair tek bir delil dahi olmadan verilmesi gibi ağır bir vicdansızlığın halkta rahatsızlık oluşturması kaçınılmazdır.
Yalanlarla, iftira kampanyalarıyla masum insanların 8 bin yıllık cezalar aldığı, öte yandan bombalı saldırıyla 45 vatandaşın canını alan terör örgütü mensuplarının tahliye edildiği bir ortamda hiçbir vatandaşın kendini güvende hissetmesi mümkün değildir. Adnan Oktar Davası dosyasını gören her vatandaş, “böyle bir arkadaş grubuna bunları yapan güç, bir gün beni de basının gücünü kullanarak, sansasyonel yalanlar ortaya atarak, cevap hakkımı elimden alarak, delillerimi hiçe sayarak, gösterdiğim tanıkları bile dinlemeyerek müebbete haydi haydi çarptırabilir” diye düşünmektedir.
HALKIN BU DÜŞÜNCESİNDE HAKSIZ OLMADIĞINI DA SAYIN ALTUN’UN AÇIKLAMALARI GİBİ HUKUKSUZLUĞU DESTEKLEYEN AÇIKLAMALAR PEKİŞTİRMEKTEDİR. Oysa siyasetçi ve bürokratların son derece iyi bildikleri hukuksuzlukları, gelecek korkusu gibi çeşitli endişelerle açıkça ifade edemiyor olsalar bile, imayla bile olsa gündeme taşımaları veya konu hakkında açıklama yaparken sansasyona, taraflı yorumlara, mantık ve hukuk dışı tutumlara itibar etmediklerini vurgulamaları halka bu kişilerin ferasetine, basiretine, vicdanına güvenebileceklerine dair önemli bir işaret verecektir.
Vatandaşın bu işareti görmesi durumunda o kişi veya partiyi desteklediğine dair önemli bir örnek en son yapılan yerel seçimlerde görülmüştür. Yeniden Refah Partisi lideri Sayın Fatih Erbakan, müvekkil Adnan Oktar hakkındaki iddialar kendisine her sorulduğunda -yaptığı açıklamaların tamamına katılmıyor olsak da- açıkça hukuksuzluk eleştirisi yapamamış olmakla birlikte dürüst bir tutum sergilediği için halka güven vermiştir. Halkın her şeyden önce beklentisi iktidara taşıdığı veya taşıyacağı kişilerin adalet duygusudur. Çünkü adalet yoksa vicdan yoktur, vicdan yoksa da huzur ve güvenin oluşması imkansızdır. Bugün Türkiye’de halkın Ak Parti’ye olan güveninin sarsılmasının temelinde de ekonomik sorunlar, hayat pahalılığı ya da benzeri şeyler değil esas olarak adaletin ortadan kalktığı duygusu vardır. Dolayısıyla Sayın Altun’un bu gibi konularda beyanda bulunurken bu hususları göz önünde bulundurulması son derece önemlidir.
SAYIN ALTUN’UN KANAATİMİZCE YANILGIYA DÜŞMEMESİ GEREKEN HUSUSLARDAN BİRİ DE BAZI HUSUMETLİ MÜŞTEKİLERİN KENDİLERİNİ SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ’A YAKINMIŞ GİBİ GÖSTERME ÇABALARIDIR. Bu kişiler SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ İLE SIRADAN BİR VATANDAŞIN DAHİ HERHANGİ BİR ETKİNLİKTE ÇEKTİREBİLECEĞİ TARZDAN BİRLİKTE FOTOĞRAFLARINI KULLANARAK ÇEVRESİNDEKİLERE VE GÖRÜŞTÜKLERİ KİŞİLERE GÜYA KENDİSİYLE YAKIN İLİŞKİLER İÇİNDE OLDUKLARI İZLENİMİ VERMEYE çalışmaktadırlar. Bilindiği üzere Sayın Cumhurbaşkanı halkla yanyana geldiği her ortamda çok sayıda insanla sohbet etmekte, tokalaşmakta, hal hatır sormaktadır. Vatandaşlar da bu sırada fotoğraf çektirmekte ve bunu sosyal medya hesaplarında kullanmaktadırlar. Sayın Cumhurbaşkanı ya da herhangi bir bakan ile her fotoğraf çektirenin onlara yakın olduğu gibi bir çıkarım yapmanın doğru olmayacağı açıktır.
Örneğin, İçişleri eski Bakanı Süleyman Soylu yaptığı bir açıklamada; “Ben sadece İçişleri Bakanlığı fotoğraf makinesiyle 2 milyon fotoğraf çektirmişim. Bizim arkadaşlarımızın tahminlerine göre Türkiye’nin yedide biriyle fotoğraf çektirmişim. Bunların içinde suça karışmış kişilerde olabilir.” demiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı ile bir şekilde fotoğraf çektirmiş olan Fırat Develioğlu için de aynı durum geçerlidir. Fırat Develioğlu kendini Sayın Cumhurbaşkanı’na yakın gösterebilmek için kendisiyle aynı fotoğraf karesine girmek için çaba göstermiş, çektirdiği birkaç fotoğrafı da algı oluşturabilmek için kullanmıştır. Ayrıca, FIRAT DEVELİOĞLU’NUN KENDİSİNİ SAYIN CUMHURBAŞKANI’NA YAKINMIŞ GİBİ GÖSTERMEK İSTEDİĞİ FOTOĞRAFLARIN TARİHLERİ DE ESKİDİR. Sayın Cumhurbaşkanımız ise bu kişilerin gerçek yüzünü gördükten sonra BİR DAHA ASLA KENDİSİNE YAKLAŞMALARINA VE YAKINLAŞMALARINA İZİN VERMEMİŞTİR. BİR ZAMANLAR BİR ŞEKİLDE SAYIN CUMHURBAŞKANI İLE FOTOĞRAF ÇEKTİRME İMKANI YAKALAMIŞTIR, YILLARDIR DA BU FOTOĞRALARI KULLANMAKTADIR.
