YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak Üzere
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya No : 2024/365 E.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
KONU :
- Temyiz dilekçesinin kabul edilmesi,
- İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin her iki heyetinin ve İstanbul BAM 1. Ceza Dairesi’nin 12 Nisan 2023 tarihli 2023/494 K. sayılı kararında verdiği ceza kararlarının yapılan ağır hak ihlalleri ve hukuksuzluklar nedeniyle bozulmasını,
- beraat kararı verilmesini,
- ve tahliye taleplerini içerir dilekçemizdir. .
AÇIKLAMALAR :
Huzurdaki dosyanın gerek soruşturma safhasında gerekse ilk derece mahkemesi tarafından yapılan iki yargılamayı içeren kovuşturma safhasında sanıkların Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile teminat altına alınmış olan temel hak ve özgürlükleri ağır bir biçimde ihlal edilmiştir.
Başta “adil yargılanma hakkı”nın ihlali olmak üzere yapılan tüm ihlaller bozmayı gerektirmektedir.
Aşağıda, başta müvekkil Adnan Oktar olmak üzere, tüm sanıkların ihlal edilen temel hak ve özgürlükleri konusu ele alınırken; soruşturma safhası ve kovuşturma safhası (sırasıyla İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen her iki yargılama şeklinde bir tasnif ile) şeklinde değerlendirilmiştir.
Ancak şu hususu dilekçemizin en başında hatırlatmakta fayda görüyoruz: İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ikinci heyet, ilk "atanmış" heyetin yürüttüğü usule aykırı yargılama işlemlerini İstanbul BAM 1.CD 700’ü aşkın cihetten hukuka aykırı bulmasına rağmen aynen muhafaza ve kabul etmiştir. Yeni heyet, ilk safhadaki esasa dair işlemleri dahi yenilemeyerek eski heyetin gördüğü eksik ve hatalı işlemler üzerinden hükme varmıştır.
Oysa, mevcut hukuksuzluğun giderilmesi bakımından, İstanbul BAM 1. Ceza Dairesinin 2021/696 E. ve 2022/258 K. no’lu bozma kararının gereği olarak dosyada bilimsel mütalaası bulunan ceza hukukçularının da tespit ettiği gibi ilk yargılamada mahkeme heyetinin yürütmüş olduğu sanık sorguları, müşteki ve tanık ifadeleri gibi işlemlerin tekrarlanması gerekmekteydi. Kaldı ki bu işlemler aynı zamanda “doğrudan doğruyalık ilkesi”nin de temel gerekleri arasındadır. Bu uygulama ile ikinci mahkeme heyeti, hayatlarında hiç görmediği, konuşmadığı, sorgulamadığı müşteki ve tanıkların soyut beyanlarını istisnasız doğru kabul edip bunlar üzerinden sanıklara binlerce yıllık cezalara hükmetmiştir.
İstinaf 1. Ceza Dairesi’nin bozma kararı sonrası yapılan yargılama ilk heyetin yaptığı yargılamanın eksiklerini giderme ve tashih etme niteliği taşıması gerekirken yeni heyet, İstanbul BAM 1. CD tarafından tespiti yapılmış olan yargılama eksikliklerinin ve bunlara istinaden yapılması gereken işlemlerin ÇOK BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ YERİNE GETİRMEMİŞTİR.
Bu nedenle sanıkların yargılanmasında hak ve özgürlük ihlallerine yol açan ve sayıca çok olan usulsüzlük ve eksiklikler daha da artmıştır.
Temyiz edilen İstanbul BAM 1. Ceza Dairesi kararının, ESKİ KARAR, İDDİANAME GİBİ BELGELERDEN KOPYALA-YAPIŞTIR USULÜ İLE MEYDANA GETİRİLDİĞİ anlaşıldığından dilekçemizde “iddianame, mütalaa ve gerekçeli karar”da yapıldığı açıklanan tüm hak ihlalleri dosyanın genelini kapsamaktadır.
Aşağıda “Olaylar ve Olgular” başlığı altında değinilen gelişmeler ile bunun devamında konu edilen tüm hak ve özgürlük ihlallerine yönelik bütün belgeler dosyada mübrezdir.
- OLAYLAR ve OLGULAR
Huzurunuzdaki dosyada yer yalan temel hak ve özgürlüklerin ihlali sadece kovuşturma safhasında değil soruşturma safhasında da yaşanmıştır. Nitekim AİHM’ne göre Bir “suç isnadıyla” ilgili davalarda 6. madde koruması, Eckle/ Almanya[1] kararında belirttiği üzere şüphenin kişiye resmi olarak bildirilmesi veya Foti/İtalya Kararı’nda[2] dile getirdiği üzere kişinin isnattan ilk ve hatırı sayılır şekilde etkilendiği arama gibi bir takım uygulamaya ilişkin tedbirlerle başlar. İşte bu nedenle huzurunuzdaki dosyada hak ihlallerine yol açan olaylar dizisi aşağıda soruşturma safhasının ilk aşamasından başlayarak bilgilerinize sunulmuştur:
- 10.2016 tarihinde Binali Yıldırım imzasıyla Resmi Gazete’de yayınlanan genelgede isimsiz ihbarların değerlendirmeye alınmamasına karar verilmiş olmasına rağmen, Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında gönderilen, 04.08.2016 tarihli gerçek dışı bir ihbar savcılık tarafından değerlendirmeye alınmış ve soruşturma açılmıştır.
- Soruşturma 1 yıla yakın süre uykuda tutulmuş, ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Davanın husumetli müştekileri Özkan Mamati ve Uğur Şahin’in 2017 yılının sonlarında camiadan ayrılması ve ifade vermeye gitmeleriyle soruşturma dosyası birden canlandırılmıştır.
- Özkan Mamati ve yanına topladığı birkaç husumetli kişi, gerek sosyal medya hesapları üzerinden gerekse doğrudan ulaşarak ÖNCEDEN CAMİADAN TANIDIKLARI BAZI KİŞİLERİ KORKUTARAK VE TEHDİT EDEREK MÜŞTEKİ OLMAYA ZORLAMIŞLARDIR. Etkin pişman sanık Bilge Tok ifadesinde, Özkan Mamati’nin kendisine “Bilge, TARAF OLMAYAN BERTARAF OLUR. Sen bugün bunu yaşadın, daha da tarafını seçmezsen SENİN İÇİN DURUM KÖTÜLEŞECEK HABERİN OLSUN” tehdidini yaptığını beyan etmiştir.
- Bilge Tok, 2018 yılı Mart ayında sosyal medyada kendisi hakkında küçük düşüren, hakaretler içeren, hedef gösteren paylaşımlar yapıldığını, bunun üzerine Özkan Mamati’ye ulaşarak bunları kaldırmasını istediğini, Özkan’ın kendisine “ŞİMDİ SANA FIRSAT VERİP SANA YARDIMCI OLACAĞIM, BENİM İŞLERİMİ YAP, ONLARA KARŞI BİZİM TARAFIMIZDA YER AL” dediğini açıklamıştır.
- Özetle, kendisine karşı sözde suç işlendiği iddiasıyla şikayetçi olan kimse yoktur. Sanıkların arkadaşları olan onlarca kişi, ya telefonlarına gelen mesajlarla ya da sosyal medya paylaşımlarıyla tehdit edilip korkutularak şikayetçi haline getirilmiştir. Tüm bu şikayetçiler HENÜZ POLİS OPERASYONU DAHİ YAPILMAMIŞKEN, SORUŞTURMA DOSYASI GİZLİ YÜRÜTÜLÜRKEN VE BU GİZLİ DOSYAYI YÜRÜTEN BİRİMİN MALİ ŞUBE AKLAMA SUÇLARI BÜROSU OLDUĞUNU BİLMELERİNE İMKAN YOKKEN AYNI VEYA ÇOK YAKIN TARİHLERDE BU BÜROYA İFADEYE GİTMİŞLERDİR. Bu şikayetçiler ifadelerinde, Özkan Mamati tarafından kendilerine belletilen aynı şablon anlatımları tekrar etmiştir.
- Dönemin Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Furkan Sezer’in talebi ve dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz’ın 06.07.2018 tarihli kararı ile bir kısım kişiler (bunlar korkutularak şikayetçi olmaya mecbur bırakılacak kişilerdir) usulsüz olarak şüpheli gibi gösterilip haklarında yurt dışına çıkış yasağı kararı verilmiştir. Bu kararda adı geçen kişiler polis operasyonu sonrasında EMNİYETE ÇAĞRILMIŞ VE BU KARARLA GÖZLERİ KORKUTULARAK “YA MÜŞTEKİ OLURSUN YA DA SANIK HALİNE GELİRSİN VE HAPSE GİRERSİN” DAYATMASIYLA SANIKLAR ALEYHİNDE İFADE VERMEYE ZORLANMIŞTIR.
- Müşteki İffet Piraye Yüce, heyet huzurundaki ifadesinde önce Özkan Mamati, Uğur Şahin gibi isimler tarafından sonra da MALİ ŞUBE'DEN ARANDIĞINI VE EMNİYETE ÇAĞIRILDIĞINI, EMNİYETTEN ARANMASA İFADEYE GİTME, ŞİKAYETÇİ OLMA GİBİ BİR NİYETİ OLMADIĞINI söylemiştir.
- Müşteki Gizem Tar mahkeme huzurundaki beyanında Mali Şube tarafından ifadeye çağırıldığını, gittiğinde isminin sistemde “şüpheli” olarak görüldüğünü ama EĞER İFADE VERİRSE “MAĞDUR” KONUMUNA GEÇECEĞİNİN SÖYLENDİĞİNİ beyan etmiştir.
- Müşteki Bengisu Güler mahkemede ağlayarak, “İFADE VERMEK ZORUNDAYDIM” demiştir.
- Bütün şikayetçilerin ifadeleri kumpasçılar tarafından özel görevlendirilmiş AYNI 3 POLİS MEMURU TARAFINDAN alınmıştır. Bu memurların ise çok sayıda hukuk dışı uygulaması olmuştur. (Halil İbrahim Aygüner (Sicil no: 326730): 36 kişinin fotoğraf teşhis işlemini yaptırmış ayrıca 98 kişinin ifadesinde hazır bulunmuştur, Ayhan Bedir (Sicil no: 268609) toplam 18 kişinin ifadesinde hazır bulunmuştur, Baybars Düzdemir (Sicil no: 286786) suni olarak müşteki/mağdur konumuna getirilen yaşı küçük Serra MohammadValipour konusunda devrede olmuştur)
- Örneğin, müşteki İffet Piraye Yüce 24.08.2020 tarihli mahkeme ifadesinde, KENDİSİNİN HİÇ SÖYLEMEDİĞİ BEYANLARIN MALİ ŞUBE İFADESİNE EKLENDİĞİNİ VE ASLINDA ŞİKAYETÇİ DAHİ OLMADIĞI KİŞİLERİN GÜYA KENDİSİNE CİNSEL SALDIRDA BULUNMUŞ GİBİ YAZILDIĞINI beyan etmiştir.
- Müşteki Ezgi Çelenlioğlu, 01.03.2022 tarihli tanık ifadesinde, Mali Şube'de alınan 09.02.2019 tarihli teşhis tutanağında SANIKLAR BORA YILDIZ VE MEHMET ENDER DABAN HAKKINDA YAZANLARI KENDİSİNİN SÖYLEMEDİĞİNİ, TUTANAKTA YAZANLARIN DOĞRU OLMADIĞINI beyan etmiştir.
- Müşteki Zeliha Türkan Akyüzalp, Mali Şube’de ifade verirken HİÇ ÖRGÜT KELİMESİ KULLANMADIĞI HALDE HER CÜMLESİNE “SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜ” ŞEKLİNDE EKLEMELER YAPILDIĞINI açıklayan bir dilekçe yazmıştır.
- İfadelerde yaşanan bu anormalliklerin yanı sıra, müştekilerin ifade verme süreleri de göz önüne alınınca, KİŞİLERİN SÖYLEDİKLERİNİN DEĞİL MEMURLARIN DİKTE ETTİKLERİNİN TUTANAĞA GEÇİRİLDİĞİ VE İFADE ÜZERİNDE KURGULAR YAPILDIĞI anlaşılmaktadır.
- Müşteki Beyza Özalıcı, mahkeme ifadesinde Mali Şube’ye sadece 2 kere gittiğini açıkça beyan etmiştir, oysa dava dosyasında Beyza Özalıcı’ya ait gözüken 3 adet ifade Grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişi Doç. Dr. Yasin Ataç’ın bilimsel mütalaasında, bu 3 resmi evraktan birisindeki İMZANIN MÜŞTEKİ BEYZA ÖZALICI’NIN ELİNİN ÜRÜNÜ OLMADIĞININ TESPİT EDİLDİĞİ açıklanmıştır. Yani, 3. İFADE TUTANAĞI MALİ ŞUBE’DE BEYZA ÖZALICI YOKKEN ÜRETİLMİŞ VE ONUN ADINA BAŞKASI TARAFINDAN İMZALANMIŞTIR.
- Mali Şube'deki ifade alınma işlemleri sırasında yürütülen bu kurgu çalışması nedeniyle de örneğin, müşteki Elmas Hilal Kahraman’ın 01.06.2018 tarihli 4 sayfa ifadesi 15 saat 50 dakikada, müşteki Hanife Akalın’ın 05.06.2018 tarihli 1 sayfalık ifadesi 7 saatte, etkin pişman Emre Teker’in 16.04.2019 tarihli 3 sayfalık ifadesi 7 saatte, müşteki Sedat Aktar’ın 14.07.2018 tarihli 3,5 sayfalık ifadesi 6 saat 10 dakikada alınmıştır.
- Müştekilerden özellikle yaşı küçük olanlar, İstanbul MALİ ŞUBE'YE İFADE VERMEYE velileri, aileleri ya da akrabaları tarafından değil, ÖZKAN MAMATİ, SERPİL EKŞİOĞLU GİBİ HUSUMETLİ MÜŞTEKİLER TARAFINDAN GÖTÜRÜLMÜŞTÜR. İfade bitiminde resmi evraklarla tekrar bu müştekilere teslim edilmişlerdir.
- Yaşı küçük müşteki Mervenur Gözcü, İFADEYE ÖZKAN MAMATİ VE SERPİL EKŞİOĞLU TARAFINDAN GÖTÜRÜLMÜŞTÜR. İfadenin sonunda Mervenur Gözcü’ye Adli Tıp Kurumu’nda yapılacak iç beden muayenesine rıza gösterip göstermediği sorulmuştur. Avukatının tavsiyesi doğrultusunda Mervenur Gözcü iç beden muayenesi yapılmasını reddetmiştir. Bunun hemen ardından ÖZKAN MAMATİ, İSTANBUL MALİ ŞUBE'DEKİ SORGU ODASINA GİRİP MÜDAHALE ETMİŞ, bu müdahale sonucunda avukat hanım istifa ederek tutanağı imzalamadan ayrılmak zorunda kalmıştır. Onun yerine Özkan Mamati’nin avukatı olan Nur Demirtaş atanmıştır. Ve Avukat Nur Demirtaş'ın baskı ve telkinleriyle MERVENUR GÖZCÜ, ADLİ TIP MUAYENESİNE GİTMEYE MECBUR BIRAKILMIŞTIR.
- Mervenur Gözcü ifadesinde Özkan Mamati’nin kendisine anlattıklarını tekrarlamış, Özkan Mamati’nden öğrendiği bilgileri aktarmıştır. Örneğin “ben sonradan öğrendim, o yemeğin içinde meğersem lityum hapı varmış” demiştir. İfadeyi alan kadın memur “bunu nasıl öğrendin?” diye sorunca “ÖZKAN ABİDEN ÖĞRENDİM, BENİ GETİREN ADAM” cevabını vermiştir. Anlatımlarında sıklıkla “-mış”, “-muş” kullanarak başkasından duyduklarını tekrarladığını göstermiştir. İfadesinin kendisine dikte ettirildiğinin en çarpıcı örneklerden biri de şu cümlesidir: “ANAL İLİŞKİ SIRASINDA KREM TARZI BİR ŞEY VARDI HERHALDE, SÖYLEMEM GEREKİYORMUŞ.” Neyi söylemesi gerektiği dahi kendisine öğretilmiştir.
- Etkin pişman sanık Suphi Serdar Togay, KENDİSİ İSTEMEDİĞİ HALDE ÖZKAN MAMATİ VE UĞUR ŞAHİN TARAFINDAN ZORLA ŞİKAYETÇİ YAPILDIĞINI, hatta 26.06.2020 tarihinde mahkeme huzurunda, MALİ ŞUBE'DEKİ İFADESİ SIRASINDA ÖZKAN MAMATİ VE UĞUR ŞAHİN’İN DE İFADE ODASINDA YANINDA OTURDUKLARINI beyan etmiştir.
- Yaşı küçük SERRA MOHAMEDVALIPOUR ve Handenur Ünal da MALİ ŞUBE'YE İFADE VERMEYE ÖZKAN MAMATİ TARAFINDAN GÖTÜRÜLMÜŞTÜR.
- Müşteki Gönül Duyar’ın da ifade tarihinden önce Özkan Mamati ile HTS trafiği mevcuttur. İfade verdiği gün olan 17.07.2018’de ifadeye gitmeden önce 3 kere Özkan Deniz (Mamati9 ile telefonlaşmıştır. Hatta Gönül Duyar’ın, İFADESİ DEVAM EDERKEN DAHİ ÖZKAN DENİZ (MAMATİ) İLE TELEFONLAŞTIĞI, HTS kayıtlarında görülmektedir.
- Özkan Deniz (Mamati)’nin, tanıdığı ve tanımadığı SAYISIZ MÜŞTEKİ İLE, İFADE VERMELERİNDEN ÖNCEKİ TARİHLERDE, TELEFON TRAFİĞİ OLDUĞU tespit edilmiştir. Örneğin, hiç tanımadığı müşteki Özlem Çağlayan’ı 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunun başlamasından birkaç saat önce aramıştır. Saat 01:40 itibarıyla aradığı Özlem Çağlayan ile aralıksız olarak 2 saate yakın konuşmuştur. Özlem Çağlayan 31.07.2018’de Mali Şube’ye ifade vermeye gitmiştir. Özkan Mamati, ifadenin başlamasından yarım saat önce de Özlem Çağlayan’ı aramıştır. Ancak, asıl şaşırtıcı olan Özlem Çağlayan’ın, ÖZKAN MAMATİ’Yİ İFADE ODASI İÇİNDEN YANINDA POLİS MEMURLARI VARKEN ARAMIŞ OLMASIDIR. Bu konuşmaların da HTS kayıtları mevcuttur.
- Müştekilerin büyük çoğunluğu belli tarihlerde tekrar tekrar ifadeye götürülmüş, HER GİDİŞLERİNDE YENİ SUÇLAMALAR EKLENMİŞ, ESKİ İFADELER ÜZERİNDE REVİZYONLAR, DÜZELTMELER VE GÜNCELLEMELER YAPILMIŞ, HEPSİ DE AYNI İLAVE SUÇLAMALARI HEP AYNI ZAMAN ARALIKLARINDA EKLEMİŞTİR. Örneğin, “köle gibi kullanılmak” şablonu müştekilerin toplu olarak Mayıs 2018’de verdikleri Mali Şube ifadelerinde yer almıştır.
- Şablon ifadelerin en göze çarpanlarından birisi “beni organize bir şekilde maddi ve manevi olarak sömüren, psikolojimin bozulmasına yol açan ve tüm bunları sistemli bir şekilde yapan Adnan Oktar’dan ve onun liderliğini yaptığı örgütten şikayetçiyim” şeklindeki KUMPASÇILAR TARAFINDAN ÖZEL KURGULANMIŞ PARAGRAF müştekilerin Eylül-Ekim 2018 tarihli ifadelerine eklenmiştir.
- Güya “banyoya kilitleyip kendisine çıplak olarak aynada bakılması” senaryosu, müştekilerin Ekim-Kasım 2018 tarihli ifadelerine eklenmiştir.
- Etkin pişmanlığa başvuran sanıkların "birkaç müşteki anneden helallik istemesi” senaryosu ise bu kişilerin ifadelerine tam olarak Aralık 2018’de eklenmiştir.
- Müşteki ve etkin pişmanların ifadelerinde kendi özgür anlatımlarının değil önceden belirlenmiş şablon cümlelerin kullanıldığına dair en net örneklerden birisi de şu cümledir: “Örgüt lideri Adnan Oktar verdiği emirleri uygulamayan veya ihanet eden örgüt mensuplarına da ceza vererek örgüt içinde gücünü ve korkuyu hissettirirdi.” BU CÜMLE BİREBİR, HARFİ HARFİNE etkin pişman Murat Develioğlu’nun 21.12.2018 ifadesinde, müşteki Ceylan Özgül’ün 19.12.2018 ifadesinde, etkin pişman Ayça Pars’ın 20.12.2018 ifadesinde, müşteki Ebru Alkan’ın 20.12.2018 ifadesinde, etkin pişman Yıldız Arık’ın 25.12.2018 ifadesinde, müşteki Hatice Ural’ın 26.12.2018 ifadesinde yer almıştır.
- İlginç olan, AYNI CÜMLENİN HARFİ HARFİNE TEMMUZ 2018 TARİHLİ POLİS FEZLEKESİNİN 32. SAYFASINDA YER ALMASIDIR. Asılsız, saçma ve uydurma ithamlara akıllarınca gerçekçilik ve inandırıcılık katmak çabasıyla polis fezlekesindeki bu tür kalıplar aynen kopyalanıp çok sayıda müşteki ya da etkin pişmanın farklı tarihlerdeki ifadelerine yapıştırılmıştır.
- Mali Şube’de alınan müşteki ifadeleri dikkatle incelendiğinde, AYNI POLİS MEMURLARININ, AYNI SAATLERDE ALINMIŞ FARKLI İFADELERDE İMZALARININ BULUNDUĞU görülmektedir. Bir kişinin teknik olarak aynı anda iki yerde bulunması mümkün olmadığı için, BU MEMURLARIN İMZALARININ, FİZİKİ OLARAK BULUNMADIKLARI İFADELERDE YER ALDIĞI gerçeği ortaya çıkmaktadır.
- Müştekilerin ifadelerinde şikayetçi oldukları kişilerin isimlerini hayatın olağan akışına aykırı olarak alfabetik sırayla saydıkları görülmektedir. Örneğin Hatice Ural ifadesinde 200’den fazla kişinin ismini birebir alfabedeki sıraya uygun şekilde söylemiştir. Bu durum müştekilerin ifadelerinde hazır bir listeyi kopyaladıklarını kanıtlamaktadır.
- Uğur Şahin’in ilk ifadesi 13.11.2017 tarihinde “Bilgi Edinme Tutanağı” adı altında alınmış, yani bir nevi tanık olarak ifadesine başvurulmuştur. Ancak, sonradan dava sürecine Uğur Şahin’i de müdahil olarak dahil edebilmek amacıyla bu ifade evrağı üzerinde oynama yapılmıştır. Bu amaçla, "Bilgi Edinme Tutanağı" olarak hazırlanan evrak sonradan “Müşteki İfadesi” olarak değiştirilmiştir. Nitekim, HEM İLK EVRAĞIN HEM DE SONRADAN ÜZERİNDE TAHRİFAT YAPILAN HER İKİ EVRAĞIN DA TARİH VE SAATLERİNİN AYNI OLMASI bunun açık bir kanıtıdır.
- Yine, Uğur Şahin aynı emniyet ifadesinde “Özkan Mamati’nin vermiş olduğu ifadeye tamamen katılmakla birlikte” şeklindeki bir sözü ağzından kaçırmıştır. Bu ifade açıkça, UĞUR ŞAHİN'İN YA ÖZKAN MAMATİ’YLE İFADEYE BİRLİKTE GİRDİKLERİNİ YA DA ÖZKAN MAMATİ'NİN İFADESİNİ DİNLEYİP ONA GÖRE İFADE VERDİĞİNİ göstermektedir. Ki her iki durum da kanuna aykırı ve yasaktır. Nitekim, bunu fark eden memurlar bir önceki maddede de anlattığımız şekilde, SONRADAN TAHRİF ETTİKLERİ EVRAKTA BU CÜMLEYİ DE SİLMİŞLERDİR.
- Benzer durum, Uğur Şahin ile aynı gün ifadeye gelen Ümit Kuruca’nın ifadesinde de yaşanmıştır. Kuruca’nın ifadesinde yer alan “Ben Özkan MAMATİ ve Uğur ŞAHİN isimli arkadaşlarımın ifadesine tamamen katılıyorum ve eklemek istediğim konuları anlatmak istiyorum” cümlesi, İFADEDEN SONRADAN SİLİNEREK İFADE ÜZERİNDE OYNAMA YAPILMIŞTIR. Ancak, 24.11.2017 tarihli Emniyet Raporu içerisinde bu ifadelerden alıntılar yapılırken BU DETAY UNUTULMUŞ VE İFADENİN ORJİNALİNDE YER ALAN BU CÜMLE RAPORA GİRMİŞTİR.
- Mali Şube'de yaptırılan FOTOĞRAF TEŞHİSLERİNİN TAMAMI BİRÇOK CİHETTEN HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE İCRA EDİLMİŞTİR. Henüz operasyon dahi yapılmamışken ve hiçbir şüpheli gözaltına alınmamışken fotoğraf teşhisleri yaptırılmıştır. Oysaki PVSK Ek m.6/9'a göre teşhis, gözaltına alınan kişinin olayın faili ile aynı kişi olup olmadığını tespit etmek amacı ile icra edilir.
- Müştekilerden kanunun emrettiği şekilde faili tarif eden bir beyan alınmamıştır.
- Fotoğraf teşhislerinde, şüpheliye benzeyen birkaç kişinin de fotoğrafı bulunması kanunun amir hükmüyken, MÜŞTEKİLERE SADECE ŞÜPHELİNİN TEK BİR FOTOĞRAFI GÖSTERİLMİŞTİR.
- Bazı sözde mağdurlar teşhis için gösterilen kişilerin sadece isimlerini söyleyebilmişler, polisler tarafından bu kişilerin kimlik bilgileri kendilerine hatırlatılmıştır. Bu durum müştekilerin fotoğraf teşhis tutanaklarında “açık kimlik bilgilerini tarafınızdan öğrendiğim…” şeklinde yer almaktadır.
- Fotoğraf teşhislerindeki beyanların müştekinin özgür iradesiyle değil, teşhis evrağını dolduran Mali Şube memurunun keyfiyetiyle yazıldığı ortaya çıkmıştır. Örneğin, müştekiler Hatice Ural ve Elmas Hilal Kahraman’ın fotoğraf teşhisleri BİRBİRİNİN KOPYASI ŞEKLİNDE YAZILMIŞTIR. Bu kopyalamalarda bazı taşıma hataları olduğundan, cümlelerde anlamsız kesilmeler, eksiklikler, anlam bozuklukları da görülmektedir.
- Müştekiler Özkan Mamati ve Ümit Kuruca’nın fotoğraf teşhisleri birbirinin kopyası şeklinde yazılmıştır. HER İKİ KOPYALA-YAPIŞTIR METİNDEKİ İMLA HATALARI DAHİ BİRBİRİNİN AYNISIDIR.
- Polis operasyonunun yapıldığı 11 Temmuz 2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan tarafından, henüz şüphelilerin ifadeleri dahi alınmadan tüm basına bir bilgi notu gönderilerek ŞÜPHELİLER SANKİ SUÇLU GİBİ GÖSTERİLMİŞ, MASUMİYET KARİNESİ AYAKLAR ALTINA ALINMIŞTIR. Aynı zamanda da kumpası makul ve meşru gösterme, soruşturma ve operasyon sürecindeki vahşet derecesindeki kanunsuzluk ve hukuksuzlukları örtbas etme amaçlı bir algı zemini oluşturulmaya çalışılmıştır.
- Adnan Oktar nezarethanede bekletilirken KESİNLİKLE YASAK OLDUĞU HALDE, KİMLİĞİ BELİRSİZ BAZI MALİ ŞUBE POLİSLERİ TARAFINDAN FOTOĞRAFI ÇEKİLMİŞ VE BU FOTOĞRAF BASINA SIZDIRILMIŞTIR. Tüm şikayetlere rağmen, sorumlusu kolaylıkla bulunabilecekken bu fotoğrafı çekip basına servis ederek görevini kötüye kullanan ve açıkça suç işleyen memurun kimliğini tespit etmek için hiçbir idari işlem yapılmamıştır. Ya da kimliği bilindiği halde suç örtbas edilmiştir.
- Adnan Oktar ve arkadaşları sağlık kurumlarına her götürülüşlerinde basın mensupları gruplar halinde hazır edilmiştir. TÜM ŞÜPHELİLERİN FOTOĞRAFLARI ÇEKTİRİLMİŞ, DAHA SONRA BU FOTOĞRAFLAR BASINDA ŞÜPHELİLERİN YÜZLERİ GÖRÜNECEK ŞEKİLDE İSİMLERİYLE BİRLİKTE YAYINLANMIŞTIR.
- Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, operasyon sonrası yapılan bir etkinlikte, ORTADA HENÜZ NE BAŞLAMIŞ BİR YARGILAMA NE DE BİR YARGI KARARI BULUNMAZKEN, “EN HAZ ALDIĞIM OPERASYON” İFADESİNİ SARF EDEREK meslek etiğiyle bağdaşmayan, resmi devlet görevlisi olarak görev ve sorumluluk sınırlarının çok ötesine taşarak şahsi husumet hislerini ortaya dökmüştür.
- İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN YAYIMLANAN 2018 YILI FAALİYET RAPORUNDA operasyona sayfalarca yer ayrılmış, “sözde Mehdinin köşkü” ve “örgütün karargahı yerle bir” şeklinde devlet ciddiyeti ve ağırlığıyla uzaktan yakından alakası olmayan, adeta magazin basınına özgü başlıklar atılmıştır.
- OPERASYONDA EL KONULAN CEP TELEFONLARI MÜHÜRLÜ DELİL TORBASINA KONULMAMIŞ, HASH DEĞERLERİ ALINMAMIŞ, İMAJLARI ALINDIKTAN SONRA SAHİPLERİNE TESLİM EDİLMEMİŞTİR. BU CEP TELEFONLARININ ÇOĞUNUN EL KONULDUĞUNDA KAPATILMADIĞI, MALİ ŞUBE'YE GETİRİLDİKTEN SONRA ŞARJA TAKILARAK GÜNLERCE AÇIK TUTULDUĞU, KAPANMIŞ OLANLARIN AÇILARAK KURCALANDIĞI, HATTA BAZISININ İSTANBUL İÇİNDE DOLAŞTIRILDIĞI HTS kayıtlarından ortaya çıkarılmıştır.
- Sanık Arzu Leman Orcan’ın şahsi CEP TELEFONUNA OPERASYONDAN GÜNLER SONRA, yani telefon Mali Şube’ye teslim edildikten sonra MAÇ İZLEME PROGRAMI KURULMUŞ, PROGRAMIN ÜCRETİ DE OTOMATİK OLARAK SANIĞIN KREDİ KARTINDAN ÇEKTİRİLMİŞTİR.
- Gözaltına alınan ŞÜPHELİLERİN AYNI MÜDAFİLERDEN YARARLANMA HAKLARI ELLERİNDEN ALINMIŞ, “HER ŞÜPHELİ FARKLI BİR MÜDAFİ TARAFINDAN TEMSİL EDİLECEK” GİBİ TARİHTE DUYULMAMIŞ HUKUK DIŞI BİR UYGULAMA İLE ŞÜPHELİLERİN TANIDIĞI GÜVENDİĞİ MÜDAFİLERDEN YARDIM ALMASI ENGELLENMİŞTİR.
- Şüphelilerin Mali Şube’de gizli dosyada GÖZALTI SÜRECİNDE ALINAN İFADELERİ, YASAK OLMASINA RAĞMEN BASINA SIZDIRILMIŞTIR. Bu konuda yapılan tüm şikayetlere rağmen hiçbir idari soruşturma yapılmamış, ifadeleri sızdıranların kimliği tespit edilmemiştir.
- Mali Şube’de alınan ifadeler sırasında ŞÜPHELİLERE NEYLE SUÇLANDIKLARI AÇIKLANMAMIŞTIR. Birçok şüpheli, 1 haftalık gözaltı süreci sonucunda çıkarıldıkları Sulh Ceza Hakimliği’nde haklarındaki suçlamaları hayret içinde dinlemiştir. Üstelik henüz tüm şüpheliler mahkemeye çıkmamış ve haklarında tutuklama kararı verilmemişken basında “tutuklanan şüphelilerin” listesi yer almıştır.
- Polis operasyonundan iddianame kabulüne kadar geçen süreçte soruşturma üzerinde gizlilik kararı olduğundan sanıklar ve müdafileri dosya içeriğindeki tek bir sayfa evraktan bile haberdar olmamıştır. İddianamenin kabul edildiği tarih itibariyle 3908 sayfalık iddianame haricinde dava dosyasının hacmi yaklaşık olarak 50.000 sayfanın üzerindedir. İddianamenin kabul tarihinden ilk duruşma tarihine kadarki 2 aylık sürecin sanık savunmalarının hazırlanması için yeterli olmadığı izahtan varestedir.
- Cezaevindeyken bir daha uzun yıllar hapisten çıkamayacakları, gün yüzü göremeyecekleri tehditleriyle korkutularak ETKİN PİŞMAN OLMAYA MECBUR BIRAKILAN BAZI ŞÜPHELİLER, SAVCILIK YERİNE CMK M.148/5’E AYKIRI ŞEKİLDE MALİ ŞUBE’YE İFADEYE GÖTÜRÜLMÜŞTÜR. Bu ifade sürelerinde de büyük anormallikler olup, bu ifadelerin üzerinde çalışıldığı, oynamalar, eklemeler, çıkarmalar ve düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Ece Koç ve Emre Kutlu’nun ifadeleri ardışık 5 gün, Murat Develioğlu ve Serdar Dayanık’ın ifadeleri ardışık 6 gün, Ayça Pars, Mustafa Arular, Çağla Teker ve Beril Koncagül’ün ifadeleri ardışık 7 gün, Altuğ Revnak Eti’nin ifadesi ise ardışık 9 gün boyunca devam etmiştir.
- Bu kişilerin etkin pişman olmaya karar verdiklerinde savcılık makamına yazdıkları el yazısı dilekçelerinde anlattıklarıyla, hemen ardından savcılıkta alınması gerektiği halde kanunsuz olarak Mali Şube'de alınan ifadelerinde anlattıkları arasında BÜYÜK FARKLILIKLAR MEVCUTTUR. El yazısı dilekçelerinde yer almayan sayısız asılsız ve hayali suç iddiası, Mali Şube ifadelerinde ortaya çıkmıştır.
- 2018’de tutuklanarak cezaevlerine dağıtılan bir kısım şüphelileri, kendilerini hiç tanımadığı halde ziyaret eden Fuat Selvi isimli avukat, onları etkin pişmanlığa sevk etmeye çalışırken “VATAN EMNİYETTE İFADELER ÜZERİNDE POLİS EŞLİĞİNDE HEP BERABER ÇALIŞIYORUZ, İFADENİN NOKTASINA KADAR HERŞEYİNİ BERABER YÖNETİYORUZ” şeklinde adeta skandal niteliğinde vahim ifadelerde bulunmuştur.
- Beril Koncagül (Alin İzgi Demir), ilk ifadesini Mali Şube’de vermiş, burada tüm suçlamaları reddederek Adnan Oktar ve arkadaşlarını son derece samimi ve kapsamlı şekilde savunmuştur. Ardından tutuklanarak Bursa Yenişehir Cezaevi'ne gönderilmiştir. Buradan Adnan Oktar’a ve diğer şüpheli arkadaşlarına sayısız mektup yazmış, sevgisini en candan şekilde ortaya koymuştur. İlerleyen süreçte 2 AYRI TARİHTE DİLEKÇE YAZARAK ÖZKAN MAMATİ VE BAZI MÜŞTEKİLERİN AİLESİNİ TEHDİT ETTİĞİNİ, KENDİSİNİN BİR DAHA GÜN YÜZÜ GÖREMEYECEĞİNİ SÖYLEDİKLERİNİ BELİRTMİŞ VE KENDİSİNİ GÜVENDE HİSSETMEDİĞİNİ SÖYLEYEREK DEVLETTEN YARDIM İSTEMİŞTİR. Ancak, husumetli müştekilerin bu baskılarına karşı hiçbir işlem yapılmamış, önlem alınmamıştır. Beril Koncagül ve aynı hücrede tutulan Çağla Çelenlioğlu’nu (Çağla Doğan) izinsiz ziyarete gelen, Özkan Mamati'nin arkadaşı olan İzmir Barosu’na kayıtlı Av. Hüseyin Küçük, etkin pişman olmazlarsa bir daha hapisten çıkamayacaklarını söyleyerek onları da itirafçı olmaya mecbur bırakmıştır.
- Şüpheliler kasıtlı olarak, İKAMET İLLERİ OLAN İSTANBUL DIŞINDA 18 FARKLI CEZAEVİNE DAĞITILMIŞ, AYNI CEZAEVİNDE OLANLARIN DA FARKLI KOĞUŞLARA YERLEŞTİRİLMESİ VE BİRBİRLERİNİ GÖRMEMELERİ SAĞLANMIŞTIR. Sırf bu sebeple tutukluların en temel hakları olan etkinliklere ve eğitimlere katılmaları kısıtlanmıştır.
- Aynı aileye mensup kardeş olan birçok şüpheli farklı şehirlerdeki cezaevlerine yollanmış, zaten yaşlı olan ailelerinin ziyaretleri neredeyse imkansız hale getirilmiştir.
- Cezaevlerindeki onlarca yıllık yakın ARKADAŞLARININ HESAPLARINA PARA YATIRAN KİŞİLER HEDEF HALİNE GETİRİLMİŞ, basında haklarında asılsız suçlama kampanyaları yapılmıştır. Örneğin yaşlı ve hastalığı sebebiyle midesinin %80'i alınmış bir anne, kendi evladıyla birlikte aynı koğuştaki arkadaşına da 300 TL para yatırdı diye -güya örgüte yardım ve yataklık etmekle suçlanarak- tutuklanmış ve sorgusuz sualsiz 9 ay boyunca cezaevinde tutulmuştur.