Sonuç olarak;
Sayın Fahrettin Altun’un müvekkilin adını suç örgütleri arasında sayması vicdanına, adalet anlayışına ve samimiyete yakışan bir tavır olmamıştır. Yapılan anketlerde “kararsız” olarak nitelenen, “her dört seçmenden biri” olarak çok geniş bir oy kitlesini temsil eden insanlar solun da sağın da adaleti tavizsiz uygulayacağına güvenemeyen bir kitledir.
Bu kesim sağın adaletten uzaklaştığını görmekte, sol da iktidara gelse sadece kendisi gibi düşünenlerin haklarını savunacağını düşünmektedir. Adaleti kimin tesis edeceğine kanaat getiremediklerinden kararsız kalmaktadır. Sayın Altun gibi bazı kişilerin adaletten uzak, hak ve hukuk ihlallerini olağanlaştıran, bu sebeple de vatandaşı tedirgin eden açıklamaları söz konusu kararsız kitleyi büyük bir hızla Ak Parti’den uzaklaştırmaktadır. Kanaatimizce Sayın Altun böyle bir şeye vesile olduğunun farkında değildir ve farkında olsa bundan mutlaka imtina edecektir. Türkiye’ye en güzel hizmet adalete güvenin tesis edilmesi ile sağlanabilir. Sayın Altun’un da bu hakikate inandığına güveniyor ve dosyadaki hukuksuzlukları kısaca özetleyen bazı önemli hususları aşağıda ayrıca kendisinin bilgisine sunuyoruz.
Saygılarımızla kamuoyuna arz ederiz. 10.01.2025
SAYIN FAHRETTİN ALTUN’UN DOSYA HAKKINDA BİLMEDİĞİ SOMUT GERÇEKLER:
1. MERT SUCU İSİMLİ ŞAHSIN SÖZDE ÖZEL HAREKAT POLİSİNE ATEŞ AÇTIĞI İDDİASINA DAİR;Öne sürülen iddia Mert Sucu’nun olay günü şarjörü bitene kadar polislere hedef gözeterek ateş ettiği ve özel harekat polislerinden birinin çelik yeleğinin ve şarjörünün isabet aldığıdır. OLAY YERİ BULGULARI BU İDDİANIN DOĞRU OLMADIĞINI ORTAYA KOYMUŞTUR:
- Emniyet Genel Müdürlüğü İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarları Müdürlüğü tarafından tanzim edilmiş olan İST-KİM-18-35887 uzmanlık numaralı, Mert Sucu ve olay yerindeki polislerin ellerindeki barut izlerini inceleyen rapora göre;
- Özel harekât polisine ATEŞ ETTİĞİ İDDİA EDİLEN ve SAĞ ELİNİ KULLANAN MERT SUCU’NUN SAĞ EL İÇ VE SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ YOKTUR.
- SİLAHINI KULLANMADIĞINI SÖYLEYEN 256728 sicil sayılı POLİS MEMURUNUN SOL EL İÇ, SOL EL DIŞ, SAĞ EL İÇ, SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ VARDIR.
- Mert Sucu’nun Etkin olan elini (yani sağ elini) kullanmadan arka arkaya 10 el ateş etmiş olduğunu iddia etmek balistik biliminin açıklamasının mümkün olmadığı bir durumdur.
- Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinin 07 Ocak 2019 tarih ve 91778600-101.02-20181052999/5844 nolu Adli Tıp Raporunda yapılan incelemede, Mert Sucu’nun kullandığı söylenen SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİNE RASTLANMAMIŞTIR. Mert Sucu’nun kendi silahında kendisine dair hiçbir DNA izi çıkmaması, BİR BAŞKASININ SİLAHI KULLANDIKTAN SONRA DNA ÇIKMAMASI İÇİN SİLAHIN OLAYDAN SONRA TEMİZLENDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.
- Nitekim, İstanbul Olay yeri Şube Müdürlüğünün 2018 yılında 478 Rapor Numarası ile yazdığı Olay Yeri İnceleme Raporunda, olayda Mert Sucu tarafından kullanıldığı iddia edilen silahın “OLAY YERİ GİRİŞ SAHANLIĞINDA, ODANIN DIŞINDAKİ AYAKKABI DOLABI ÖNÜNDE YERDE, AYAKKABI İÇERİSİNDE” BULUNDUĞU kaydedilmiştir.
GÜYA ÖZEL HAREKAT POLİSLERİNE ODASININ İÇİNDEN BİR ŞARJÖR KURŞUN BOŞALTAN, HEMEN AKABİNDE DE ETKİSİZ HALE GETİRİLİP YAKALANAN, ÇEVRESİ ONLARCA POLİSLE SARILMIŞ BİR KİŞİNİN, EYLEMDE KULLANDIĞI SİLAHI BÖYLE İNTİZAMLI BİR ŞEKİLDE, ÜSTELİK DE SİLAHIN ÜZERİNDEKİ PARMAK İZLERİNİ DE SİLEREK, DIŞARIDA DURAN AYAKKABISININ İÇİNE BIRAKAMAYA FIRSAT BULAMAYACAĞI AÇIKTIR.
- Olay anında orada bulunan 3 POLİSİN MAHKEMEDEKİ İFADELERİ HEM BİRBİRLERİYLE HEM DE KENDİ İÇLERİNDE ÇELİŞKİLİDİR. Örneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemektedir. Söz konusu polislerin ifadelerinde bunun gibi onlarca çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır.