- Müştekilerden Zeliha Türkan Akyüzalp, 17.08.2020 tarihinde bir dilekçe sunarak müşteki Özkan Mamati ve birtakım kişilerden şikayetçi olmuştur. Bu dilekçesinde, Özkan Mamati'nin kendisine, çevresinin çok geniş olduğunu, polis-savcı herkesi kontrol ettiğini, yurt dışından ve yurt içinden şikayetçi olacak kişileri Mali Şube’ye ifadeye getirdiğini, bunun için uçak paralarını ve yol masraflarını da onun (Zeliha Türkan Akyüzalp’in) karşılaması gerektiğini söylediğini anlatmıştır. Özkan Mamati kendisini bu operasyonun planlayıcısı gibi tanıtmış, Mali Şube’de yatıp kalktığını, onun haberi olmadan kuş uçmadığını iddia etmiştir. ÖZKAN MAMATİ “BEN KİMİ İSTESEM TUTUKLATTIM. SÖYLEMİŞTİM SİZE, DOĞRU ÇIKTI MI, ÇIKTI” DEMİŞTİR.
- Zeliha Türkan Akyüzalp’in dilekçesinden bir paragraf şöyledir: “(Özkan Mamati) 'YAZ YAZ YAZ DİYE BÜTÜN İSİMLERİ SAYDIM, POLİSLER SÖYLEDİĞİM HERKESİ YAZDI. HATTA BİR POLİS 'ABİ BUNU NİYE YAZIYORUZ?' DEYİNCE 'SEN YAZ SONRA ONA BİRŞEY BULURUZ' DEDİM, ONU DA YAZDIRDIM. KİM VAR KİM YOK HERKESİ SAYDIM' DİYE ÖZKAN GÜLEREK ANLATTI BANA. Bizzat ağzından bunları duyunca korktum.” Zeliha Türkan Akyüzalp tüm bu öğrendikleri sonunda sanıklar aleyhinde aldatıldığını anlayarak 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyadan şikayetini geri çekmiştir.
- Etkin pişman sanıklardan Kemal Ayaz, dava dosyasına sunduğu dilekçesinde Özkan Mamati ve Uğur Şahin’in başını çektiği bir grubun kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeleri için bu kişileri tehdit ederek baskı yaptıklarını delilleriyle ortaya koymuştur. Kemal Ayaz BU GRUBUN İSTEKLERİNİ REDDEDİP ONLARIN YANINDA YER ALMADIĞI İÇİN, ASİYE SANDIKÇI’NIN VE HANİFE AKALIN’IN İLK İFADELERİNDE KENDİSİ HAKKINDA HİÇBİR BEYANDA BULUNMAMIŞKEN DAHA SONRA EK İFADE VERMEYE GİDEREK KENDİSİNİ DE CİNSEL SALDIRI İLE SUÇLADIKLARINI beyan etmiştir. Kemal Ayaz dilekçesinde müşteki ve etkin pişman kadınların Özkan Mamati ile işbirliği içinde yalan beyan ve asılsız, sahte ithamlarda bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim etkin pişman Ayça Pars da birçok kez Özkan Mamati’nin tehditlerine maruz kalmış, bu tehditlerle ilgili belgeleri sunmak için Savcı Serdar Akan’la görüşmüştür. Ancak elindeki belgeleri sunarsa Özkan Mamati’nin kendisini davada sözde “yönetici” ya da “FETÖ” bağlantılı şeklinde suçlamasından korktuğunu açıkça dile getirmiştir.
- Sayıları 40’ın üzerinde olan kadın müştekiler, sanıklara karşı geçmiş 30 yıla yayılan cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlamalarında bulunmuştur. Bu suçlamalar neticesinde ilk yargılama sürecinde 372 ayrı cinsel saldırı ve cinsel istismar cezası verilmiştir. (Bunların tamamı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur.) Ne var ki bu suçlamaları yönelten kadın müştekilerle aynı yıllarda camiada yer almış olan erkek müştekiler hakkında ise tek bir tane dahi suçlama bulunmamaktadır. TEK BİR MÜŞTEKİ ERKEK DAHİ CİNSEL SUÇLARA DAHİL EDİLMEMİŞ, ADI GEÇİRİLMEMİŞTİR. Bu durum, müşteki erkeklerle müşteki kadınların işbirliği ve bir nevi danışıklı dövüş içinde hareket ettiğinin açık göstergesidir.
- Müşteki Hanife Akalın 01.05.2018 tarihli Mali Şube ifadesinde güya kendisine sistematik olarak cinsel saldırıda bulunan kişilerin isim listesini vermiş, bunların arasında “Ramazan” isimli bir kişiyi de saymıştır. Hanife Akalın bu listeyi verdiğinde camiada sadece tek bir Ramazan mevcuttur, o da Ramazan Manay’dır. Hanife’nin ifade tarihinde Ramazan Manay halen camiadadır, ancak daha sonra camiadan ayrılıp 22.02.2019’da sanıklar aleyhinde ifade vermeye gitmiştir. Ancak, çok garip bir şekilde İFADESİ ETKİN PİŞMAN SANIK OLARAK DEĞİL MÜŞTEKİ OLARAK ALINMIŞTIR. Hanife Akalın 01.09.2020’de mahkemede ifade verirken kendisine, “Ramazan” dediği kişinin “Ramazan Manay” olup olmadığı sorulmuştur. Hanife Akalın yıllar önce güya kendisine cinsel saldırıda bulunan kişilerin isimlerini harf sırasına göre listeleyebilecek kadar iyi bir hafızaya sahipken, güya bu Ramazan’ın kim olduğunu "hatırlayamadığını" beyan etmiştir. Kısaca, camiadayken, Özkan Mamati tarafından Hanife Akalın'ın cinsel saldırı iftiraları listesine yazılan Ramazan Manay camiadan ayrılıp, camianın aleyhine ifade verince HER NASILSA HANİFE AKALIN KENDİSİNİ HATIRLAYAMAMIŞTIR. Başka bir deyişle, Ramazan Manay arkadaş grubu aleyhinde beyanda bulununca ödüllendirilerek iftira listesinden çıkartılmıştır.
- Müşteki Özkan Mamati, fotoğraf teşhisinde Mehmet Zeki Gür isimli kişiyi sözde örgüt üyesi olarak teşhis etmiştir. Bunun tek sebebi ise, Özkan Mamati’nin bu kişiye duyduğu şahsi husumettir. Özkan Mamati bu kişiden ve ailesinden menfaat elde edebilmek için “FETÖ Borsası” denilen yöntemle haklarında FETÖ’cü olduklarına dair fişlemeler yapmıştır. Bu planın sonucunda da Mehmet Zeki Gür’ü tehdit edebilmek için arkadaş grubuyla hiçbir bağlantısı olmadığı halde soruşturmaya dahil edilmesini sağlamıştır. Mehmet Zeki Gür’ün camiayla ve yargılanan sanıklarla hiçbir ilişkisi, teması, görüşmesi, HTS kaydı yoktur. Bu kişinin soruşturması tefrik edilmiş ve Adnan Oktar Davası'ndan ayrı tutulmuştur. 24.11.2020 tarihinde de hakkında KYOK kararı verilmiştir. Kararı yazan savcı, Adnan Oktar Davası'nın da savcısı olan Serdar Akan’dır. Savcı Serdar Akan, KYOK kararı verirken “müştekilerin salt soyut iddiaları dışında kamu davası açmak için somut ve yeterli delil olmadığı” gerekçesini kullanmıştır. Oysa, Adnan Oktar Davası'nda tutuklanan şüphelilerin tamamı Mehmet Zeki Gür ile aynı durumdadır, haklarında somut hiçbir delil olmayıp tek sözde dayanak müşteki ifadeleridir. SAVCI SERDAR AKAN, BU KYOK KARARINI ADNAN OKTAR DAVASI DOSYASINDAN GİZLEYEREK ÖĞRENİLMEMESİNE YÖNELİK BÜYÜK ÇABA HARCAMIŞ, DAVA DOSYASINA KYOK EVRAKINI DA GÖNDERMEMİŞTİR.
- Merve Bozyiğit isimli sanık, operasyondan 3 ay sonra ailesiyle birlikte yaşadığı evden bir sabah baskınıyla gözaltına alınmıştır. İfadesi sırasında barodan avukat atanmasını talep etmiştir. Ancak, ilginç bir şekilde KENDİSİNİ SAVUNMAYA GELEN AVUKAT, SORGULAMANIN YAPILDIĞI MALİ ŞUBE’DE GÖREVLİ BİR KOMİSERİN EŞİDİR. BU AVUKAT MERVE BOZYİĞİT’E ETKİN PİŞMAN OLMASI İÇİN BASKI YAPMIŞ VE SORGU SIRASINDA DA ODADAN ÇIKIP YALNIZ BIRAKMIŞTIR. Merve Bozyiğit bu ifadede yazılanların hiçbirini kabul etmediğini mahkemeye çıkınca beyan etmiş, ayrıca ifade sırasında polis memurlarının kendisine kötü muamelede bulunduğunu, hatta taciz ettiklerini anlatmıştır. Mahkemede gerçekleri beyan eden bu ifadesinden sonra mahkeme heyeti Merve Bozyiğit’in tutuklanmasına karar vermiştir.
- Kocaeli Barosu'na bağlı hanım avukat Hümeyra Nur Yavuz, Kocaeli 1 No’lu F Tipi C.İ.K.’daki şüphelilere avukatlık hizmeti vermek için tutulmuştur. Ancak, basında hakkında asılsız haberler yapılmıştır. Mali Şube’de görevli komiser Ayhan Bedir kendisine telefonda “(cezaevine girdikten sonra etkin pişman yapılan) Ayça Pars gibi zayıf halka gördüğün kişileri bize bildir” demiştir. Aynı şubede görevli bir başka komiser olan Baybars Düzdemir ise hanım avukattan, tutuklulardan ziyade dışarıdan herhangi bir kişi kendisine ulaşmak isterse Mali Şube’ye haber vermesi şeklinde kanunsuz bir talepte bulunmuştur. Mali Şube memurları, Hümeyra Nur Yavuz’u günün her saatinde telefonla sürekli arayarak rahatsız etmiştir. DOSYA SAVCISI SERDAR AKAN İSE HÜMEYRA NUR YAVUZ’DAN ŞÜPHELİLER ALEYHİNE BİR BİLGİ EDİNEBİLECEKLERİ UMUDUYLA KANUNU DOLANMA AMAÇLI TAVSİYELER VERMİŞ, YAVUZ’UN SIR SAKLAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ OLDUĞUNU AMA ŞÜPHELİ KONUMUNA GEÇERSE BU YÜKÜMLÜLÜĞÜN ORTADAN KALKACAĞINI SÖYLEYEREK VATAN CADDESİ EMNİYET'E GİDİP ŞÜPHELİ OLARAK İFADE VERMESİ YÖNÜNDE AKLA ZİYAN BİR ÖNERİDE BULUNMUŞTUR. Avukat Hümeyra Nur bu hukuksuz girişimler karşısında geri adım atmamış, bilakis şikayet dilekçesi yazarak adı geçen emniyet görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
- Serdar Akan benzer şekilde 19.03.2020 tarihli SEGBİS ifadesinde etkin pişmanlık yasasından yararlanmak isteyen Ali Şeref Gider’e, dosya kapsamında böyle bir isnat olmamasına rağmen “Adnan Oktar terör örgütüyle kimin vasıtasıyla ne zaman tanıştınız...” şeklinde soru sormuş, böylece sorguladığı Ali Şeref Gider’i açıkça yanıltarak kendisinin bir terör örgütüne üye olmakla suçlandığı dolayısıyla terör suçları ile suçlanacağı ve yargılanacağı algısını oluşturmayı amaçlamıştır. Serdar Akan yine aynı SEGBİS ifadesinin devam eden bölümlerinde müşteki Deniz Şakak ile ilgili iddiaları sorarken, “bizim müştekilerden Deniz Şakak” ifadesini kullanarak aslında Ali Şeref Gider’e “senden şikâyetçi olanların ipleri benim elimde” mesajı verip baskı yapmıştır.
- 17 Eylül 2019 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi; Galip Mehmet Perk, Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Talip Ergen’den oluşan ve bu dava için özel olarak atanan bu heyet ile 2019/313 Esas dosya sayısıyla Kamuoyunda “Adnan Oktar Davası” olarak bilinen davaya başlamıştır.
- Pandemi dolayısıyla yargılamaya 3 ay (10 Mart-23 Haziran 2020) ara verilmiştir.
- Aşamalarda eklenen ek iddianameler ile birlikte dava kapsamında toplam 236 sanık, 26 tanık, 27 etkin pişman sanık, 209 etkin pişman olmayı kabul etmeyen sanık bulunmaktadır. Bu sanıkların 170’i ortalama 17 ay boyunca tutuklu yargılanmış, daha sonra ise 78 tanesi tutuklu, 96 tanesi konutu terk etmeme adli kontrol şartıyla ev hapsinde, 35 tanesi ise belirlenen günlerde ilgili karakollarda imza atmak suretiyle yargılama devam etmiştir.
- Sanıklara isnat olunan suç maddelerinin toplamı şu şekildedir: TCK m. 220/1,2,7-3, TCK m.328, TCK m.102, TCK m.103, TCK m.112, TCK m.96, TCK m.106, TCK m.107, TCK m. 109, TCK m.125, TCK m.282, TCK m.133, TCK m.158, TCK m.135, TCK m.82, TCK m.314/2, TCK m.205, TCK m.210, TCK m.283 ve 6136 sayılı, 3628 sayılı, 5607 sayılı kanunlara muhalafet suçlamaları olup TCK m.220/1-3 kapsamında yargılanan sanıklar TCK m.220/5 göndermesiyle tüm bu suçlar bakımından sorumlu tutulmuşlardır.
- 11 Temmuz 2018 tarihinde sabah 05:00’te başlayan ve Mali Şube’nin icra ettiği polis operasyonunda şüphelilere ait 100’den fazla ikamet ve işyerine sabah baskınları yapılmıştır. Dava kapsamında 235 sanığın tüm mal varlıklarına el konmuş, 86 ayrı şirketin mal varlıklarına el konmuş ve yönetimleri hukuka aykırı şekilde TMSF kayyumluğuna devredilmiştir. Ayrıca 5 tane şirketin, 34 tane taşınmazın, 64 tane aracın müsaderesi istenmektedir.
- İddia makamı 13.11.2020 tarihinde esas hakkında mütalaasını dosyaya sunmuştur. Bu mütalaa ise 499 sayfadan oluşmaktadır.
- Mütalaanın açıklanmasından hemen sonra sanıkların yokluğunda ifadeleri alınan henüz müşteki, mağdur, tanık ifadelerinin çözüm tutanaklarının tamamı sanıklara ulaşmadan ve bunlar incelenmeden 30.11.2020 tarihinde sanıkların esas hakkında mütalaaya karşı beyanları cebren alınmıştır.
- Sanıkların esas hakkında mütalaaya karşı beyanlarının alınması 22.12.2020 tarihli duruşmada saat 16:15’de bitmiş olup mahkeme heyeti önceden tebliğ etmediği veya ara karar tesis etmediği halde alelacele sanık müdafilerinin esas hakkında son savunmalarını sunmasını istemiştir.
- CMK’nın amir hükümleri hilafına Arzu Cevahir isimli tanık duruşmanın ilk haftasında duruşmaları takip etmiş ve sanık sorguları sırasında salonda hazır bulunmuştur.
- Toplamda 71 sanık müdafinden alınan son savunmalar 22.12.2020 tarihinde başlamış ve 29.12.2020 tarihinde sonlandırılmıştır (Bu beyanlara dair SEGBİS çözüm tutanakları dava dosyasına gelmeden hüküm verilmiştir).
- Mahkemenin sanıkların son sözlerini alması ve hükmünü açıklaması: 29.12.2020 tarihli duruşmada saat 18:35 sularında sanık müdafilerinin son savunmaları tamamlanmış ve mahkeme salonunun kapıları kapatılarak kimsenin (namaz, ihtiyaç vs dahil) dışarıya çıkmasına izin verilmeyerek sanıklardan son sözleri sorulmuştur. Öyle ki Mahkeme Başkanı “son söz değil son cümle” diyerek vurgu yapmış ve sanıkların son sözlerinde dahi bir iki cümleden fazla konuşması durumunda azarlayarak susturma girişiminde bulunmuştur. Aynı gün yani 29.12.2020 tarih saat 20:30 sularında son sözlerin sorulma işlemleri tamamlanmış ve mahkeme karar vereceğini belirterek duruşmayı 11.01.2021 tarihine ertelemiştir.
- İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 11 Ocak 2021 tarihindeki duruşmada sanıklar hakkında on binlerce yılı bulan hapis ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
- 15 Mart 2022 tarihinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, 1,5 yıl dosyayı inceleyerek, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 700’ün üzerinde ayrı noktada, hukuksuzluk ve usulsüzlük yaptığını tespit etmiş ve 2021/696 E., 2022/258K sayılı 15.03.2022 tarihli kararı ile yerel mahkemenin kararını bozarak 68 sanığın tahliyesine karar vermiştir. Akabinde bu bozma kararına imza atan heyet hakkında soruşturma açılmış ve Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından üyeler başka dairelere atanmıştır.
- İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin kararını müteakiben Hilal Kaplan, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Mine Kırıkkanat gibi Adnan Oktar ve arkadaşlarına husumetli kişilerin kararı etkisizleştirme ve tahliye edilenlerin tekrar tutuklanmasını sağlama çalışması başlamıştır. Söz konusu kişilerin öncülüğünü yaptığı provokatif yayınların ardından öncelikle dosyada Müvekkil Adnan Oktar’ın müdafiliğini üstlenmiş 4 avukat gözaltına alınarak ofislerinde arama ve el koyma yapılmış, halen sürmekte olan davaya ait birçok dosya ve belgeye el konmuştur. Müdafilerden biri olan Av. Sinem Mollahasanoğlu hukuksuz bir şekilde tutuklanmış, diğerleri adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır.
- İstanbul BAM Cumhuriyet Başsavcılığı, tahliye kararına itiraz etmiştir. İstanbul BAM 2. Ceza Dairesi, itirazı kabul etmiş ve 14 ay boyunca, yaklaşık 600 klasör olan dosyanın incelenmesiyle hazırlanan, 400 sayfalık son derece detaylı ve gerekçeli BAM 1. CD kararına karşı, 600 klasör ve 100 bin sayfanın üzerindeki dosyayı “iki gün içinde” inceleyerek bir kaç cümlelik bir gerekçeyle sanıkların yeniden tutuklanmasına karar vermiştir. Üstelik bu karar sanıklar tarafından ilk olarak, henüz karar sanıklara tebliğ edilmeden ve UYAP’a girmemişken, gazeteci Nedim Şener’in tekrar tutuklanacak kişileri Twitter’da isim isim yayınlanmasıyla öğrenilmiştir. Sanık avukatlarının dahi saatler sonra öğrenebildiği bu bilgiyi Nedim Şener’in duyurması elbette adalete karşı çok güven sarsıcıdır. Sanıkların %99’u tekrar tutuklanacaklarını öğrendikleri anda kendilerine en yakın güvenlik güçlerine teslim olmak için başvurmuşlardır. Ancak karar henüz ilgili birimlere tebliğ edilmediğinden, sanıklara dışarıda beklemeleri söylenmiş ve tutuklama işlemi yapılmamıştır. Buna rağmen tutuklamalar başladığında birçok haber sitesi sanıklarla ilgili “yakalandılar” ifadesini kullanmış ve sanıkların kendilerinin teslim olduğu hiçbir medya kanalında belirtilmemiştir.
- İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin bozma kararına binaen İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi yeni bir heyet ile sanıkları 6 Eylül 2022 tarihli duruşma ile ikinci kovuşturma sürecine başlamıştır. Mahkeme 16 Kasım 2022 tarihinde yargılamayı tamamlayarak alelacele kararını ilan etmiştir.
- Bozma sonrası yürütülen 2. kovuşturma sürecinde Bozma ilamında işaret edilen 36 adet eksikliğin hemen hemen hiçbirisi tamamlanmamıştır.
- İlk kovuşturma süreci sonunda alınan kararların %90’ından fazlası BAM 1CD tarafından net, sarih bozma gerekçeleriyle bozulmuşken, ikinci kovuşturmayı yapan İstanbul 30. ACM heyeti TCK m.220/2-3 isnadıyla tutuksuz yargılanan sanıkların savunma süresini SADECE 15 DAKİKA, tutuklu yargılanan sanıkların savunma süresi SADECE 30 DAKİKA ile sınırlı tutmuştur.
- İkinci kovuşturma sürecinde yerel mahkeme 215 sanık ve müdafilerinin ortaya koyduğu yüzlerce tevsi tahkikat talebinden tek bir tanesi bile kabul etmemiştir. Mahkeme bunların arasından tek birinin bile hukuka uygun olmadığını, gerekli olmadığını, maddi hakikatin ortaya çıkarılmasına katkısı bulunmayacağını iddia etmiştir.
- Sanıklar veya müdafilerince alınarak dosyaya sunulan, aralarında Dr. İzzet Özgenç, Prof. Dr. Adem Sözüer ve Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. Ahmet Gökçen, Prof. Dr. Ümit Kocasakal, Prof. Dr. Osman Can, Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu, Prof. Dr. İlhan Tomanbay, Doç. Dr. Fatih Birtek, Prof. Dr. Fatih Yavuz, Prof. Dr. Yusuf Yaşar gibi hocaların mütalaalarının da bulunduğu 63 ayrı bilimsel uzman mütalaası bulunmakta olup, Mahkeme bu mütalaaların hiçbirini gerekçeli kararında değerlendirmemiştir.
- 100’den fazla müşteki, 300’ye yakın sanık, yüzlerce suç isnadı ve toplamda 600’e yakın klasör dolusu evrak ile Türkiye tarihinin en büyük dava dosyalarından birisi olan temyize konu dosya, İstanbul BAM 1CD tarafından hafta sonları da dahil 48 gün içinde güya incelenmiş ve 12.04.2023’te istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.
- 04.2023 tarihli BAM 1CD ret kararı toplam 231 sayfadır. Bunun ilk 40 sayfası, yerel mahkeme gerekçeli kararının birebir kopyalanması ile oluşturulmuştur. Sanıkların ve müdafilerin savunmalarına dair tek bir satır yoktur. Tüm sanıkların ve müdafilerin istinaf başvurularında ortaya koydukları hukuka aykırılık halleri bakımından tek bir satır değerlendirme yoktur.
- Avukat görüş kısıtlılığı sadece hükümlüler aleyhinde uygulanabilecek bir tedbir olduğu halde, sanık Adnan Oktar hakkında hiçbir hukuki dayanak olmaksızın dava boyunca ve hükümden sonra avukat kısıtlılığı en ağır şekilde uygulanmıştır. Avukat yardımından yararlanma ve savunma hakkı kanunsuz biçimde çiğnenmiştir.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların maruz kaldığı temek hak ve özgürlükler hakkında sık sık bilgilendirilmiştir. Buna karşın yerel mahkemenin ve istinaf mahkemesinin bunları hiç bir şekilde değerlendirilmeye dahi almamış olması hukuk adına son derece vahim olup hepsinin yeniden toplu halde bilginize sunulmasını gerektirmiştir.
- DOSYADA UYGULANAN İLETİŞİMİN TESPİTİ, DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI TEDBİRLERİ KANUNA AYKIRI VE HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİDİR
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 12. maddesi kişisel yazışma ve özel hayatı koruma altına alırken iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde ve Anayasamızda haberleşme özgürlüğü teminat altına alınmıştır.
AİHS Madde 8- Özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı
- Herkes, özel yaşamına ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
- Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamı tarafından, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin ya da ülkenin ekonomik refahının yararı, suçun ya da düzensizliğin önlenmesi, sağlığın ya da ahlakın korunması için, yahut başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunması için, hukuka uygun olarak yapılan ve bir demokratik toplumda gerekli bulunanlar hariç, hiçbir müdahale olmayacaktır.
Anayasa madde 22: 'Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Milli Güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden kalkar."
AİHM, Halford/Birleşik Krallık[3], Malone/Birleşik Krallık[4], Weber ve Saravia/Almanya[5] kararlarında telefon görüşmelerinin dinlenmesinin Madde 8 uyarınca özel hayat ve haberleşme kavramının içerisine girdiğini belirlemiştir.
Yüksek Mahkemeye göre telefon konuşmalarının dinlenmesi ya da başka şekillerde denetlenmesi özel hayata ve haberleşmeye ciddi bir müdahaledir ve bundan ötürü kesin bir yasaya dayanmalıdır. Özellikle de kullanılabilen teknoloji sürekli daha da karmaşık hale geldiğinden, konuya ilişkin açık, detaylı kuralların bulunması elzemdir (Kruslin /Fransa, § 33).
AİHM’ne göre Davalı Devletin ulusal güvenliğini gizli izleme tedbirleriyle korumadaki menfaati, bir başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalenin ciddiyeti karşısında dengelenirken, ulusal makamlar ulusal güvenliği koruma meşru amacına erişmenin araçlarını seçmekte belli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak, kötüye kullanıma karşı yeterli ve etkili güvenceler bulunmalıdır. Dolayısıyla Mahkeme, olası tedbirlerin mahiyeti, kapsamı ve süresi, bunlara izin vermeye, bunları yerine getirmeye ve denetlemeye yetkili makamlar ve ulusal hukukun tanıdığı başvuru yolunun türü gibi dava koşullarını dikkate alır.[6]
Mahkeme başvurucuların telefon görüşmelerinin suçlar için yürütülen kovuşturma bağlamında denetlendiği, “sayaçlandığı” (“metered”) veya dinlendiği durumlarda Madde 8 ihlalleri bulmuştur (Malone /Birleşik Krallık; Khan /Birleşik Krallık). “Hukuka uygun” ifadesi sadece ulusal hukuka uyulmasını gerektirmez, aynı zamanda bu hukukun kalitesine de ilişkindir ve bunun hukukun üstünlüğüne uygun olmasını gerektirir (Halford/Birleşik Krallık[7]). AİHM’nin Khan/Birleşik Krallık[8] Kararı’na göre kamu makamlarınca gerçekleştirilen gizli izleme bağlamında, ulusal hukukun, bir bireyin Madde 8 altındaki hakkına keyfi müdahaleye karşı koruma sağlaması gerekir. Dahası hukuk, lafzı bakımından bireylere kamu makamlarının böyle gizli tedbirlere hangi hallerde ve koşullarda başvurabileceği ile ilgili yeterli bir emare sağlayacak ölçüde açık olmalıdır (ibid.). Yüksek Mahkeme’ye göre gizli dinleme cihazlarının kullanımını düzenleyen yasal bir sistem olmadığında ve bunlara ilişkin rehberler bağlayıcı ya da doğrudan kamu tarafından erişilebilir olmadığında, müdahale Madde 8§2’nin gerektirdiği üzere “hukuka uygun” değildir ve dolayısıyla Madde 8 ihlali teşkil eder (Khan/Birleşik Krallık, §§ 27-28).
Mahkeme için “dinleme” o kadar ciddi bir işlemdir ki; gerekli iç hukuka uyulmuş olsa dahi telefonu dinleme suretiyle elde edilen belli konuşmaların içeriğinin medyaya sızdırılmasını Madde 8 ihlalini teşkil etmektedir (Drakšas /Litvanya[9]).
Görüleceği üzere Yüksek Mahkeme telefonla yapılan iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınması ile bu şekilde elde edilecek delillerin kullanılması konusunda belirleyici sınırlamalar getirmemiş olmasına karşın iletişimin dinlenmesi tedbirine ilişkin tüm ayrıntıların yasalarda yer alması ve bunlara uyulmuş olması gerektiği vurgulanmıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunumuz da konuyu kişinin mahremiyet hakkı ile kamunun suçların önlenmesi ve aydınlatılması ihtiyacı arasında bir denge sorunu olarak değerlendirmekte, Anayasamıza ve insan hakları hukukunun yerleşik yaklaşımlarına uygun bir düzenleme getirmektedir. Ne var ki Adnan Oktar Davası’nda madde 8’in ihlali olarak yorumlanan durumların hemen tamamı fazlası ile yaşanmıştır. Huzurunuzdaki dosyada;
- Bir kısım sanıklar hakkında iletişim tespiti ve uzatma kararları verilmiş olup, bu kararlara dayanak olan talep yazılarını düzenleyen soruşturma makamının kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturduğu söylenen bilgilere ne suretle eriştiği belirlenememekte, soruşturma makamının talep yazılarında kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturabilecek herhangi bir belge ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 7/1 maddesine göre hazırlanması gereken gerekçeli raporun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
- TCK m. 220/3 hükümlerinden dosya kapsamında CMK m.135 tedbirine başvurulan herkese karar talep edilmiş ve Sulh Ceza Hakimliklerince de bu kararlar kabul edilmiştir. Soruşturma makamının da Sulh Ceza Hakimliklerinin de farkında olduğu üzere "iddia edilen suç örgütünde" herkese yönelik "delil elde edememe ya da kuvvetli suç şüphesinden bahsedilmesi" mümkün değildir. Bu nedenle de başvurulan CMK m. 135 tedbirinin hukuka aykırı olarak ve sırf kişilerin dinlenebilmesi ve "bir suç bulalım" beklentisi ile yapılmış olduğu açıktır.
- İletişimin dinlenilmesi kararı verilebilmesi için öngördüğü subjektif şartın ikinci unsuru başka suretle delil elde etme imkanının bulunmamasıdır. Oysa İletişimin dinlenilmesine ilişkin kararlar verilmeden önce başka suretle delil elde etmeye ilişkin soyut ifadeler dışında dosya kapsamında yeterli çalışma yapılmamıştır.
- Bir kısım sanıklarda olduğu gibi haklarında iletişimin tespiti kararı verilen şüphelilerle görüşmeleri tespit edilen ve o aşamada haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunmayan bu sanıklar hakkında CMK'nın 138/1 maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısına derhal bildirimde bulunularak iletişim tespiti kararı alınması gerekirken usulüne uygun karar alınmadan yapılan görüşmelere ilişkin tutanaklar imha edilmeyip dosyada kanıt olarak yer almıştır.
- Dinleme için gösterilen suçlamalardan 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanuna Muhalefet suçlamasından ve TCK m.331 Uluslararası Casusluk Suçlamasından 2016/103113 soruşturma numaralı dosya kapsamında hiç kimse hakkında tefrik, KYOK ya da kamu davası açılması yoluna gidilmemiştir. Buna karşın dosya kapsamında dahi olmayan suçlamalardan CMK m.135 tespitinin istenmesi hukuka aykırılığı açıkça göstermektedir.
- Mali Şube Müdürü tarafından 18.11.2017 tarihinde 326730 sicil numaralı polisin imzası hazırlandığı rapor ile 42 şüpheli için CMK m.135/1 dinleme tedbirine başvurulması talep edilmiştir. Raporda ve Mali Şube tarafından yazılan yazıda kuvvetli suç şüphesini gösteren nedenler gösterilmemiştir. Kuvvetli suç şüphesine ilişkin atıf veya anlatım dahi yapılmamıştır.
- Savcılık tarafından 05.10.2016 tarihindeki talimat bu rapora dayandırılmış ise de, savcılık tarafından verilen -10.2016 tarihli- talimatta 10 kişinin ismi bulunmakta iken, 18.11.2017 tarihli raporda ise 42 kişinin ismi bulunmaktadır. Savcılık tarafından bir talimat alınmaksızın "talimatın sınırları aşılarak" Mali Şube tarafından işlem tesis edilmiştir.
- Savcılık makamınca bu kişilere yönelik olarak kişi kişi bir değerlendirme yapılmamış, toptancı bir anlayışla talepte bulunulmuştur.
- Kuvvetli suç şüphesinin ve başka suretle delil elde etme olanağının bulunmaması halinin dosyamız kapsamında bireyselleştirilerek gösterilmesi gerekmektedir. Ancak yazılan rapor, savcılık talep yazısı ve Sulh Ceza Hakimliği kararında bireysel olarak gösterilmemiştir.
- Sulh Ceza Hakimliğinin kararında 'tanıkların birbirine uyumlu beyanı' ifadesi kuvvetli suç şüphesine delil olarak gösterilmiştir. Ancak dosya kapsamında11.2017 tarihine kadar yani dinleme talimatlarının verildiği esnada tanık olarak dinlenen kimse bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra somut delil olarak hiçbir şeyden bahsedilmemiş soruşturma makamlarının ne şekilde delillere ulaşamadığı da açıklanmamıştır.
- 01.2018 tarihinde Özkan Mamati tarafından ifadeye getirilen ve dosyaya sunulan belgelerde Cansu diye bir kişiye Berkay Kayabay’ın cinsel saldırıda bulunduğu iddia edilmiştir. Bunun üzerine 08.01.2018 tarihinde, başka suretle delil aranmadan, en temel işlem olan kimlik kontrolü dahi yapılmadan (Belgelerde “Cansu” ismiyle geçen kişinin gerçek ismi Beyza Özalıcı’dır) “müştekinin telefon numarası” sunulmasına rağmen “müşteki” çağrılmadan ve ifadesine dahi başvurulmadan Berkay Kayabay için CMK m. 135/1 tedbirinin (telefon dinlenmesi) uygulanması emniyet tarafından savcılık talimatı olmaksızın kollukça talep edilmiştir. Oysa Berkay Kayabay ismi 05.10.2016 tarihinde verilen talimatta bulunmamaktadır ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanuna Muhalefet suçlaması dosyamız kapsamında suçlama olarak bulunmamaktadır. TCK m. 282 hükmü Berkay Kayabay için iddianamede sevk edildiği suçlama da değildir.
11.01.2018 tarihinde Mali Şube Müdürü Furkan Sezer imzası ile Berkay Kayabay için CMK m.135 tedbirinin TCK m.220, TCK m.282 ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanuna Muhalefet suçlamalarından uygulanması istenmiştir. Savcı Serdar Akan tarafından 12.01.2018'de bu talep havale edilmiştir. Havale tarihinde, CBS teknik büroya yazılan yazıda, kuvvetli suç şüphesinden ve başka suretle delil elde etme imkanından hiç bahsedilmeden 2 ay süreyle CMK m.135 uyarınca iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi için TCK m.220/3'den karar alınması talep edilmiştir. Yazılan bu yazının ekinde bir evrak da gönderilmiş değildir. Aynı tarihte CBS teknik işlemler bürosu Sulh Ceza Hakimliğinden talepte bulunmuş ancak ekinde bir evrak göndermemiştir. Basmakalıp ifadeler kullanılmıştır.
Önemle belirtmek gerekir ki Savcı Serdar Akan ve 235756 ile 326730 sicil numaralı polis memurunun ortak tuttukları tutanakta Berkay Kayabay için
- İddiaların doğruluğunun araştırılması,
- Berkay isimli şahsın örgüte üye olup olmadığının araştırılması,
- Birden çok kişi ile Cansu'nun birlikte olup olmadığı,
- Dosyanın gizliliğine gölge düşürülmemesi
gerekçeleri ile CMK m.135 tedbirinin uygulanması yönüyle talimat verildiği anlaşılmaktadır. Ancak CMK m. 135/1 hükmü incelendiğinde "kuvvetli suç şüphesi" ve başka suretle delil elde etme imkanının olmaması durumunun gerekçe olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca dosyanın gizliliğine gölge düşürmemek ise CMK m. 135/1 için gerekçe oluşturmamaktadır.
Ayrıca Berkay Kayabay hakkında "cinsel bir takım gerçek dışı isnatlara ilişkin" iddialar ortaya atılmıştır. Katalog suçlar içerisinde bulunan cinsel suçlamalara ilişkin olarak CMK m. 135/1 tedbiri uygulanması yerine anlaşılmaz şekilde TCK m. 220/3'den işlem tesis edilmesi de hukuka aykırıdır. Bu nedenle de bu delilin reddedilmesi gerekir.
- Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü yazısının ekindeki 02.2018 tarihli raporda "suç görüşmesine rastlanmadığı" rapor edilmiştir. Kabule göre dahi hiçbir suç şüphesini gösteren bilgi olmamasına rağmen (34 kişi) için 28.02.2018 tarihinden itibaren ikinci kez bir ay süre ile uzatılmasına karar verilmesi hukuka aykırıdır.
- İkinci kez 1 ay süreyle uzatım kararı verilmeden önce Sulh Ceza Hakimine kayda alınan verilerin çözümlemeleri yapılarak götürülmemiştir. Aksine, "suç görüşmesine rastlanmadığına" dair raporun varlığına rağmen işlem tesis edilmiş olması hukuka aykırıdır. Kanunda belirtilen 'örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen' suçların varlığı halinde dinlemeye devam edilebileceği hükmüne rağmen, raporda geçen 'suç görüşmesine rastlanmadığı' tespitine değinilmeksizin 'dinleme işlemine devam edilmek istenmesi' ve hakimlikçe de karar verilmesi hukuka aykırıdır.
- 03.2018 tarihinde hakkında CMK m.135 gereğince iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, çözümlenmesi tedbiri uygulanan 34 kişi hakkında üçüncü kez 1 ay süre ile kararın uzatılması savcılıktan talep edilmiştir. Bu talebe gerekçe olarak 10 sayfadan oluşan bir rapor sunulmuştur. Bu raporda kişi kişi değerlendirmelerde bulunularak "suç görüşmesinin bulunmadığı" daha sonrasında ise tümünü kapsayacak şekilde '...konu kapsamında değerlendirilebilecek suç görüşmelerine rastlanmadığı değerlendirilmiş...' denilmektedir. Ancak buna rağmen uzatım talebinde bulunulması hukuka aykırı bir durumdur.
- 04.2018 tarihinde Mali Şube Müdürü tarafından ekinde gösterilen 11 sayfalık rapor gerekçe gösterilerek 34 kişi hakkında verilen tedbir kararının dördüncü kez uzatılması talep edilmiştir. Hazırlanan rapor incelendiğinde kişiler özelinde suç görüşmelerinin bulunmadığı açıklanmış olmakla beraber, 25.04.2018 tarihli bu raporda ayrıca suç görüşmelerinin bulunmadığına dair rapora dayanılarak genel bir değerlendirilme yapılmıştır. Bu kişilerin gelinen aşama (28.04.2018) itibariyle "suç görüşmesine rastlanmadığı" belirtilmesine rağmen savcılık makamı ve hakimlik makamı tarafından "kuvvetli suç şüphesinden bahsedilerek" CMK m. 135/1 iletişimin denetlenmesi, kayda alınması ve dinlenmesi tedbirinin uygulanmaya devam edilmesi haberleşme özgürlüğünün ihlali konusunda azimli bir çabanın var olduğunu göstermektedir.
- 34 kişi için CMK m.135/4 gereğince dinleme tedbirinin devam etmesi için; TCK m.220/3 iddiasının yanında örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen ve CMK m.135/8 de gösterilen farklı bir suç maddesinin daha eklenmesi gereklidir. Bunun haricinde ise dinleme tedbirine devam edilebilmesi olanaksızdır. 34 kişiden oluşan bu kişilerle ilgili olarak önemle belirtmek gerekir ki; 25.04.2018 tarihinde hazırlanan 10 sayfalık raporda "örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bir suçtan" bahsedilmediği gibi "suç görüşmesine rastlanmadığına" dair değerlendirme yapılmıştır. 26.03.2018 tarihli rapor ve öncesinde dosyamız içerisinde bulunan 26.02.2018 tarihindeki rapor ve 25.01.2018 tarihinde hazırlanan rapor içeriklerinde "suç görüşmesine rastlanmadığı" belirtilmesine rağmen CMK m. 135/4'e muhalefet edilerek işlem tesis edilmesi kanuna aykırıdır ve bir haberleşme özgürlüğü ihlalidir.
- Dördüncü kez 1 ay süreyle uzatım kararı verilmeden önce kayda alınan verilerin çözümlemeleri yapılarak Sulh Ceza Hakimine götürülmemiştir. Aksine suç görüşmesine rastlanmadığına dair raporun varlığı söz konusudur. Sulh Ceza Hakimliğince "kuvvetli suç şüphesi" gerekçe gösterilerek işlem tesis edilmiş olması hukuka aykırıdır.
- İletişimin dinlenmesi ve kayıt edilmesinden sonra çözümlerinin tamamen yapılıp yapılmadığı dahi muallaktır. Çünkü dosyamız içerisinde çözümler bulunmamaktadır. Kaldı ki bir kısmının çözümlemesi yapıldı ise neye göre bu çözümlemelerin yapıldığı, "yapılan çözümlemelerin" konuşmanın tamamına ait olup olmadığı dahi bilinmemektedir. Çözümlemelerin yapılıp tedbirin devamına gerek olup olmadığına dair takdir hakkını kullanmak için Sulh Ceza Hakimliğinin denetimine sunulması gerekirken sunulmaması da hukuka aykırıdır. Bu halde "içeriği olmayan" raporu hazırlayan kişiler, "uzatım" talepleri ile takdir hakkını "hakimlik" adına kullanmış olacaklardır ki bu durum da hukuka aykırıdır.
- 34 kişi ile ilgili olarak 6 aylık dinleme süresinin bitimini "çalışmalar tamamlanmış" olup diye niteleyerek yazılan 11 sayfalık raporda; kişi bazında değerlendirmeler yapılırken yine suç unsuruna dair görüşmelerin olmadığı vurgulanmıştır.05.2018 tarihinde İstanbul CBS Teknik İşlemler Bürosu tarafından dinleme işlemine son verilmesi talimatı verilmiştir. Sonuçta haberleşme özgürlüğü ihlalinin gerekli yasal dayanaklardan yoksun bir biçimde usule de uyulmadan 6 ay boyunca sürdüğü anlaşılmaktadır.
- Önemle belirtmek gerekir ki; 6 ay bu 34 kişi dinlenmiş olmasının yanı sıra "6 aylık süreden daha fazlasına dair tapeler" iddianamede yer almıştır. Bu nedenle de 6 aylık dinleme süresinin aşıldığı izinsiz dinlemelerin yapıldığı açıkça anlaşılmaktadır.
- İddia olunan suç örgütü ile hiçbir bağı olmayan Esvet Orak isimli şahıs ile ilgili olarak TCK m.220/3'den tedbir istenmesi CMK m. 135 iletişimin dinlenmesi kayda alınması ve çözümlenmesi tedbirinin tüm dosya kapsamında keyfi olarak uygulandığının açık delilidir. Esvet Orak için dinleme kararı 29.03.2018 tarihlidir. 22.03.2018 tarihi itibariyle hakkında soruşturma ve kovuşturma bulunmamaktadır. (Sulh Ceza Hakimliği tarafından değerlendirilen dosyanın 29.03.2018 tarihi itibariyle incelenmesi halinde Esvet Orak hakkında TCK m. 220/3 ile suçlanabilecek bilgi ve belgeler olmamakla beraber "dosya kapsamında isminin dahi olmadığı" anlaşılacaktır).
- Dosya kapsamında "birden fazla kez" CMK m. 135/1 tedbiri uygulanan çok sayıda kişi olmasına rağmen ve 13.04.2018 tarihi itibariyle "bu kişilerle ilgili olarak" raporda Adnan Oktar grubu ile bağlantısı olduğu düşünülen kişiler açıklaması yapılarak talepte bulunulması bir hiyerarşik yapının da olmadığının ve bu kişiler hakkında kuvvetli suç şüphesinin de bulunmadığının delilidir. Ortada yeterli dayanak olmadan basmakalıp bir tanımlama ile sanıkların dinlemeye alınması bunu yaparken de usul ve kanunun hiçe sayılması sureti ile sanıkların hem haberleşme özgürlükleri hem de özel yaşamın gizliliği hakları ihlal edilmiştir.
- Dinleme süresi içerisinde olmayan TAPE çözümlerine iddianamede yer verilmiştir. Yani dinleme izni olmayan kişiler dinlemeye alınmıştır. Örneğin; Hüseyin Alpar Sayın için tedbir kararı olmayan dönemde hakkında dinleme yapılmıştır. 21.02.2018 tarihindeki hakkında dinleme kararı olmayan döneme ait konuşma iddianamesinin 3861. sayfasında suç isnadına unsur olarak gösterilmek istenmiştir.
Dolunay Tezin için tedbir CMK m. 135 kapsamında tedbir kararı verilmeden önceki tarihlerde hakkında dinleme tedbiri uygulanmıştır.
- İddianamenin 1567-1569. sayfaları,
- İddianamenin 1555-1556. sayfaları,
- İddianamenin 1559-1560. sayfaları,
Dolunay Tezin hakkında dinleme kararı bulunmamasına rağmen dinleme yapılarak kendisi hakkında iddianamede kullanılmış ve bu hususlarda savunması istenmiştir.
- Mehmet Noyan Orcan için 11.2017-28.05.2018 tarihleri arasında 6 ay süreyle dinleme tedbiri kararları olmasına ve uygulanmasına rağmen iddianamenin (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 sayılı soruşturma için yazılan) 1014-1016. sayfalarında 05.06.2018 tarihine ait bir dinleme TAPESİ konulmuş, Mehmet Noyan Orcan bundan sorguya çekilmiştir. Bu haliyle CMK m. 135/4 hükmü açıkça ihlal edilmiştir. Bu da süresinden fazla kişilerin dinlendiğinin ya da dinleme kararı olmadan kişilere ait verilerin ele geçirildiğinin ve aleyhine kullanılmaya çalışıldığının açık ispatıdır.
- Kartal İş, Bora Yıldız, Serkan Ak, Ahmet Oktar Babuna da 28.11.2017-28.05.2018 tarihleri arasında 6 ay süre ile dinlenmişlerdir. Bu dinleme sürelerini aşar şekilde iddianamede TAPE kayıtları bulunmaktadır. Başka bir deyişle iddianamede belirtilen TAPE çözümleri 28.11.2017-28.05.2018 tarihleri arasında değildir. Bu nedenle de CMK m. 135/4'e açık aykırılık oluşmuş ve delil vasfını yitirmiş ve keyfi bir uygulama yapılmıştır.
- Kartal İş için iddianamenin 2122-2123. sayfalarında 06.2018 tarihli bir TAPE ÇÖZÜMÜ,
- Bora Yıldız için iddianamenin 871-875 sayfalarında bulunan 06.2018, 28.06.2018, 30.06.2018 tarihli (iki adet) TAPE ÇÖZÜMÜ,
- Serkan Ak için iddianamenin 3464-3465. sayfalarında bulunan 06.2018 tarihli TAPE ÇÖZÜMÜ,
- Ahmet Oktar Babuna için iddianamenin 1234-1237 sayfalarında bulunan 05.2018 tarihli TAPE ÇÖZÜMÜ
- Ayşegül Hüma Babuna için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1353-1354-1355. sayfalarında 27.04.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmiştir.
- İbrahim Tuncer için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 964-965. sayfalarında 25.12.2017 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Alkas Çakmak için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2486-2487-2488. sayfalarında 05.06.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Mustafa Mete Oktar için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 3196-3197-3198- 3199-3200-3201-3202-3203. sayfalarında 01.2018- 21.02.2018- 04.04.2018 -23.05.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Yusuf Erkan Özoğuz için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1935-1936. sayfalarında 02.2018-13.05.2018-03.02.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Cem Sedat Altan için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 3537-3538-3539. sayfalarında 21.12.2017-13.01.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Yeliz Aksoy için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1107-1108-1109-1110-1111. sayfalarında 01.2018-08.05.2018-27.04.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi,
- Bülent Sezgin için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1748-1749. sayfalarında 06.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Kadir Kaya için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2669. sayfalarında 26.01.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Yasin Göker için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı”) iddianamenin 1882-1883. sayfalarında 31.12.2016 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Hakan Kurtul için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2725-2726-2727. sayfalarında 25.05.2018-06.01.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Kamile Gülen Yeral için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2871-2872. sayfalarında 18.01.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Rasin Kotil için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2063. sayfalarında 24.04.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Lale Camcı için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2880-2881-2882. sayfalarında 13.02.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Levent Sezgin için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1847-1848. sayfalarında 02.04.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Rasim Coşkun Varlıbaş için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için “eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 3260-3231-3262- 3263. sayfalarında 08.01.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Nihat Balaman için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1762-1763-1764. sayfalarında 18.03.2018-19.03.2018 tarihli TAPE çözümlerine yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan dönemlere ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Hüsnü Erel Aksoy için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1821-1822. sayfalarında 09.03.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Oğuzhan Sevinç için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 1787-1788-1789-1790-1791-1792-1793-1794. sayfalarında - 01.02.2018-08.03.2018.09.03.2018.13.03.2018.20.03.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Nuran Göver için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2711-2712-2713. sayfalarında 24.04.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdır.
- Burak Sanver için (12.07.2019 tarih ve 2019/119278 soruşturma dosyası için "eski 2016/103113 soruşturma numaralı") iddianamenin 2989-2990. sayfalarında 17.02.2018 tarihli TAPE çözümüne yer verilmek suretiyle hakkında tedbir olmayan döneme ait "elde edilen" ile iddianame tanzim edilmesi, Hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunulan hal kapsamında savcı tarafından bir karar verilmeden "dinleme" yapılmış olması hukuka aykırıdı
- Tuğba Bal için de hakkında henüz dinleme kararı verilmemiş iken telefonu CMK m.135/9 hükmüne ve Anayasa m. 22'ye aykırı olarak dinlenmiş ve bunlar iddianamesine konu edilerek savunması talep edilmiştir. 23.03.2018 tarihinde yaptığı iddia edilen bir telefon görüşmesi iddianamenin 3652-3653. sayfalarında kullanılmıştır. Ancak bu tarihte Tuğba Bal hakkında tedbir uygulama kararı yoktur. Aynı şekilde tedbir uygulama tarihi 13.04.2018 olan Tuğba Bal için iddianamenin 3650 ve 3651. sayfalarında da 09.01.2018 tarihli bir telefon görüşme tapesi kullanılmış ve sorguda kendisine sorulmuştur.
Hüseyin Alpar Sayın, Dolunay Tezin, Mehmet Noyan Orcan, Kartal İş, Bora Yıldız, Serkan Ak, Ahmet Oktar Babuna, Ayşegül Hüma Babuna, Alkas Çakmak, Mete Oktar, Yusuf Erkan Özoğuz, Cem Sedat Altan, Yeliz Sucu, Bülent Sezgin, Kadir Kaya, Yasin Göker, Hakan Kurtul, Kamile Gülen Yeral, Rasin Kotil, Lale Camcı, Levent Sezgin, Rasim Coşkun Varlıbaş, Nihat Balaman, Hüsnü Erel Aksoy, Oğuzhan Sevinç, Nuran Göver, Burak Sanver ve Tuğba Bal’in yasal izin olmadan dinlenmesi haberleşme özgürlüğünün ihlali olmasının yanında BUNLARIN MAHKEMEDE DELİL OLARAK KULLANILMASI “ADİL YARGILANMA” İLKESİNİN DE İHLALİDİR.
- İstanbul CBS Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından 2016/103113 soruşturma numaralı dosyasından Teknik İşlemler Bürosuna herhangi bir ayrım yapılmadan "uzatım" istenen herkes için TCK m. 220/3 ve TCK m. 252'den talepte bulunulmuştur. Kişi bazında değerlendirme yapılmamıştır. Oğuzhan Öztürk için "rüşvet" suçlamasından yapılan değerlendirme diğer 12 kişi için de "alakasız" olarak eklenmiş ve neticeten adı geçen 13 kişi için "rüşvet" suçundan da işlem tesis edilmiştir.
Rüşvet iddiasına ilişkin olarak dosya kapsamında kuvvetli suç şüphesine dair hiçbir şey bulunmamaktadır. TCK m.252 uyarınca hiç kimse hakkında kamu davası açılmamıştır. Hiç kimse hakkında da KYOK ya da tefrik kararı dahi verilmemiştir. Bu nedenle Savcılık ve Sulh Ceza Hakimliğinin kuvvetli suç şüphesi değerlendirmesinin hukuki dayanaktan yoksun olduğu ve haberleşme özgürlüğü ihlali olduğu çok açıktır.
- Yapılan dinleme sonucunda elde edilen kayıtların çözümlemeleri dosyamız içerisinde bulunmamaktadır. Nitekim iletişim tespitleri sonucunda hazırlanan raporda söz konusu görüşmelerde “suç unsuruna rastlanmadığı” belirtilmiştir.
- İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi de öncelikle iletişimin dinlenilmesine ilişkin kararın hukuka uygunluğunu denetlememiş ve bu konuda savunmanın yaptığı itirazları dikkate almamıştır.
Dinleme ile ilgili usulsüzlükler yukarıda sayılanlardan çok daha fazla olup tamamı ayrıntılı olarak dosyamızda mübrezdir. Bahsi geçen tüm dinleme kararları ve uygulamaları nedeniyle AİHS ve Anayasamızda belirtilen "Haberleşme Hürriyeti” ihlal edilmiştir.
2. ÖZEL YAŞAMA ve AİLE YAŞAMINA SAYGI HAKKI İHLAL EDİLMİŞTİRİstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı ilk yargılama sırasında sanıkların sorgu işlemleri yapılırken müşteki vekilleri, iddia makamı ve mahkeme heyeti tarafından sanıklara iddianame kapsamı sınırlarını aşan ve tamamen kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren bir suç ile ilişkilendirilmesi imkânsız sorular sormuş bu sorular duruşma tutanağına yansımıştır. Sanıkların yaşam tarzlarının, inançlarının, kıyafetlerinin, doğum yapıp yapmamalarının, dans edip etmemelerinin, neden bikinili fotoğraflar çektirdiklerinin konu edilmiş olması; aslında yargılamaya konu olacak bir suç unsuru olmadığının da göstergesi niteliğindedir. Mahkeme, sanıkların özel hayatını sorgulayarak özel yaşamın gizliliği hakkını ihlal etmiştir.
Özel hayatın gizliliği prensibi ve özel yaşama saygı hakkı hem Anayasamızda hem de AİHS'nin 8'inci maddesi kapsamında koruma altına alınmıştır.
Anayasa, madde 20: Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Anayasa 24/3: "Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz."
AİHS Madde 8- Özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı
- Herkes, özel yaşamına ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
- Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamı tarafından, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin ya da ülkenin ekonomik refahının yararı, suçun ya da düzensizliğin önlenmesi, sağlığın ya da ahlakın korunması için, yahut başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunması için, hukuka uygun olarak yapılan ve bir demokratik toplumda gerekli bulunanlar hariç, hiçbir müdahale olmayacaktır.
Anılan maddelerden de görüleceği üzere, mahkeme heyeti ve katılan vekilleri tarafından sorulan sorular sanıkların temel hak ve hürriyetlerini ihlal etmiştir.
İlk yargılamada mahkeme başkanı yargılama sırasında her ne kadar “Burada inancınızı, hayat tarzınızı yargılamıyoruz” demiş ise de mahkeme salonunda yaşananlar bunun tam aksini göstermiştir. Mahkeme Başkanı yargılama sırasında bazı inanç ve değerleri esas alarak uyarılar yapmış ve sorular yöneltmiş, yine katılan avukatlarının dosyayla ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıyla bağlantısı olmamasına rağmen, sanıkların Anayasa ile güvence altına alınmış inançlarını ve yaşam tarzlarını hedef alan sorular sormalarına izin verilmiştir.
Mahkeme Başkanı Mehmet Galip Perk tarafından sanıklara sorulan sorulardan örnekler:
Didem Ürer’e:
- Adnan Oktar beş vakit düzenli namaz kılar mıydı?
- Adnan Oktar’ın Mehdi özelliklerini anlatırken aynaya bakar vaziyette anlattığı, her şeyi kendine yonttuğu doğru mu?
Bora Yıldız’a:
- Sizin yapının akşam televizyondaki o kadınları çıplak vaziyette oynatmalarıyla nasıl bağ kuruyorsunuz?
Ali Emre Bukağılı’ya:
- Müzikli eğlenceli, amiyane deyimiyle vur patlasın, çal oynasınlar olmasa daha iyi olurdu diyor musunuz?
Necati Koç’a:
- Din için buradayız diyorsunuz kız muhabbeti uyuyor mu?
Yasin Göker’e:
- Sence zina nedir?
Tülay Hatice Kumaşçı’ya:
- Dekolteli yayına çıkmanız, fotoğraflar paylaşmanız sahil kesimindeki insanlara dini anlatmak için öyle mi?
Onur Batu Yıldız’a:
- İman hakikatleri anlatıyoruz…. diye söylediniz ya…bunları yapan bunlarla iştigal eden birinin 18-19 yaşındaki kızlarla, aralarında hiçbir sıhri veya akraba ilişkisi olmadan oturup akşam film izleyip şey etmesi aralarında sıhri bir bağ olmadan…size normal geliyor mu?
Nadya Ayşe Akkaş’a:
- Normal evli bir kadının bir erkek karşısında bu şekilde oynamayacağı, bunun bir erkek tarafından kıskanılabilecek bir hareket olduğu çerçevesinde nasıl değerlendirirsiniz?
- Dekolte giyim ve dans... Bunun adı modernlik mi? Onu soruyorum işte…
- Peki bu şekilde giyinmeyenler modern olmuyor mu?
- (Avrupalı ve dekolteli) Bu insanların modern olduğunu mu düşünüyorsun?
Yasemin Kiriş’e:
- (Fotoğraf göstererek) Bulunduğunuz yer bir yat, güzel bir yat orada böyle minik bir el arabasının altında alkol şişeleri tarzında şişeler var neler onlar? Orada alkol almıyordunuz değil mi?
- Siz önceden başörtülü müydünüz?
- Eskiden tesettürlü bir bayanken sosyal medyada mayolu fotoğraf paylaşacak bir durumuma nasıl geçtiniz?
- Siz bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
- Akrabalarınız aileniz resimlerinizi eleştirir mi?
Zeynep Balaman’a :
- Sen hiç başörtülü oldun mu?
- Başörtüyü takma ve çıkarma nedenin bu mu?
- Örtünmesi gereken yerlerden bahseden ve İslam’da başı açıklığın olabileceğine dair videoyla ilgili ne dersin?
Tuba Babuna’ya:
- 10 yılda çocuğunuz olmadı öyle mi?
Selda Göktan’a:
- Sizin niye çocuğunuz olmadı?
Vuslat Terkoğlu’na:
- Çocuğunuzun olmama sebebi ne?
Zeynep Yalçın’a:
- Kızınızı emzirme yoluyla besleme imkânı buldunuz mu?
Arzu Leman Orcan’a:
- Çocuğunuz oldu mu?
Yakup Balaman’a:
- Bu evlilikten bir çocuğun yok sebebi nedir?
Cem Sedat Altan’a:
(Bir yat gezisinde eşinin kız arkadaşları ve Adnan Oktar’ın da bulunduğu bikinili resmi gösterilerek)
- Normal şartlarda bir boşanma davasında Aile Mahkemesine sunulduğu zaman nasıl davranması gerektiğini biliyor musun?
- Türk aile geleneği yapısı içerisinde bu resimle bir kişi hakkında evliliği kâğıt üzerindedir dediği zaman bir şüphe oluşturur. Bizim aramızda bu normal diyorsunuz değil mi?
- Salt görsele bakarak bu normal midir sizce?
Gökalp Barlan’a:
- İddianameye bakınca bakıyorum bayağı bir sevişme iddiası var, az buz değil yani, bunu yazanlara da Allah yardım etsin, Cumhuriyet Savcılarımıza. Onların da işleri zormuş, kolay değilmiş şimdi anlayabiliyorum.
Ali Kasap’a:
- Evinizden prezervatif, kayganlaştırıcı jel ele geçirildi mi?
Pınar Sezgin’e:
- Düğün yaptınız mı?
- Anneniz geldi mi?
Gülşah Güçyetmez’e:
- Düğününüz oldu mu?
- Eşinizin anne babası geldi mi?
- Fotoğraflarınız var mı
- Çocuğunuz oldu mu
- 10 yıldır çocuğunuz olmadı mı
- Eşine aşkım, bir tanem, bu benim eşimdir, aşkımı ilan ediyorum dediğin bir paylaşımın, broşürün var mı?
Katılan Avukatı tarafından sanıklara sorulan sorulardan örnekler:
Ali Suat Kütahnecioğlu’na:
- Rolex saatiniz çakma mı orijinal mi?
Cem Sedat Altan’a:
- Sanığın çocuğu yok, nasıl korunuyorlar?
Tuba Babuna’ya:
- Grubunuzun ana hedefi dünyaya hâkim olmak mı?
Mehtap Şahin’e:
- Yayınlara çarşaflı olarak çıktınız mı?
- Avusturya’da çarşaflı mıydınız?
- Seksi ve açık kıyafetlerle pozlar veriyorsunuz sebebini açıklayabilir misiniz?
Selda İnal’a:
- Hiç uçağa bindiniz mi?
Tuğba Özkan’a:
- Nasıl tavlandığınızı anlatan bir şarkınız, besteniz var mı?
Tarık Koç’a:
- Bu kadar açık giyinmek gerekiyor mu televizyonlarda?
Bu kadarına gerek var mı?
Gökalp Barlan’a:
- Siz hiç evlenmediniz galiba. Evli değilsiniz.
- Peki beraber olduğunuz, birlikte olduğunuz bir hanımefendi var mı? Bir bayan var mı?
- Peki bu anlamda hiçbir bayanla, şununla bununla beraber olma ihtiyacı hissetmiyor musunuz?
Berkay Kayabay’a:
- 50 yaşındaki bir insanın kendinden 30 yaş küçük bir insanla arkadaşlık kurması, aynı evde kalması hayatın doğal akışına uygun mu?
Kartal İş’e:
- Kaç vakit namaz kılınır, kaç vakit namaz kılıyorsunuz kaç rekât?
Benzer bir durum istinaf sonrası yargılamada da yoğun olarak yaşanmıştır. Mahkeme başkanı Sayın Mahmut Başbuğ etkin pişman Murat Çakır ifade verirken konuyu kadınların kıyafetine şöyle getirmiştir:
SANIK MURAT ÇAKIR: Ben stüdyoda aracım vardı ve bu araçla karşıdan mesela mankenler aldırtılıyordu ya da kız kardeşler, bacılar biz onların gözlerine bakamazdık, kim olduğunu bilmezdik, şu alınacak, şu alınacak diye ben onu biliyorum, diğer açıklamalarını bilmiyorum.
MAHKEME BAŞKANI: Kadınların peki hangi giyim kuşamları?
SANIK MURAT ÇAKIR: Görmüyorduk.
MAHKEME BAŞKANI: Hiç bakmıyordunuz?
Sayın Başkanın bu sorusu çok ilginçtir, acaba kendisi kadınların giyiminden nasıl bir çıkarım yapmayı düşünmektedir? Mini etekli ise şöyle, pantolonlu ise böyle diye bir tasnife mi gidecektir? Böyle bir tasnifin yapılmasının imkansız olduğu açıktır. Zaten Murat Çakır’ın Sayın başkanın beklentisini karşılayan bir ifadede bulunmaması onun zorlama çıkarım yapma çabasını akamete uğratmıştır. Başkanın insanlar giyimleri üzerinden kategorize etme çabası, bir suçu sorgulamaya değil sadece yaşam tarzını sorgulama işaret etmektedir.
Yine Sayın Mahkeme Başkanı, Sanık Dilek Çelikten ifade verirken hem sanığın hem de kızının müvekkil Adnan Oktar’ın koluna girmesini şöyle sorgulamıştır:
MAHKEME BAŞKANI: Niye koluna girdiniz ki?
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Efendim?
MAHKEME BAŞKANI: Niye koluna girdiniz ki?
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Adnan Bey'in mi? Yani onu yaratılış gurusu ya da ünlü bir yazar olarak düşünüyorum 2013'te. Çok ünlü olduğu için, o dönemde çok popülerdi, kızım da işte ablalarını falan anlatıyordu. İşte seviyorum onlara yazıyorum diye sevenleri vardı. Biz de öyle resim çektirirken ben de koluna girmek istedim. Sakınca görmedim.
MAHKEME BAŞKANI: Yani ne bileyim bir ünlüyle fotoğraf çektirirken koluna girdiğini görmedim herhangi bir kişinin.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Benim kızım Bodrum'da iken büyük Migros karşımızda, oraya yoğurt almaya göndermiştim arkadaşıyla. Beyaz'ı görmüş. Beyaz'ın da koluna girmiş resim çektirmiş, ünlü bir abi diye.
MAHKEME BAŞKANI: Tamam. Kızın çocuktu koluna girdi de sen niye girdin?
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Tamam Beyaz değil yani Adnan Beyi ben yaratılış gurusu ve ünlü bir yazar olduğu için ve kitaplarını okuduğum için saygıdan.
MAHKEME BAŞKANI: Koluna girilebilesi birisi diyorsun yani.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Yani bir resim için olabilir yani. Şimdi burada bir Erdoğan da Erbakan hocam da olsa, Erbakan Hocam ile de tanıştım, şerefli. Allah rahmet eylesin onunla da bir resim isterdim yani. Mesela Atatürk Kültür Merkezi'nde belediyede çalışırken programımızda gerçekten programımıza eşlik etti. Ama o kadar yoğundu ki bir resim alamadım. Yani hocam ile bir resim istediğinde hani müsait olsaydı onun da koluna girerdim gerçekten.
Bu konuşmalar Sayın Mahkeme Başkanın bir kızın annesi ile birlikte sevdiği bildiği bir kişi ile kol kola girmesinde bir suç olmadığını gayet iyi bildiğini ama konuyu kendi değerlerine göre soruşturduğunu açıkça göstermektedir.
Nitekim buradan bir suça ulaşamayacağını anlayan Sayın Başkan Sanık Dilek Çelikten’in durumu makul ve mantıklı bir şekilde izah etmesi üzerine “kol kola poz veren görmediğini söyleyerek” konuya güya anormal bir durum varmış gibi göstermeye çalışmıştır. Sayın Hakim Google arama motoru üzerinde veya sosyal medyada kısa bir araştırma yaptığında insanların ünlü kişilerle kol kola girerek, sarılarak samimi şekilde poz verdiğini görecektir. Yani bir kişinin koluna girmek Sayın Mahmut Başbuğ’un iddia ettiği gibi garip bir davranış değildir, hele ki bir suç hiç değildir.
Sayın Hakim’in kendisine göre uygun bulmaması insanların sevdikleri kişilerle kol kola girmesini suç haline getirmez. Olsa olsa bu davranışı kendi inancına ters bir anlayış olarak görebilir ki, bu görüş de bir mahkemenin görev kapsamına girmez. Bilakis bu bakış açısı İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tarafsızlığını yitirdiğini gösterir.
Nitekim Sayın Başkan daha sonra “koluna girilebilesi” diyerek hakimlik görevine yakışmayan bir şekilde Dilek Çelikten ile istihza etmiş ve müvekkil Adnan Oktar’a karşı önyargılı olduğunu açıkça belli etmiştir.
Benzer bir durum yine Serra M.Valipour’un annesi Dilek Çelikten ile Müvekkil Adnan Oktar’ı A9 TV stüdyosuna ziyarete gittiğinde çektirdiği bir resim üzerinden sorulan sorularda da görülmektedir. Söz konusu resimde Serra M.Valipour straplez (askıları olmayan) bir bluz giymektedir. Mahkeme Başkanı Mahmut Başbuğ, resmin gösterilmesinin ardından Dilek Çelikten’e Serra’nın kıyafetinin “YAŞINA UYGUN OLMADIĞINI” ve “ASKILARI BİLE OLMADIĞINI” söyleyerek, bir mahkeme başkanının yapmaması gereken şekilde eleştiride bulunmuştur.
MAHKEME BAŞKANI : Demin sorduğum için söylüyorum bunu, dedin ki kızım öyle açık saçık elbiseler giymiyor, bu, yaşına uygun bir kıyafet mi bu çocuğun?
SANIK DİLEK ÇELİKTEN : Pantolon üstündeki tişört sayın başkan.
MAHKEME BAŞKANI : Tişört gibi gelmiyor bana hiç.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN : Evet, yani bir tane üst yani.
MAHKEME BAŞKANI : Yani hiç öyle yaşına uygun bir kıyafet değil o çocuğun o.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN : Kendisi sayın başkanım, yani yaz günü, yine pantolonu var...
MAHKEME BAŞKANI : Yani askısı bile yok üzerinde. Yani askısı bile yok o kıyafetin üzerinde.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN : O şöyle bir tişört yani İsviçre'den aldığım. Çocuk reyonundan aldığım XS zaten zayıf benim kızım. Öyle bir tişört sayın başkanım. İsviçre'de bunlar satılıyor ve biz alıyoruz bunları. Özür diliyorum bu kültüre uygun değilse.
Mahkeme Başkanı Mahmut Başbuğ; Serra’nın giydiği bluzun “askıları bile olmadığı”nı söyleyerek kıyafetini kendi inancı ve dünya görüşü gereği bir çocuk için uygun bulmamıştır.
Yine aynı savunma esnasında katılan vekili Av. Sena Akkaya Avvuran bu sefer de İsviçre’de yaşadığı dönemde Serra’nın sanık İbrahim Tuncer ile birlikte çektirdiği fotoğrafı göstererek fotoğrafın ne amaçla çekildiğini sormuştur. Sanık Dilek Çelikten ise cevabında; İbrahim Tuncer’in orada yaşayan Milli Görüş camiasındaki Türk vatandaşlarla tanışmak üzere geldiğini, Serra’nın da abi olarak gördüğü İbrahim Tuncer ile resim çektirmeyi kendisinin istediğini, anne ve babasının da aynı ortamda olduklarını ve izin verdiklerini ifade etmiştir.
Ancak Sayın Mahkeme Başkanı yine, kendi şahsi fikrini açık etmekten sakınmamış, “MİLLİ GÖRÜŞ AVRUPA’DA BAYA EVRİLMİŞ” diyerek Serra ile İbrahim Tuncer’in resmini kinayeli bir şekilde uygun bulmadığını belirtmiştir:
SANIK DİLEK ÇELİKTEN : Serra gerçekten süsü, şeyi seven bir çocuk, giyinmeyi, gezmeyi. Orada da Milli Görüş, hani Almanya'dan geliyorlar, abiler, Nevin Hanımlar da var orada, herkes var. Abilerle resim çektirmek istiyorum dedi, eşim de yanımdaydı,biz de heves etti diye çektirdik.Yani izin verdik, bir şey yapmadık. Bu kadar sayın başkan.
MAHKEME BAŞKANI : Milli Görüş Avrupa'da baya evrilmiş.
Elbette ki, Sayın Mahmut Başbuğ sanıklardan farklı bir dünya görüşüne sahip olabilir. Kendi bakış açısına göre; küçük yaştaki kızların askısız kıyafet giymesini uygun bulmayabilir, dünya çapındaki çocuk modasını eleştirebilir, bir çocuğun sevdiği kişilerle, velisinin bulunduğu ortamda birlikte resim çektirmesini doğru bulmayabilir.
Sayın Mahkeme Başkanlarının fikirlerine saygı duymakla birlikte; kendilerinin hangi kültürde yetiştiklerinin ve düşünce tarzlarının dosyamız açısından hiçbir önemi ve katkısı bulunmamaktadır. Dolayısıyla Sayın Mahkeme Başkanlarının dosyamızın yargılamasını yürütürken kişisel görüşlerinin ve önyargılarının etkisi altında kalması, duygularına kapılması ve bu davadaki olayları Anayasamızın belirlediği esaslara göre değerlendirmemesi, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tarafsızlığını yitirdiğini gösterir.
Anayasa Mahkemesi’ne göre yerel mahkemenin hem baktığı davaya özgü kurulmamış olması hem de davadaki tutumu ile tarafsız olması şarttır.
Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin, bunların nesnel olarak tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak, kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır.
…Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin, görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin, davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve önyargısız durması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan, hukuk kuralları çerçevesinde vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. [10]
2016 yılında A9 TV’de yayınlanan bir programda “toplumun manevi değerlerine aykırı yayın yapılması” gerekçesiyle RTÜK’ün A9 TV’ye uyguladığı uyarı yaptırımı neticesinde Anayasa Mahkemesi’ne yapılan 2016/13960 no’lu başvuruda, Anayasa Mahkemesi’nin dini inançların yorumunu ve uygulamadaki farklılıklarını araştırmanın yargı organlarının idare yetkisi kapsamında olmadığına, kişilerin dini inançlarına dair tutum ve davranışlarına müdahale edilmesinin ifade özgürlüğü ihlali olduğuna dair kararı MAHKEMELERİN KİŞİLERİN DİNİ İNANÇLARINI SORGULAMA, ELEŞTİRME YETKİLERİNİN OLMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR:
İdare ve derece mahkemelerinin aynen benimsediği söz konusu raporda başvuru konusu programda benimsenen dini anlayışın İslam dininin Türk toplumunca benimsenen hakim yorumuna ne derece ve niçin aykırı olduğuna dair detaylı bir değerlendirmeye yer verilmemiş, başvuru konusu programdaki tutum ve davranışların toplumun genel anlayışına aykırı olduğu soyut olarak kabul edilmekle yetinilmiştir. Anayasa Mahkemesinin dini bir uygulama davranışı olan başörtüsüne yönelik müdahaleleri ele aldığı Tuğba Arslan kararında ayrıntılı olarak ifade edildiği gibi öğreti ve uygulamaları yerleşmiş, belli bir hiyerarşik yapılanmaya sahip din veya inançlarda bile söz konusu din veya inancın öğretileri farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Bu bağlamda aynı nitelikteki belli bir inancın mensupları arasında da sıklıkla farklılıklar görülebilir. Bu farklılıkları çözümlemek için ne yargı organlarının ne de kamu gücü kullanan idari organların yeterince donanımlı oldukları söylenemez. Ayrıca açığa vuruma ilişkin güvence dinsel bir inancın bütün mensuplarınca paylaşılan inançlar ile sınırlı da kabul edilemez. Bu hassas alanda, özellikle belirli bir din veya inancın mensuplarının hangisinin ortak inançlarının emirlerini daha doğru anladığını araştırmak ne yargılama faaliyetinin ve yargılama yetkisinin ne de idari faaliyetlerin ve idare yetkisinin kapsamında değerlendirilebilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 70).
Açıktır ki idare ve mahkemeler bir tutum veya davranışın bir din veya inanca uygun olup olmadığını değerlendirmek zorunda kaldıkları durumlarda o din veya inanç mensubunun neleri yapabileceğini, başka bir deyişle bir kişinin neye inanması ve nasıl davranması gerektiğine karar vermek gibi bir durum içine girmekten de sakınmalıdırlar (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 71 ).
Aynı şekilde başvurucunun televizyonunda yer alan programa katılanların kendi dinleri ile ilgili yorumlarını ve alışıldık dini uygulamaların neler olduğunu sorgulamak yargı organlarının ve idarenin ilgisi dışındadır. Aksine bir yaklaşım mahkemelerin veya kamu gücünü kullanan diğer organların kendi değer yargılarını fiilen başvurucuların vicdani değerlendirmesinin yerine koyarak onların din veya inancın uygulamaları konusunda neye inanmalarının veya nasıl davranmalarının yerinde olduğunu belirlemeleri anlamına gelecektir (Tuğba Arslan, § 72).
Sonuç olarak başvurucu hakkında, söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesinin dini konuların ciddiyeti ile bağdaşmadığı ve bunun belli dini değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet verdiği gerekçesiyle idari yaptırım kararı uygulanmıştır. Buna karşın ne idare ne de derece mahkemeleri başvuruya konu programdaki söz, tutum veya davranışların toplumun bir kesimi tarafından saygı duyulan dini hususlara yönelik saldırı olduğunu ileri sürmüş değildir. Programda katılımcılar herhangi bir toplumsal kesimin dini kanaatlerini veya uygulama davranışlarını tahkir kastıyla ele almış da değildir. Katılımcılar toplumun büyük çoğunluğunca kabul görmese de kendi dini anlayışlarına uygun değerlendirmelerde veya tutumlarda bulunmuşlardır. İfade özgürlüğünün devlet yetkililerini veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu gözetildiğinde (bkz. § 23) sonsuz bir çeşitlilik alanı olan dini alandaki bazı tutum ve davranışlara sırf başkalarınca uygun bulunmadığından bahisle müdahale edilmesi ifade özgürlüğünün ihlaline neden olacaktır.
Yargılamanın 2 aşamasında da mahkemede hukuki bir yargılamanın dışına çıkarak sanıklara özel yaşamın gizliliğini ihlal eden sorular sorulması da yargılamanın tarafsız olmadığını ortaya koymaktadır. Bu sorularla Anayasamızın 20. maddesi ve AİHS 8. maddesinde güvence altına alınan özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı ile yine Anayasamızın 24. maddesi le AİHS'nin 9. maddesinde güvence altına alınan din ve vicdan hürriyeti ihlal edilmiştir.
Aynı şekilde katılan vekillerince duruşmada izlettirilen videolarda bazı sanıkların dini inanışları ve vecibeleri konusundaki düşünce ve yorumları yargılama konusu yapılmıştır. Bu konularda sanık müdafilerince CMK 201'e göre soruların sorulmaması yönünde yapılan tüm itirazlar, soruların iddianame kapsamında kaldığı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.
Ceza yargılamasında ancak konusu suç teşkil eden eylemler yargılanabileceğinden, sanıklara sorulan sorular nazara alındığında sanıkların eylemleri değil düşünce ve hayat tarzlarının yargılandığı, kendilerince sanıkları mahcup etme gayreti olduğu ve bir nevi linç kültürüyle hareket edildiği şeklinde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Mahkeme heyetleri bu duruma engel olmak bir yana desteklemiştir.