- İddianamede ısrarla Mert Sucu’nun FİŞEKLERİ BİTENE KADAR ATEŞ EDİP polise direndiği vurgulanmış, hatta bu eylemine ‘’MERMİLERİ BİTTİĞİ İÇİN DEVAM EDEMEDİĞİ’’ öne sürülmüştür. Oysa Olay Yeri İnceleme Ekibi Mert Sucu’nun hemen başucunda 2 adet tam dolu yedek şarjörü ve ayrıca kutularında duran 200 adet yedek mermisi olduğunu raporlamıştır. Mert Sucu’nun mermilerinin bittiği için sözde eylemine devam edemediği iddiası, iddianamenin nasıl yanlı bir bakış açısıyla kaleme alındığını göstermektedir.
- Olay Yeri İnceleme Raporunda, MERT SUCU’NUN SİLAHI BULUNDUĞUNDA HOROZU İNİK, İÇİ BOŞ olduğu belirtilmiştir. ANCAK TABANCANIN ÇALIŞMA PRENSİBİNE GÖRE SONUNA KADAR ATEŞ EDİLMİŞ BİR TABANCANIN SÜRGÜSÜ GERİYE ÇEKİK DURUMDA TAKILI KALMIŞ OLMASI GEREKMEKTEDİR.
- Olay yerinde 10 kovan tespit edildiği söylenmektedir. Söz konusu silah araştırıldığında şarjörü 9X19 mm çapında 13 fişek kapasiteli bir tabanca olduğu belirlenmiştir. BİR KİŞİNİN, 13+1 KAPASİTELİ ŞARJÖRÜNDE 10 FİŞEK BULUNDURMASI MANTIKLI GÖRÜLMEMEKTEDİR.
- Üstelik olay yerindeki kovanların bir kısmı MKE 9P 11 ibareli bir kısmı ise MKE 9P 16 ibarelidir. Normal şartlarda odadaki tüm kovanların MKE 9P 16 ibareli beklenilmektedir. MKE 9P 11 İBARELİ KOVANLARIN KİMİN SİLAHINDAN ATEŞLENİP ODAYA GELDİĞİ MEÇHULDÜR.
- Mert Sucu’nun atışlarıyla güya isabet aldığını iddia eden özel harekat polisi, olaydan sonra tıbbi müdahale talep etmemiş ve görmemiş, devlet hastanesinden rapor almamış, HATTA İSABET ALMASI DURUMUNDA VÜCUDUNDA OLUŞMASI KESİN OLAN EKİMOZLARA DAİR BİR FOTOĞRAF BİLE çektirmemiştir.
- İsabet aldığı iddia edilen çelik yeleğin iç kısmında başka bir kişinin adı yazmaktadır. Yeleğin son kullanma tarihinin de geçmiş olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca, eski ve başkası tarafından kullanıldığı anlaşılan YELEKTE BİR DELİK GÖRÜLMESİNE RAĞMEN, BU DELİKTEN MERT SUCU’NUN SİLAHINA AİT BİR MERMİ ÇEKİRDEĞİ ÇIKARILMAMIŞTIR. DAHA DOĞRUSU DELİKTE HİÇBİR ÇEKİRDEK BULUNMAMIŞTIR.
- Aynı polis memuru olay günü Olay Yeri İnceleme Ekibi’ne diğer isabet iddiasından bahsetmemiş, İSABET ALDIĞINI SONRADAN İDDİA ETTİĞİ YEDEK ŞARJÖRÜNÜ TESLİM ETMEMİŞTİR. Bu şarjörü olaydan daha sonra, bilinmeyen bir tarihte bilinmeyen kişilere teslim ettiğini iddia etmiştir. Bu teslimata dair bir tutanak veya resmi bir evrak mevcut değildir.
- Mert Sucu’nun silahı, ADLİ TIP KURUMU'NA İNCELEMEYE GÖNDERİLMEDEN ÖNCE, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Adli Emanet’te mühürlü delil torbası içinde ve çelik dolapta tutulurken, izinsiz ve emirsiz şekilde bu mühür kırılmış, silah kurcalanmıştır. BUNUN SONUCUNDA, ATK'DA YAPILAN İNCELEMESİNDE SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİ TESPİT EDİLMEMİŞTİR.
- Yerel mahkeme heyeti tarafından, o gün neler yaşandığını aydınlatacak en önemli delil olan OLAY YERİNİ GÖREN KAMERA KAYITLARI, SANIKLARIN ISRARLI TALEPLERİNE RAĞMEN GETİRTİLMEMİŞTİR.
2. FIRAT DEVELİOĞLU’NUN ÖZ KIZININ 8-9 YAŞLARINDA GÜYA DEFALARCA MÜVEKKİL ADNAN OKTAR TARAFINDAN CİNSEL SALDIRIYA UĞRADIĞI İDDİASI;
Dosyanın husumetli müştekisi Fırat Develioğlu, sırf müvekkil Adnan Oktar’ı zararlandırabilmek için, kendi öz kızına (Dilara Aktunç) kendi evinde “8-9 yaşlarındayken defalarca Adnan Oktar tarafından cinsel saldırıya uğradığı” yalanını söyletmiştir.
- Dilara Aktunç (Develioğlu) güya bu olayların yaşandığı iddia edilen dönemde AĞIR CEZA HAKİMLİĞİ YAPMIŞ OLAN BABAANNESİ BİRLİKTE YAŞAMAKTADIR. DİLARA’NIN ANNEANNESİ ÇOCUK DOKTORU, BÜYÜKBABASI İSE İSTANBUL EMNİYETTEN SORUMLU ESKİ VALİ YARDIMCISIDIR. Son derece bilinçli ve eğitimli bu aile büyükleri, Dilara ile içiçe yaşamalarına rağmen ÇOCUKTA İSTİSMARA UĞRAMIŞ BİR ÇOCUKTAN GÖZLENMESİ BEKLENEN TRAVMALARIN HİÇBİRİNİ GÖZLEMLEMEMİŞLER, tam tersine Dilara’nın son derece sağlıklı, neşeli, zinde bir çocukluk geçirdiğini beyan etmişlerdir.