16/11/2022 tarihli gerekçeli karar da bir hukukçunun asla kullanmayacağı kin ve nefret dolu hakaretlerle doludur. Gerekçeli karar sanıkları hedef alan “şeytani” (sf. 9011), “sözde dini” (sf. 9058), “sapkın” (sf. 8949), “absürt” (sf. 9055), “bataklık” (sf. 9032), “tiyatro” (sf. 9061), “sözde avukat” (sf.9557) “kölelik” (sf. 8945) şeklinde, kin ve nefret dolu saldırgan ifadeler içermektedir. Gerekçeli karar metni görüldüğü gibi, Mahkeme heyetinin müvekkil ve arkadaş grubuna yönelik öfke ve önyargısının somut delili niteliğindedir.
3. DÜŞÜNCE, VİCDAN ve DİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİAİHS Madde 9 – Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
- Herkes, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak, dinini ya da inancını değiştirme özgürlüğünü ve ister tek başına isterse de başkalarıyla birlikte topluluk içinde, aleni ya da gizli olarak, ibadet etmek, öğretmek, uygulamak ve bunlara uymak şeklinde dinini ya da inancını açıklama özgürlüğünü içerir.
- Bir kimsenin dinini ya da inancını açıklama özgürlüğü ancak, kamu emniyeti yararı, kamu düzeninin, sağlığın ya da ahlakın korunması için, yahut başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunması için, hukukun öngördüğü ve bir demokratik toplumda gerekli olan sınırlamalara tabi tutulacaktır.
Suç, toplumda geçerli olan “hukuki değerleri” ihlal eden fiillerdir. Toplumun bir kısmının sahiplendiği “manevi değerlerin” ihlal edilmesi ise suç kapsamına girmez.
Mesela canlıların öldürülmesine tahammül edemediği için et yemeyen (vejetaryen) bir grup vatandaşın Kurban Bayramı’nda hayvanlar katlediliyor diyerek savcılığa suç duyurusunda bulunmalarının hukuken bir değeri yoktur. Çünkü kurban kesmenin ceza hukukunda suç teşkil ettiğine dair bir tanım mevcut değildir, bu nedenle kurban kesene bir yaptırım uygulanması da söz konusu olamaz.
Ancak Adnan Oktar ve arkadaşları 5 yıldır kanunlarımızda suç olarak yer almayan fiiller nedeniyle itham edilerek suçlu ilan edilmeye çalışılmaktadırlar.
İstanbul bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin Dairesi’nin 2021/696 E., 2022/258K sayılı 15.03.2022 tarihli kararında da görüleceği üzere ortada bir suç mevcut değildir. Buna rağmen mahkeme heyetleri ve savcılar insanların yaşam tarzlarını doğal hayatın içindeki davranışlarını suçmuş gibi gösterme eğiliminde kalmıştır.
Müvekkil ve arkadaşları kıyafetlerinin, yaşam tarzlarının Kuran’a dayandığını, Kuran’a aykırı hareket etmediklerini ifade etmektedirler. Ancak bu durum tüm yargılama boyunca, hukuken yargılama konusu olmamasına rağmen sorgulanmıştır. Nitekim mahkemede sanıklara,
- "Günde kaç vakit namaz kılıyorsun?
- Oruç tutuyor musun?
- Abdesti nasıl alıyorsun?
- Neden dekolte giyiyorsunuz?
- Münafık nedir?
- Kimleri münafık olarak tanımlıyorsunuz?
- Mehdi misiniz?
- Adnan Oktar'ın Mehdi olduğunu düşünüyor musunuz?
- Nasıl korunuyorsun?
- Neden baş örtünü çıkardın?
- Neden başörtüsü kullanmaya başladın?
şeklinde din ve vicdan hürriyetinin sınırlarını aşan sorular yöneltilmiştir.
Müvekkil ve arkadaşları belli bir kesim tarafından benimsenen ve toplumun diğer kısımlarına empoze edilmeye çalışılan din anlayışında olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Bunda suç olarak nitelendirilebilecek herhangi bir husus yoktur. Davada gündeme gelen konuların hemen tamamı Anayasal hak olup yaşam tarzı ve inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken hususlardır. Aksi yorum ve uygulamalar açık bir hak ihlalidir.
Huzurunuzdaki dosya, yargılamanın ilk safhasından bu yana aslında sanıkların inançlarının ve yaşam tarzlarının yargılanması üzerine kurulu olarak cereyan etmiştir. Dosyamıza İddia Makamı tarafından sunulan esas hakkında mütalaada bu ihlale ilişkin bazı hususlar şöyledir:
- Mütalaanın 2. sayfasında yer alan “Adnan Oktar’ın mehdiyet inancı, fikir ve ideolojisi etrafında, lüks ve eğlenceyi merkezine İslamiyet yorumu ile Mehdiyet inancının gereği olarak küresel bir güç olmayı amaçlayan…” şeklindeki ifade tamamen dini bir yorumdur. İslamiyet yorumu hukuken bir suç olarak addedilemez. Alevilik bir İslam yorumudur, Caferilik de. Birisinin İslam’ı “bir lokma bir hırka” felsefesi ile yorumlaması nasıl suç değilse zenginlik ile İslam’ı bağdaştırmak da suç değildir. Sayın Savcı “Mehdiyet inancı gereği” diyerek kendi tutarsızlığının da sözcüsü olmuştur. Mehdiyet bizzat ifade ettiği gibi bir inançtır. Kanun nezdinde Mehdiyete inanmak da suç değildir, inanmamak da.
- Mütalaanın 5.ve 6. sayfalarında yer alan “Sözde ‘Mehdi’ olduğuna inanılan, sözde sahip olduğu “Ledun ı̇lmi” sayesinde, yaptığı her işte anlaşılamayan bir hikmet olduğuna inanılan, tüm peygamberlerin niteliklerini şahsında topladığı düşünülen…” şeklindeki sözler de tamamen dini bir değerlendirme içermektedir. Sayın savcı “Sözde Mehdi” diyerek kendisine bir hukuk adamı değil din adamı vasfı vermiştir. Kimsenin Mehdilik iddiası olmadığı gibi, kimin Mehdi olup olmayacağına karar vermek de iddia makamının görev tanımında yer almamaktadır. Çünkü Mehdiyet dini bir kavram olup onun gerçekliği bir kanun adamının görev alanına girmemektedir. Ledün ilmi kavram olarak ortalama dindar vatandaşın bile ilk defa duyacağı bir kavram iken Sayın savcının bunu vurgulaması mütalaanın özünde hukuki değil, kişisel değerlendirmeler olduğunu ortaya koymaktadır.
- Mütalaanın 6. sayfasında “Erkeklerin mecbur kalmadıkça muhatap olmadığı, göz-göze dahi gelmediği, genel itibariyle A9 TV’deki yayınlara katılan kadın…” şeklindeki ifade de hukuki bir değerlendirme yoktur. Malum olduğu üzere kimin kime ne şekilde bakıp bakmayacağı bir ceza davasının konusu değildir.
- Mütalaanın 7. sayfasında Sayın savcı kendisini hem bir din adamı hem de bir sosyolog yerine koyarak güya derin bir dini analiz yapmıştır: “Dış görünümünü dönemin toplumsal ve siyasal yapısının gerekleriyle uyumlu olarak değiştirmiş ve faaliyetlerini farklılaştırmıştır 90’lı yıllarda mütedeyyin ve muhafazakâr çevrenin ilgisine mazhar olmak ve toplum tabanına yayılmak için bir dış kabuk, yani görünüm biçimi olarak evrim karşıtlığını kullanmış, bunun üzerinden popülerlik kazanarak maddi ve beşerî kazanımlar ve itibar elde ederek…” . İnsanların inançlarında yaşayış tarzlarında değişim olması hayatın olağan bir parçasıdır. Değişim ile ilgili bu yorum, mütalaada hukuken hiçbir değer arz etmeyen kişisel bir değerlendirme olarak kalmıştır.
- Mütalaanın 14. sayfasında “Sanıkların beyan ettikleri gelirlerinin asgari olması, örgütün yarısından çoğunun SGK gibi yaş ve durum itibariyle olması gereken insani ve yaşamsal garantilerinin olmaması, ifadelerde ve delillerde görüldüğü üzere ‘İslamın hakimiyetinde her şeyin sahibi olacağız’ mesajı verilerek manen ve madden sömürüldüklerini açıkça göstermektedir” ifadesi de yukarıdakilere benzer bir değerlendirme olup fazladan niyet okuma da içermektedir. Bir kişinin kendisini garantiye alıp almaması bir savcının görev alanı dahilinde değildir, çünkü bir suç değildir.
4. ÖZGÜRLÜK ve GÜVENLİK HAKKININ İHLALİ
AİHS Madde 5- Özgürlük ve güvenlik hakkı
- Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Hiç kimse, aşağıdaki haller dışında ve yasayla öngörülen bir usule uygun olması durumu hariç özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır.
(a) bir kimsenin, yetkili bir mahkeme tarafından verilen bir mahkumiyet kararından sonra, hukuka uygun olarak alıkonması/tutulması;
(b) bir kimsenin, bir mahkemenin hukuka uyun olarak verdiği bir karara uyulmamasından ötürü ya da yasa tarafından öngörülen herhangi bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak üzere, hukuka uygun olarak yakalanması/(gözaltına alınması) ya da gözaltında/(tutuklu olarak) tutulması;
(c) bir kimsenin, bir suç işlediği hususunda makul bir kuşku bulunması üzerine ya da bir suç işlenmesini yahut suç işledikten sonra kaçmasını önlemek için makul olarak gerekli bulunduğu düşünülen hallerde, o kişiyi yetkili yasal makam önüne çıkartmak amacıyla, hukuka uygun olarak gözaltına alınması/(yakalanması) ya da gözaltında/(tutuklu olarak) tutulması;
(d) bir küçüğün eğitiminin izlenmesi/gözetimi amacıyla verilen hukuka uygun bir emirle/kararla gözetim altında tutulması ya da yetkili yasal mercii önüne çıkarılması amacıyla hukuka uygun olarak alıkonması; (e) bulaşıcı hastalıkların yayılmasının önlenmesi amacıyla bu tür hastalık taşıyan kişilerin, akıl hastası olanların, alkoliklerin ya da uyuşturucu bağımlısı olanların yahut serserilerin hukuka uygun olarak alıkonması;
(f) bir kişi hakkında bir ülkeye izinsiz şekilde girmesini önlemek üzere ya da sınırdışı etmek yahut geri vermek amacıyla bir işlem yapılması halinde, bu kişinin hukuka uygun olarak gözaltına alınması/(yakalanması) ya da alıkonması;
- Gözaltına alınan bir kişi, derhal, gözaltına alınmasının nedenleri ve kendisine isnat edilen suçlar hakkında, anladığı dilde olacak şekilde bilgilendirilecektir.
- Bu Madde paragraf 1/c hükümleri uyarınca gözaltına alınan ya da gözaltında/(tutuklu olarak) alıkonan herkes, derhal, bir yargıcın ya da yasa tarafından kendisine yargısal yetkiler kullanma erki verilen bir başka görevlinin önüne çıkartılacaktır ve bu kişi makul süre içinde yargılanma ya da yargılaması sürerken salıverilme hakkına sahip olacaktır. Salıverme, bu kişinin duruşmada hazır bulunmasını güvence altına alan koşullara bağlanabilir.
- Gözaltına alınma ya da gözaltında/(tutuklu olarak) alıkonma yoluyla özgürlüğünden yoksun bırakılan herkes, alıkonmasının hukuka uygunluğu hakkında ve bu alıkoyma hukuka aykırı ise salıverilmesi hususunda hızla karar verebilecek bir mahkemede dava açmak hakkına sahip olacaktır.
- Bu Maddenin hükümlerine aykırı olarak gözaltına alınmanın ya da gözaltında/(tutuklu olarak) alıkonmanın mağduru olan her kişi, icra edilebilir bir tazminat alma hakkına sahip olacaktır.
Anayasa Madde 19 – Kişi hürriyeti ve güvenliği
Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Adnan Oktar Davası kapsamında tutuklanan sanıkların büyük çoğunluğu 11.07.2018 tarihinde gözaltına alınmış olup 19.07.2018 tarihinden itibaren tutuklu olarak kalmıştır. Sanıkların birçoğu hakkındaki tek isnat TCK'nın 220/2-3'üncü maddelerinde düzenlenen Örgüt Üyeliği suçu olup, bu suç niteliği itibariyle Asliye Ceza Mahkemesi'nin görev alanına girmektedir. CMK'nın tutuklulukta geçecek süre başlıklı 102'nci maddesine göre;
"MADDE 102 - (1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
(3) Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafisinin görüşleri alındıktan sonra verilir."
Bu maddede bahsedilen maksimum tutukluluk süresinin gözaltına alınma ile başladığı Anayasa Mahkemesi kararlarında açık olarak belirtilmiştir. 19.07.2019 tarihli tensip zaptının 1'inci maddesinde ise CMK'nın 102'nci maddesindeki zorunluluktan bahsedilmekle birlikte bu zorunluğun ne olduğu konusunda bir açıklama yapılmamış ve tutukluluk süresinin zımnen uzatılmasına karar verilmiştir. Ancak anılan maddeden de anlaşıldığı üzere bu mümkün değildir.
Zira 102'nci maddenin 3'üncü fıkrasının açık ifadesinden de anlaşılacağı üzere, uzatma kararı Cumhuriyet Savcısının, sanık ve müdafinin görüşleri alındıktan sonra verilebilmektedir. Hakim heyeti ise bahse konu uzatma kararını verirken Cumhuriyet Savcısının, sanıkların ve müdafilerinin görüşlerini almamak suretiyle kanunda belirtilen usule uymamıştır.
Bu hususlar dosyanın 17.09.2019 tarihli ilk duruşmasında da müdafiler tarafından belirtilmiş ve tutukluluk süresi uzatılacak ise bu kararın CMK'nın 102/3'ünü maddesindeki usule uyulmak suretiyle verilmesi talep edilmiş ancak bu talep hakim heyeti tarafından dikkate alınmamıştır. Hakkındaki tek isnat örgüt üyeliği olan sanıkların tutuklulukları 1 yıl 6 ay boyunca, yani yasanın öngördüğü maksimum sınırın son gününe kadar devam ettirilmiş, bu noktada kanunen tutuklu tutma imkânı kalmayınca hakim heyeti tarafından tahliye kararı verilmiş ancak bu sefer de “konutunu terk etmeme” adli kontrol şartı ile sanıklar özgürlüklerinden yoksun bırakılmıştır.
Hakim heyeti 13.12.2019 tarihinde aldığı ara kararda zikrettiği bu adli kontrol şartını sadece müşteki ve tanıkların ifadelerinin dinlenmesi süresince geçerli olacak şekilde düzenlemişken, söz konusu müşteki ve tanıkların ifadeleri 22.09.2020 tarihinde tamamlanmış, ancak sanıkların ev hapisleri kaldırılmamıştır. 24.09.2020 tarihli oturumda sanık müdafileri bu haksızlığı dile getirmiş ve adli kontrol şartının kaldırılmasını talep etmiş, hakim heyeti bu talebi değerlendirmemiştir.
Yaklaşık 100 sanığın konutunu terk etmeme şeklinde uygulanan ev hapisleriyle özgürlükleri hukuka aykırı biçimde kısıtlanmıştır. Bu kısıtlama ancak 11.01.2021 tarihindeki karar celsesinde son erdirilmiştir. Bu şekilde 1,5 yıllık cezaevindeki tutukluluklarının ardından bu sanıklar ayrıca tam 1 yıl 1 ay boyunca ev hapsiyle cezalandırılmıştır. Bu 100 sanık bakımından kendilerine isnat edilen suçun karşılığında verilecek ceza en üst sınırdan dahi verilse, mevcut infaz hükümleri doğrultusunda yatarı bulunmadığı halde 100 sanık toplamda 2 yıl 6 ay boyunca özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır.
a) Sulh Ceza Hakimlikleri Anayasaya Aykırı Olarak ve Anayasa Mahkemesi Kararlarını Görmezden Gelerek Tutukluluk Hali İncelemelerini Duruşmasız Olarak ve Süresi Geçtikten Sonra Yapmıştır
CMK’nın 108. Maddesinde “Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından 100. madde hükümleri göz önünde bulundurularak şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.” emredici hükmü yer almakta olsa da 18.07.2018 tarihinde tutuklanan şüpheliler hakkında bu tarihten sonra yapılan tüm tutukluluk halinin incelenmesi işlemleri taleplerimize rağmen duruşmasız olarak yapılmıştır.
Tutukluluk halinin incelemesinin duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılması ceza yargılamasının temel ilkeleri olan ve AİHS m.6 ve T.C. Anayasası m.38 ile koruma altına alınan adil yargılanma ilkesinin bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesini ve AİHS m.5 ve T.C. Anayasası m.19 ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını açıkça ihlal etmektedir.
“..Tutukluluk incelemelerinin hakim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapıldığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE..” [11]
b) Tutukluluk Halinin Değerlendirilmesi İşlemleri Soruşturma Dosyasında Yer Alan Tüm Şüpheliler Açısından Ayrı Ayrı Yapılması Gerekirken Toplu Bir Şekilde Yapılmıştır
Yürütülen soruşturmada çok sayıda şüpheli bulunması sebebiyle her şüphelinin durumu ayrı ayrı değerlendirilmeksizin TOPLU BİR ŞEKİLDE verilen tutukluluk, tutukluluğun devamı, tutukluluğun devamı kararına itirazın reddi kararları ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini ihlal etmektedir.
TCK m.20/1’e göre ceza sorumluluğu şahsidir. İsnat edilen suçların hangi davranışla, nerede, ne zaman işlendiği ayrı ayrı açıklanmadan, olaylar her şüpheli açısından ayrı ayrı ilişkilendirilmeden genel ve toplu olarak değerlendirilme yapılması şahsilik ilkesinin ağır ihlali anlamına gelmektedir.
Tutuklamaya esas alınan delillerin ortaya konması ve bunların tutuklama için gerekli kuvvetli şüpheyi oluşturduğuna ilişkin değerlendirmenin hukuki bir şekilde yapılmış olması gerekir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, şüpheliye isnat edilen suçların delilleri kişiden saklanamaz ve bunlar somut bir şekilde ortaya konulmadan şüpheliden kendini savunması beklenemez. Her yargı kararı gibi tutuklama kararları da üst merci incelemelerine açıktır ve itiraz edilmesi durumunda itirazların incelenebilmesi için kararların açık bir şekilde gerekçelendirilmiş olması gerekir. Varsayımlara dayanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılan bir koruma tedbiri, tedbir amacından sapmakta ve cezalandırma amacı taşımaktadır.
c) Tutukluluk Halinin Devamı ve Devam Kararına İtirazın Reddi Kararlarının Hiçbiri Anayasa m.141 Anlamında Gerekçeli Karar Özelliği Taşımamaktadır
Savcılığın tutukluğunun incelenmesi talepli müzekkereleri ve devamında İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin verdiği tutukluluk halinin devamı kararlarında gerekçe olarak CMK m.100 vd maddelerinde yer alan hususlar matbu olarak gösterilmişse de, Sulh Ceza Hakimliği kararları Anayasa m. 141 anlamında gerekçeli karar özelliği taşımamaktadır.
Sulh Ceza Hakimliği kararlarında isnat edilen suç veya suçlar ile bu suçların işlendiği yönünde kuvvetli suç şüphesini oluşturan delillerin neler olduğu açıklanarak, tutuklama sebepleri somutlaştırılmamaktadır. Sanıklar hakkında en ağır koruma tedbiri olan tutuklama tedbiri uygulanırken tüm şartlarının tek tek titizlikle incelenmesi gerekirken ekte sunulan kararlar incelendiğinde verilen kararların hukuka uygunluğundan söz edilemeyeceği açıkça görülecektir.
Kanun koyucu tutuklama tedbirinin telafisi mümkün olmayan zararlarının önüne geçmek ve tutuklama tedbirine en son çare olarak başvurulmasını sağlamak maksadıyla Adli kontrol tedbirinin düzenlemesini yapmıştır. CMK. Md. 101’de “tutuklama kararlarında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir” hükmüne yer vererek tutuklama kararı verilirken maktu bir şekilde yazılan adli kontrol kararının yetersiz kalacağı ibaresini yeterli bulmamış ve bu hususun özellikle gerekçelendirilmesi gerektiğini emredici bir kural olarak koymuştur.
Ancak tutukluluğun devamı kararlarının tamamında kanunun emredici hükmüne rağmen adli kontrol tedbirinin şüpheliler hakkında uygulanmasının neden yetersiz kalacağı somutlaştırılarak açıklanmamış sadece adli kontrolün yetersiz kalacağı şeklinde basmakalıp ve yetersiz bir ibare kullanılmakla yetinilmiştir. Bu şekilde alelade ve hukuki yönü bulunmayan matbu ifadelerle özgürlüğü bağlayıcı tedbir uygulanması soruşturmanın yürütülmesine fayda sağlamadığı gibi telafisi imkansız zararlara yol açarak müvekkilleri mağdur etmiştir.
Tutukluluğun devamı kararlarında yer alan “suçun vasıf ve mahiyeti” şeklindeki matbu ifade, şüphelinin tutuklanmasına gerekçe oluşturamayacağı Yüksek Mahkemelerin bütün içtihatlarında sabittir. Aksini kabul edecek olsak bile, kopyala-yapıştır şeklinde suçların listelendiği paragraflarda hangi suçun hangi şüpheli bakımından tutukluluk halinin devamına gerekçe oluşturduğu belli olmadığından Sulh Ceza Hakimliği kararları sadece bu yönüyle bile usul ve yasaya aykırıdır.
Savcılık ve Sulh Ceza Hakimliklerince yapılan usulsüzlüklerin düzeltilmesi ve Usul ve Yasaya uygun şekilde soruşturmanın yürütülmesi için yazdığımız dilekçelere ve taleplerimize rağmen Savcılık ve Hakimlik makamları ne yazık ki bahsettiğimiz usul hatalarını tekrarlamaya devam etmişlerdir.
d) İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin Tahliye Kararı’nın Bozulması Kişi Özgürlük ve Güvenlik Hakkının İhlalidirHuzurunuzdaki dosyadaki özgürlük ve güvenlik hakkı ihlallerinin en göze çarpanlardan bir diğeri İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk yargılanması müteakip İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin kararının ardından yaşanmıştır. Şöyle ki;
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, bir yılı aşkın bir zaman zarfında yaptığı kapsamlı hukuki inceleme ve değerlendirme sonucunda, yerel mahkemenin kararlarını 400 sayfalık, gerekçeli "esastan bozma" ve "beraat" kararları ile bozmuştur.
Bunun sonucunda, davanın açık bir kumpas davası olduğu resmen ilan edilmiş olup 4 yıla yakın süredir tutuklu olan 68 sanık tahliye edilmiştir.
Ancak, BAM 1. Ceza Dairesi'nin verdiği bu beraat kararının üzerinden birkaç gün geçmesinin ardından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi'nin alelacele yazdığı bir paragraflık bir kararla tahliye olan sanıkların yeniden tutukluluğu istenmiştir.
Yoksa, beraat kararını bozarak tahliye edilmiş sanıkların yeniden tutuklanmasını isteyen İstinaf 2. Ceza Dairesi'nin, bu birkaç gün içinde ne onbinlerce sayfalık dava dosyasını ne de 1. Ceza Dairesi' nin 400 sayfalık gerekçeli kararını inceleyip değerlendirmesinin ve bunun sonucunda 1. Ceza Dairesi'nin kararının aksi yönünde bir karara varmasının teknik olarak mümkün olmadığı çok açıktır.
BAM 2. Ceza Dairesi'nin bu yeniden tutuklama kararı üzerine, tahliye olan sanıklar bizzat kendileri İstanbul Vatan caddesindeki Emniyet Müdürlüğü'nün önüne giderek teslim olmuşlardır.
Dava dosyasında güya gizli olan bilgilerin kamuoyuna sunularak masumiyet karinesinin çiğnenmesi ve bu esnada sanıklarının azılı mahkumlar ile beraber tutulmaları da ciddi bir güvenlik ihlali durumu oluşturmuştur.
Kişi güvenlik hakkı özgürlük hakkının bir tamamlayıcısıdır. Kamu gücü kişi özgürlüğüne yönelik, iç hukuktaki maddi ve usûlî gerekliliklere uymadan yaptığı, yani keyfî müdahalelerde bulunduğu için sanıkların güvenlik hakkı da ihlal edilmiştir. AİHM benzer durumdaki Zilli ve Bonardo/İtalya[12] Kararı’nda hem kişi özgürlüğü hem de güvenliği hakkında ihlal kararı vermiştir.
e) Mahkeme Sanıkların İstedikleri Yerde Beraber Kalma Özgürlüğünü “Örgüt Evi” Olarak Niteleyerek Özgürlük ve Güvenlik Hakkını İhlal EtmiştirAdnan Oktar ve arkadaşlarına karşı yapılan polis operasyonunda ve sonrasında yapılan yargılamada sanıkların kaldıkları evler buralarda hiçbir suç unsuru bulunmamış olmasına karşın “örgüt evi” olarak nitelenmiştir. Ayrıca çoğunun yaşı otuzunu geçmiş, iş sahibi eğitimli reşit kişiler “ailelerinin yanında kalmayıp örgüt evlerinde yaşamak” gibi bir suç ile itham edilmişlerdir.
Her insan sevdikleriyle aynı evde yaşamakta özgürdür. Bu, temel hak ve özgürlükler arasındadır. Hukukçular “Özgürlük ve Güvenlik Hakkı” olarak ifade edilen hakkına Anayasa’mızın 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” denilerek yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 2007/85 Esas sayılı, 2009/42 nolu 5.3.2009 tarihli kararında, 18 yaşından küçüklerin bile ailelerine haber verdikleri halde evlerinden ayrılamaması şöyle eleştirilmiştir:
“TCK.nun 234/3 maddesi 18 yaşından küçük kimselerin evinden ayrılırken kanuni temsilcisinin rızasını almak zorunda olması ve rızası olsa dahi evi terk edememesi fiili kişi hak ve hürriyetlere aykırıdır. Kişinin yetkili makamlara haberdar veya kanuni temsilcinin iznine tabi kılınarak evden ayrılması Anayasamızın 17. maddesinde belirtilen “maddi ve manevi varlığını geliştirme” imkanını yerine getirmesine engeldir, kişi hürriyetlerine de aykırıdır. Zira, bu madde ile kişi özgürlüğü ve temel hak ve hürriyetleri Anayasamızın belirtilen maddelerine aykırı bir şekilde kısıtlamaktadır. Yine kişinin evden ayrılırken yetkili makamları ve ailesini haberdar edilmek zorunda bırakılması Anayasamızın 20. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğine ilişkin Anayasa hükmüne de aykırıdır...”
Bu noktada önemle hatırlatmak gerekir ki reşit bir bireyin sevdiği kişilerle istediği gibi kalmasını engellemek “hürriyete karşı suç”tur. Hukukta bu suç; “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” olarak tanımlanır. (TCK 109) Bir diğer adı da “hürriyeti tahdit suçu” olarak bilinir.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, bir kimsenin “bir yere gitmek” veya “bir yerde kalmak” özgürlüğünden mahrum edilmesidir. Yani, fail tarafından mağdurun serbestçe hareket etmesinin engellenmesidir. Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu, bireylerin kendi istekleri ve serbest iradeleriyle hareket etme özgürlüğünü güvence altına alan bir suç tipidir.
Kişinin istediği yere gitme hakkı olduğu gibi bulunduğu yerde istediği gibi ve istediği kadar kalma, kendi özgür iradesiyle hareket etmeme hakkı da vardır. Kişinin bir yerde kalması başkası tarafından engellendiği takdirde suç, “bir yerde kalma hürriyetinden yoksun bırakma” seçimlik hareket ile işlenmiş olur.
Müvekkilin yaş ortalamaları 40 - 50 olan arkadaşlarının istedikleri şekilde, istedikleri kişilerle yaşamalarının suç olarak değerlendirilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3. maddesinde yer verilen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlalidir.
5) SAĞLIK HAKKININ İHLALİ
Anayasa, madde 56: Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Hayatlarında hiç sigara kullanmamış sanıklar, sigara içilmeyen koğuşa geçme talepleri kesin olarak reddedilerek günde 300-400 sigaranın tüketildiği koğuşlara yerleştirilmiştir. Oysa, Anayasa Mahkemesi yakın tarihli bir kararında bu durumu açık bir hak ihlali saymaktadır: “Cezaevinde tutuklu bulunan kişinin, sigara içilmeyen bir odaya geçme talebinin reddedilmesi, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlali sonucunu doğurur.”[13]
Sanıkların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ihlali sadece sigara içilen koğuşlarda ikamete zorlamak ile sınırlı kalmamıştır. Müvekkil Adnan Oktar ve bazı sanıklar, sadece müebbet almış hükümlülere uygulandığı şekilde, günde yalnızca 1 saat avluya çıkarılmak suretiyle karanlık, soğuk, güneşsiz, rutubetli, küflü tek kişilik ceza hücrelerinde tutulmuşlar, hala da tutulmaktadırlar.
30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk yargılamasında her gün sabahtan akşama kadar devam eden duruşmalar sebebiyle sanıklar büyük sıkıntılar çekmiştir. Çoğu zaman kahvaltı yapmadan koğuştan çıkarılmışlar, adliye nezarethanesinde çok yetersiz yemek verilmiş, bu olumsuz şartlara uykusuzluk da eklenince bağışıklık sistemleri çökmüştür. Pek çok sanık duruşmalar sırasında hastalanmışlardır. Bu durum duruşmaları düzenli takip edebilmelerine de engel olmuştur. Tüm gün duruşma salonunda bulunan sanıkların kantin siparişleri imkanları ellerinden alınmış, telefon hakları, açık / kapalı görüş hakları kullanılamaz hale gelmiştir. Sanıklar bu dönemde aylarca aileleri ile telefonda dahi görüşememişlerdir.Esas hakkında mütalaanın açıklanmasından sonraki süreçte ise pandemi olmasına rağmen duruşmalara ara verilmemiş, sağlık koşulları nedeniyle duruşmaların ertelenmesi yönündeki taleplerimiz reddedilmiş ve nedenini anlayamadığımız bir hızla duruşmalar son sürat devam etmiştir.
Sağlıksız koşullar nedeniyle pek çok sanığın bağışıklık sistemleri tamamen çökmüş, birçoğu defalarca COVID'e yakalanmıştır.
İçlerinde ağır kanser hastalarının da bulunduğu sanıkların, ihtiyaç duyduklarında doktora gidip muayene olmaları, en temel ilaçlarını almaları dahi zorlaştırılmış ve geciktirilmiştir.
Sanıkların yaşadıklarının maddi yetersizlikler veya teknik imkansızlıklarla açıklanması kamunun sorumluluğunun görmezden gelinmesine gerekçe olarak gösterilemez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu yönde çok sayıda örnek kararı mevcuttur.
Sanıkların uzun tutukluluk süresinde sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi yararlanamaması nedeniyle Anayasal hakları olan sağlık hakları sınırlandırılmıştır. Hatta nerede ise bir mahkeme kararına dayanmayan gayri meşru bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmıştır.
6) ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ
Anayasa madde 36: Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
Bilindiği üzere AİHS’nin 6. maddesi 6. madde esas olarak ulusal mahkemelerin doğru veya yanlış bir karara ulaşıp ulaşmadıklarından ziyade bir sanığın davasını savunması ve sahte olduğunu düşündüğü delilleri çürütebilmesi amacıyla yeterli fırsatların sağlanıp sağlanmaması ile ilgilidir. Sözleşmede Adil yargılama şartı şu şekilde dile getirilmiştir:
AİHS Madde 6- Adil yargılanma hakkı
- Medeni hak ve yükümlülüklerinin ya da kendisine isnat edilen herhangi bir suçun belirlenmesinde, herkes, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından, makul süre içerisinde, adil yargılanma ve aleni duruşma hakkına sahiptir. Hüküm aleni olarak açıklanır; ancak basın ve kamu duruşmanın tamamından ya da bir kısmından, bir demokratik toplumda, ahlak, kamu düzeni yahut milli güvenlik yararına, gençlerin çıkarlarının ya da tarafların özel yaşamının korunmasının bunu gerektirmesi hallerinde, ya da aleniyetin, adaletin gereklerine zarar verebileceği özel koşullar bulunması halinde, mahkemenin görüşüne göre kesin biçimde gerekli olduğu ölçüde, çıkartılabilir.
- Bir suç isnat edilen herkes, hukuka uygun olarak suçluluğu kanıtlanana dek masum sayılacaktır.
- Bir suç isnat edilen herkes, en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
(a) kendisine yöneltilen suçlamanın mahiyeti ve nedeni hakkında, derhal, anlayabileceği dilde ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmiş olmak;
(b) savunmasını hazırlamak için yeterli zamana ve olanaklara sahip olmak;
(c) bizzat ya da kendi seçtiği bir yasal yardımcı/(savunmanı) yoluyla savunmasını yapmak ya da, yasal yardım almak için yeterli ödeme gücüne sahip değil ise, bu yardımın, adaletin yararının gerektirmesi halinde, kendisine ücretsiz olarak sağlanması;
(d) aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek ya da çektirmek ve kendi lehine olan tanıkların, aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar çerçevesinde, hazır bulunmalarını ve sorgulanmalarını sağlamak;
(e) mahkemede kullanılan dili anlamıyor ya da konuşamıyor ise, bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.
AİHM Adil Yargılanma üzerinde en fazla durduğu haklardan birisidir. Öyle ki Yüksek mahkeme Karalevičius/Litvanya Kararında[14] belirttiği üzere finansman yetersizliği veya uygulama zorlukları gibi ciddi mazeretler bile adil yargılama yükümlülüğünden kaçınmak için gerekçe olarak kabul etmemektedir. AİHM’nin Salesi/İtalya Kararı buna iyi bir örnektir. Yüksek mahkeme “Adil Yargılama” şartına o kadar büyük bir önem vermektedir ki; de mevzuata ve yasalara uygun bir yargılamada bile ihlal kararı verebilmektedir.[15]
Dosyamız kapsamında yaşanan adil yargılanma hakkı ihlallerini detaylı olarak açıklamadan önce Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda vermiş olduğu güncel bir karar hakkında Sayın Dairenizi bilgilendirmek istiyoruz:
Adnan Oktar Davası’nda hak ihlallerine maruz kalan başka sanıkların Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları başvurular karara bağlanmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından huzurdaki dosyaya konu olan yargılama sürecinde sanıkların maruz kaldıkları hak ihlalleri tespit edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, gerek 14.12.2023 Tarih ve 2020/25125 Başvuru No’lu kararı ve, 14.12.2023 Tarih ve 2021/11929 Başvuru No’lu kararı ile, huzurdaki başvuruya konu yargılamada sanıkların ANAYASA’NIN 36. MADDESİNDE GÜVENCE ALTINA ALINAN ADİL YARGILANMA HAKLARININ İHLAL EDİLDİĞİNE hükmetmiştir.
Dosyada etkin pişman sanık olarak yargılanan Burak Abacı, Emre Teker, Mehmet
Murat Develioğlu, Ali Şeref Gider, Murat Terkoğlu, Mustafa Arular, Kemal Ayaz tarafından yapılan başvuru sonucunda, Anayasa Mahkemesi, 6. sayfa 29. maddede “ikinci olarak” diye başlayan cümle ile birlikte, sanıkların yargılandıkları davada ne şekilde hak ihlallerine maruz bırakıldıkları detaylı şekilde açıklanmaktadır:
"... İkinci olarak, yargılamalarda sanıkların delil toplatma ve inceletme talepleri silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine aykırı olarak reddedilmiş, başvurucular iddia makamına nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülmüştür. Başvurucular birçok usule ilişkin imkandan yararlandırılmamıştır. Teknik bilgi gerektiren ve uzmanlık isteyen konularda başvurucuların talepleri yetersiz gerekçelerle reddedilmiştir. Gerekçeli kararlarda başvurucuların davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaları ve savunmaları karşılanmamıştır."
Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararında, CMK m.289/1-g ile m.289/1-h hükümlerine göre hukuka kesin aykırılık hallerinin var olduğu tespit edilmiş olmaktadır.
Bu tespitlerin doğal hukuki neticesi olarak İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararlarında hak ihlalleri tespit edilen sanıklar bakımından yeniden dosya numarası vermiş ve yargılamalarının yenilenmesine başlamıştır. Dolayısıyla, aynı davada yargılanmış olup aynı hak ihlallerine maruz bırakılmış olan müvekkil ve diğer tüm sanıkların da aynı gerekçelerle değerlendirilerek temyize konu ceza hükümlerinin bozulması gerektiği kanaatindeyiz.
Dosyamızdaki bozmayı gerektiren Adil Yargılanma Hakkı ihlallerini şöyle açıklayabiliriz:
a) Adnan Oktar Davası’nda “Tarafsız” Bir Yargılama YapılmamıştırSözleşmede “Adil Yargılanma” hakkından bahsedilmesi için gerekli şartlardan birisi de yargı yerinin “tarafsız” olmasıdır. Ancak Adnan Oktar Davası’nda mahkeme heyetlerinin tutumlarına bakınca tarafsız bir yargılama yaptıklarından söz etmek mümkün değildir.
Örneğin İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan ilk yargılamada Heyet Başkanı Mehmet Galip Perk duruşmalar boyunca;
- Hiçbir delil niteliği olmayan ve SANIKLARA AİT OLMADIĞI BİLİRKİŞİ RAPORUYLA SABİT PORNOGRAFİK VİDEOLARI SALONDA DEFALARCA DAYATMAYLA SANIKLARA VE İZLEYİCİLERE İZLETTİRMİŞ,
- Sanıkların savunmaları ile ilgili ALAYCI İFADELERDE BULUNMUŞ,
- Sanıklar ve müdafilerine yönelik AZARLAMA, BAĞIRMA, EL KOL HAREKETLERİ KULLANMAK SURETİYLE AŞIRI SERT VE AGRESSİF BİR TUTUM İÇİNDE BULUNMUŞ,
- Savunma hakkını kullanmak isteyen AVUKATLARI JANDARMA EŞLİĞİNDE SALON DIŞINA ATTIRMIŞ,
- Olur olmaz konularda SESİNİ YÜKSELTEREK SANIKLARIN SAVUNMALARINI YAPARKEN DİKKAT VE KONSANTRASYONLARINI BOZMUŞ
ve bunlar gibi daha başka sayısız keyfi, kanun ve usul dışı uygulamalarıyla yargılamayı yürütmüştür. AİHM Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan[16] kararında belirttiği üzere hakimlerin kullandıkları dilin önemli olduğunu ve bunun görevinin gerektirdiği şekilde tarafsızlıktan yoksun olup olmadığını gösterdiğini belirtmektedir.
AİHM Gregory/Birleşik Krallık Kararı’nda belirttiği gibi ceza davalarında mahkemelerin sanığa güven vermesinin önem atfettiği şöyle açıklamıştır:
43 Mahkeme, başlangıçta, mahkemelerin halka ve her şeyden önce, ceza yargılamaları söz konusu olduğunda, sanığa güven aşılamasının demokratik bir toplumda temel öneme sahip olduğunu kaydeder (bkz. 26 Şubat 1993, Seri A no.257-B, sayfa 20, § 27). Bu amaçla, jüri de dahil olmak üzere bir mahkemenin hem öznel hem de nesnel bir bakış açısından tarafsız olması gerektiğini sürekli olarak vurgulamıştır.[17]
Anayasa Mahkemesi bir kararında hakimin “… yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir” demektedir.[18]
Hakim Perk’in mahkemedeki tutum ve kararları dikkate alındığında tarafsızlığını yitirmesi kanaat uyandırmanın ötesine geçerek kesinlik içeren bir hal almıştır. Sonuç olarak İstanbul 30. ACM’nin Perk başkanlığındaki heyetinin AİHM’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin aradığı güven verme kriterinden oldukça uzaktır ve sanıkların Adil Yargılanma haklarını ihlal etmiştir.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bozmadan sonra yapılan ikinci yargılamada ise Heyet Başkanı Mahmut Başbuğ’un da tarafsızlığını ortadan kaldıran çok sayıda cümlesi, beyanı, kararı ve uygulaması olmuştur. Bunlardan biri, yukarıda detaylarıyla açıklandığı üzere bir kız çocuğunun neyi giyip neyi giymemesi konusunda görüşünü ve buna uymayan giyim tarzını suç olarak gösterme çabasıdır. SEGBİS kayıtları “tarafsızlık” şartının çiğnendiğini açıkça ortaya koymaktadır.
MAHKEME BAŞKANI: Peki bu beyanda bulunan kişiler yine Uğur ve Hatice URAL isimli kişilerin beyanlarında bu kıza yaşını uygun olmayan elbiseler giydirildiğini söylüyorlar. Bunlara ne diyorsun? Herhangi bir sakınca yok mu sence de? Demin ki koluna girme gibi bir durum mu yani? 9 - 10 yaşındaki ya da 11 hangi yaşta olduğu ortada...
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Şimdi Sayın Başkanım, evet.
MAHKEME BAŞKANI: Bu yaşlardaki çocuk söz konusu yaşına uygun olmayan elbiselerle gezmesinde bir sakınca yok mu yaşam tarzı diyerek mi açıklıyorsun bunu?
. . .
MAHKEME BAŞKANI: Demin sorduğum için söylüyorum bunu, dedin ki kızım öyle açık saçık elbiseler giymiyor, bu, yaşına uygun bir kıyafet mi bu çocuğun?
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Pantolon üstündeki tişört sayın başkan.
MAHKEME BAŞKANI: Tişört gibi gelmiyor bana hiç.
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Evet, yani bir tane üst yani.
MAHKEME BAŞKANI: Yani hiç öyle yaşına uygun bir kıyafet değil o…
SANIK DİLEK ÇELİKTEN: Kendisi sayın başkanım, yani yaz günü, yine pantolonu var...
MAHKEME BAŞKANI: Yani askısı bile yok üzerinde. Yani askısı bile yok o kıyafetin üzerinde.
Mahkeme Başkanı Başbuğ’un buradaki diyaloğun başında dava konusu küçük kızın kıyafetleri hakkındaki yorumun karşı taraftan kaynaklandığı ifade etmiştir. Ancak ilerleyen kısımda kendisinin bizzat bu yorumu desteklediğini gösterecek şekilde bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bir hakimin kendi kızının veya torunun nasıl giyeceği konusunda söz hakkı olsa bile küçük bir kızın annesinin yanında nasıl giyinmesi gerektiğine dair bir şablon oluşturması hakimlik görevinin kapsamında değildir.
Sayın Başkan “yaşına uygun olmayan kıyafetler” bahsinde bulunmuşsa da Türkiye’de pek çok alışveriş sitesinde kız çocuklarının omuzlarını, sırtlarını, göbeklerini açıkta bırakan kıyafetlerin onlarca örneği savunma tarafından mahkemeye sunulmuştur. Eğer Sayın Hakim kız çocuğunun yaşına uygun kıyafetler giymediğini düşünüyorsa (ki öyle ifade etmiştir) öncelikle bunun kaynağını ayrıca uygun kıyafetlerin nasıl olduğunu açıklamalıdır. Bir elbiseyi askılı olunca meşru görmek, askısız olunca gayrimeşru olarak nitelemenin hukuki hiçbir dayanağı yoktur.
Sayın Başkan hiçbir yasada olmayan bir çıkarım yaparak güya bir kız çocuğunun nerede ne kıyafet giyeceğine dair şahsi bir sınırlama getirmiş ve bunun aşılmasına “yaşam tarzı” denemeyeceğini iddia etmiştir. Sadece bu diyalog bile kanaatimizce sayın mahkemenin sanıkların yaşam tarzını sorguladığını göstermeye yeterlidir.
Sayın Mahkeme Başkanın yaşam tarzına dayalı yargılamasını ve peşin hükmünü gösteren itiraf gibi açıklaması ise şöyledir:
MAHKEME BAŞKANI: Biz başka bir şeyi yargılıyoruz. Şimdi bu konulardan bağımsız olarak söylüyorum ben. Yani 9 yaşında, 15 yaşında, her neyse bir kız çocuğunun bu şekilde istismar, teknik manada, CEZA HUKUKU MANASINDA SÖYLEMİYORUM ama bu şekilde bir şeye maruz kalması hepimiz için, toplumumuz için çok üzücü şeyler.
Sayın Mahkeme Başkanı önce kız çocuğunun giyim tarzını istismar etmek olarak yorumlamış ve sonra bunun ceza hukuku manasında demediğini itiraf etmiştir. Sayın Başkan bir ceza mahkemesinde görev yapmaktadır ve görev alanı ceza kapsamındaki suçları incelemektir. Eğer ceza hukukuna girmeyen bir konuyu “çocuğun istismarı” gibi son derece vahim bir vaka olarak nitelemesi tamamen şahsi yorumsa -ki öyledir-, bu durumda ceza mahkemesinde gündeme getirilmemesi gereklidir.
Mahkeme Başkanı Başbuğ, duruşma esnasında sanık avukatlarına yönelik kullandığı “KARILAR HAMAMI” ifadesi ve bunun devamında yine sanık avukatlarına yönelik sarf ettiği “SİNİRLENDİRMEYİN BENİ”, “ÇIKINTILIK YAPIYORSUNUZ” şeklindeki hasmane ifadeleri de mahkemenin nesnel tarafsızlıktan uzak olduğunu göstermektedir.
MAHKEME BASKANI : “Lütfen, susun, konuşmayın, ben burada yönetiyorum, ben varken burada, oradan çıkıntılık yapıp siz de çıkıntılık yapıp laflar etmeyin ya. Nedir burası ya, he. Karılar hamamı mı çok affedersiniz.”
Aşağıdaki SEGBİS kaydı Sayın Başkanın yargılamasında kendi değer ve inançlarını ölçü almada bir beis görmez iken sanıkların ayet ve hadis kullanarak yaptıkları açıklamaları propaganda olarak nitelemesi arasındaki büyük çelişkiyi ortaya koymaktadır:
MAHKEME BAŞKANI: Bu mudur istinaf mahkemesine karşı söylediğin? Beni bir dinler misin, bakar mısın buraya?
SANIK YASİN KAYA: Efendim?
MAHKEME BAŞKANI: Yasin'di değil mi ismin?
SANIK YASİN KAYA: Evet.
MAHKEME BAŞKANI: İstinaf mahkemesinin kararına karşı diyeceklerini soruyorum. SEN BURADA PROPAGANDA YAPIYORSUN.
Sayın Hakimin baktığı ceza davasında suç olmayan hususlarda kendi dünya görüşünü esas almasına karşın sanıklarının inançlarını ifade etmesine tahammül gösterememesi tarafsızlığını yitirdiğini ortaya koymaktadır. Şu da gözardı edilmemelidir ki; iddianame ve esas hakkında mütalaalar sanıkların inançlarını, İslami değerlerini, ayetleri, hadisleri yorumlamak üzerine kurulmuştur. İnançları sorgulanan sanıkların savunmalarını, yani inançlarını açıklarken ayet ve hadislere yer verilmesi olağan bir neticedir.
Sayın savcının ve Mahkeme başkanın TCK tarafından tanımlanmış suçlar üzerinden değil kişisel inanç ve kanaatleri üzerinden kovuşturma yapması mahkemenin yargılama için gerekli suçu bulamadığını bu nedenle de sanıkların yaşam tarzlarını ve inançlarını sorgulama durumuna düştüğünü göstermektedir.
İnanca veya dünya görüşüne göre yargılama yapan bir mahkemenin tarafsızlığından bahsetmek imkansızdır. Oysa ülkemizce en üst mahkeme olarak tanınan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre AİHS m. 6 anlamında tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargının bulunmamasını; mahkemenin veya mahkemenin bazı üyelerinin, taraflar düzeyinde, onların leh veya aleyhinde bir duyguya veya çıkara sahip olmamalarını ifade eder. Bu noktada Ankara Üni. Hukuk profesörü Sayın Öden’in şu tarifine göre Sayın Mahkeme başkanın kişisel görüşlerine kapılmak ve önyargılı davranmak sureti ile tarafsızlığını yitirmiştir:
“Hâkimin tarafsız olması, görevini yaparken hiç kimseyi kayırmamasını, kendisinin veya bir tarafın çıkarını gözetmemesini, duygularına kapılmamasını, kişisel görüşlerinin ve önyargılarının etkisi altında kalmamasını ifade etmektedir.”[19]
AİHM, tarafsızlığı, iki aşamalı olarak ele almaktadır. İlk aşamada, hâkimin, birey olarak davadaki kişisel tarafsızlığı yani sübjektif tarafsızlık; ki bu İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde çok kez çiğnenmiştir. İkinci aşamada ise, kurum olarak mahkemenin güven veren tarafsız bir görünüme sahip olmasını ve tarafsızlığını sağlamak için alınmış olan tedbirlerin her türlü kuşkuyu ortadan kaldırır nitelikte olması yani objektif tarafsızlık incelenmektedir. Ancak Adnan Oktar Davası SEGBİS kayıtlarının ortaya koyduklarına göre İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin her iki yargılaması AİHM’nin koymuş olduğu kriterlerden son derece uzaktır.
Adnan Oktar Davası’nda Hakimler Nesnel Olarak Tarafsız Olamamıştır
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Adil Yargılanma ihlali” yapılıp yapılmadığına karar vermek için kontrol ettiği unsurlardan birisi de mahkemenin tarafsız olmasıdır.
AİHM’ne göre “mahkeme öznel olarak kişisel önyargılardan arınmış olmalıdır; ikincisi, nesnel bir bakış açısından da tarafsız olmalıdır, yani bu hususta herhangi bir meşru şüpheyi ortadan kaldırmak için yeterli güvenceler sunmalıdır”[20]. Ancak huzurunuzdaki dosyada mahkeme heyetinin yukarıda sadece birkaç örneğine yer verdiğimiz görüş ve tavırları tarafsız bir yargılama yapmadığını açıkça göstermektedir.
Adnan Oktar Davası’na bakan her iki mahkeme heyeti de maalesef Anayasa mahkemesinin öngördüğü tarafsızlığı ortaya koyamamıştır. Yalnız Anayasa Mahkemesi değil AİHM’de hakimin mahkemedeki sözlerini tarafsızlık açısından gerekli bir şart olarak görmektedir.
AİHM Boeckmans/Belçika[21] Kararı’nda belirttiğine göre yargılama sürecinde yargıç tarafından mahkemede veya basında sarf edilen tarafgir veya taraflardan birini aşağılayan sözler mahkemenin nesnel olarak tarafsızlığının yitirilmesi olarak yorumlanmıştır.
AİHM yargılama esnasında hakimin sanığı bir çözüme razı etme girişimi “Adil yargılanma” ihlali olarak nitelendirilmektedir. Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan[22] davası bu konudaki önemli emsallerden birisidir. Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan davasında başvurucunun yargıç tarafından dostane çözümü kabul etmeye yönlendirilmesi, dostane çözümü kabul etmemesi halinde aleyhe sonuçların ortaya çıkabileceği ima edilerek uyarılması, dostane çözümle ilgili yasal düzenleme ile yargıcın kullandığı dil ve yaklaşım dikkate alınarak başvurucunun tarafsızlık konusundaki endişesinin nesnel olarak doğrulandığı kabul edilmiştir. AİHM’ne göre yargıcın davranışı, yargısal nötrlük ilkesinin gerektirdiği yansızlıktan yoksundur. Çok benzer bir durum davamızda da yaşanmıştır. Şöyle ki;
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan ikinci yargılamada 09 Eylül 2022 tarihli 1. celsenin 3. oturumuna ait SEGBİS kayıtlarında hakimin tarafsız olmadığını ortaya koyan bir başka diyalog daha mevcuttur. Mahkeme başkanı sonradan etkin pişman olan sanık Ahmet Muhassıloğlu’nun sorgusunda şu ifadeleri kullanmıştır:
MAHKEME BASKANI : Sen adlandırır mıydın bunları örgüt olarak ya da cemaat olarak, ne diye adlandırırdın? Bu soru senin hukuki durumunu değiştirebilecek bir soru.
SANIK AHMET MUHASSILOĞLU : Yani örgüt olsa dediğim gibi…
MAHKEME BAŞKANI : Susma hakkını kullanabilirsin bu soru ile ilgili.
Mahkeme Başkanı, Ahmet Muhassıloğlu’nu bilgilendirme adı altında açıkça uyararak etkin pişman olmaya devam etmesini sağlayacak şekilde yönlendirmeye çalışmıştır. Sanık ne demesi gerektiği konusunda bocalayınca da onu kurtarmak adına bir ara çözüm olarak sessiz kalmasını önermiştir. AİHM, benzer bir durumun yaşandığı Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan davası kararında 82. paragrafta yargıcın uyarısıyla ilgili olarak;“başvuranın dostane çözüm teklifini reddetmesinin olumsuz bir etkiye sahip olabileceğine dair meşru bir korku uyandırabileceği” kanaatinde olduğunu bildirmiştir.
Adnan Oktar Davası’nda yukarıda yer verilen konuşmada ve daha bir çok diyalogda mahkeme heyetleri sanıkların kendisinin tarafsız olmadığından endişe etmelerine yol açan bir dil kullanmıştır. AİHM Bu tarz bir dilin kullanıldığı durumlarda Buscemi/İtalya[23] davasında da olduğu gibi-“Adil yargılanma” ihlali olduğuna hükmetmiştir.
Bir bütün olarak ve bağlam içinde bakıldığında davamızda yaşanan bu diyalog AİHM içtihatlarına göre yargılamanın tarafsız olmadığını ortaya koyan çok sayıdaki göstergeden birisi olduğu anlaşılmaktadır.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamalarda alınan karalar, uygulamalar ile birlikte hakimlerin tavır ve hareketleri sanıkların “Adil yargılanma” hakkının ihlal edildiğini göstermektedir.
b) Soruşturma ve Kovuşturma Safhalarında “Masumiyet Karinesi” ÇiğnenmiştirAnayasa madde 38: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifade edilen masumiyet karinesi, aynı zamanda savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde dahi sınırlandırılamayan mutlak bir temel haktır
Masumiyet karinesine Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nde Adil yargılanma şartının bir unsuru olarak şöyle ise şöyle yer verilmiştir:
AİHS madde 6/2: Bir suç isnat edilen herkes, hukuka uygun olarak suçluluğu kanıtlanana dek masum sayılacaktır.
İstanbul İl Emniyet Eski Müdürü Mustafa Çalışkan, polis operasyonunun yapıldığı günün sabahında, teamüllerde hiç olmayan bir şekilde, bir bilgi notu yayınlatmış ve basını ve Türk halkını güya “konu hakkında bilgilendirmiştir.” Bu, bir bilgilendirme değil itham ve karalama notu olarak tarihteki önemli hukuksuzluklar arasındaki yerini almıştır. Söz konusu notta “Adnan Oktar Suç Örgütü” şeklinde kullanılan tanımlamayla henüz soruşturması devam eden, mahkemesi bile görülmemiş bir olay için, ceza alıp almayacağı belli olmayan yüzlerce kişi hiçbir hukuki dayanağı olmadan ağır töhmet altında bırakılmış, kamuoyu nezdinde baştan suçlu ilan edilmiş, kara propaganda yapan bazı basın kuruluşlarının önü açılmıştır.
Bununla birlikte, gizli yürütülen soruşturma dosyasındaki şüphelilerin ve müştekilerin iftira içerikli emniyet ifadeleri sistematik olarak basına sızdırılmıştır. Eş zamanlı olarak, Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının sağlık kontrollerine götürüldükleri esnadaki görüntüleri bilinçli olarak basına servis edilmiş, standart uygulamanın aksine, basında yüzleri kapatılmadan, açık isim ve kimlik bilgileriyle fotoğrafları ve videoları yayımlanmıştır.
Oysa masumiyet karinesine gösterilmesi gereken özen örnek bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ışığında şöyle açıklanmaktadır:
“Y.B. ve diğerleri/Türkiye[24] kararında …başvuranların hiçbir fark gözetmeksizin “yasadışı örgüt” mensubu olarak gösterildiği, …polis yetkililerinin tutumlarının, kanıtların başvuranların aleyhinde kullanılması yönünde önceden değerlendirilmesi ve kimliklerini kolayca ortaya koyan bilgilerin basına verilmesi göz önünde bulundurulduğunda, BU DURUMUN MASUMİYET KARİNESİNE SAYGI GÖSTERİLMESİ İLKESİYLE BAĞDAŞMADIĞI, bu şekilde düzenlenen basın açıklamasının, bir yandan kamuoyunun başvuranların suçlu olduğuna inanmasını teşvik ettiği, diğer yandan yetkili hakimlerin olayları değerlendirmesinde önyargılı davranmalarına neden olduğu…
Bu itibarla; Anayasa, AİHS, yukarıda anılan mevzuat hükümleri ve AİHM içtihatlarıyla tanınıp korunan, adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan masumiyet karinesi ile lekelenmeme hakkı, hakim ve Cumhuriyet savcısının tarafsızlığı ile mahkemelerin bağımsızlığı ilkeleri yanında ilgililerin kişilik hakları ve soruşturmanın gizliliği prensibi göz önünde bulundurularak;
Soruşturmanın gizliliğini ihlal eden kişi ya da kuruluşlar hakkında derhal kanuni gereğine başvurulmak suretiyle masumiyet karinesinin zedelenmesinin önlenmesi ile kişilik haklarına saldırı imkanı verilmemesi, kişilerin onurlarını kırıcı, küçük düşürücü, siyasi görüşleri açıklayıcı mahiyette veya bu anlamlara gelebilecek nitelikte ifadeler ve davranışlar ile soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek açıklamalara yer verilmemesi, gizli kalması gereken hususların açıklanmaması…”
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun; “Soruşturmanın Gizliliği ve Basının Bilgilendirilmesi” konulu 33 nolu Genelgesinde yer alan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin “Soruşturmanın gizliliğinin uygulanması” kenar başlıklı 27.maddesinde şöyle denmektedir:
“Suçluluğu bir yargı hükmüne bağlanana kadar kişinin masumiyeti esastır ve soruşturma evresi gizlidir. Bu nedenle, soruşturma evresinde gözaltındaki bir kişinin “suçlu” olarak kamuoyuna duyurulmasına, basın önüne çıkartılmasına, kişilerin basınla sorulu cevaplı görüştürülmelerine, görüntülerinin alınmasına, teşhir edilmelerine sebebiyet verilmez ve soruşturma evrakı hiçbir şekilde yayınlanamaz” hükümleri yer almaktadır…
Başvuranların kamuoyuna günlerce suçlu olarak teşhir edilmesi, hukukun en temel değerlerinden ‘’masumiyet karinesi’’ açıkça ihlal edilmiştir. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan kişilerin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Dolayısıyla, masumiyet karinesi, en başta kamu görevlilerinin bir insanın suçluluğuna ilişkin zamansız açıklamaları bakımından önemli şartlar getirmektedir.
Eski Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, bahsi geçen bu notuyla yetinmemiş, 2018 yılının Aralık ayında katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarını, bulunduğu resmi makamın görev, yetki ve sorumluluklarını aşan bir üslupla, kendince “suç örgütü” olarak tanımlamıştır.
Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan konuşmasında, halen Müvekkil Adnan Oktar’ın yanında güya kendi rızaları dışında tutulmuş olan binlerce çocuk olduğunu ve bu çocuklarına ulaşamayan da binlerce aile olduğunu söylemektedir. Bu, huzurdaki davanın iddianamesinde bile yer almayan son derece gerçek dışı bir iddiadır.
İl Emniyet Müdürü seviyesindeki bir devlet görevlisi olan Mustafa Çalışkan'ın bu derece akıl almaz gerçek dışı iddiaları, delilsiz, belgesiz, uydurma hikayeleri bu kadar rahatça sarf edebilmesini, resmi makamının gerektirdiği ciddiyet, sorumluluk ve görev ahlakıyla, polis meslek ilkeleriyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “suç kovuşturmalarıyla ilgili bilgilerin medyaya sunulmasına ilişkin ilkeleri” başlıklı tavsiye kararında, Emniyet yetkililerinin yapacağı basın açıklamalarının “Masumiyet Karinesi”ne ve “Bilginin Doğruluğu” ilkesine uygun olması gerektiği belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ailenet de Ribemont-Fransa[25] kararında polisin şüphelilerin kamuoyunda suçlu görünmesinin sağlanması konusunda görüşünü şöyle açıklamaktadır:
“Başvurucunun gözaltındayken Fransız polisinden bazı üst düzey rütbeli memurların hiçbir niteleme veya çekince getirmeden cinayetin teşvikçilerinden biri ve şeriki olarak gösterilmesi sonucu, kamuoyunda suçlu olduğuna inanılmasının sağlanmasının ve yargısal makamların olayları takdir tarzına zarar vermesini masumiyet karinesinin ihlali olduğuna, “Masumiyet karinesinin sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil ve fakat diğer kamu makamları tarafından da ihlal edilebileceği…”
Özellikle Adnan Oktar’ın gözaltı sürecindeki sağlık kontrolleri için hastaneye transferleri sırasında basın mensupları uygun açılarda hazır edilmiş ve görüntü almaları sağlanmıştır.
Polis operasyonunun ilk anlarından itibaren, gerek Eski İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan'ın yayınlanan “bilgi” notu, gerek gözaltındakilerin görüntülerinin basına sürekli teşhir edilmesi, emniyet ifadelerinin basına servis edilmesi ve gerekse Mustafa Çalışkan’ın paneldeki konuşmaları, tüm bunların kamuoyunu tahrik etmeye yönelik olarak kamu görevlilerinin de rol aldığı özel ve planlı bir “algı” operasyonun parçası olduğunu göstermektedir.
İstanbul Emniyet eski Müdürü Mustafa Çalışkan’ın Masumiyet Karinesi’ni ve polis meslek ilkelerini ihlal eden bu yaklaşımları, paneldeki konuşmasından sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 2018 yılı faaliyet raporuna da yansımıştır.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün her yıl yayınladığı ve kamuoyuyla paylaştığı faaliyet raporunun 2018 yılı nüshasında, Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen polis operasyonuna geniş yer verilmiş, raporun yayınlandığı tarih itibariyle Savcılık soruşturması aşamasında olan ve hakkında gizlilik kararı bulunan dosyayla ilgili birçok mesnetsiz iddia, yorum ve fotoğraf paylaşılmıştır. Faaliyet raporunun söz konusu sayısında müvekkil ve arkadaşlarına yönelik gerçekleştirilen operasyon abartılı ifadelerle toplam 19 sayfa yer alırken, ülkemizin yıllardır mücadele ettiği PKK terör örgütüyle ilgili konulara sadece 2 sayfa yer verilmesi de oldukça ilginçtir.
Sanıklar aleyhinde kirli bir algı operasyonu yürüten bir kısım medya kuruluşlarının basın meslek ilkelerini ve soruşturma gizliliğini ihlal eden iftira içerikli haber sayfalarını olduğu gibi kopyalayan bu rapor, Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının Anayasal haklarını, “Bilginin Doğruluğu” ve “Masumiyet Karinesi” ilkelerini bir kez daha ağır bir şekilde ihlal etmiştir.
Masumiyet karinesinin ihlali çerçevesinde ele alınabilecek bir diğer olay; Adnan Oktar nezarethanede bekletilirken KESİNLİKLE YASAK OLDUĞU HALDE, KİMLİĞİ BELİRSİZ BAZI MALİ ŞUBE POLİSLERİ TARAFINDAN FOTOĞRAFININ ÇEKİLMESİ VE BU FOTOĞRAFIN BASINA SIZDIRILMASIDIR. Tüm şikayetlere rağmen, bu fotoğrafı çekip basına servis ederek görevini kötüye kullanan ve açıkça suç işleyen memurun kimliğini tespit etmek için hiçbir idari işlem yapılmamıştır. Ya da kimliği bilindiği halde suç örtbas edilmiştir.
c) Esasa Dair Hiç İşlem Yapılmaması Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidirDavanın ilk gününden bu yana adeta nefes almadan ve aldırmadan bir yargılama yürütülmüştür. Bu süreçte DAVANIN ESASINA DAİR HİÇBİR İŞ VEYA İŞLEM YAPMAYA GEREK GÖRMEYEN MAHKEME HEYETİ, müşteki tarafça yapılan talepleri istisnasız olarak değerlendirmiş ve kabule yönelik kararlar vermiş olmasına rağmen SANIKLAR VEYA MÜDAFİLERİNCE YAPILAN TALEPLERİN TAMAMINI GÖZ ARDI ETMİŞ VEYA REDDETMİŞTİR.
Oysa AİHM mahkemeye sunulan deliller, tanıklar, mütalaaları görmezden gelmek bir yana bunların iyi incelenmemesini bile hak ihlali kapsamında değerlendirmektedir.
Yüksek mahkemenin Donadze/Gürcistan[26] Davası Kararı’nda dile getirdiği üzere bir hakkın etkili olarak kullanılmasından bahsedilebilmesi için Yargılamalara dâhil olan tarafların, davaları için önemli olduğunu düşündükleri görüşleri tam olarak sunma hakkına sahip olmalıdırlar. Yüksek mahkemeye göre bu hakkın, ancak söz konusu görüşlerin gerçekte dinlenmiş olması, yani duruşmanın görüldüğü mahkeme tarafından “gereğince değerlendirilmiş olması” durumunda etkili olduğu düşünülebilir. Bir başka deyişle, “yargı yerinin” taraflarca öne sürülen görüşler, iddialar ve deliller hakkında “özenli” bir inceleme yürütme görevi vardır. Yüksek Mahkemenin Kraska/İsviçre[27] ve Van de Hurk/Hollanda[28] kararlarında da dile getirdiği üzere; “Adillik” ilkesinin güvence altında olması ve adil yargılanma hakkının etkili olabilmesi için yetkililerin “özen” göstermesi gerekir.
Ne var ki İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan her iki yargılamada da mahkeme savunmanın argümanlarını özenle incelemek bir yana hiç bir inceleme yapmayarak Adil yargılama ilkesini aleni olarak ihlal etmiştir.
Aşağıda ilk heyetin özensizliğinin örnekleri yer almak ile birlikte, durum ikinci heyetin gerçekleştirdiği yargılama da farklı olmamıştır:
- Mahkeme heyeti, yargılama boyunca tek bir delil araştırması yapmamış, sanıkların ara aşamalardaki taleplerini reddetmiş, taraflara kovuşturmanın genişletilmesi talepleri olup olmadığını sormamış, tüm tanık çağırma taleplerini de haksız gerekçelerle reddetmiştir.
- Mahkeme heyeti, tanıkların dinlenmesinden vazgeçmiştir.
- Mahkeme heyeti, tüm yargılama süreci boyunca sanıklara ve müdafilerine karşı çok sert ve agresif bir tutum sergilemiş, kimi zaman alaycı üsluplarla kimi zaman ise bağırarak, kızarak sözlerini kesmiş, konuşmalarına müsaade etmemiş ve çeşitli el, kol hareketleri ve yüz mimikleri ile sanıklar üzerinde psikolojik baskılar kurmuştur.
- Mahkeme başkanı Galip Mehmet Perk, sanık müdafilerinin beyanları veya itirazları sırasında çoğu zaman mikrofonlarını kapatarak konuşmalarına izin vermemiş, sonrasında kendi istediği beyanlarını sesli olarak tutanağa geçirmiştir.
- Mahkeme heyeti CMK 201. maddesini kötüye kullanmış, ayrıca sanık müdafilerinin müşteki, tanık ve etkin pişman sanıklara yönelttikleri sorulara haksız gerekçelerle sürekli müdahale etmiş, birçok sorunun sorulmasına müsaade etmemiştir. Buna rağmen mahkeme heyeti cevaplanması elzem olan konular hakkında res'en hiçbir soru yöneltmemiştir.
- Mahkeme heyeti tüm müşteki, mağdur, tanık ve etkin pişman sanıkların ifadelerini soyut ve afaki gerekçelerin arkasına sığınarak CMK m.200/1 uyarınca sanıkların yokluğunda almış ve sanıkların bu kişilere soru sorma haklarına mani olmuştur. Bu kişilerin ifadelerine ait çözüm tutanaklarını incelemeye vakit tanımadan alelacele iddia makamından esas hakkında mütalaası istenmiş ve aynı hızla son savunmalar alınarak davanın esası hakkında karar verilmiştir.
- Mahkeme heyeti pandemi şartlarını göz ardı ederek -özellikle tutuklu sanıkların müdafi desteğinden yararlanamadıklarını bile bile- yargılamaya hızla devam etmiş ve sanıklar ve müdafilerine yeteri kadar süre vermeden cebren savunmalarını almıştır. Savunmalar sırasında sanıklar ve müdafilerine sık sık sert ve agresif müdahalelerde bulunmuş, birçok iddia hakkında savunma yapmalarına müsaade etmemiş, savunma süresini dakikalar müddetinde sınırlı tutmuş, birçok sanığın savunmasını yarıda keserek yerine oturtmuş, bazı sanık müdafilerini ise Jandarma marifetiyle salondan çıkartmıştır.
- 4100 sayfalık iddianame, 499 sayfalık esas hakkında mütalaa, yaklaşık 50 bin sayfalık müşteki ifadeleri, beyan, sorgu, dijital materyal vb gibi yüklü dosya hacmine rağmen sanıkların son savunmalarını alırken “sadece esas hakkında mütalaaya cevap vermekle” sanıkları sınırlı tutmuş, sanıkların dosya kapsamında savunma yapma taleplerini hukuksuz olarak reddetmiş, savunma yapmaya devam etmek isteyen sanıkları “azarlayarak” yerine oturtmuş, daha da vahimi gerçekleri çarpıtarak tutanağa bu durumları geçirtmemiştir. Tüm bunlara rağmen, sanıklara savunma hakı verilmeyen suçlamalardan da hüküm verilmiştir.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu tutumuna karşın AİHM, Wynen/Belçika kararında[29] ek savunma talebinin reddini ihlal olarak görmüştür. Bu ihlal kararının verilmesinde, iç hukukta dayandırılan bir gerekçe ile başvurucunun, kendine karşı sunulan iddialara ek savunma yaparak cevap verme hakkının fiilen ortadan kaldırılması etkili olmuştur. Yüksek mahkeme ek savunmanın bu şekilde zamanaşımına tabi tutulmasını başvurucuya karşı ileri sürülen deliller hakkında yorum yapma fırsatı vermediğini belirterek bunu çekişmeli yargılamaya engel olarak yorumlamış ve Sözleşme'nin 6/1 maddesi ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Adnan Oktar Davası’nda yaşanan bahsi geçen tüm bu hukuksuzluklar ve daha fazlası duruşma kayıtları ve SEGBİS çözümleri incelendiğinde çok daha net olarak anlaşılacaktır.
d) AİHM’nin Öngördüğü Makul Bir Gözlemci Adnan Oktar Davası’ndaki İhlalleri RaporlamıştırAvrupa Konseyi’nin “Adil Yargılama Hakkının Korunması” ismi ile yayınladığı insan hakları el kitabına göre “Makul bir gözlemcinin bakış açısı, yanlı bir görüntü veya tutumun mevcut olmadığına dair meşru bir kuşku açısından yeterlidir”[30]
Nitekim AİHM, Piersack/Belçika[31] davasında bağımsız gözlemcinin varlığına atıfta bulunarak tarafsızlık ihlalinin tespitini yapmıştır.
Adnan Oktar Davası’nda bağımsız bir gözlemcinin yanlı yargılama yapıldığına dair çok fazla beyanı mevcuttur. Şöyle ki;
Uluslararası bir sivil toplum kuruluşu olan ve kısa adı “SIHRG” olarak bilinen “Avukatların Uluslararası İnsan Hakları Grubu”, “Adnan Oktar Davası"nın İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen yargılamasını Eylül 2019–Ocak 2021 tarihleri arasında “Uluslararası Bağımsız Gözlemci” sıfatıyla takip etmiştir. Ardından da bizzat takip ettikleri bu hukuksuz yargılama süreci boyunca yaşanan skandal boyutundaki hak ve hukuk ihlalleri, adaletsizlikler, görülmemiş anormallikler hakkında, tarafsız ve bağımsız gözlemciler olarak bir rapor düzenlemişlerdir. SIHRG raportörü yayınladığı 24 sayfalık detaylı gözlem raporunda, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve Üyelerinin yargılama süresi boyunca;
- Açık ve görülür şekilde, yargılananlar aleyhinde TARAFLI BİR YARGILAMA yürüttüklerini,
- Yargılananları ve vekillerini alenen korkutup sindirerek SAVUNMA HAKKINI ENGELLEDİKLERİNİ,
- Yargılananların ADİL MUAMELE ve ADİL YARGILANMA HAKLARINI İHLAL ETTİKLERİNİ ve VERDİKLERİ KARARIN DA YARGILAMA ÖNCESİNDE BELİRLENMİŞ OLDUĞUNA dair güçlü izlenim edindiklerini açıklamıştır.
Bu bağımsız raporunda ortaya konduğu gibi Adnan Oktar Davası’nda Adil Yargılama ilkesi ihlal edilmiştir.
e) Adnan Oktar Davası’nda Kullanılan Etkin Pişmanlık Müessesesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi ve Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesine Aykırıdır
Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandığı huzurunuzdaki dosyada etkin pişmanlık yasasından (TCK 221) faydalanıp sözde itirafçı olanların beyanları yer almaktadır. Bu beyanlar, Müvekkil ve arkadaşları ile husumetli olan bazı katılanlar ve emniyet ve basın içerisinde yer alan bazı işbirlikçileri tarafından, baskı ve tehdit yoluyla elde edilmiştir.
Dahası; bu ifadelerde yer verilen sözde FETÖ, casusluk, dolandırıcılık vb. ciddi suç ithamlarını destekleyen somut ve hukuki nitelikte hiçbir delil ve belge yoktur. Cinsel taciz iftiraları da aynı şekilde kanıtsız ve mesnetsiz olup, yalan beyan ve iftiralara dayanmaktadır. Sözde itirafçıların bu gibi iftiralarda bulunmalarının nedeni; tutuklanmamak ya da tutukluysa tahliye edilmek, ceza indirimi almak ya da hiç ceza almamak yani hukuki menfaatleri için kendilerine kumpasçılar tarafından dayatılmış olan gerçek dışı ifadeleri vermek zorunda kalmış olmalarıdır.
İtirafçılık müessesi, Devletimizin suç ile mücadelesinde önemli bir enstrüman olarak oluşturulmasına karşın suiistimale ve yeni suçlara kaynaklık etmeye de son derece açıktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu riskin farkında olup, kararlarında taraf devletlerin mahkemelerini bu konuda uyarmaktadır. Yüksek Mahkeme, Labita/İtalya[32] kararında, itirafçı ifadelerindeki sakıncaları şu şekilde dile getirmiştir:
“...itirafçılar tarafından verilen ifadelerin kullanılması zor problemler de doğurmaktadır; çünkü bu tür ifadeler, nitelikleri gereği manüpilasyona açık olup, İTALYAN HUKUKUNUN İTİRAFÇILARA TANIDIĞI AVANTAJLARI ELDE ETMEK AMACIYLA veya kişisel intikam duygularıyla verilmiş de olabilirler. Bu tür ifadelerin bazen muğlak olabileceği ve bir kimsenin alakasız değilse bile doğrulanmamış iddialara dayanılarak sanık durumuna sokulabilme ve gözaltına alınabilme riski hafife alınamaz”
Bu nedenle, ulusal mahkemelerin de kabul ettiği gibi, İTİRAFÇILARIN İFADELERİNİN BAŞKA DELİLLER İLE DESTEKLENMESİ ZORUNLUDUR. Ayrıca, bir duyum, mutlaka objektif delillerle desteklenmelidir.”
Bu kararında AİHM, 156. ve devamı paragraflarında aşağıda belirtilen hususlara da vurgu yaparak davada AİHS’in 5/3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir;
- İtirafçılar tarafından verilen ifadelerin kullanılması birçok soruna neden olmaktadır. Zira bu tür ifadeler, nitelikleri gereği manüpilasyona açık olup İtalyan hukukunun itirafçılara tanıdığı avantajları elde etmek amacıyla veya kişisel intikam duygularıyla verilmiş de olabilirler.
- Bu nedenle, ulusal mahkemelerin de kabul ettiği gibi, itirafçıların ifadelerinin başka delillerle desteklenmesi zorunludur.
Adnan Oktar Davası’nda dikkate alınması gereken bir diğer AİHM Kararı ise Adamčo/Slovakya davasına aittir. Bu davada başvurucu Branislav Adamčo ülkesinde hakkında kesinleşen mahkumiyet kararı üzerine AİHM’e başvurmuştur.