- Dilara, babasının yönlendirmesiyle SÖZDE OLAYDAN 20-25 YIL SONRA, 2018’deki operasyonun ardından şikayetçi olmuştur.
- SÖZDE TECAVÜZE UĞRAYIP HAYATININ KARARDIĞINI İDDİA EDEN DİLARA AKTUNÇ (DEVELİOĞLU) MAHKEMEDEKİ İFADE SIRASINDA SANIK AVUKATLARINA DÖNÜP, ‘YOK MU POPO ELLEME SORUSU’ DİYECEK BİR RAHATLIK GÖSTERİRKEN, babası Fırat Develioğlu da kanal kanal dolaşıp ‘bu operasyon benim başarım’ demeyi kızının sözde tecavüze uğramasından daha mühim mi görmektedir?
- FIRAT DEVELİOĞLU NE MAHKEME İFADESİNDE NE DE YÜZLERCE KEZ ÇIKTIĞI TV EKRANLARINDA BİR KEZ BİLE BU VAHİM İDDİAYI GÜNDEME GETİRMEMİŞTİR. Mahkemede "ŞİKAYETÇİ MİSİN?" DİYE SORULDUĞUNDA, SADECE TİCARETİNİN BOZULMASINDAN ŞİKAYETÇİ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİR. BİR BABANIN YERİ GÖĞÜ AYAĞA KALDIRACAĞI KENDİ EVLADINA CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR KONUDA GÖSTERDİĞİ BU UMURSAMAZLIK VE SAKİNLİK BÖYLE BİR OLAYIN HİÇBİR ZAMAN YAŞANMADIĞININ EN TEMEL İSPATIDIR.
- OYSA KIZININ ZARAR GÖRME İHTİMALİ BİLE BİR BABA İÇİN YERİ GÖĞÜ BİRBİRİNE KATMASI İÇİN YETER. KIZI GERÇEKTEN ÇOCUK YAŞTA TECAVÜZE UĞRAMIŞ HİÇBİR BABA HİÇBİR KOŞUL ALTINDA HİÇBİR KONUYU KIZININ YAŞADIĞI DEHŞETTEN DAHA ÖNEMLİ GÖREMEZ. Hiçbir baba kızının böyle bir felaket yaşamış olmasını unutmaz, unutturmaz. Hiçbir baba için ticari faaliyetleri, siyasete atılma ihtimali, gövde gösterisi yapma kompleksi kızının yaşadıklarından daha önemli olamaz. Özetle kızı gerçekten tecavüze veya tacize uğramış hiçbir baba Fırat Develioğlu gibi davranamaz.
- İşin şaşırtıcı yanı Fırat Develioğlu’nun katıldığı yüzlerce TV programında da bir kere bile bir kişi de kendisine bu konu hakkında soru sormamaktadır. Bir kız çocuğunun güya tacize uğramasını kimse önemli görmemektedir. Çünkü aslında tüm Türkiye böyle bir olayın hiçbir zaman yaşanmadığını gayet iyi bilmektedir.
Müvekkilimin dosyasındaki tüm isnatlar gibi Fırat Develioğlu’nun kızına küçük yaşta cinsel saldırıda bulunulduğu iddiası da yalan olduğundan Fırat Develioğlu bu konuyu gündeme getirmekten özenle kaçınmaktadır. Sözde acı duyduğunu söylediği hiçbir cinsel saldırının aslında hiç yaşanmadığının en yakın şahidi, kendi kızına ‘bana tecavüz edildi’ yalanını söyleten Fırat Develioğlu’dur. Kızının mahkemede bu konuda konuşturulmuş olması kumpas için yeterli olmuştur. Hedef Dilara Aktunç veya başka kadınları kurtarmak ya da haklarını aramak değil Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının uydurma suçlarla mahkum edilmesi, binlerce yıllık cezalar almalarıdır.
3. 9 YAŞINDAKİ BİR KIZ ÇOCUĞUNA CİNSEL İSTİSMAR YALANI
Müvekkile yöneltilen en karanlık suçlamalardan birisi, güya “9 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismar” iddiasıdır. Serra MuhammedValipour isimli bu kız çocuğu hakkındaki isnadın kamuoyunu tahrik etmek ve müvekkile karşı bir infial oluşturmak için özel olarak seçildiği açıkça görülmektedir.
Müvekkile yönlendirilen bu suç isnadının altında, Serra’nın annesi ve biyolojik babası arasında yaşanan “velayet savaşı” yatmaktadır. Çok küçük bir yaştayken, boşanan anne ve babası arasındaki velayet ihtilafında, İran uyruklu baba ve avukatı tarafından Serra ve annesi hakkında uydurma bir güya "yaşlı bir kişiyle evlendirilmek istenmesi" hikayesi kurgulanmış ve bu sahte senaryo mahkemede Serra'nın velayetini elde etmek için annesine karşı kullanılmıştır. Bu uydurma hikaye daha sonra, davamızın husumetlileri tarafından öğrenilmiş ve içine taciz iftirası senaryosu da eklenip geliştirilerek Serra bu kişiler tarafından çeşitli vaatlerle kandırılmış ve müvekkil aleyhinde dosyada gerçek dışı beyanda bulunması sağlanmıştır.
Henüz çocukken anne babasının boşanması ve Türkiye’den ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmeye mecbur kalması, Serra’nın psikolojisini ne yazık ki olumsuz yönde etkilemiş ve Serra çok problemli, psikolojik sorunları olan, alenen yalan söyleyerek iftiralar atabilen bir çocuk haline gelmiştir. Yaşadığı ülkede yanına verildiği üç koruyucu ailenin üçüne de iftira atarak yanlarından ayrılmıştır.