AİHM, kararın 59. paragrafında “AİHM, suçlanmama veya diğer menfaatler karşılığında tanıklar tarafından verilen ifadelerin kullanımının yargılamanın adilliğini şüpheye düşürebileceğini yinelemiştir. Böyle ifadeler, nitelikleri gereği manipülasyona açıktır ve salt karşılık olarak teklif edilen avantajları elde etmek ya da kişisel intikam için verilebilirler. Taraflı olabilecek ve doğrulanmamış iddialar temelinde bir kişinin suçlanabileceği ve yargılanabileceği riski, bu itibarla hafife alınmamalıdır” demiştir.
Yüksek Mahkeme diğer sebepler yanında başvurucu hakkındaki mahkumiyetin; gerçeği söylemektense, lehine beyanda bulunmakta menfaati olan tanık ifadesine dayanmasının adil yargılanma hakkının ihlaline neden olduğunu belirtmiş ve Slovakya’yı mahkum etmiştir.[33]
AİHM’in Adnan Oktar Davası ilgili olarak referans alınması gerekli bir diğer karar, yine Slovakya aleyhine verdiği ve yukarıdaki kararın başvuranı olan Baranislav Adamčo’nun kardeşi olan Erik Adamčo hakkında verdiği ihlal kararıdır.
Erik Adamčo/Slovakya[34] davasında başvuranın, aleyhine ifade vermeleri karşılığında tanıklara savcılık tarafından bazı menfaatler tanındığına ilişkin savunmasına; bunun yasaya uygun olduğu ve bu ifadelerin “özellikle dikkatli biçimde” ele alındığı gerekçesiyle itibar edilmemiştir. Başvuranın itirazları, istinaf ve temyiz aşamalarında da kabul görmemiş ve cezası Nisan 2019 tarihinde kesinleşmiştir.
Başvuran, kardeşinin dosyasında AİHM’in itirafçı tanık yönünden verdiği ihlal kararına da atıf yaparak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi; mahkemelerin suç ortaklarının ifadelerini genel bağlamda ele aldığını, bu beyanların diğer herhangi bir delil gibi değerlendirildiğini ve iş birliği yapan tanıkların elde ettiği muhtemel menfaatlerin dikkate alınmadığı sonucuna ulaşılamayacağını belirterek başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Bu karar üzerine başvuran, AİHM’e müracaat etmiş ve başvuruyu değerlendiren AİHM;
- Ulusal mahkemelerin itirafçı tanıkların suçlayıcı ifade vermekteki menfaatlerini gereği gibi göz önüne almadıklarını,
- Yerel mahkeme kararlarındaki itirafçı ifadelerinin “özel bir dikkatle” incelendiği şeklindeki soyut gerekçeleri yeterli görmediğini ve
Gerçeği söylemektense lehine beyanda bulunmakta menfaati olan tanık ifadesine dayanılmasını adil yargılanma hakkının ihlaline neden olduğunu belirtmiştir.[35]
AİHM ayrıca, Xenofontos ve Diğerleri/Kıbrıs[36] davasında itirafçı olan üç kişinin kendi çıkarları için ifade verip vermedikleri konusunda ulusal mahkemeler tarafından herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmadığına dikkat çekmiştir.
Adnan Oktar Davası’nda da sanıklara uzun yıllar hapiste yatacakları, itirafçı olup aleyhe ifade verdikleri takdirde ise hapisten hemen çıkacakları alenen söylenmiş ve dosya kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan sanıkların tamamı ifade verdikten kısa bir süre sonra tahliye edilmişlerdir.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi itirafçıların avantaj sağlamak için yalan söyleyebileceklerini göz önüne almak bir yana söz konusu avantajları bu kişilere bizzat kendi eli ile bizzat sunmuştur.
Örgütlü suçlardaki etkin pişmanlığı düzenleyen TCK’nın 221. maddesinden faydalanma arzusunda olan beyanlar üzerinde daha titiz durulmalıdır. Çünkü diğer suçlardaki pişmanlık düzenlemelerinden farklı olarak TCK’nın 221. maddesi, “kendini cezadan kurtarabilmenin tek koşulu başkalarının ceza almasını sağlamaktır” şeklinde yorumlanıp uygulanmakta ve “isim ver kurtul” şeklinde lanse edilmektedir. Adnan Oktar Davası’nda bu madde, sanıklara “köprüden önce son çıkış” gibi gösterilmiş ve somut delillerden yoksun şüpheli itirafçı beyanları hükme esas alınmıştır.
Mahkeme etkin pişmanlık kapsamında olmayan suçlarla itham edilen sanıkları itirafçı olduklarında serbest bırakarak sanıklar arasında ayrımcı muamele yaparak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde öngörülen adil yargılama standartlarına aykırı davranmıştır.
Adnan Oktar Davası’nda itirafçılar ile ilgili yaşanan bir diğer hukuk ihlali de iddia edilen suçlular ile ilgili var olduğu kabul edilen deliller ile ilgilidir. Şöyle ki; maddi delillerin tek başına ispat gücü bulunduğu hâlde; beyan delili, sübjektif, göreceli, yanılgılı veya taraflı olabileceğinden tek başına ispat için yeterli değildir. Bu nedenle, mutlaka yan delille desteklenmelidir. Bir Yargıtay kararında bu zorunluluk şöyle dile getirilmiştir:
“…Gerçekten de, bir kimsenin suçlu olmadığı halde kendisini suçlu sayması veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. O halde, ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği, İKRARIN BAŞKACA DELİLLER VEYA EMARELERLE DESTEKLENİP DESTEKLENMEDİĞİ, hayatın olağan akışına uygun düşüp düşmediği, kuşkudan arınmışlığını ve belirliliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da göz önünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın delil değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir.”[37]
Yargıtay beyan delili için özellikle de sanığın ikrarının hükme esas alınabilmesi için serbest irade ürünü olması, hâkim huzurunda yapılması ve kovuşturma aşamasında geri alınmaması gibi kıstaslar yanında yan delillerle de doğrulanması gerektiğini belirtmektedir.
Ancak huzurunuzdaki dosyada etkin pişmanların ifadelerinin ağır baskı ve şantaj sonrası gerçekleştiği ve sanık Merve Bozyiğit’in bunu dile getirerek ifadesini geri alması diğer tüm itirafları hukuken geçersiz kılmaya yetmektedir. -Doğru olmadığı için- itirafı geri alır almaz hakkında tutuklama kararı çıkması da etkin pişmanlığın tam AİHM kararlarındaki gibi hukuksuz olduğunu göstermektedir.
Bir Yargıtay kararında itirafların her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli deliller ile desteklenmiş olması gerektiği belirtilmektedir.
…Sanıklar hakkındaki soruşturmaların başlama biçimi ve seyri ile tüm dosya kapsamı itibariyle; itirafçı sanıkların güven vermeyen anlatımları dışında, sanıklardan CY’ın aşamalarda değişmeyen savunmaları aksine, MAÇ’nin de sonradan reddettiği kolluk anlatımı dışında, silahlı çeteye hal ve sıfatlarını bilerek yardımda bulunduklarına dair cezalandırılmalarını gerektirecek nitelikte her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden, beraatları yerine, yazılı düşüncelerle mahkûmiyetlerine karar verilmesi” [38]
Sanığın kendi aleyhine verdiği beyanın dahi doğrulanması gerekirken; başkaları aleyhine verilen beyanlarla ilgili daha titiz davranılması gerektiği, izahtan varestedir. Bu durum Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararında şöyle geçmektedir:
“Tanığın beyanlarının güvenilirliğinin denetlenmesi açısından anlatımlarda geçen tarihi bilgi ve maddi vakaların uygunluğunun araştırılıp tespitinden sonra hükme esas alınması gerekirken, tanıkların sanıkların aleyhine şahsi yorumlar yapmasına müsaade edilerek ve bu yöndeki bir kısım sanıkların itirazları dikkate alınmaksızın, hayatın olağan akışına uygun düşmeyen tanık beyanlarının hükme esas alınması…” [39]
Yargıtay 16. Ceza Dairesi bir kararında, itirafçı sanık olup tanık sıfatı ile dinlenen, etkin pişmanlıktan yararlanmak için sanık aleyhine beyanda bulunma hususunda hukuki menfaati olan kişinin anlatımının tek başına hükme esas alınamayacağını şöyle belirtmiştir:
“…Olay tutanağı içeriği ve dosyadaki bilgi ve belgelere göre; kendisinde uyuşturucu ya da uyarıcı madde ele geçmeyen sanığın savunmalarının aksine, ele geçirilen uyuşturucu maddeler ile ilgisi olduğuna ilişkin, diğer sanık …’ın soyut, tanık …’ın da görgüye dayalı olmayan beyanları dışında kuşku sınırlarını aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi, Yasaya aykırı, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafiinin temyiz itirazları ile sanık müdafiinin duruşmadaki savunması bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay’ın yan delillerle dayanmayan beyanların mahkumiyet verilmesini bozma gerekçesi saydığı bir diğer karar şöyledir:
“…Sanıkların savunmalarının aksine, hakkında dava açılmadığı tespit edilen CB’ın silahlı terör örgütünün dağ kadrosuna götürülmesi eylemine katıldıkları hususunda itirafçı sanık MÇ’in yakalandıktan uzunca bir süre sonra verdiği, başka yan delillerle de doğrulanmayan savunması dışında, mahkûmiyetlerine yeterli her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği gözetilmeden beraatları yerine yazılı gerekçe ile mahkûmiyetlerine karar verilmesi”[40]
Kısaca, maddi gerçeği ortaya çıkarmakla yükümlü olan 30. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan sanıkların ifadelerinin mutlaka yan delillerle desteklenmesi gerektiğini dikkate almayarak Yargıtay’ın da bu hususa ilişkin istikrar kazanmış kararlarını adeta görmezden gelmişlerdir.
Adnan Oktar Davası’ndaki itirafçıların beyanları mahkeme tarafından kendilerine alenen çıkar sunulduğu ve itiraflar kuşkudan uzak kesin deliller ile desteklenmediği ve hem Yargıtay hem de AİHM tarafından ortaya konmuş kriterlere uygun olmadığı için hukuken geçersizdir.
f) Ne ile Suçlandığını Bilmemek, Savunma Hazırlamak için Gerekli Süre ve İmkanların Sağlanmaması Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidir
AİHS madde 6/3: Bir suç isnat edilen herkes, en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
(a) kendisine yöneltilen suçlamanın mahiyeti ve nedeni hakkında, derhal, anlayabileceği dilde ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmiş olmak;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne suç isnat edilen bir kişiye “DERHAL” kendisine yöneltilen suçlamanın mahiyeti ve nedeni hakkında derhal bilgilendirilme yapılması zorunludur. Oysa Sanıkların Mali Şube’de alınan ifadeler sırasında ŞÜPHELİLERE NEYLE SUÇLANDIKLARI AÇIKLANMAMIŞTIR. Birçok şüpheli, 1 haftalık gözaltı süreci sonucunda çıkarıldıkları Sulh Ceza Hakimliği’nde haklarındaki suçlamaları hayret içinde dinlemiştir. Ayrıca Müdafilerine, CMK m.153/3 uyarınca gösterilmesi zorunlu evraklar dahi gösterilmemiştir. MÜDAFİLER, OPERASYONDAN 1 YIL SONRA İDDİANAMENİN AÇIKLANMASIYLA BİRLİKTE DOSYADAKİ GİZLİLİK KALDIRILINCAYA DEK HİÇBİR BİLGİYE ERİŞEMEMİŞTİR.
Sanıklar kendilerine yöneltilen suçlamalardan çok uzun bir süre habersiz bir şekilde beklemek zorunda kalmışlardır.
AİHS madde 6/3 (b): savunmasını hazırlamak için yeterli zamana ve olanaklara sahip olmak;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi’nin 3. maddesinde yer alan Adil Yargılanma şartının bir unsuru da tarafların başvuruculara savunmalarını hazırlamak için yeterli zaman ve olanakları sunup sunmadıklarıdır.
Adnan Oktar Davası’nda sanıklar İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan her iki yargılamada da savunmalarını hazırlamak için yeterli zaman ve olanaklardan mahrum bırakılmışlardır. Şöyleki;
İstanbul C.B.Savcılığınca düzenlenen iddianame 19 Temmuz 2019 günü kabul edilmiş, ilk duruşma ise 17 Eylül 2019 tarihinde başlamıştır. 3908 sayfalık iddianame sanıkların büyük çoğunluğuna, tutuklu oldukları için, CD ortamında, 20-30 Ağustos 2019 tarihleri arasında tebliğ edilmiştir.
İddianame eki 100.000 sayfalık evraklar ise sanıklara re’sen tebliğ edilmemiş, bir kısım sanıkların talebi üzerine ve sadece talep eden sanıklara evraklar 10.09.2019 ve devamı tarihlerde yine CD ortamında gönderilmiştir. Gönderilen CD’ler bazı sanıklara duruşmalar başladıktan sonra, duruşma için götürüldükleri ve misafir olarak bulundukları Marmara Kapalı Cezaevi’nde ulaşmıştır. Misafir konumunda olan tutukluların bilgisayar kullanma hakkı olmadığından bu sanıklar dosyaya hiç bakamadan ifade vermek durumunda kalmışlardır. Özellikle de dosyada yöneticilik iddiasıyla yargılanan sanıklar tüm dosyadan sorumlu tutuldukları ve savunma yapmaları beklendiği halde, dosya evraklarına erişimleri hiçbir zaman mümkün olmamıştır.
Sanıkların Marmara Kapalı CİK’na getirilmeden önce tutuklu bulundukları cezaevlerinde yalnızca mesai saatleri içinde ve haftada toplam 3 saat bilgisayar kullanma haklarının olması, birçok cezaevinde ise kalabalık sebebiyle bu hakkın hiç kullandırılmamış olması göz önüne alındığında, mevcut şartlarda savunma hazırlamak için yeterli zaman ve imkana sahip olamadıkları izahtan varestedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle bir kısım sanıklar Mahkeme heyetinden savunma hazırlamak için ek süre talebinde bulunmuştur. Mahkeme heyeti bu talebi kabul etmiş ve sanıkların devam eden duruşmalar süresince savunmalarını hazırlamasına karar vermiştir. Ancak duruşmalar süresince Marmara Cezaevi’nde kalan sanıklar duruşmaya getirilmek için sabah saat 07:00 sıralarında cezaevinden çıkarılmakta (bunun için saat 06:00 itibariyle odalarından alınmakta), duruşmanın bitmesinden sonra cezaevine dönüşleri 20:00’yi bulmakta, sayım sonrası koğuşlarına girişleri ancak 22:30 civarı olmaktadır. Kimi zaman duruşma daha geç bittiğinden içeri girişleri daha ileri saatleri bulmaktadır. Bu saatten sonra da cezaevi idaresince sanıklara bilgisayar odasını kullanma imkanı verilmemiş, üstelik sanıkların avukatlarıyla görüşme imkanları da olmamıştır.
Zira sanıkların büyük bir kısmı (yaklaşık 110 kişi) toplamda 500 tutuklu ve hükümlünün kaldığı Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda kalmakta olup burada avukat görüşmesi için (tutuklu/hükümlü sayısının fazlalığı nedeniyle genelde dolu olan) toplamda 11 adet kabin bulunmaktadır. Akşam sayımı sonrası saat 21:00’de başlayan avukat görüşü saat 23:45 itibariyle cezaevi idaresince sonlandırılmaktadır. Tüm bunların yanı sıra sanıkların her gün duruşmaya giderken yanlarında götürdükleri savunma evrakları dönüşte cezaevi memurları tarafından ellerinden alınmış, ertesi sabaha yapacakları savunmanın evraklarına dahi ulaşmaları engellenmiştir.
AİHM’nin Güner Çorum/Türkiye[41] Kararında belirttiği üzere bir yargılamanın adil olması için davanın taraflarının davayla ilgili belge ve bilgilere ulaşabilmesi gerekmektedir. Mahkemeye göre silahların eşitliği ilkesi, tarafların, birbirleri karşısında önemli bir dezavantaj içine girmeyecek şekilde davaya ilişkin bilgi ve belgelere ulaşmak açısından eşit imkanlara sahip olmasını içerir. Önemli olan taraflardan birinin diğerine karşı avantaj sağlamamasıdır. Yüksek mahkemeye göre iki taraf da bu konuda benzer durumdaysa, bir belgeye ulaşamamak silahların eşitliği açısından değil, genel olarak hakkaniyete uygun yargılanma, çelişmeli yargılama ilkesi veya mahkemeye ulaşma hakkı açısından ihlal doğurabilir.
Sonuç olarak ilk yargılama esnasında sanıkların 91 gün kesintisiz süren ifade alma süreci boyunca ellerinde savunma evrakları olmadan, avukatlarıyla görüşemeden ve bilgisayar kullanıp dosya içeriğine de bakamadan ifade vermek zorunda bırakılmışlardır.
Benzer koşullar ikinci yargılamada da aynen yaşanmıştır.
Tüm bu nedenler nazara alındığında sanıkların devam eden duruşmalar boyunca savunmalarını hazırlamaları fiilen mümkün değildir. Bu hususta sanıkların duruşmalardan peyderpey vareste tutulmaları ve bu şekilde savunmalarını hazırlamaları için hakim heyetinden talepte bulunulmuş olmasına rağmen, heyet sanıkların savunmalarını hazırlamaları için gereken imkan ve kolaylıkların sağlanması bir yana, sanıkların savunma için tekrar süre istemeleri halinde susma hakkını kullanmış sayılacakları yönünde karar vermiştir.
DOSYANIN HACMİ, SUÇ İSNATLARININ FAZLALIĞI, İDDİANAMENİN GEÇ VE EKSİK TEBLİĞ EDİLMİŞ OLMASI, SAVUNMA HAZIRLAMAK İÇİN GEREKLİ OLAN FİZİKİ İMKANLARIN YETERSİZLİĞİ VE TÜM BUNLARA EK OLARAK SAVUNMA İÇİN SÜRE İSTEYEN SANIKLARIN SUSMA HAKKINI KULLANMIŞ SAYILACAĞI YÖNÜNDEKİ ARA KARAR SEBEBİYLE AİHS'NİN 6/3-B MADDESİ VE BU BAĞLAMDA ADİL YARGILANMA HAKKI AÇIK BİÇİMDE İHLAL EDİLMİŞTİR.
Nitekim AİHM, 46221/99 No’lu kararında başvurucunun dava dosyasına erişiminde güçlük yaşaması ile ilgili olarak şu tespitte bulunmuştur:
“…Başvuran sorgulama sırasında avukatlarının yardımından yararlanamamıştır, yargılamanın çok sonraki bir aşamasına kadar dava dosyasına doğrudan erişememiştir, avukatlarının ziyaret sayısına ve süresine kısıtlamalar getirilmiştir; son olarak, tarih oldukça ilerleyene kadar avukatlar da dava dosyasına erişememişlerdir. AİHM, söz konusu güçlüklerin bütün olarak savunma hakkını kısıtlamış olduğu ve dolayısıyla, 6. Maddede öngörülen adil yargılama ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle sözleşmenin 6/3-b ve c maddeleri ve 6/1. Maddesi ihlal edilmiştir.” [42]
Duruşma öncesi dava dosyasına tam erişimin olması AİHM’nin üzerinde titizlikle durduğu bir husustur. O kadar ki Yüksek mahkemeye göre dava dosyasındaki bilgilere sırf müdafiinin değil bizzat sanığında erişmesini şart koşmaktadır.[43] Bu şart yerine gelmediğinde AİHM bu durumu sanığın AİHS’de madde 6/3-b ile birlikte 6/1’de dile getirilmiş olan haklarının ihlali olarak kabul etmektedir.
g) Savunma Olanaklarının Kısıtlı Olması ve Müdafii Yardımının Engellenmesi Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidir.AİHS madde 6/3:
(b) savunmasını hazırlamak için yeterli zamana ve olanaklara sahip olmak;
(c) bizzat ya da kendi seçtiği bir yasal yardımcı (savunmanı) yoluyla savunmasını yapmak ya da, yasal yardım almak için yeterli ödeme gücüne sahip değil ise, bu yardımın, adaletin yararının gerektirmesi halinde, kendisine ücretsiz olarak sağlanması;
Adil Yargılanma hakkının ihlali sanıkların göz altında iken yani henüz sadece şüpheli iken başlamış ve bu ihlal yargılama sürecinde devam etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi şüphelinin kendi seçtiği yasal yardımcı ile savunma yapmasını öngörmekte ise de gözaltına alınan ŞÜPHELİLERİN AYNI MÜDAFİLERDEN YARARLANMA HAKLARI ELLERİNDEN ALINMIŞ, “HER ŞÜPHELİ FARKLI BİR MÜDAFİ TARAFINDAN TEMSİL EDİLEBİLİR” GİBİ TARİHTE DUYULMAMIŞ HUKUK DIŞI BİR UYGULAMA İLE ŞÜPHELİLERİN TANIDIĞI GÜVENDİĞİ MÜDAFİLERDEN YARDIM ALMASI ENGELLENMİŞTİR.
Öte yandan sanıkların sorguları esnasında, müdafilerinin yardımından yararlanmalarına, müdafilerin sanıklara haklarını hatırlatmalarına "sorgunun bölünmezliği" şeklinde bir ilke olduğu gerekçesiyle müsaade edilmemiştir. Oysa ki CMK'nın 149/3 maddesine göre "Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz."
Yargılama yapan ilk İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi sanıkların duruşma esnasında ve aralarında müdafilerle görüşmesini ara kararla yasaklamak suretiyle adil yargılanma ilkesini bir kere daha ihlal etmiştir.
Müdafinin duruşmada bulunma amacı sanığa hukuki yardımda bulunmak olup, sanığın bu hakkının sanık sayısının fazlalığı, duruşma salonunun fiziki şartları vs. gerekçelerle kısıtlanamayacağı kanunun emredici hükmü gereğidir. Kaldı ki yargılamanın yapıldığı salonda bu tip koşullar bile mevcut değildir.
Soruşturma ve kovuşturmanın tüm aşamalarında müdafinin yardımından yararlanması mutlak bir hak olup, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sırasındaki uygulamaları ile AİHS 6. Maddesinde düzenlenen Adil Yargılanma Hakkını açık bir şekilde ihlal etmiştir.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bir diğer ihlali, 30.10.2019 tarihli duruşma esnasında yapılan tutukluluk incelemesinde Cumhuriyet Savcısından tutukluluğa ilişkin mütalaa alındığı halde sanık müdafilerine bu konuda söz verilmemesi ile gerçekleşmiştir.
Hakim heyetince 30 Ekim 2019 tarihinde duruşma esnasında yapılan tutukluluk incelemesinde iddia makamından sanıkların tutukluluk durumlarıyla ilgili mütalaa alınmış, ancak sanık müdafilerine söz verilmeksizin tüm sanıkların tutukluluklarının devamına karar verilmiştir.
Ceza yargılamasının temel amacı maddi gerçeğe ulaşmak olup, bu amacın gerçekleştirilebilmesinin temel şartı çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine riayet edilmesidir. Mahkeme heyetince duruşma esnasında iddia makamından sanıkların tutukluluk durumuyla ilgili mütalaa alınmış olmasına rağmen, sanık müdafilerine söz verilmeksizin tüm sanıkların tutukluluk haline karar verilmiş olması, hem çelişmeli yargılama hem de silahların eşitliği ilkesine açık biçimde aykırılık teşkil etmektedir.
h) Mahkeme Heyetinin Teşekkülü “Tabii Hakim” İlkesine Aykırı Olup Sanıkların Adil Yargılanma Hakkının İhlaline Neden Olmuştur
Bilindiği üzere “Tabii Hakim” veya diğer adıyla “Olağan Hakim” ilkesi mahkemelerin, kuruluş ve görevlerinin belirlenme aşamasındaki temel bir ilkedir. Tabii hâkim, yargılamadan önce kurulmuş, yargılamaya konu olan uyuşmazlıkla kuruluş açısından ilgisi olmayan, herkes için değişmeyen mahkemelerin hâkimi olarak tanımlanmaktadır.
Yani işlendiği iddia olunan bir suç, var olan mahkemede çözümlenecektir. Mahkeme, suçun işlenmesinden sonra oluşmayacaktır. Örneğin, terör suçundan yargılanacak bir sanık için, yeni bir hâkim atanmayacak, var olan mahkemelerde yargılama yapılacaktır. Türkiye'de bu ilkeye aykırılığıyla İstiklal Mahkemeleri ve 27 Mayıs 1960 hükümet darbesi sonucunda kurulan, Yüksek Adalet Divanı, bilinen adıyla Yassıada Mahkemeleri örnektir. Bu iki mahkeme, uyuşmazlığın doğumundan sonra oluşturulmakta ve hâkimleri de sonradan atanmaktaydı.
Tabii hâkim ilkesinin amacı, bir uyuşmazlık doğumundan sonra mahkeme oluşturulmasının önüne geçmektir. Bu amacın tam olarak uygulanması yargılanan vatandaşların adalete güvenini sağlar.
Anayasamızda bu ilke şöyle ifade edilmiştir:
Anayasa Madde 37:
“Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”
Ancak davamıza baktığımızda, mahkeme heyetinin tabii hakim ilkesine aykırı teşekkül ettiği görülmektedir. İddianame kabul kararını veren ve tensip zaptını düzenleyen hakimler Mahmut Başbuğ, Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Hasibe Doğan’dır.
ANCAK 29.07.2018 TARİHİNDE HSK TARAFINDAN YAYINLANAN 858 SAYILI YETKİ KARARNAMESİ İLE İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi iki ayrı heyete ayrılmıştır. DAVAMIZA ÖZEL OLARAK YENİ BİR MAHKEME HEYETİ TEŞEKKÜL ETTİRİLMİŞTİR. Söz konusu HEYET DAVAMIZI HÜKME BAĞLADIKTAN TAM 1 HAFTA SONRA HSK’NIN 18.01.2021 TARİH VE 48 SAYILI KARARIYLA DAĞITILMIŞTIR.
Bu yapılanın tabii hakim ilkesine aykırı olduğu çok açıktır. Sanıklar, “yasal” ya da “doğal” bir hâkim nezdinde yargılanmamış ancak kendilerine isnat edilen suçların işlenmesinden sonra kurulan “olağanüstü bir yargı yeri” tarafından yargılanmışlardır.
Sanıkların ve müdafilerin istinaf başvurusu üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, 15.03.2022 tarihli karar ile SANIKLARA VERİLEN HEMEN HEMEN TÜM CEZA KARARLARINI BOZMUŞ ve dosyayı yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye iade etmiştir. Ne var ki bu kararı müteakip İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi heyeti hakkında hemen soruşturma açılarak heyet dağıtılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Bahaettin Uzan/Türkiye Davası Kararında dile getirdiği üzere “bir organın ‘bağımsız’ olarak kabul edilip edilemeyeceğini belirlerken, bu organın üyelerinin atanma şekli, görev süreleri, dış baskılara karşı güvencelerin varlığı ve organın bağımsız bir görünüm sunup sunmadığı gibi faktörlerin dikkate alınması” gereklidir.[44]
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan her iki yargılamada yaşanan usulsüzlükler ve alınan kararlar AİHM’nin Adil yargılanma ihlali için Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz Davası[45] Kararında dile getirdiği “nesnel gerekçelendirme” kriterini fazlası ile karşılamaktadır. Tüm bunlar sanıkların “Adil yargılanma” hakkının ihlal edildiğini göstermektedir.
Bu bağlamda, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin, özellikle başvuranın davasına bakmak için geçici (ad hoc) veya kişiye ilişkin olarak (ad personam) kurulmuş bir “olağanüstü mahkeme” olması suretiyle Sözleşme’nin 6/1 maddesi kapsamında sanıkların bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
ı) Susma Hakkının İhlali
Anayasa madde 38/5: …Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Susma ve kendini suçlayacak beyanda bulunmama hakkı kişinin hem kendi aleyhine sonuç doğuracak hususlarda beyanda bulunmama hem de bu doğrultuda delil ve belgeleri vermeme hakkını kapsar. Bu hak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında susma hakkı, adil yargılanma şartı tarafından güvence altına alınmıştır. Ancak Adnan Oktar davasında bu güvence dikkate alınmayarak sanıkların susma hakkı ağır bir biçimde ihlal edilmiştir. Şöyle ki;
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda sorgusu yapılan sanıklardan bir kısmı katılan vekillerinin sorularına cevap vermeyeceğini ve bu suretle geçici susma hakkını kullanacağını belirtmiş olmasına rağmen, katılan vekillerinin ısrarla soru sormalarına Mahkeme heyetince müsaade edilmiş ve müdafilerin bu yöndeki tüm itirazları ısrarla reddedilmiştir. Bu durum CMK m.148’de düzenlenen ve sorguda yasak usul olarak nitelendirilen kötü muamele teşkil etmektedir.
Bu maddeye göre "şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz."
Aynı şekilde sorulara cevap vermeyeceğini belirterek susma hakkını kullanan sanığa baskı oluşturacak ve kendisini suçlu hissettirecek şekilde ısrarla soru sorulması Anayasamızın 38/5 maddesinde düzenlenen "lekelenmeme ve kendisi aleyhine suçlayıcı beyanlarda bulunmama" hakkının açık bir ihlali niteliğindedir.
Bununla birlikte susma hakkı yalnızca hatalı davranışın ikrarını kapsamakla sınırlı değildir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verilmiş Saunders/Birleşik Krallık[46] davası kararında bunu şöyle ifade etmiştir.
“Görünüşte suçlayıcı nitelikte olmasa bile, baskı altında elde edilen ifadeler – masumiyetini beyan edici ifadeler ya da olayla ilgili sorulara karşılık verilen bilgiler – daha sonra savcılığın iddialarını desteklemek için, örneğin sanığın diğer ifadelerine veya duruşma sırasında verdiği ifadeye karşı çıkmak ya da şüphe düşürmek veya inandırıcılığını gölgelemek amacıyla ceza yargılanmasında kullanılabilir. Bu ifadelerin jürinin değerlendirilmesine sunulduğu durumlarda, bu beyanlar başvuruyu veren aleyhine sonuçlar yaratabilir.”
Adnan Oktar Davası’nda katılan vekilleri yönelttikleri sorularda devam eden ceza davasının konularının dışında, sanıkların özel hayatlarına, kişisel tercihlerine yönelik özel seçilmiş kelimelerle hakaretamiz ve tahkir eder nitelikte sorular yöneltmiştir. Dava boyunca başkan bu sorulara ses çıkarmamış ve sanıkların ve müdafiilerinin itirazlarına rağmen sorulmalarında hiçbir mahsur görmemiştir.
i) Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılması Adil Yargılanma İlkesinin İhlalidirAnayasa Madde 38/6: Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.
AİHS 6. madde hukuka aykırı delilin kullanımına dair otomatik bir yasak getirmemektedir. Bununla birlikte AİHM savunmanın, delilin güvenilirliği ve gerçekliği noktasında elle tutulur bir iddiada bulunduğunda, iç hukuk bakımından bu delilin hukuka aykırı olsun veya olmasın, AİHS’nin 6. maddesi kapsamında korunan adil/dürüst yargılanma hakkı, bu iddia ile ilgili derin ve tüm şüpheleri giderici bir değerlendirme yapılmasını gerektirdiğini belirtmektedir.[47]
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, buna ek olarak; AİHS’nde korunan hak ve hürriyetleri zedelemediği müddetçe yerel mahkemelerce hukukun hatalı uygulanması ile ilgilendiğini ve böyle hataların AİHS m.6/1 kapsamında yargılamanın hakkaniyetine zarar verebildiğini belirtmiştir.[48]
i.1) AİHM’nin İç Hukukta Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılmamasının Garanti Edilip Edilmediğini Dikkate Almaktadır
Yüksek Mahkeme AİHS 6. maddenin adil bir şekilde yargılanma hakkını koruduğunu ve delillerin kabulü ile ilgili bir koruma içermediğini, bunun ulusal hukukun düzenleme yetkisi altında olan bir mesele olarak gördüğünü de belirtmiştir.[49]
Türk Anayasası ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, hukuka aykırı delilin yargılamada kullanılamayacağı konusunda çok net hükümler içermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin tutumu da, hukuka aykırı deliller konusunda yasal mevzuata paraleldir. Anayasa Mahkemesi de AİHM gibi AİHS ve Protokollerinde korunan hakların ihlali suretiyle hukuka aykırı hale geldiği konusunda ciddi iddiaların bulunduğu durumda, yerel mahkeme tarafından bu iddialara düzgün bir cevap verilmemesinin, adil/dürüst yargılanma hakkı ile bağdaşmayacağını belirtmektedir.
Yüksek mahkemenin değerlendirmesine göre yargılamada hukuka aykırı delillerin kullanılması Türk hukukuna aykırı ise bu “Adil Yargılanma” ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir ki hukuk sistemimizde temel norm niteliği taşıyan Anayasa’nın 38/6.maddesinde “Kanuna aykırı elde edilmiş bulguların, delil olarak kabul edilemeyeceği” öngörülmüştür.
Buna paralel olarak 5271 Sayılı CMK’nın 217/2.maddesinde “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” hükmüne de yer verilmiştir. CMK’nın 206/2-a maddesinde de “kanuna aykırı olarak elde edilmiş olan delillerin ortaya konulmasının reddolunacağı” öngörülmüş ve yargılamayı yapan mahkemeye, delillerin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirme ve hukuka aykırı elde edilmiş olan delillerin duruşmada tartışılmasını reddetme görevi verilmiştir. Ancak Adnan Oktar Davası’nda “delillerin hukuki olmadığına dair yapılan itirazlar hiç dikkate alınmamış ve delillerin hukuken geçerli olup olmadığı değerlendirilmemiştir.
Adnan Oktar Davası’nda dosyada sanıklara ait olduğuna dair herhangi bir bilirkişi raporu bulunmadığı halde, sorgulamalar esnasında sanıklara ait olduğu iddia edilerek bazı ses kayıtları dinletilmiştir ve bu kayıtlar üzerinden sanıklara soru sorulmuştur. Bu kayıtların sanıklara ait olmadığı, hukuka aykırı delil hükmünde olduğu bu nedenle dinletilmemesi ve bu kayıtlar üzerinden soru sorulmaması yönündeki itirazlar ise soruların iddianame kapsamında olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
Ayrıca hemen her duruşmaya konu edilen iddia edilen dijital materyallerin hukuka aykırılığı ile ilgili olarak; imaj-export alma örneklerinin ve bu dijitallerin asıllarının CMK’nın ilgili maddeleri uyarınca sanık ve müdafilerine verilmesine ilişkin yapılan tüm talepler mahkeme heyeti tarafından dikkate alınmamıştır.
Mahkeme heyeti kanunun açık hükümlerine aykırı davranarak sanıkların bu sözde delillere karşı kendilerini savunmalarını engellemek adına söz konusu kayıtları sanıklardan gizlemiş ve kendilerine teslim etmemiştir. Dolayısıyla mahkeme süresince sanıkların suçlandıkları sözde dijital mayeryalleri inceleme, müdafiileri ile değerlendirme, geçersizliğini ispat etme imkanları olmamıştır.
Türkiye’nin önde gelen hukukçularından Nurullah Kunter, Feridun Yenisey ve Ayşe Nuhoğlu'na göre “...kanuna aykırı deliller teorisi çerçevesinde yabancı sistemlerin ''hukuka aykırılıktan'' anladıkları, sanığın Anayasa ile teminat altına alınmış olan haklarından birinin bir devlet organı tarafından yapılmış bir işlemle ihlal edilmiş olmasıdır.'' [50] Bu tanımlama kılavuz alınarak Adnan Oktar Davası incelendiğinde kamu görevlilerinin yaptıkları işlemlerle çok sayıda ve çok defa hak ihlali yaptığı görülür. Bunun nedeni, ileri sürülen delillerin elde edilme yöntemlerinin hukuka aykırı olmasının ötesinde gerçekte bir suçu ortaya koymadaki yetersizliklerdir.
i.2) Adnan Oktar Davası’nda Usulsüz Olarak Elde Edilen Dijital Materyallerin Delil Olarak Kullanılması Adil Yargılanma Hakkı İhlalidir
2016 yılında başlayan ve 2019 yılı Temmuz ayına kadar devam eden soruşturma ve 2019 Eylül ayından günümüze kadar süregelen kovuşturma sürecinde, iddianamede yer alan suçlamaların hiçbiri somut ve maddi delillere dayandırılamamıştır. Şu anda kumpasın uygulayıcıları tarafından öne sürülen tek sözde delil, “dijital materyaller” olarak bahsedilen hukuken geçerliliği olmayan belgelerdir.
Ne var ki, bu davada dijital materyallerin tamamı kanuna aykırı şekilde ele geçirildiği için tümüyle hükümsüzdür. Söz konusu dijitalleri kimin ürettiği, bu dijitallerde bir oynama/ekleme/çıkarma yapılıp yapılmadığı da tespit edilmemiştir.
Arama ve el koyma işlemleri sırasında, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma 5271 sayılı CMK’nın 134. maddesinde düzenlenmiş olup, CMK’nın 116 ve 123. maddeleri ile detaylandırılmıştır. CD, DVD, flash bellek, disket, harici ve dahili hard disk, bilgisayar özelliği içeren cihazlar, akıllı telefon ve benzerlerinden elde edilen dijital deliller, “suiistimale müsait” veriler olması sebebiyle, bu delillerin toplanması, delillerin güvenliğini ve sıhhatini sağlamak amacıyla çeşitli şartlara bağlanmıştır. Kanun koyucu tarafından bu deliller; “son çare” olarak başvurulabilecek bir yol olarak düzenlenmiş, “özel koşullara bağlı olarak elde edilebilecek” şekilde kanunda düzenlenmiştir. Hal böyleyken, bu davada, dijital veriler, son çare olarak başvurulup elde edilmediği gibi kanunda sayılan bu özel koşullar tamamen göz ardı edilerek alınmıştır.
Dijital delillerin elde edilmesinde;
- Aramayı gerçekleştiren kişilerce, şüpheliye ait bilgisayar, hard disk ve telefondaki verilerin olay anında yedeklenmesi yapılmalı, yedekten bir kopya alınıp şüpheli ve vekiline teslim edilmelidir.
- Yedekleme ve yedekten kopya verme imkanının bulunmadığı durumlarda, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere müdahaleyi önleyecek şekilde, seri numaraları tutanağa yazılmak suretiyle usulüne uygun olarak zapt edilip mühürlenmenin yapılması gerekmektedir.
- Söz konusu mühürlü materyaller, şüpheli ve müdafinin istemesi halinde nezaret etme ve denetlenmeye açık şekilde inceleme mahalline götürülmeli, şüpheli ve müdafinin huzurunda mümkün olan en kısa süre içinde açılarak dijital materyallerin imajı derhal alınmalıdır. İmajlardan bir kopya, şüpheli ve müvekkile teslim edilmelidir.
- Sanık ve müdafinin mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, mühür açma işlemi arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda açılmalıdır. İmaj alma işlemi bu esnada yapılmalıdır.
- Bu unsurlardan herhangi biri gerçekleşmeden elde edilen deliller HUKUKA UYGUN SAYILMAYACAK ve BUNLARIN YARGILAMA MAKAMINCA HÜKME ESAS ALINMASI MÜMKÜN OLMAYACAKTIR.
- Bu şekilde hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin sanık bakımından aleyhte bir delil olarak değerlendirilmesi, CMK m. 134 HÜKMÜNE AYKIRILIK TEŞKİL ETMEKTEDİR.
Bu davada ise girilen 100’den fazla evden alınan dijital materyallerin elde edilmesi ve daha sonra bu materyallerin imajının alınması kanunlara uygun şekilde gerçekleşmemiştir. Arama tutanağında bilgisayar, cep telefonu, hard disk gibi dijital unsurların yalnızca seri numaraları kayda geçmiş ama olay anında bunların imaj kopyalaması yapılmamıştır. El konan dijital materyaller mühürsüz çuvallarda taşınmıştır.
Dolayısıyla bu aramalar sırasında elde edildiği iddia edilen dijital materyallerin tümü CMK m.134’e aykırılık teşkil etmektedir. Bu davada delil olarak kullanılabilmesi mümkün değildir.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/2056 E., 2017/5023 K. sayılı kararında;
“…bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama ve elkoymanın bu özelliği göz ardı edilmek suretiyle, aramayı gerçekleştiren kişilerce elkoyma işlemine geçildiği sırada sistemdeki verilerin yedeklemesi (imaj-adli kopya) yapılmadan ve yedekten bir kopya alınıp şüpheli veya vekiline verilmeden, ya da yukarıda yazılı nedenlerden dolayı mahalde yedekleme ve yedekten kopya verme olanağının bulunmadığının objektif olarak kabulünde zorunluluk bulunan hallerde, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere müdahaleyi önleyecek şekilde, seri numaraları tutanağa yazılmak suretiyle usulüne uygun olarak zapt edilip mühürlenmeden, şüpheli veya müdafiinin istemesi halinde nezaret etme ve denetleme imkanı sağlanarak inceleme mahalline kadar eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına imkan verildikten sonra mümkün olan en kısa süre içinde mühür açılıp, dijital medyanın derhal imajının alınarak ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin mühür açma işlemi sırasında hazır bulunmasının mümkün olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el koyma kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj alma işleminin bu sırada yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma işleminin kanuna ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı gibi bu yolla elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama makamınca hükme esas alınması mümkün olamayacaktır.
…
Somut olayda sanığın evinde ve işyerinde yapılan aramalarda elde edildiği iddia olunan tüm dijital medyalarla ilgili olarak arama mahallinde imaj alınmadan, ilgilisine de bir kopyası verilmeden ve kanuna uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması nedeniyle CMK’nın 134. maddesi hükmüne ve hukuka uygun yöntemlerle elde edildiklerinin kabul edilemeyeceği gibi tek başına mahkumiyet hükmüne esas alınamayacağı gözetilerek
…Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA…”
şeklinde karar verilmiştir.
Yargıtay içtihatlarından da açıkça görülebildiği gibi, söz konusu dijital unsurların hukuka aykırı bir biçimde elde edilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması hükmün bozulma sebebidir. Çünkü ilk aşamada kanunun getirdiği şartlara uyulmadan alınmış olan verilerin artık o aşamadan sonra güvenilirliği ortadan kalkmış bulunmaktadır. Söz konusu verilerin gerçekten şüpheli tarafından oluşturulup oluşturulamayacağını tespit etmek ve/veya sonradan bu dijital verilere müdahale / ekleme / çıkarma / değiştirme yapılıp yapılmadığını tespit etmek OLANAKSIZLAŞACAKTIR.
Bu gerekliliği daha teknik detaylarına girerek açıklayacak olursak;
Dijital verilerinin imajlarının alınması, verilerin bir kopyasının, boş haldeki bir başka dijital depolama aygıtına aktarılması işlemidir. İmajların alınması usulen gerekli olabilir; ama verilerin bir kopyasının bu yolla şüphelide veya vekilinde de olması, bu işlemin en önemli ikinci şartıdır. Mevcut ortamda, bire bir imaj alınmasının en önemli nedeni, imaj alınma işlemi sırasında, o depolama aygıtındaki tüm dosyaların O ANKİ HALLERİNİ belirten bir “HASH DEĞERİNİN” de alınıp tutanaklarla kayda geçirilmesidir. “Hash değeri” denilen kavram, ne tür bir teknoloji kullanıldığına bağlı olarak gelişen, birkaç düzine harf ve sayıdan oluşan bir metindir. Şayet depolama aygıtındaki dosyalar üzerinde herhangi bir değişiklik yapılır ise o “hash değeri” de değişmektedir. Bu “hash değerini” bulup tutanakla kayda geçirmek, el konulan aygıta sonraki aşamalarda müdahale edilip dosya eklenmesi, dosya içeriklerinin değiştirilmesi gibi durumlara ait şüpheyi ortadan kaldırmaktadır.
Yalnızca ilgili işletim sistemi üzerindeki dosyanın oluşturulma ve değiştirilme tarihlerine bakmanın, dosyayı yaratan kullanıcının adını kanıt saymanın yeterli olmadığını, dijital belgelerde sahtecilik yapıldığını daha önceki kumpas davalarında görmüş bulunmaktayız. Şu an yaşanan kumpas davasında da söz konusu dijital materyallerin hash değerlerine ulaşmak artık hiçbir zaman mümkün olamayacağından önümüze sürekli olarak, tıpkı geçmiş kumpaslardaki gibi dosya oluşturma tarihleri ve kullanıcı isimleri bir delilmiş gibi konulmaktadır. Şu aşamada bu verilerin gerçekten o kişiye ait olup olmadığını ve/veya dosya içeriklerine herhangi bir müdahalede bulunup bulunmadığını tespit edebilmenin imkanı kalmamış bulunmaktadır.
Dolayısıyla, usulsüz el koymalar neticesinde bu davada elde edildiği iddia edilen dosya ve belgelerin gerçekten söz konusu sanıklara ait olup olmadığı şüpheli hale gelmiş ve bu dosya ve belgelerin üzerinde herhangi bir değişiklik/oynama yapılmış olması ise tespit edilemez duruma gelmiştir.
Bu aşamada şu soru akla gelmektedir: Söz konusu el koyma işlemi rahatlıkla kanuna uygun bir şekilde yapılabilecekken, bunun için ortam, şartlar, arama yapılan evlerde geçirilen zaman ve imkanlar oldukça müsaitken, neden kanunsuz bir uygulamaya ihtiyaç duyulmuştur? Bu davada şu anda yegane delil olarak gösterilmeye çalışılan unsurun dijital materyaller olduğu dikkate alındığında, bu kanun dışı uygulama oldukça şaibeli görünmektedir.
Arama el koyma tedbirlerinin uygulandığı 11 Temmuz 2018’de OHAL KHK’sı yürürlüktedir ancak bu KHK’nın varlığı, el konulanların delil güvenliğinin bozulmasına rağmen geçerli delil olarak kullanılabileceği anlamına gelmemektedir. Dosyamız kapsamında yürütülen operasyonlarda delil adı altında el konarak elde edilenlerin;
- Arama yapılan adreslere arama işlemlerinin devam ettiği sıralarda ilgisiz yüzlerce kişinin sokulması, mühürlenen adreslere daha sonra basın mensuplarının ve husumetli kişilerin girmiş olmaları, arama kararı tarihinden sonra da sözde delil bulunduğu iddia edilerek bu delilin de emniyete teslim edilerek dosya kapsamında değerlendirilmesi,
- Arama kararında sadece belirtilen adreslerde arama yapılacağı yazıyor olmasına rağmen kişilerin üzerlerinde, müştemilat ve eklentilerde, araçlarda arama yapılması,
- Arama kararı sadece Yamaçlı Sokak No:36’ya ilişkin olduğu halde No:37-38-39’da da arama yapılmış olması,
- Eşref Bitlik Sokak No:13-15-17-19’da savcının sözlü talimatıyla arama yapılması,
- Arama tanıklarının hazır edilmemesi ya da arama tanığı olarak şüphelilerin kullanılması,
- Arama tanıklarının aynı anda iki farklı yerde imiş gibi tutanaklarda gösterilmesi ile gerçeğe aykırı tutanaklar düzenlenmesi,
- Arama bölgelerinin kendi içinde farklı farklı birimlere bölünmesi ve arama işleminin onlarca polisin arama işlemine katılması ile gerçekleşmesine rağmen sadece 3 kişinin hazır bulunduğu not düşülerek hayatın olağan akışına dahi uygun olamayacak şekilde tutanakların tanzim edilmesi,
- CMK m.122’ye aykırı olarak belge ve kâğıtların kolluk tarafından incelenmiş olması,
şeklinde kanunların emrettiği uygulamalarla delil güvenliğine riayet edilerek alınmadığı açıktır.
CMK M. 135/4'TE BELİRTİLEN SÜRELERİN DIŞINDA OLDUĞU ANLAŞILAN VE HUKUKEN KABUL EDİLEMEZ UYGULAMA İLE ELDE EDİLDİĞİ GÖRÜLEN BU "ŞEYLERİN" DELİL OLARAK ADLANDIRILMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR. CMK M.206, CMK M.217 GEREĞİNCE REDDEDİLMESİ VE HÜKME ESAS ALINMAMASI GEREKMEKTEDİR.
Mahkeme heyeti gerekçeli kararının hemen her satırında atıf yaptığı bu “şey”leri güya hukuka uygunmuş gibi gösterebilmek adına bir gayrete girişmiştir. Ancak yaklaşık 12.000 sayfalık bir gerekçeli kararda sadece iki paragraftan ve deyim yerindeyse “yarım yamalak” bir izahattan ibaret bir açıklama yapılmaya çalışılmıştır.
Elde edilenlerin içeriklerin, hangi dijital verinin hangi koruma tedbiri ile doğrulandığına dair somut bir bilgi veya delil sunulmamıştır. Çünkü yoktur. Elde edilenlerin mahkeme huzurunda beyanına başvurulan etkin pişman sanıklar, katılanlar ve tanıkların beyanları ile doğrulandığı iddiasının hukuken bir geçerliliği de yoktur. Çünkü etkin pişman sanıklar, katılanlar ve tanıkların sanıklara suç isnat etmekte hukuki yararları vardır ve nitekim de böyle olmuştur. Ancak sanıkların tamamı elde edilenlerin hepsini reddetmişlerdir. Bu nedenle ortada hukuken doğrulanmış bir içerik bulunmamaktadır.
i.3) Delillerin Savunmaya Gösterilmemesi ve Deliller Üzerinde Bilirkişi İncelemesi Yaptırılmasına İzin Verilmemesi Adil Yargılanmanın Bir Unsuru Olan Silahların Eşitliği İlkesine Aykırıdır
Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olan silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir.
Sanık tarafından koruma tedbirlerine başvurmayı gerektirmeyen ve elde edilen emarenin bozulmasına/kaybolmasına yol açmayacak nitelikli deliller açısından sanığın kendi getirdiği uzman aracılığıyla inceleme yaptırması, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir.
Aynı zamanda hukukumuzdaki uzman yardımından faydalanma hakkı (CMK m.67/6) da bunu sağlamaktadır. Ancak huzurunuzdaki dava uygulamasında ise; belge delili açısından dahi kısıtlamaların getirilmiş, yapılan bu uygulama da AÇIKÇA SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ ihlal edilmiştir.
Ayrıca somut olayda tutuklamaya ve davaya dayanak yapılan dijital verilerin CMK m. 134'e aykırı olarak elde edilmiş bulunduklarından dolayı; bu dijital veriler üzerinde tekrar inceleme yaptırılmasının, BİLGİSAYARLARA EL KONULMA TARİHİNDEN SONRA EKLEME YAPILIP YAPILMADIĞININ SORGULANMASI da ELZEMDİR. Ancak buna rağmen dijital veriler üzerinde inceleme yapma hakkı savunmanın elinden alınması ve savunmanın bu dijital materyalleri görmesi dahi engellenmesi USUL ve YASALARA aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından savunma kapsamında talep edilen bilirkişi raporu alınması talebinin reddi kararının sanığın haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usûl çerçevesinde verilip verilmediğini incelemeye almaktadır. Örneğin AYM Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri[51] başvurusunda özellikle dijital verilerin üzerinde oynanabileceği hususu dikkate alınarak bilirkişi incelemesinin önemini şöyle vurgulamıştır:
72. Dijital deliller üzerinde yapılacak teknik incelemenin suçların sübutu ve sanıkların bu suçlarla ilgisinin tespiti bakımından belirleyici olabileceği açıktır. Başvurucunun, dijital delillerin içindeki belgelerin kendisi tarafından oluşturulmadığı ve temin edilmemiş olduğu iddiası karşısında bu iddialarla ilgili olarak etkili bir şekilde savunma yapmaya imkân verecek bir erişimin sağlanmış olması ya da yargılama makamınca bu amaca uygun bir incelemenin yaptırılmış olması gerekir.
75. Kural olarak, bilirkişinin sunduğu rapor ve mütalaalar derece mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, İlk Derece Mahkemesi tarafından esasa ilişkin değerlendirmeler yapılırken Cumhuriyet Savcısı tarafından yaptırılan incelemelerin belirleyici bir etkisi olmuştur. Başka bir deyişle somut davada İlk Derece Mahkemesi, yalnızca dijital deliller üzerinde Cumhuriyet Savcısı tarafından yaptırılan çözümleme ve incelemeler ile kurumlardan gelen çizelgelere itibar etmiş, bu raporlara karşın başvurucuların, mahkûmiyet kararının dayanağı olan dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı iddialarını değerlendirmek üzere mahkemenin bilirkişi heyeti tayin etmesi ve rapor aldırması yönündeki talepleri ile bu belgelerin imajlarının verilmesi talebini reddetmiştir. Somut olayda, dijital deliller içindeki bilgi ve belgelere dayanılarak başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucuların dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddialarının araştırılması amacıyla bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması veya bunlara ilişkin imajların verilmesi taleplerinin, dijital belgelerin içeriklerinin devlet sırrı kapsamında kaldığından ve dijital delillerin usulüne uygun aramalar sonucu ele geçirildiğinden bahisle reddedilmesi yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir.
76. Mahkemece delillerin bu şekilde gizlenmiş olması, özellikle de devlet sırrı gerekçesiyle delillerin savunma makamına açılmaması ve incelettirilmemiş olması, başvurucuların, dijital delillerin sıhhati konusundaki iddialarını tam olarak ileri sürmesini imkânsız kılmıştır. Oysa Mahkeme, bu dijital delillere göre bir değerlendirme yaparak mahkûmiyet kararı vermiş ve Yargıtay tarafından aynı nedenlerle verilen hüküm onanmıştır (bkz. §§ 25-26). Bu koşullarda Mahkemece izlenen usul ve yöntemin, silahların eşitliği ilkesinin gereklerine uygun olmadığı ve başvurucunun menfaatlerini yeterince koruyan bir güvence içermediği açıktır.
77. Bu şekilde başvurucuların, kendilerine yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı savunma yapma imkânı ve kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakkı kısıtlanmış, ceza yargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak “silahların eşitliği” ilkesi ihlal edilmiştir.
Sonuç olarak Adnan Oktar Davası’nda deliller gösterilmemesi ve bilirkişinin bunları incelenmesine izin verilmemesi suretiyle savunma zaafa uğratılmış, savunmanın bunlar hakkında somut bir değerlendirme yapma fırsatı tanınmayarak adil Yargılanmanın Bir Unsuru Olan Silahların Eşitliği İlkesi ihlal edilmiştir.
i.4) AİHM Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılmasında Yargılamanın Bütün Olarak Adil ve Dürüst Olup Olmadığına Bakarak “Adil Yargılanma” İhlaline Karar Vermektedir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Prade/Almanya[52] Davası kararında hukuka aykırı delillerin kullanılmasının yanında yargılamanın bir bütün olarak adil/dürüst olup olmadığına bakılması gerektiğini de belirtmiştir. Bu bağlamda Adnan Oktar Davası’na bakılacak olursa hakimlerin AİHM’nin koyduğu adil-dürüst yargılama şartını yerine getirmedikleri görülmektedir. Sözgelimi mahkeme;
- Yargılama boyunca tek bir delil araştırması yapmamış, sanıkların ara aşamalardaki taleplerini topluca, gerekçecesiz olarak reddetmiş, taraflara kovuşturmanın genişletilmesi talepleri olup olmadığını sormamış, tüm tanık dinletme taleplerini CMK’ya göre bozma sebebi olduğu halde, haksız gerekçelerle reddetmiştir.
Oysa AİHM Karalevičius/Litvanya[53] davasında olduğu gibi; yerel mahkemede sanıkların davasını savunabilmesini, sahte olduğunu düşündüğü delilleri çürütebilmesi amacıyla yeterli fırsatların sağlamasını istemektedir. Yüksek mahkeme bunun olmadığı durumlarda ihlal kararı vermektedir.
AİHM’nin Gillisen/Hollanda[54] kararında belirttiği üzere; başvurucunun davasının temelini oluşturan bir iddiasını destekleyen tanığın dinlenmesi talebinin mahkeme tarafından yerine getirilmemesi silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturur. Teknik, usûle ilişkin bazı iç hukuk kuralları nedeniyle davanın taraflarından biri kendi adına bazı tanıkları dinletemiyor ve bu durum -Adnan Oktar Davası’nda olduğu gibi- davanın diğer tarafı karşısında nitelikli bir dezavantaj yaratıyorsa, silahların eşitliği açısından ihlal oluşturmaktadır.
- Mahkeme heyeti, bozma öncesi yargılamada iddianamede gösterilmiş olan bir kısım mağdur, müşteki ve tanıkların dinlenmesinden vazgeçmiştir. Sanıkların tanıklarını da dinlememiştir. Dinlenmesi reddedilen tanıkların mahkeme önünde ifadesini vermeye hazır halde beklemekte olanlar bile mevcuttur. Oysa AİHM’nin Komanicky/Slovakya[55] Kararı’nda belirttiği göre tanıkların dinlenmesi aşamasında, davanın taraflarına kendileri açıkça feragat etmedikleri müddetçe, duruşmada hazır bulunma imkanı tanınmalıdır.
- Mahkeme heyeti, tüm yargılama süreci boyunca sanıklara ve müdafilerine karşı çok sert ve agresif bir tutum sergilemiş, kimi zaman alaycı üsluplarla kimi zaman ise bağırarak, kızarak sözlerini kesmiş, konuşmalarına müsaade etmemiştir.
- Mahkeme başkanı Galip Mehmet Perk, sanık müdafilerinin beyanları veya itirazları sırasında çoğu zaman mikrofonlarını kapatarak konuşmalarına izin vermemiştir.
- Mahkeme heyeti CMK 201. maddesini kötüye kullanmış, ayrıca sanık müdafilerinin müşteki, tanık ve etkin pişman sanıklara yönelttikleri sorulara haksız gerekçelerle sürekli müdahale etmiş, birçok sorunun sorulmasına müsaade etmemiştir.
- Mahkeme heyeti tüm müşteki, mağdur, tanık ve etkin pişman sanıkların ifadelerini soyut ve afaki gerekçelerin arkasına sığınarak CMK m.200/1 uyarınca sanıkların yokluğunda almış ve sanıkların bu kişilere soru sorma haklarına mani olmuştur. Bu kişilerin ifadelerine ait çözüm tutanaklarını incelemeye vakit olmadan alelacele iddia makamından esas hakkında mütalaası istenmiş ve aynı hızla son savunmalar alınarak davanın esası hakkında karar verilmiştir.
- 4100 sayfalık iddianame, 499 sayfalık esas hakkında mütalaa, yaklaşık 50 bin sayfalık müşteki ifadeleri, beyan, sorgu, dijital materyal vb gibi yeküne rağmen sanıkların son savunmalarını alırken “sadece esas hakkında mütalaaya cevap vermekle” sanıkları sınırlı tutmuş, sanıkların dosya kapsamında savunma yapma taleplerini hukuksuz olarak reddetmiş, savunma yapmaya devam etmek isteyen sanıkları “azarlayarak” yerine oturtmuştur.
- Tüm bu hukuksuzluklar ve daha fazlası duruşma tutanaklarının SEGBİS çözümleri incelendiğinde ve video kayıtları izlendiğinde çok daha net olarak anlaşılacaktır.
Tüm bu uygulamalar göz önüne alınarak Adnan Oktar Davası’nda sanıkların savunma haklarının kısıtlandığı, yargılamada kullanılan delillerin gerçekliğini açıklama ve bunların kullanımına karşı koyma haklarının ellerinden alındığı açıktır. AİHM bu durumu Szilagyi/Romanya Davası’nda[56] olduğu gibi ihlal olarak kabul etmektedir.
AİHM değerlendirmelerinde delillerin kalitesini de gözetmiş, bunu yaparken de delilin elde edilme yönteminin, delilin güvenilirliği ve gerçekliği üzerinde şüphe olup olmadığını da dikkate almamıştır. AİHM’nin bu kriterleri dikkate alarak ihlal kararı verdiği Lisica/Hırvatistan[57] Davası’ndaki koşullar Adnan Oktar Davası’nda fazlası ile mevcuttur.
i.5) Hukuka Aykırı Delillerin Kullanılması Adil Yargılanma İhlali ile Birlikte “Özel ve Aile Hayatına Saygı” İhlalini de İçermektedir
AİHM’nin 16.02.2021 tarihli, 69762/12 başvuru numaralı Budak/Türkiye kararına konu olan olayda başvurucunun aleyhine değerlendirilip mahkumiyetine esas alınan deliller, evinde yapılan arama neticesinde elde edilmiştir. Arama; başvurucu evde bulunmaksızın, başvurucunun babası evde iken yapılmıştır. Başvurucunun evinde gerçekleşen aramada, Ceza Muhakemesi Kanunu m.119/4’e aykırı davranılmıştır.[58]
AİHM kararın 38 ila 61. paragraflarında, aramanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.8’de korunan “Özel ve aile hayatına saygı” hakkını ihlali çerçevesinde de incelemiş, sonuçta başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Adnan Oktar Davası’nda Budak/Türkiye Davası’ndakine benzer usulsüzlükler mevcuttur. Şöyle ki;
- İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği'nin 09.07.2018 tarih ve 2018/3798 D. İş sayılı kararıyla 5 gün içerisinde bir defaya mahsus Kandilli Mahallesi, Yamaçlı Sokak, No: 36 İÇİN KONUTTA ARAMA KARARI VERİLMİŞ OLMASINA RAĞMEN, ARAMANIN 37 NUMARALI KONUTTA YAPILMIŞ OLDUĞU, Diğer bir ifadeyle ARAMA KARARI OLMAKSIZIN KONUTTA ARAMA YAPILDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR.
- Aramada hazır bulundurulması gereken TANIKLAR YERİNE, YERDE ELLERİ ARKADAN KELEPÇELİ ŞEKİLDE YATAN ŞÜPHELİLER HAZİRUN OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR.
- Diğer konutlar açısından ARAMA KARARI OLMADIĞINI FARK EDEN kolluk kuvvetleri, YAZILI ARAMA KARARI ALMAK YERİNE, aramadan sonra SAVCININ SÖZLÜ TALİMATINA İSTİNADEN arama yapıldığına ilişkin SONRADAN TUTANAK DÜZENLEMİŞLERDİR.
- Kanunda gecikmesinde sakınca bulunan hallerde dahi konutta arama yapılabilmesi için savcının yazılı emrinin bulunması mecburiyeti getirilmişken, SOMUT OLAYDA ARAMALARIN, HİÇBİR ARAMA KARARI OLMAKSIZIN İCRA EDİLMİŞTİR.
Arama işlemleri usulsüz olduğu için, elde edilen deliller de usulsüzdür ve bu sebeple hükme esas alınamazlar. Bunların gerekçe gösterilerek hüküm kurulması adil yargılanma ilkesinin ihlali ile birlikte “özel ve aile hayatına saygı” hakkı da ihlal edilmiştir.
j) Diğer Adil Yargılanma İhlallerij.1) Sanığın Avukatı Yok İken Duruşma Yapılması
- Sanıkların esas hakkında mütaalaya karşı beyanlarının alındığı 17.12.2020 tarihli duruşmada Sanık Mert Sucu’nun beyanları müdafii yokluğunda alınmıştır. Mert Sucu’nun avukatı olmadığı için İstanbul Barosu tarafından kendisine 09.10.2020 tarihinde Av. Zeynep Koylan müdafii olarak atanmıştır. Av. Zeynep Koylan 17.12.2020 tarihli duruşmaya KOVİD-19 temaslı olduğu ve bu nedenle hastalık taşıma riski bulunduğunu belirterek mazeret dilekçesi sunmuştur. Ancak mahkeme heyeti müdafinin bu haklı ve zorunluluk içeren mazeretine rağmen gerekçesiz ve hukuka aykırı olarak sanık Mert Sucu’nun beyanlarını müdaffisi yokluğunda almıştır. Her ne kadar Mert Sucu müdafisiz de beyanda bulunabileceğini belirtmiş ise bu durum kanunun açık hükümlerine ve Yargıtay’ın emsal içtihatlarına aykırıdır. Mahkeme heyeti müdafinin mazereti hakkında bir karar vermeden sanık Mert Sucu’yu beyanda bulunmaya zorlaması mutlak bozma nedeni oluşturmuştur ve bu beyanlar delil değeri taşımamaktadır.
- Yine benzer bir durum sanık Mehmet Noyan Orcan’ın, 2020/65, 2020/102, 2020/180 esas sayılı dosyalara ilişkin ek iddianameler kapsamındaki savunmalarının alındığı 24.09.2020 tarihli duruşmada yaşanmıştır. Mehmet Noyan Orcan söze başlarken müdafisinin olmadığını ve müdafii huzurunda ifade vermek istediğini belirtmiştir. Ancak buna rağmen mahkeme başkanı sanığı savunma yapmaya zorlamış ve M. Noyan Orcan müdafii hazır bulunmadığı halde üç ayrı iddianame içeriğindeki iddialar hakkında savunmasını cebren yapmak mecburiyetinde kalmıştır. Bunun üzere mahkeme heyeti 01.10.2020 tarihli oturumda M. Noyan Orcan’a müdafisi huzurunda sadece önceki savunmasını kabul edip etmediğini sormakla yetinmiştir.
- Benzer durum sanık Mehmet Ender Daban'ın birleşen dosyalar kapsamında savunmasının alındığı 21.07.2020 tarihli duruşmanın 2. oturumunda yaşanmıştır. Mehmet Ender Daban, müdafisinin olmadığını söyleyerek ek süre talep etmiş ise de mahkeme heyetince talep reddedilerek cebren savunma yapmaya zorlanmıştır. Bunun üzerine 02.11.2020 tarihli oturumda mahkeme heyeti Mehmet Ender Daban’a müdafisi huzurunda sadece önceki savunmasını kabul edip etmediğini sormakla yetinmiştir.
- Bir başka örnek ise 01.12.2020 tarihli duruşmada sanıklar Meral Kalça ve Banu Şener’in müdafileri mazeretli olduğu halde mahkeme heyeti sanıkların esas hakkındaki mütaalaya karşı beyanlarını almıştır. Sanıklar bu durumu mahkeme heyetine bildirmiş ancak mahkeme heyeti mazeretleri reddederek müdafii yokluğunda savunmalarını almıştır.
AİHM avukatının duruşmada başvuranı temsil etmediği durumlarda yargılamanın yapılmasını Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan[59] kararında olduğu gibi karşı tarafın beyanlarına yeterince cevap verme hakkından mahrum bırakılma olarak yorumlamış ve ihlal kararı vermiştir.
j.2) Hakimin Avukatlara Hasmane Bir Tutum Sergilemesi
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk mahkeme heyeti MÜDAFİLERİ SIK SIK SERT ŞEKİLDE AZARLAMIŞ, SALONDAN DIŞARI ATMAKLA TEHDİT ETMİŞ ve BAZI AVUKATLARI JANDARMA EŞLİĞİNDE SALONDAN DIŞARI ÇIKARMISTIR.
AİHM, Kyprianou/Kıbrıs[60] davası örneğinde de yer verildiği üzere, bir hakimin davadaki bir avukata karşı hasmane tutum sergilemesini mahkemenin nesnel tarafsızlığını yitirdiği gerekçesi ile bir adil yargılanma ihlali olarak kabul etmektedir.
Bozmadan sonraki yargılamada Mahkeme Başkanı Başbuğ, duruşma esnasında sanık müdafilerine yönelik kullandığı “KARILAR HAMAMI” şeklindeki cinsiyetçi ifadesi ve bunun devamında yine sanık müdafilerine yönelik sarf ettiği “SİNİRLENDİRMEYİN BENİ”, “ÇIKINTILIK YAPIYORSUNUZ” şeklindeki hasmane ifadeleri de mahkemenin nesnel tarafsızlığını yitirdiğini göstermektedir.
j.3) Sanıkların Sorgusundan Hemen Önce Dosyaya Giren ve İnceleme İmkanı Verilmeyen Deliller ile İlgili Soruların Sorulması
Sanıklardan bazıları hakkında düzenlenen dijital materyal inceleme raporları ve diğer bir kısım deliller sanıkların sorgusundan hemen önce dosyaya girmiş/ya da hiçbir zaman girmemiş olup sanık ve müdafilerine bu delilleri inceleme imkanı vermeden bu deliller üzerinden sorgu yapılması, sanıklar ve müdafilerinin bu delilleri inceleyip daha sonra beyanda bulunmak yönündeki taleplerinin reddedilmesi, dürüst işlem ilkesine aykırı olup, bu durum AİHS 6/3-b maddesinin açık bir ihlali niteliğindedir.
Baskın sorgu olarak nitelendirilebilecek olan bu yöntem aynı zamanda CMK 148/1 hükmüne de aykırılık teşkil etmektedir.
Yine Sanık Serkan Demir’in iddianamede bile yer almayan asılsız ve kasıtlı olarak çarpıtılmış bir iddia üzerinden sorguya çekilmiş olması, aynı gün özellikle basın mensuplarının salonda bulunması ve bu konunun sorgunun akabinde basında geniş yer alması da yine dürüst işlem ilkesinin nasıl göz göre göre ihlal edildiğinin önemli bir delilidir.
AİHM sanıkların delillerden habersiz iken davanın görülmesini Slimane/Fransa[61] davasında olduğu gibi çelişmeli yargılamanın ihlali olarak görmektedir.
j.4) Adnan Oktar Davası’nda Yaşanan ve AİHM ile AYM İçtihatlarına Göre Her Biri Adil Yargılanma İhlali Olan Mahkeme Uygulamaları ve İlgili Emsal Kararlar
Sanıkların Yokluğunda Yargılama Yapılmıştır
AİHM’ne göre silahların eşitliği ilkesinin gerekleri ve duruşmada hazır bulunmanın işlevi göz önünde bulundurulduğunda, izlenen usul başvurucunun yargılamaya uygun bir biçimde katılımını sağlamalıdır. Bunun sağlanmaması madde 6/1 anlamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkından mahrum kalmak olarak değerlendirilmektedir.
Emsal Karar: Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan Başvuru no. 8001/07 27 Ekim 2016 § 86-90.
Müşteki ve etkin pişman iddialarına verilecek cevap ve izahlar sanıkların tamamen kişisel tecrübelerine dayanmaktadır. Mahkeme tarafından sorulacak soruları, avukatından ziyade, en iyi kendisinin cevaplayabileceği durumlarda, kendisini bizzat savunma hakkının tanınmaması AİHM’nin madde 6 hükmünün ihlali anlamına gelmektedir. AİHM’ne göre mahkeme salonuna başvurucunun getirilmesinin, güvenlik veya diğer geçerli bir nedenle makul olmadığı varsayılsa bile, ulusal mahkemeler, başvurucunun duruşmaya katılımını sağlayacak başka yolları düşünmelidir.
Emsal Karar: İnsanov/Azerbaycan, Başvuru No. 16133/08, 14 Mart 2013, § 145-146.
Savcının Yaptığı Ek Araştırmalardan ve Soruşturmalardan Sanığın Haberi Olmamıştır
Ceza davalarında, savcılık tarafından polise yaptırılan ek bazı araştırma ve soruşturmaların, sanığın haberi olmaksızın savcının yorumu ile birlikte mahkemeye sunulması veya medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davalarda, başvurucunun bilgisi dahilinde olmayan bir raporun mahkemeye sunulması da silahların eşitliği açısından ihlale neden olmaktadır.
Emsal Karar: Kuopila/Finlandiya, Başvuru. No: 27752/95, 27 Nisan 2000, § 38
Emsal Karar: Buchberger/Austria, Başvuru. No: 32899/96, 20 Aralık 2001, § 50-51.
Ses Kayıtlarının Kopyaları Verilmemiştir
Bir ceza davasında belirleyici bir delil olan ve başvurucunun hukuka aykırı biçimde elde edildiğini iddia ettiği ses kayıtlarının orjinallerinin kopyalarına ulaşmasına izin verilmeyerek, bant çözümlerinin güvenirliğine dair itirazlarını etkili bir şekilde dile getirmesinin, engellenmesi hem silahların eşitliği hem de çelişmeli yargılama bakımından ihlal olarak görülmektedir.
Emsal Karar: Cevat Soysal/Türkiye, 17362/03, 23 Eylül 2014, § 66
Her Aşamada Taraflar Arasında Delil Sunma Eşitliği Sağlanmamıştır
Anayasa Mahkemesi’ne göre, taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup usûle ilişkin bu güvence gereği uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkanı tanınmalıdır.
Emsal Karar: AYM, Ramazan Tosun Başvurusu, Başvuru No: 2012/998, 07 Kasım 2013, § 37.
Emsal kararda şöyle denmektedir:
- Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Bu ilke idari nitelikli davalarda da geçerli olup, Başsavcılık görüşünün önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesinin silahların eşitliği ilkesinin ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının bir gereğidir. AİHM de AYİM Başsavcısının görüşünün önceden taraflara tebliğ edilmemesinin Sözleşmenin 6. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir (Miran/Türkiye, B.No: 43980/04, 21/4/2009). Bunu dikkate alan kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32 - 36).
Taraflara Delillerini Sunma ve İnceletmede Uygun İmkanlar Tanınmaması Mahkemenin Dengeli Muamele Etme Zorunluluğuna Aykırıdır
Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur.
Emsal Karar: Yüksel Hançer Başvurusu, Başvuru no. 2013/2116, 23 Ocak 2014 § 18, 19
Emsal kararda şöyle denmektedir:
- Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belgium, B. No. 19983/92, 24/02/1997, § 58).
- Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır.
…Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilecektir.
Dosyadaki Belgelerden Örnek Alınması Engellenmiştir
AYM norm denetimi yaptığı davalardan birinde mağdur ve şikayetçinin dava dosyasındaki tutanak ve delillerden örnek almasının engellenmesini incelemiştir.
Emsal Karar: AYM, E. 2011/37, K. 2012/69, T. 17/5/2012
İlgili kuralı Anayasa’nın 36. ve 2. maddelerine aykırı bulurken şöyle demiştir:
“Kovuşturma aşamasında mağdur ile şikâyetçinin dava dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek alması hak arama özgürlüğünün bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Böylece tutanak ve belgelerden örnek alınması mağdur ile şikâyetçiye muhakemenin seyrine yön vermek ve etki etmek olanağını da sağlayacaktır. İtiraz konusu ibare ile mağdur ile şikâyetçinin vekilleri olmaksızın dosyadaki tutanak ve belgelerden örnek alması engellenerek, yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma, bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının sınırlandırılması hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibare Anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir”.
Davada Delil Tartışması Yapılmamıştır
AİHM kararlarında da belirtildiği üzere çelişmeli yargılama, ceza davalarında, sadece tanıkların değil diğer delillerin de sanığın hazır bulunduğu bir sırada tartışılmasını içermektedir.
Bu ihlal AYM kararlarında çelişmeli yargılama ilkesi genellikle silahların eşitliği ilkesi ile birlikte incelenmektedir. AYM, çelişmeli yargılama ilkesinin silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olduğu kanaatindedir. Çelişmeli yargılama, bir hukuk veya ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkanı vermektedir.
Emsal Karar: Koray Erdoğan başvurusu, Başvuru No: 2013/1989, 10 Mart 2016, § 32.
Bu kararda çelişmeli yargılanma hakkının ihlali ile ilgili şöyle denmektedir:
- Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılanma hakkı; kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. J.J./Hollanda, B. No: 9/1997/793/994, 27/3/1998, § 43; Vermeulen/Belçika, B. No: 19075/91, 20/2/1996, § 33; Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 47).
AYM’ye göre, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dosyadaki deliller hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemelerce tarafların dinlenmemesi, tanıklara delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir.
Emsal Karar: Mehmet Ali Bedir ve Tevfik Günay başvurusu, Başvuru No:2013/4073, 21 Ocak 2016, § 27.
Bu kararda çelişmeli yargılanma hakkının ihlali ile ilgili şöyle denmektedir:
- “Hakkaniyete uygun yargılanma”nın temel unsuru, yargılamanın “çelişmeli” olması ve taraflar arasında “silahların eşitliği”nin sağlanmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenilmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No: 12952/87, 23/06/1993, § 63; Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/05/1986, § 44)
Yapılan yargılamada sanıklara tevsi tahkikat talepleri olup olmadığı sorulmamış, sanıkların ve müdafilerin hiçbir tevsi tahkikat talebi kabul edilmemiştir. Hatta mahkeme heyeti tensip zaptına geçirdiği maddelerde kendisinin yapacağını beyan ettiği araştırmaları da tamamlamadan yargılamayı sonlandırmıştır. Öyle ki hiçbir savunma tanığı kabul edilmediği gibi duruşma salonu kapısında hazır edilenler dahi dinlenmemiştir.
Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirme imkanı vermektedir. Genel anlamda hakkaniyete uygun yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara tanık delili de dahil olmak üzere, delillerini sunmak ve inceletmek için uygun imkanların tanınması gerekir.
Mahkeme, Adnan Oktar Davası’ndaki hiçbir delil toplama (tevsii tahkikat) talebini kabul etmemiştir. Oysa birçok iddianın aydınlatılması için delillerin araştırılması gerekirken, TEK BİR TEVSİİ TAHKİKAT TALEBİNİ DAHİ YERİNE GETİRMEMESİ, zaten önceden verilmiş bir karar olduğunu ve mahkemenin amacının maddi gerçeği ortaya çıkarmak değil, önceden belirlenmiş kararı süratle açıklamak olduğu şüphesini ortaya çıkarmıştır.