- MÜVEKKİL SERRA İLE -ZİYARETE GELEN PEK ÇOK ÇOCUKLU AİLEYLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDE OLDUĞU GİBİ- 5-10 DAKİKA GİBİ KISA BİR SÜRE İÇİN ANNESİ DE YANINDAYKEN GÖRÜŞMÜŞTÜR. HERHANGİ BİR ÇOCUĞA GÖSTERİLEN ŞEFKAT İÇEREN SÖZLER DIŞINDA BİR KONUŞMASI OLMAMIŞTIR.
- Serra, 2013 yılında müvekkilin canlı yayın yaptığı TV stüdyosuna annesiyle beraber geldiği sırada güya cinsel istismara uğradığını iddia etmişse de, 2018 yılına gelinceye dek bu konuda hiçbir şikayeti bulunmamaktadır. HATTA O TARİHE KADAR BÖYLE BİR OLAYIN SÖZÜNÜ DAHİ ETMEMİŞTİR. BİLAKİS, 2017 YILINDA MÜVEKKİLİN YAKIN ARKADAŞLARINDAN BİRİ İLE KENDİSİ İLETİŞİME GEÇMİŞTİR.
- Önce Instagram’dan, sonrasında ise Whatsapp üzerinden devam eden bu yazışmaların tümü Emniyet Müdürlüğü tarafından tespit edilmiş, dava dosyasına girmiştir. Serra bu yazışmaları her iki ifadesinde de kabul etmiştir. MESAJLARINDA MÜVEKKİLİ ÇOK ÖZLEDİĞİNİ, ONU ÇOK SEVDİĞİNİ VE ONUNLA TEKRAR GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ YAZMIŞTIR. KENDİSİNE SÖZDE CİNSEL TACİZDE BULUNDUĞUNU İDDİA ETTİĞİ KİMSEYLE SÖZDE OLAYDAN 4 YIL SONRA İLETİŞİME GEÇMEK, GÖRÜŞMEK İSTEMEK, ÇOK SEVDİĞİNİ SÖYLEMEK TAKDİR EDERSİNİZ Kİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRIDIR ve Serra’nın hiçbir zaman müvekkilden bir görmediğinin açık ispatıdır.
SERRA’NIN 2017 YILINDA YAZDIĞI VE ADNAN OKTAR’I ÇOK SEVDİĞİNİ, GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİĞİ MESAJLAR
Serra MohammadValipour, kendisine ilk mesaj atanın Hayri Can Dağtekin olduğunu iddia etmektedir. Oysa yazışmalar tam tersini söylemektedir:
Serra, o sırada müvekkilin YAYININI İZLEMEKTEDİR. "Hocamızı izliyorum" diye özellikle belirtmekte, müvekkili özel olarak TAKİP ETMEKTE, özel olarak BU BAĞLANTIYI KURMAKTA ve müvekkile SELAM YOLLAMAKTADIR. Kendisini tanıtmakta ve "İnşaAllah hatırlar beni" diyerek MÜVEKKİLİN KENDİSİNİ HATIRLAMASINI GERÇEKTEN VE ÇOK İÇTEN UMMAKTADIR.
Şu bir gerçektir ki, 4 yıl önce cinsel istismara uğradığını ve bundan dolayı psikolojik travma yaşadığını iddia eden bir insan, ARADAN 4 YIL GEÇTİKTEN SONRA YİNE AYNI KİŞİYLE BÖYLESİNE BİR ARZU VE İSTEKLE TEKRAR GÖRÜŞMEK İSTEMEZ, ONA ULAŞMAK İÇİN YOLLAR ARAMAZ, ONA ISRARLA SEVGİSİNİ İLETMEZ, ÖZLEDİĞİNİ SÖYLEMEZ, SELAM YOLLAMAZ.
SERRA BİR MESAJ DAHA İLETMEKTE VE "ONU ÇOK ÖZLEDİĞİMİ SÖYLEYİN" DİYEREK MÜVEKKİLE ÖZLEMLERİNİ TEKRAR TEKRAR BELİRTMEKTEDİR:
Mesajlardan anlaşıldığı kadarıyla Hayri Can Dağtekin ikinci gün de Serra'nın mesajını müvekkile iletememiştir. SERRA İSE SÜREKLİ VE ISRARCI BİR ŞEKİLDE MESAJININ İLETİLMESİNİ TAKİP ETMEKTEDİR. 3. GÜN "İLETEBİLDİNİZ Mİ?" DİYE BAŞLAYAN MESAJ İLE CİDDİ BİR KARARLILIKLA MÜVEKKİLE ULAŞMAYA ÇALIŞTIĞI ANLAŞILABİLMEKTEDİR.
Görüldüğü gibi tüm girişimleri yapan Serra'dır. Israrlı bağlantı talebi Serra'dan gelmektedir. Serra bakımından, tek taraflı ve ısrarlı bir bağlantı kurma, kendini hatırlatmaya çalışma arzusu vardır.
Beklediği yeterli cevabı alamayınca Serra, bağlantıya geçtiği Can Dağtekin'e şahsi numarasını vermekte, instagram mesaj bölümünden yazışmanın zor olduğunu bu nedenle telefon bağlantısı kurmak istediğini söylemektedir. Böylelikle ESKİSİ GİBİ müvekkili bilgilendirmek istediğini belirtmektedir. DEMEK Kİ, ESKİDEN DE YAZIŞARAK BAĞLANTI KURAN SERRA MOHAMMADVALİPOUR'UN KENDİSİDİR; ANNESİ DEĞİL!
- SERRA, 11.07.2018 TARİHİNDE DÜZENLENEN POLİS OPERASYONUNDAN HEMEN BİR GÜN SONRA, YASAL VELİSİNDEN HABERSİZ BİR BİÇİMDE İSVİÇRE'DEN TÜRKİYE'YE GETİRİLMİŞTİR. İfade vermeye iki husumetli müşteki eşliğinde götürülmüştür. İFADE BİTİMİNDE TUTANAKTA HAZİRUN OLARAK HUSUMETLİ MÜŞTEKİ İMZASI VARDIR ve küçük yaştaki Serra, başka bir husumetli müştekiye teslim edilmiştir.
- SERRA’NIN REŞİT OLMADIĞI HALDE HUSUMETLİ MÜŞTEKİLERİN EVİNDE KALDIĞINI, BİR YATTA GECE VAKTİ YANINDA İKİ HUSUMETLİ MÜŞTEKİ İLE BİRLİKTE İÇKİLİ PARTİYE KATILDIĞINI, YİNE BİR YATTA GÜNDÜZ VAKTİ YARI ÇIPLAK VAZİYETTEKİ BİR HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN YANINDA OTURDUĞUNU GÖSTEREN FOTOĞRAFLAR DAVA DOSYASINDA YER ALMAKTADIR.
- 2018’de ifadesini verdikten sonra yaşadığı ülkeye geri dönmediğini, anne veya babasının ülkesine de gitmediğini, bunun yerine husumetli bir müştekinin ikamet ettiği Kazakistan’a götürüldüğünü ve orada husumetli müştekinin evine yerleştirildiğini gösteren fotoğraflar mevcuttur. Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan soruşturmada Serra’nın ülkeye giriş çıkış kayıtları araştırılmış ve Serra’nın 2018’den beri Kazakistan’a gidip geldiği ve en son olarak Kazakistan’da olduğu ispatlanmıştır.
- Serra 08.09.2020 tarihli mahkeme ifadesinde “2015 YILINDA BEN YİNE ADNAN OKTAR’A GİTTİM. ANNEM BENİ YİNE ADNAN OKTAR’A GÖTÜRDÜ” DEMİŞTİR. OYSA SERRA’NIN ÜLKEYE GİRİŞ ÇIKIŞ KAYITLARINI GÖSTEREN RESMİ BELGEDE 2014 – 2017 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’YE HİÇ GELMEDİĞİ AÇIKÇA GÖRÜLMEKTEDİR.
- Uzman bilirkişi ve sosyal çalışmacı tarafından Serra’nın suç isnadı bakımından hazırlanan bilimsel mütalaada, detaylı incelemeler ve değerlendirmeler ardından şu sonuca ulaşılmıştır: “…eksik ve çelişkili durumların varlığı ile gerçek bir cinsel istismar vakasında gözlemlenebilecek en temel belirtilerin bile somut olayda görülmemesi nedeniyle somut olayda cinsel istismarın sübutundan bahsetmenin mümkün olmadığı kanaatindeyim.”
Serra’nın annesi, üvey babası, 3 kuzeni, dayısı, yengesi ve yakın aile dostları tarafından Adnan Oktar Davası dosyasına sunulmuş yazılı beyanlarında Serra’nın kişiliği ve iddia ettiği sözde cinsel istismarın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı hakkında önemli bilgiler yer almaktadır:
Üvey babası Sadık Taşdemir:
İddia ettiği şeyler olsaydı SERRA BÖYLE KONULARDA SESSİZ KALMAYAN BİR ÇOCUK, HEMEN BU KONUDA OLAY ÇIKARTIRDI. ELİNDE TELEFONU VAR... Babasıyla sürekli bağlantı halinde. Hemen ona yazardı.
Ama böyle bir şey olmadı. Çünkü ASIL GİTMEYİ İSTEYEN KENDİSİYDİ VE HERKES ONUN NE KADAR NEŞELİ GİTTİĞİNE ŞAHİT OLDU. Ben de şahidim. Telefonları hep açıktı, biz sıkı bağlantı halindeydik.
EĞER BAŞINA GERÇEKTEN BİR ŞEY GELMİŞ OLSA, HEPİMİZE BUNU ANINDA SÖYLERDİ, HATTA OLAY ÇIKARIRDI.
Böyle bir konu hiç olmadığı gibi, O DÖNEMDE KİMSE SERRA'YI MUTSUZ, SIKINTILI GÖRMÜŞ DE DEĞİL... Aksine A9 TV merak edilen bir yer olduğu için herkes o ziyaretlerini sordu. HERKESE ORADA NE KADAR MUTLU OLDUĞUNU ANLATIP DURUYORDU.
Kuzeni Hüsnücan Çelikten:
Serra'nın KÜÇÜKLÜKTEN BERİDİR SORUNLU BİR YAPISI vardı. Ağzı çok bozuktu. Annesine, yengesine, akrabalarına hakaret eder, iftiralarda bulunurdu... benimle bir tartışmaya girdi. Sonra da BENİ ALEYHİMDE DAVA AÇMAKLA TEHDİT ETTİ. Hatta "BİLİRSİN, BEN DAVALARI SEVERİM" şeklinde bir cümle kullandı... BEN 9-10 YAŞLARINDA İKEN KENDİSİNİ KÖMÜRLÜKTE SIKIŞTIRDIĞIM İFTİRASINDA BULUNDU. Böyle bir şey kesinlikle olmadığı gibi pis ve alçak bir iftiradır. Bu olayı duyunca ben ve tüm ailem şok olduk. SERRA'NIN NE DERECE YALANCI OLDUĞUNU O ZAMAN ANLADIK.
Yengesi Aysel Çelikten:
Kuzeni Aydanur Çelikten:
Netice olarak, Serra’nın alenen yalan ifade verdiği, husumetli müştekilerle işbirliği içerisinde olduğu, bu konunun bir kumpas olarak özel planlandığı somut delillerle ortaya konmuş olduğu halde, yakın akrabaları tarafından verilen beyanlar, uzman bilirkişilerden alınan bilimsel mütalaalar görmezden gelinerek müvekkile cezaya hükmedilmiştir.
4. GENÇ KIZLARIN DİNİ TELKİN ALTINDA KALARAK GÜYA CİNSEL SALDIRILARI SEVAP KAZANMAK İÇİN KABULLENDİKLERİ İDDİASI
Dosyadaki cinsel saldırı isnatları sanıkların güya “şikayetçilerin hepsini dini tebliğ/telkin yolu ile dini ecir kazanma bahanesi ile kandırıp, diğer sanıklarla düzenli cinsel ilişkiye soktukları” iddiasına dayanmaktadır.
Oysa bu değerlendirme pek çok yönden hatalıdır ve ne somut gerçeklerle ne de müşteki ifadeleriyle örtüşmemektedir. Çünkü cinsel suç isnadında bulunan müştekilerden;
- Dini bir hassasiyeti bulunmadığını, hatta ateist olduğunu,
- Kendisine hiçbir zaman dini telkin yapılmadığını,
- Kendisiyle dini konularda konuşulduğu halde bundan hiç etkilenmediğini,
- İddia edilen cinsel eylemleri (bu eylemlerin yaşandığı iddiasını kabul etmemekle birlikte) duygusal ilişki sebebiyle, sevgilisini mutlu etmek, evlenmek amacıyla rızasıyla yaptığını,
- Bir çıkar elde etmek maksadıyla yaptığını beyan eden
- Hakimin, "... sana dini telkin yaptı mı?" sorusuna, "evet" diyip, "nasıl bir dini telkin yaptı?" sorusu sorulunca, "namaz kılmamı söyledi" şeklinde cevap veren
pek çok kadın bulunmaktadır.
- Müşteki kadınlar kendilerine herhangi bir dini anlatım yapıldığında bunu sorgulayan, hatta çoğu zaman kabul etmeyip reddeden bireylerdir. BU DURUMDA ORTAYA, KENDİSİNE DİNİ KİTAP OKUMASI SÖYLENDİĞİNDE KABUL ETMEYEN AMA GÜYA SEVAP KAZANMAK HASSASİYETİYLE, ÇOĞUNU ÖNCEDEN TANIMADIĞI ONLARCA ERKEKLE ANAL YOLDAN CİNSEL İLİŞKİYE GİRMEYİ KABUL EDEN KADINLAR GİBİ ANORMAL BİR TABLO ORTAYA ÇIKMAKTADIR.
- KENDİLERİNE DİNİ TELKİNDE BULUNULDUĞUNDA BİR KERE BİLE NAMAZ KILMAYAN KIZLAR, ANAL İLİŞKİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA GÜYA SEVAP KAZANMA GÜDÜSÜYLE İSTİKRARLA, YILLARCA, ADETA KOŞA KOŞA, ŞEVKLE GELMEKTEDİRLER. Buradaki mantık çöküntüsü ve açmazın en cahil insan tarafından bile görülmemesi mümkün değildir.
- Bu kadınların hiçbiri köy yerinde yaşayan, okuması yazması olmayan, kendisine anlatılan bir şeyin doğruluğunu araştırma imkanı bulunmayan, dış dünyayla bağlantısı kopuk kişiler değillerdir. HEPSİ İSTANBUL’DA YAŞAMAKTADIR. EN AZ LİSE MEZUNU, BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU ÜNİVERSİTE SEVİYESİNDE EĞİTİM SAHİBİ, SOSYAL HAYATLARI BULUNAN, ELLERİNDE TELEFON, TABLET, LAPTOP GİBİ HER TÜRLÜ İLETİŞİM ARAÇLARINA SAHİP KİMSELERDİR. Avukat, doktor, hemşire, reklamcı, gazeteci, mimar gibi meslek sahipleridir. HAKLARINI ARAMAYI BİLEN, ELLERİNİN ALTINDA 24 SAAT İNTERNET BULUNAN, BİNLERCE TAKİPÇİLİ SOSYAL MEDYA HESAPLARI OLAN SOSYAL İNSANLARDIR.
- BU KADINLARA “OKULU BIRAK ECİR KAZANACAKSIN” DENSE GÖZÜ KAPALI EĞİTİMİNİ ÇÖPE ATMAYACAĞI YA DA “BABANIN EVİNİ SAT GETİR SEVAP ALACAKSIN” DENDİĞİNDE BUNU MUTLAKA SORGULAYACAĞI, ARAŞTIRACAĞI VE NETİCESİNDE YAPMAYACAĞI NASIL AÇIKSA, “ECİR KAZANACAKSIN” DENİLEREK “ANAL YOLDAN ONLARCA ERKEKLE CİNSEL İLİŞKİYE GİRMELERİNİN” İMKANSIZ OLDUĞU MİLYONLARCA KAT DAHA AÇIKTIR. Eğer bu kadınların dosyada yargılanan kişilerle herhangi bir şekilde kendi anlattıkları gibi bir sevgili ilişkileri olacaksa bu ilişkinin herhangi bir dini gaye ile olmayacağı ortadadır.
- Bir kadını anal ilişkiye ikna etmek için -hiçbir şekilde tasvip etmemekle birlikte- mantıken belki birileri modernlik, çağdaşlık, sınırsız cinsel özgürlük, din dışı, ateist, materyalist vb. türden telkin yöntemleri deneyebilir. ANCAK, HEMEN BÜTÜN DİNİ KAYNAKLARDA YASAKLANAN, KINANAN, ÇİRKİN GÖRÜLEN ZİNAYA, EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERE, ANAL SEKS, GRUP SEKS GİBİ İLİŞKİLERE BİR KADINI İKNA ETMEDE "DİNİ TELKİNE" BAŞVURMAK, OLABİLECEK EN ETKİSİZ, EN FAYDASIZ, EN ANLAMSIZ, EN AKLA GELMEYECEK, HATTA TAM TERS TEPECEK YÖNTEMDİR.
- İlkokul seviyesinde dini bilgiye sahip olan biri dahi anal yolla cinsel ilişki teklifinin hiçbir dini izahla kabul edilebilir olmadığını bilir. BAĞDAT CADDESİ VEYA TAKSİM GİBİ BİR SEMTTE HERHANGİ BİR KADINA, “SEVAP KAZANMAK İSTİYORSAN BENİMLE VE ARKADAŞLARIMLA ANAL İLİŞKİYE GİRMELİSİN” ŞEKLİNDE BİR CÜMLE KURMA CESARETİ GÖSTERECEK KİŞİNİN ALACAĞI CEVAP, “DİNİ TELKİNLE İRADESİNİ FESADA UĞRATARAK BİR KADINI ANAL VE/VEYA ORAL YOLDAN İLİŞKİYE ZORLAMAK” KAVRAMININ ABESLİĞİNİ KOLAYLIKLA ORTAYA KOYACAKTIR.
- ANA DOSYADA BULUNAN BİLİMSEL MÜTALAALAR DİNİ TELKİNLE İRADE FESADININ MÜMKÜN OLAMAYACAĞINI ORTAYA KOYMUŞTUR. Adli Tıp Uzmanı tarafından sunulan 25.08.2022 tarihli bilimsel mütalaada özetle şu değerlendirmelere yer verilmiştir:
“Bilinç kaybına veya direnç gösterememeye yönelik bir etkisinin bulunmaması nedeni ile TELKİN VEYA HİPNOZ İLE RIZASI BULUNMAYAN BİR KİŞİYİ İSTEMSİZ CİNSEL İLİŞKİYE YÖNLENDİRMEK OLANAKLI DEĞİLDİR. Bu nedenle, telkin veya hipnoz TCK’da tanımlanan cinsel saldırı eyleminin unsurlarından olan geçerli rızanın yokluğuna neden olan tıbbi durumlar arasında yer almamaktadır.
Akıl hastalığı veya zihinsel engeli bulunmayan erişkin BİR KİŞİYE UYGULANAN TELKİNİN İSTER DİNİ, İSTER HİYERARŞİK, İSTERSE DE SOSYAL NİTELİĞİ OLSUN, KİŞİNİN DUYGULARINI VE İRADESİNİ KONTROL ALTINDA TUTMASINA ENGEL OLMAYACAĞI GİBİ, KİŞİNİN OLUMSUZLUK OLUŞTURABİLECEK EYLEMLERE RIZASI OLMAKSIZIN KATILMASINA DA YOL AÇMAYACAKTIR. Telkinin, kişinin irade, şuur ve harekat serbestisi ile maruz kalınan eylemin ahlaki kötülüğünü anlama ve karşı koyma yetisini engelleme veya ortadan kaldırma özelliği bulunmamaktadır.
KENDİSİNE YÖNELTİLEN BİR TELKİN NEDENİ İLE CİNSEL SALDIRI MAĞDURU OLUNMASININ, ADLİ TIP VE ADLİ PSİKİYATRİK AÇIDAN BİR KARŞILIĞI VE UYGULAMASI BULUNMAMAKTADIR.
PROFESYONEL VE ETKİLİ BİR TELKİN YÖNTEMİ OLAN HİPNOZ İLE BİLE ETKİLENMEYEN BİLİNÇ KONTROLÜ VE DİRENÇ GÖSTERME YETİSİNİN, DİNİ TELKİN İLE ORTADAN KALDIRABİLECEĞİ DÜŞÜNCESİNİN BİLİMSEL BİR GEREKÇESİ BULUNMAMAKTADIR.”
5. TÜRK CEZA KANUNU YAZAN VE BU ÜLKENİN HAKİM VE SAVCILARINI YETİŞTİREN HUKUK PROFESÖRLERİ ADNAN OKTAR DOSYASINDA SUÇ YOK ŞEKLİNDE MÜTALAA VERMİŞLERDİR:
BU DOSYADA TÜRK CEZA KANUNU YAZAN, HAKİMLERİ VE SAVCILARI YETİŞTİREN DERSLERİ VEREN, HUKUK FAKÜLTELERİNDE PROFESÖRLÜK YAPAN, HATTA HOCALARIN HOCASI OLARAK KABUL EDİLEN TÜRKİYE’NİN ÖNDE GELEN HUKUK PROFESÖRLERİNİN, YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANLARININ, ADLİ TIP, ADLİ SES VE GÖRÜNTÜ ANALİZ, GRAFOLOJİ VE SAHTECİLİK UZMANLARININ ve ADLİ BİLİŞİM MÜHENDİSLERİNİN BİLİMSEL MÜTALAALARI YER ALMAKTADIR.
TÜM BU MÜTALAALARDA BÜTÜN BÜYÜK CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ ORTAK OLARAK;
- ORTADA BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞI
- CİNSEL SALDIRI SUÇLARININ BULUNMADIĞI
- HERHANGİ BİR SÖMÜRÜ, ZORLAMA, DAYATMA, BASKI UNSURUNUN VAR OLMADIĞI
- KANUNUN SUÇ OLARAK TANIMLADIĞI HİÇBİR EYLEMİN GERÇEKLEŞMEDİĞİ KONUSUNDA HEMFİKİRDİRLER
DÜNYA ÇAPINDA MUTEBER SÖZ KONUSU HUKUK PROFESÖRLERİ, YARGITAY ESKİ DAİRE BAŞKANLARI VE ANAYASA HUKUKÇULARININ DOSYADA BULUNANAN MÜTALAALARINDAN SADECE BİR İKİ ÖRNEK VERMEK GEREKİRSE, BU KİŞİLERİN BİLİMSEL GÖRÜŞLERİ ŞÖYLEDİR:
Burada sadece çok az sayıda bir iki örneğinde yer verdiğimiz bilimsel görüşler, bu dosyada örgüt yok, suç yok, ceza da verilemez demektedir