Örneğin, cinsel saldırıya uğradığını iddia eden kadınlar, defalarca talep edilmesine rağmen Adli Tıp Kurumuna sevk edilmemişlerdir. Hukukun işlediği, müştekilerin dürüst olduğu, hayatın olağan akışına uygun şartlarda, saldırıya uğradığını iddia eden tarafın Adli Tıp Kurumu’nda uğradığı fiziksel ve manevi zararın tespitini talep etmesi gerekirken, bu dosyada sanıklar ısrarla Adli Tıp Kurumu raporu talep etmişlerdir. Müşteki avukatları ise müvekkillerinin adli tıp kurumunda psikolojik ve fiziksel muayene olmalarına şiddetle karşı çıkmışlardı. Sadece bu tutum dahi, müştekilerin gerçekleri söylemediklerinin, iddialarının bir iftira olduğunun açık bir delili iken, mahkeme bu durumu görmezden gelmiş, ve şikayetçileri adli tıp kurumuna sevk etmemiştir.
Operasyon günü polislere ateş ettiği iddia edilen Mert Sucu ile ilgili olayda yüzlerce karanlık nokta bulunmaktadır. Bunların aydınlatılması için olay günü o mekanın 200’e yakın video görüntüsü bulunmasına rağmen, dava dosyasına bir tanesi bile girmemiştir. Sanıklar defalarca talep etmelerine rağmen, görüntüler emniyetten ve adli emanetten getirtilmemiştir. KURULAN KUMPASIN GÖRÜNTÜLERİ O VİDEOLARDADIR. Ancak buna rağmen mahkeme o görüntüleri, sanıklar defalarca talep etmelerine rağmen, ilgili makamlardan celbini istememiştir.
Mahkeme Delilleri Toplama Talebini Gerekçesiz Olarak Red Etmiştir
Adnan Oktar Davası’nda MAHKEME HEYETİ SUÇ İSNATLARI BAKIMINDAN TEK BİR DELİL ARAŞTIRMASI DAHİ YAPMAMIŞTIR. MAHKEME HEYETİNİN BUGÜNE KADAR YAPTIĞI TEK ŞEY TARAFLARIN ÖNCE İFADELERİNİ HEMEN SONRASINDA İSE SAVUNMALARINI ALMAK OLMUŞTUR. BAŞKA HİÇBİR İŞ VEYA İŞLEM YAPILMAMIŞTIR.
Halbuki tüm bu isnatlar bakımından yapılacak ayrı ayrı onlarca işlem, toplanması gereken deliller ve dinlenmesi gereken tanıklar bulunmakta iken mahkeme heyeti tek bir tanesini dahi yapmamıştır. Bu yönde ara aşamalarda ve tevsii tahkikat aşamasında yapılan tüm talepleri ise reddetmiştir.
AİHM, başvurucu bazı deliller gösterdiğinde, yerel mahkeme bu delilleri gerekçesiz veya yeterli gerekçe göstermeksizin reddederse ihlal kararı vermektedir. AİHM Vidal/Belçika kararında, delillerin davayla ilgisi hakkında görüş açıklamanın kendi görevi olmadığını belirtmekle birlikte, ulusal mahkemenin kararında dinletilmek istenen tanıkların neden reddedildiğine ilişkin gerekçe göstermemesini madde 6’ya aykırı bulmuştur.
Emsal Karar: Vidal/Belçika, B. no. 12351/86, 22 Nisan 1992, § 34
Dosyadaki Belgelerden Örnek Alınması Engellenmiştir
Huzurdaki davada, Mert Sucu’ya isnat edilen “adam öldürme” suçlamasını aydınlatacak bahçe kameraları, polis helikopteri çekimleri, Foto Film Şubesi çekimleri, vb. kamera görüntüleri, EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN ELİNDE MEVCUTTUR. ANCAK TÜM ISRARLI TALEPLERİMİZE RAĞMEN HER İKİ HEYETCE DE DAVA DOSYASINA GETİRİLMEMİŞTİR. SÖZ KONUSU KAYITLARIN DOSYAYA CELBİ SANIKLAR VE SANIK MÜDAFİLERİ TARAFINDAN DEFALARCA TALEP EDİLMİŞTİR ANCAK TIPKI DİĞER TALEPLER GİBİ BU TALEP DE SONUÇSUZ KALMIŞTIR.
Mahkemeye hiç gelmemiş olan, olayın giriş ve sonrasına ait bazı görüntüler, konuya ilişkin en yüksek hadden ceza kararı açıklandıktan 1 gün sonra basın yayın kuruluşlarına servis edilmiştir. Dosyaya bir türlü getirilmemiş olan bu görüntüler, her nasılsa magazin programlarının elinde mevcuttur.
AYM norm denetimi yaptığı davalardan birinde mağdur ve şikayetçinin dava dosyasındaki tutanak ve delillerden örnek almasının engellenmesini Anayasa’nın 36. ve 2. maddelerine aykırı bulmuştur.
Emsal Karar: E. 2011/37, K. 2012/69, T. 17/5/2012
İlgili kararda AYM şunları söylemiştir:
“Kovuşturma aşamasında mağdur ile şikâyetçinin dava dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek alması hak arama özgürlüğünün bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Böylece tutanak ve belgelerden örnek alınması mağdur ile şikâyetçiye muhakemenin seyrine yön vermek ve etki etmek olanağını da sağlayacaktır. İtiraz konusu ibare ile mağdur ile şikâyetçinin vekilleri olmaksızın dosyadaki tutanak ve belgelerden örnek alması engellenerek, yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma, bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının sınırlandırılması hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibare Anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir”.
Mahkeme Deliller Hakkında Tarafların Beyanını Almamıştır
AYM, ilk derece mahkemesinin dava konusu işlem gerekçesinde ve tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalarda yer almayan bir hususa dayanmasını ve bu yönde bir inceleme yapacağını önceden taraflara bildirmeksizin ve tarafların görüş ve iddialarını almaksızın sonuca ulaşmasını, çelişmeli yargılama hakkı yönünden ihlal olarak görmektedir
Emsal Karar: Koray Erdoğan başvurusu,, Başvuru No:2013/1989, 10/3/2016, § 41-44.
Mahkeme Sanıklara Lehlerine Olan Delilleri Okumamıştır
AYM ilk derece mahkemesinin verdiği bir mahkumiyet kararında olay tutanakları, fiziki izleme tutanakları, tanık ifadeleri ve diğer bazı delillerin dosyaya celp edilip okunması ancak mahkumiyete esas alınan telefon konuşmalarına ilişkin çözüm tutanakları sanığa okunmamasını hatta mahkûmiyetin belirleyici delilleri arasında gösterilen bu iletişim çözüm tutanaklarının dava dosyasında yer almamasını adil yargılanma hakkı kapsamında çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal olarak kabul etmiştir.
Emsal Karar: Cezair Akgül başvurusu, Başvuru No: 2014/10634, 26 Ekim 2016, § 34-35
Mahkeme Savunmanın Tanıkları Sorgulamasını Engellemiştir
Dosya kapsamındaki müştekiler (ikisi hariç), tanıklar (biri hariç), etkin pişmanlar (üçü hariç) sanık huzurda dinlenmemiş, sanıklara bu kişilere soru sorma, beyanlarındaki çelişkileri ortaya çıkarma veya giderme imkanı tanınmamıştır.
AİHM Kararlarına göre genel anlamda hakkaniyete uygunluğun sağlanması için, yüzyüzelik, çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine uygun olarak, davanın taraflarına kendi iddialarını ortaya koymak için delilleri de dahil olmak üzere uygun olanaklar verilmek zorundadır. Bu olanakların içine tanıkları sorgulamak da dahildir.
Emsal Karar: Mantovanelli/Fransa B. No. 21497/93, 18 Mart 1997
Mahkeme Savunmanın Dayanaklarını, İddialarını ve Delillerini Gereği Gibi İncelememiştir
Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre, “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır; Buna göre yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadırlar. AYM’ye göre, bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten uzak ise, Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında, davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı ihlal edilmiş olacaktır.
Emsal Karar: Ruiz-Mateos/İspanya, B. no. 12952/87, 27 Haziran 1993, § 63.
Emsal Kararı: Sabahat Tuncel Başvurusu, Başvuru No:2014/1440, 26/2/2015, § 58
Bu AYM kararında ihlal ile ilgili olarak açıklanan gerekçe şöyledir:
- Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (bkz. B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 30; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten kaçınmalarına neden olması halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
Yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadırlar. AYM’ye göre, bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten uzak ise, Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında, davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı ihlal edilmiş olacaktır.
Emsal Karar: Adalet Mehtap Buluryer Başvurusu, Başvuru No:2013/5447, 16/10/2014, § 37
Bu AYM kararında ihlal ile ilgili olarak açıklanan gerekçe şöyledir:
- Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68).
Mahkeme Delil Tartışması Yapmamış, Savunmaya Deliller Hakkında Yorum Yapma İmkanı Tanımamıştır
Yapılan yargılama boyunca ileri sürülen delillerin nereden elde edildiği, hangi yöntemlerle elde edildiği belli değildir. Dosyada delil tartışması yapılmamıştır. Bu nedenle de hükme esas alınan “şeylerin” delil mahiyetinde olup olmadığı dahi belli değildir.
Uyuşmazlık konusu olaylara ilişkin deliller hakkında savunmaya yorum yapma imkanı verilmelidir. Bu deliller tarafsız bir adli görevli tarafından verilmiş olsa dahi, sanığa yorum yapma imkanının verilmesi, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının bir gereğidir.
Emsal Karar: Kamasinski/Avusturya, 9783/82, 19/12/1989, § 102
Mahkeme Hukuka Aykırı Olarak Elde Edilmiş Delillere Dayanarak Karar Vermiştir
AİHM’e göre eğer hukuka aykırı deliller tek veya ana suçlayıcı delil ise veya güvenilirliği konusunda başvurucu tarafından ileri sürülmüş olan makul şüpheler var ve bu şüpheleri giderici güvenceler sağlanmamış ise hakkaniyete aykırılık söz konusudur.
Emsal Karar : Schenk/Switzerland, Appl. No: 10862/84, 12.07.1988, § 47-48.
Emsal Karar : Khan/İngiltere, B. no. 35394/97, 12 Mayıs 2000, § 35-40
Mahkeme Savunmanın Delil Sunmasına Sınırlama Getirmiştir
Anayasa Mahkemesi’ne göre savunma makamının mahkemeye delil sunması adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. AYM norm denetimi yaptığı bir kararında, mahkemeye delil sunma konusunda getirilen sınırlamayı AİHM kararlarıyla paralel bir biçimde adil yargılanma hakkının bir parçası olarak görerek, Anayasa’nın 36. maddesine aykırı bulmuştur.
Emsal Karar: AYM Kararı, E. 2003/7, K. 2005/71, T. 18/10/2005
Sanıkların Dosyadaki Belgelere Erişimleri Engellenmiştir
AİHM Kararlarına göre, “davanın tarafı olan devlet, sahip olduğu ve başvurucuların mahkeme önünde iddialarını ortaya koymalarına yardımcı olacak belgelerin var olduğunu reddeder veya geçerli bir neden olmaksızın, başvurucuların bunlara ulaşmalarını engeller ise, bu, onlardan hakkaniyete uygun yargılamanın esirgenmesi olur ve madde 6/1’i ihlal eder”.
Emsal Karar: Miran/Türkiye, 43980/04, 21/4/2009, § 13
Mahkeme Savunmanın Tanık Dinletme Talebini, Kapı Önünde Hazır Bulunan Tanıklar Olmasına Rağmen, Gerekçesiz Red Etmiştir
Sanıkların duruşma salonu önünde hazır ettikleri tanıklar, kararın sonucuna tesir edebilecek esaslı konularda görgüye dayalı bilgi sahibi kişilerdir. Şahit oldukları bilgilerin huzurda açıklanması durumunda sanıkların beraat etmesini sağlayabilecek beyanlarda bulunmak üzere mahkeme kapısına gelmişlerdir. Bu tanıkların dinlenmemesi, karara doğrudan etki etmiştir. Kaldı ki Mahkeme Heyeti’nin kapıda hazır edilen tanıkları dinlemekten imtina etme gerekçesi “mahkemeyi uzatmaya yönelik” olarak öne sürülse de, kapıda hazır bekleyen bir tanığın dinlenmesi, mahkemeyi en fazla “dakikalar” bağlamında uzatabilir. Mahkeme Heyeti bu tanıkların neden dinlenmediği hususunda ayrı ayrı, dosya içeriğine uygun, ilgili ve yeterli gerekçe göstermeden, toptancı bir zihniyetle tamamını “davaya uzatmaya yönelik” değerlendirerek reddetmiştir.
AİHM’ne göre ulusal mahkemeler, davanın taraflarınca öne sürülen iddiaların ve sunulan delillerin kabulünde takdir yetkisine sahiplerdir; fakat bu yetkiyi kararlarında gerekçe göstererek haklılaştırmakla yükümlüdürler.
AİHM, başvurucu bazı deliller gösterdiğinde, ulusal mahkeme bu delilleri gerekçesiz veya yeterli gerekçe göstermeksizin reddederse ihlal kararı verilebilmektedir. AİHM Vidal/Belçika kararında, ulusal mahkemenin kararında dinletilmek istenen tanıkların neden reddedildiğine ilişkin gerekçe göstermemesini madde 6’ya aykırı bulmuştur.(1) Ulusal mahkeme tanık dinlenmesini gerekçe göstererek reddetse dahi, gösterdiği gerekçe AİHM tarafından tutarlı olup olmaması bakımından incelenmektedir.
Suominen/Finlandiya kararında, bir hukuk davasının hazırlık duruşmasında başvurucu tarafından sunulan deliller listesinden sadece ikisinin kabul edilmesi ve bu konuda hiçbir gerekçe gösterilmemesi gerekçeli karar hakkı bakımından ihlal verilmesine neden olmuştur.
Emsal Karar: Snominen/Finlandiya, 37801/97, 1/7/2003, § 35-36
Mahkeme tanık beyanlarını dinledikten sonra inandırıcı bulabilir veya bulmayabilir. Ancak kanaati hangi yönde olursa olsun bunu gerekçelendirmelidir. Bu nedenle AİHM, sanığın suçsuzluğunu (veya suçunu) ortaya koyacak tanıkların dinlenmesinden gerekçesiz olarak vazgeçilmesin adil yargılanma kavramı ile bağdaştırmamakta ve hak ihlaline hükmetmektedır.
Emsal Karar: AİHM, Vidal/Belçika, 12351/84, 22/4/1992, § 34
AİHM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- Başvuran, birkaç tanığın dinlenmesinden sonra başlangıçta beraat etmişti. Temyiz yargıçları bir mahkûmiyet kararı verdiklerinde, ellerinde yeni bir delil yoktu; iki sanığın (Liège'de) veya kalan tek sanığın (Brüksel'de) sözlü ifadeleri dışında, kararlarını tamamen dava dosyasındaki belgelere dayandırdılar. Ayrıca, Brüksel Temyiz Mahkemesi, kendisinden Bay Scohy, Bay Bodart, Bay Dauphin ve Bay Dausin'i tanık olarak çağırmasını talep eden beyanların sadece zımni olarak reddedilmesine ilişkin hiçbir gerekçe göstermemiştir.
Elbette, bu şekilde sunulan ve reddedilen delillerin konuyla ilgililiği veya daha genel olarak Bay Vidal'ın suçluluğu veya masumiyeti hakkında görüş bildirmek Mahkemenin görevi değildir, ancak 11 Aralık 1985 tarihli kararın söz konusu husus, 6. maddenin (md. 6) temelini oluşturan adil yargılanma kavramı ile bağdaşmamaktadır. Brüksel Temyiz Mahkemesi 26 Ekim 1984'te verilen cezayı, Liège İstinaf Mahkemesi'nin yaptığı gibi cezayı erteleyerek değil, üç yıl yerine dört yıl değiştirerek artırdığı için durum daha da vahimdir.
Ulusal mahkeme tanık dinlenmesini gerekçe göstererek reddetse dahi, gösterdiği gerekçe AİHM tarafından tutarlı olup olmaması bakımından incelenmektedir.
Emsal Karar: Tamminen/Finlandiya, B.. No: 40847/98,15 Haziran 2004, § 40-42.
Mahkeme Savunmanın Delillerini Duruşmada Okumamıştır
Ceza yargılamasının temel amacı maddi gerçeği, temel hak ve hürriyetler ile hukukun öngördüğü usule uygun bir biçimde ortaya çıkarmaktır. Bu amaca uygun olarak yargılama makamının önüne getirilen delillerin ve buna dayanan isnadın çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak tartışılması gerekir. Örneğin Cezair Akgül başvurusunda, mahkûmiyete esas alınan telefon konuşmalarına ilişkin ÇÖZÜM TUTANAKLARININ DURUŞMADA OKUNMAMASI, başvurucunun bu delilin davayla ilgisini ve ağırlığını değerlendirerek güvenirliği hususundaki iddia ve itirazlarını dile getirebilme olanağını elinden aldığı için, çelişmeli yargılama ilkesi bakımından ihlal bulunmuştur.
Emsal Karar: AYM Kararı, B.No:2014/10634, 26/10/2016, § 34-35
Emsal Karar: Cezair Akgül başvurusu, B.u No: 2014/10634, 26 Ekim 2016, § 34-35
Mahkeme Savunmaya İddianın Delillerine Karşı Görüş Açıklama İmkanı Vermemiştir
Silahların eşitliği ilkesi gereği savunma ile iddia makamı eşit şartlarda davasını hazırlama ve sunmada aynı imkanlara sahip olmalıdır. Silahların eşitliği ilkesi, ceza yargılamasında asgari olarak, iddia makamı tarafından gösterilen ve edinilen maddi bilgilerin açıklanmasını, dava dosyasının incelenmesi konusunda iddia makamıyla savunma arasında bir farkın gözetilmemesini gerekli kılar.
Dava dosyasına sunulan belgelerin incelenmesi ve bu belgelerden suret alınması, mahkemenin kararına dayanak oluşturan bilirkişi raporlarına ulaşılması ve bunları edinme fırsatının tanınmış olması, keza yargılamanın taraflarından birinin ileri sürdüğü delillere ve belgelere karşı diğer tarafa itiraz etme, görüş açıklama ve bu delilleri çürütme, ayrıca karşı delil gösterme hakkının tanınması silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir.
Emsal Karar: AYM Kararı, Yankı Bağcıoğlu ve Diğerleri, Başvuru No:2014/253, 9/1/2015, § 63-65
Kararda silahların eşitliği kapsamında taraflara delillerin değelendirilme imkanın eşit olarak sunulması hususu şöyle açıklanmaktadır:
- Ceza davalarında adil yargılamanın temel unsuru olarak silahların eşitliği ilkesi, yargılama faaliyetinde iddia makamı ile sanığın eşit imkânlara sahip olmaları anlamına gelir. İddia makamı, ceza davalarında bütün bir devlet mekanizmasını arkasına almakta olduğundan, silahların eşitliği, sanığın, savunma hakkının temel bir güvencesi olmaktadır. İlke gereği savunma ile iddia makamı eşit şartlarda davasını hazırlama ve sunmada aynı imkânlara sahip olmalıdır. Silahların eşitliği ilkesi, ceza yargılamasında asgari olarak, iddia makamı tarafından gösterilen ve edinilen maddi bilgilerin açıklanmasını, dava dosyasının incelenmesi konusunda iddia makamıyla savunma arasında bir farkın gözetilmemesini gerekli kılar.
- Silahların eşitliği ilkesi kapsamında, mahkeme önünde cereyan eden yargılama sürecinde davanın tarafları arasında, sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından tam bir eşitlik sağlanmış olmalı ve bu eşitlik, yargılama süresince de devam etmelidir. Yargılama sürecinde yapılan her türlü usuli işlem, delil ve karşı delil sunma, iddia ve karşı iddiada bulunma gibi hususlar da silahların eşitliği ilkesine uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Silahların eşitliği prensibi, ceza yargılamasında sanığın aleyhine bir hukuki durumun yaratılmamasını da kapsamaktadır.
- Dava dosyasına sunulan belgelerin incelenmesi ve bu belgelerden suret alınması, mahkemenin kararına dayanak oluşturduğu bilirkişi raporlarına ulaşılması ve bunları edinme fırsatının tanınmış olması, keza yargılamanın taraflarından birinin ileri sürdüğü delillere ve belgelere karşı diğer tarafa itiraz etme, görüş açıklama ve bu delilleri çürütme, ayrıca karşı delil gösterme hakkının tanınması silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir.
Mahkeme İddia Makamının Sunduğu Dijitallerin Niteliğini Savunmanın Sorgulamasına İmkan Tanımamıştır
Dijital deliller sıklıkla hukuk veya bir ceza davasında da sıklıkla gündeme gelebilmektedir. AYM İsmail Ediş başvurusunda, davanın karşı tarafınca sunulan CD’lerin delil olma niteliği sorgulanmadan, belirtilen CD’lere dayanılarak hüküm kurulmasından şikayet edilmektedir. AYM bu konuda belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak derece mahkemelerine ait olduğunu belirtmekle birlikte dosyaya ibraz edilen ancak, taraflarca içeriğine vakıf olunması ve tartışılması imkânı verilmediği gibi, delil içeriğinin açıklığa kavuşturulması amacıyla gerekli incelemelere tabi tutulmadığı anlaşılan CD’lerin hükme esas alınmasının, adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kabul etmektedir.
Emsal Karar: İsmail Ediş Başvurusu, Başvuru No:2012/354, 31/12/2014, § 37
Kararda adil yargılanma hakkının ihlalinin gerekçesi ile ilgili bölüm şöyledir:
- Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak derece mahkemelerine ait olmakla birlikte, somut olayda dosyaya ibraz edilen ancak, taraflarca içeriğine vakıf olunması ve tartışılması imkânı verilmediği gibi, delil içeriğinin açıklığa kavuşturulması amacıyla gerekli incelemelere tabi tutulmadığı anlaşılan CD’lerin hükme esas alınmasının, adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.
- Yukarıda açıklanan sebeplerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Mahkeme, Sonuca Etkisi Olabilecek Savunmayı Gerekçede Tartışmamıştır
AİHM içtihatlarına göre iç hukuktaki dava sırasında “açık ve somut” bir biçimde ileri sürülen bir iddia davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte ise davayla doğrudan ilgilidir ve ulusal mahkeme tarafından gerekçe gösterilerek değerlendirilmelidir. Söz konusu savunma veya iddiaya ilişkin “ayrı ve açık” bir değerlendirmenin kararın gerekçesinde yer almaması adil yargılanma hakkı açısından ihlale neden olabilmektedir.
Örneğin davanın yasal süre sınırı dışında açıldığı yada davanın mükerrer olduğu yönündeki bir iddia veya zaman aşımı sürelerine ilişkin iddialar davanın sonucuna etkili önemli argümanlardır.
Emsal Karar: Ruiz Torija/İspanya, B. no. 18390/91, 9 Aralık 1994, § 29-30
Emsal Karar: Hiro Balani/İspanya, B. no. 18064/91, 9 Aralık 1994, § 28
Emsal Karar: Deryan/Türkiye, B. no. 41721/04, 21/ Temmuz 2015, § 36
Bu AİHM kararında ihlal ile ilgili olarak açıklanan gerekçe şöyledir:
- Mahkeme, Şişli Mahkemesi önünde görülen yargılama işlemlerinde başvuranın, yasal süre sınırı ile ilgili meseleyi kapsayan birçok iddia ileri sürmesinin ihtilaf konusu olmadığını belirtmektedir (bk., yukarıda 11. §). Mahkeme’ye göre, süre sınırına ilişkin iddia önemli bir konudur ve başvuran aleyhindeki davanın sonucu üzerinde belirleyici etkisi bulunmaktadır (bk., yukarıda anılan Ruiz Torija, § 30). Bu nedenle, yeterli bir açıklama gerektirmektedir. Ancak, Şişli Mahkemesi kararında bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
Nitekim huzurdaki yargılamada “Örgüt Suçlaması”nın mükerrer olduğu defaatle dile getirilmiştir. Non bis in idem ilkesi gereğince geçmiş soruşturma ve kovuşturmalar dikkate alınmadan yeniden yargılama yapılmaması gerekmektedir. Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında sözde örgüt suçlamasıyla daha önceden açılan soruşturma/davalar ve kesinleşmiş (takipsizlik/beraat olmak üzere) 12 ayrı yargı kararı mevcuttur. Ancak tüm bu itirazlarımız yerinde görülmeden hukuka aykırı şekilde mükerrer yargılama yapılarak cezalandırma yoluna gidilmiştir.
Mahkeme Bazı Adli İşlemlerde Yasal Dayanak Olmadığı İddiasını Gerekçeli Kararda Cevaplamamıştır
AİHM ulusal mahkemelere verilen yargılama rolünün yorumsal şüpheleri gidermek olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle mahkemelerin ve kolluk kuvvetlerinin işlemlerinin bir yasal dayanağının olması önemlidir. Eğer işlemlerde yasal dayanak olmadığı iddiası varsa mahkeme bunu gerekçeli kararında cevaplamalıdır.
Emsal Karar: Vyerentsov/Ukrayna, Başvuru No. 20372/11, 11 Nisan 2013, § 87
Vyerentsov/Ukrayna davasında, izinsiz gösteri nedeniyle üç günlük idari hapis cezası verilen başvurucunun, gösteri yapmak için izin alınması gerektiğine ilişkin bir yasal dayanak olmadığı yönündeki iddiası, AİHM tarafından geçerli ve önemli bulunmuştur. AİHM’ne göre bu savın cevabı apaçık ortada değildir, buna rağmen ulusal mahkemeler bu konuyu görmezden gelmişlerdir, ayrıca yerel mahkeme önündeki yargılama sırasında AİHS madde 6/3-b,c,d’de öngörülen usûli haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiaları da İstinaf Mahkemesi tarafından cevaplanmamıştır. AİHM madde 6/3-b,c,d hükümlerinin yanı sıra, madde 6/1’in gereği olan gerekçeli karar hakkı bakımından da ihlal olduğu kanaatine varmıştır.
Mahkeme Yasaları Keyfi Yorumlayarak Takdir Yetkisini de Keyfi Olarak Kullanmıştır
Örneğin, duruşma tutanakları incelendiğinde, sanıklar hakkında Yargıtay’ın aradığı şekilde tutanağa aksettirilmiş bir olumsuzluk göstergesi bulunmamaktadır. Ancak Mahkeme Heyeti gerekçeli kararında, yargıladığı istisnasız TÜM SANIKLARA YÖNELİK OLARAK OLUMSUZ KİŞİLİK DEĞERLENDİRMESİYLE iyi hal indirimi yapmadığını beyan etmiştir. Bu durum Mahkeme’nin sanıklara tarafgir bakış açısını ortaya koymakla birlikte, heyetin keyfi uygulamalarına da bir delil teşkil etmektedir.
AİHM yerel mahkemelerin belirli bir davada kanunu açıkça hatalı veya keyfi sonuçlara varacak ve/veya adaleti reddedecek şekilde uygulayıp uygulamadığını gözlemlemektedir. Yüksek mahkeme ayrıca yerel mahkeme kararlarında yasal bir dayanak belirtmeden keyfilik unsuru olup olmadığını da denetlemektedir.
Emsal Karar: Andelkovic/Sırbistan, B. no. 1401/08, 9 Kasım 2013, § 24-27
AİHM bu davadaki kararını, bir bölge Mahkemesi ilgili yasaları göz ardı ederek, “davacının talebini kabul etmesi ve davacının avantajlı pozisyona gelmesi anlamına gelecektir” şeklindeki gerekçesine dayandırmıştır. Yüksek mahkemeye göre bu gerekçe yasal bir temele oturmamaktadır, Yerel mahkemenin kararını makul bir yargısal takdir yetkisinin dışında görünmektedir. Yüksek mahkemeye göre yerel mahkemenin kararındaki keyfîlik başvurucunun davasında adaletin reddi anlamına gelmektedir. Yüksek mahkeme bu kararında De Moor/Belçika[62] kararlarına atıfta bulunarak yerel mahkemenin kararlarını makul adli yargının oldukça dışında görünen soyut bir iddiaya dayandıramayacağını da hatırlatmaktadır.
Mahkeme Cevap Gereken Usul veya Esasa Dair İtirazı Yanıtlamamıştır
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır.
Emsal Karar: Mükremin Eroğlu başvurusu, B. no:2013/9025, 6 Ocak 2016, § 32
Bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıklanan gerekçe şöyledir:
- Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı, kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
Emsal Karar: Mükremin Eroğlu başvurusu, B. No: 2013/9025, 6 Ocak 2016, § 32
Bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıklanan gerekçe şöyledir:
35. …bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
38. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur.
39. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
Mahkeme Kanun Hükmüne Olağanın Dışında Farklı Bir Anlam Vererek Buna Göre Yargılama Yapmıştır
AYM mahkemenin açık olan yasa hükmüne, olağanın dışında farklı bir anlam vermesinin öngörülemez nitelikte olduğunu vurgulayarak bunun bariz takdir hatası olduğuna hükmetmektedir.
Adnan Oktar Davası’nda mahkeme suç örgütü bakımından hüküm kurarken zorunlu olan amaç suçu belirtmemiş ve evlenmek, boşanmak, başını örtmek, başını açmak, ticaret yapmak, çalışmamak, uçağa binmemek gibi doğal yaşama özgü filleri örgüt saiki ile işlenmiş eylemler olarak nitelemek sureti ile kanun hükmüne olağanın dışında farklı bir anlam yüklemiştir.
Emsal Karar: AYM kararı, Kenan Özteriş, B.No:2012/989, 19 Aralık 2013, § 64-65
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında verilen mahkûmiyetin tecil edilmesinin sonuçları ile ilgili açık bir kanun hükmü mevcuttur. Bu hükme verilecek olağan anlam bellidir ve başvurucu buna göre kendisine muamele edileceğini beklemektedir. Ancak AYİM 2. Dairesi, açık olan kanun hükmüne olağanın dışında farklı bir anlam verip buna göre uygulama yapmıştır. Bu uygulama yönünde yerleşmiş içtihat olduğu ne derece mahkemesi kararında belirtilmiş ne de Bakanlık görüşünde ileri sürülmüştür. Dolayısıyla eldeki belgelere göre başvurucunun dava açarken (hukuki yardımdan yararlansa bile) açık kanun hükmünden farklı bir şekilde kendisine muamele edileceğini beklemesini gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Buna göre, AYİM 2. Dairesinin 3/5/2012 tarih ve E.2011/1465, K.2012/482 sayılı kararındaki yorumu “öngörülemez” niteliktedir ve “bariz takdir hatası” içermektedir.
- Açıklanan nedenlerle, başvurucu hakkında yapılan yargılama sırasında hukuk kurallarının yorum ve uygulanmasının “öngörülemez” nitelikte olması ve “bariz takdir hatası” içermesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
İddianamenin Suç Yerini ve Tarihini İçermemesi Hak İhlalidir
Ceza kovuşturmasında kişiye resmen suç isnadının yapıldığı belge iddianamedir. İddianamenin, sanığın savunmasını hazırlayabilmesine imkan vermek için isnat edilen suç fiillerinin yerini ve zamanını göstermesi, bu fiillerin hukuki nitelendirmesini yaparak ceza kanununda bunların karşılığı olan suç ve cezaları göstermesi gerekir. Sanığın hangi fiili nerede ve ne zaman işlediği (yüklenen suçu oluşturan olay/olaylar) “isnadın sebebini” oluşturur. Bunların soyut olarak değil sanığın savunma hazırlayabilmesine yeterli düzeyde ve ayrıntılı olarak açıklanması gerekir. Aksi açıkça savunma hakkı ihlalidir.
Emsal Karar: AYM, Sebahat Tuncel Başvurusu, B.No:2014/1440, 26 Şubat2015, § 85-86
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır (Bkz. Gea Catalan/İspanya, B. No: 19160/91, 10/2/1995 § 26).
Emsal Karar: AYM, Ali Kemal Tekin başvurusu, B. No. 2014/875 2 Şubat 2017 § 43.
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- İsnat, sanığın savunma yapabilmesi için bildirilmektedir. Bunun için bildirimde, sanığın hangi fiil ile suçlandığının ve hangi suçu işlediğinin açıklanması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle sanık, isnadın sebebinden ve niteliğinden haberdar edilmelidir. Sanığın hangi fiili nerede ve ne zaman işlediği (yüklenen suçu oluşturan olay/olaylar) "isnadın sebebini" oluşturur. Bunların soyut olarak değil sanığın savunma hazırlayabilmesine yeterli düzeyde ve ayrıntılı olarak açıklanması gerekir. Böylelikle sanık, davaya konu fiili nerede ve ne zaman işlemekle suçlandığını bileceğinden savunmasını buna göre yapabilecektir. Fiilin hukuki yönden vasıflandırılması ise "isnadın niteliği"dir. Suçlamanın niteliği hakkındaki bilgi de savunma yapmaya yeterli düzeyde olmalı ve bildirimde sanığın işlemekle suçlandığı fiilin hangi normu ihlal ettiği belirtilmelidir. Yargılama sırasında fiilin hukuki niteliğinin değişmesi durumunda da sanık bu değişiklikten haberdar edilmelidir. Böylelikle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun olarak yargılamanın adilliği de sağlanmış olur.
Mahkeme Davayı Gereksiz Bir Aceleyle Yürütmüş, Savunmaya Verileri İncelemek İçin Yeterli Süreyi Vermemiştir
AİHM kararlarında sanık avukatlarının, duruşmaların başlamasından sadece iki hafta önce binlerce sayfalık dava dosyasını edinebilmeleri silahların eşitliği ilkesiyle birlikte madde 6/3-b’nin de ihlali olarak görülmüştür. Yüksek mahkeme savunma makamına savunmasını hazırlayabilmesi için yeterli süre verilmesini ve kolaylık sağlanmasını temel hak olarak görmektedir. Adnan Oktar Davası’nda mahkeme bu koşulu hiç gözetmemiş, sanıklar yıllardır cezaevinde tutuklu olduğu halde savunmanın makul taleplerini “davayı uzatmaya matuf” gibi son derece anlamsız bir gerekçe ile red etmiştir.
İstinaf kararı sonrası yapılan 2. yargılamada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını 26/09/2022 tarihinde dosyaya sunmuştur. Mahkeme bu tarihten sadece 8 gün sonra esas hakkında savunmaları cebren almaya başlamıştır. Sanıkların savunma hazırlığı için süre taleplerini de reddetmiştir. 650 klasörlük, yüzbinlerce sayfadan oluşan bir dosyada mahkemenin, mütalaadan sadece 8 gün sonra ve üstelik önceden herhangi bir uyarı yapmadan aniden ve cebren savunma almıştır. Üyelik isnadı olan sanıklara sadece 15 dakika, yöneticilik isnadı olan sanıklara ise yarım saat ile 1 saat arasında süre verildi. Mahkeme heyeti savunmaları sürekli olarak bölerek müdahalede bulundu.
Sanıklara süre kısıtlaması getiren Mahkeme Heyeti, etkin pişmanların konuşmalarını bölmedi, istedikleri sürede savunma yapmalarına izin verdi. Hakaret içerikli konuşmalarına da müdahale etmedi.
Anayasa Mahkemesi, Bilal Güney Davası’nda, esas hakkında mütalaadan sonra sanığa savunmasını hazırlaması için uygun ve yeterli süre verilmemesini savunma ve adil yargılanma hakkı ihlali saymıştır. (AYM, Bilal Güney Başvurusu, B.No: 2019/24514, 21/09/2022, par. 23-24)
Emsal Karar: Sadak ve Diğerleri/Turkey, B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, 17 Temmuz 2001, § 57-58.
Emsal Karar: Öcalan/Türkiye, B. No: 46221/99, 12 Mayıs 2005 § 147-148.
AİHM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- Sözkonusu davada, başvuran ve avukatları iddianameden 24 Nisan 1999 tarihinde haberdar olmuşlardır. Dava dosyası, 7 Mayıs 1999 tarihinde başvuranın avukatlarının kullanımına sunulmuş, fakat kendilerine bir nüsha verilmiştir. Başvuranın avukatları 15 Mayıs 1999 tarihinde fotokopi yapmayı bitirmişlerdir. Dava dosyasının tümüne söz konusu tarihten itibaren sahip olmuşlardır. İki hafta sonra, 31 Mayıs 1999 tarihinde, Devlet Güvenlik Mahkemesi önündeki duruşmalar başlamıştır. Başvuranın avukatları, iddia makamının görüşlerine karşı nihai görüşlerini sunmaya 23 Haziran 1999 tarihinde gerçekleştirilen sekizinci duruşmada davet edilmişlerdir. Bu koşullar altında Büyük Daire, başvuranın avukatlarının dava dosyasına erişmekte karşılaştıkları ve başvuranın da aynı tür güçlüklerle karşılaşması nedeniyle artan sorunla ilgili olarak, Daire’nin bulguları ile hemfikirdir. “… başvuranın avukatları, Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki duruşma başlamadan yaklaşık iki hafta önce 17.000 sayfalık bir dosyayı almışlardır.
Ziyaretlerin sayısı ve süresi üzerine getirilen kısıtlamalar, başvuranın avukatlarına dosyadaki belgeleri 2 Haziran 1999 tarihinden önce müvekkillerine bildirmelerine ya da müvekkillerini dosyanın incelenmesi ve analizine dahil etmelerine imkan vermediği için, kendilerini savunmanın hazırlanmasını oldukça güçleştiren bir durumda bulmuşlardır. Yargılamadaki müteakip gelişmeler, kendilerine söz konusu güçlükleri aşma şansı vermemiştir. Duruşmalar ilerlemiş, 8 Haziran 1999 tarihine kadar aralıksız devam etmiş ve 23 Haziran 1999 tarihinde başvuranın avukatları, duruşma sırasında sunulanlar da dahil olmak üzere dosyadaki tüm deliller üzerine görüşlerini sunmaya davet edilmişlerdir.”
- Bu nedenle, başvuranın yargılanması aşağıda izleyen nedenlerden dolayı adil değildir. Başvuran, gözaltında sorgulanması sırasında avukatlarından yardım almamıştır; üçüncü şahıslar duymaksızın avukatları ile görüşmemiştir; yargılamanın çok sonraki bir aşamasına kadar dava dosyasına doğrudan erişememiştir; avukatlarının ziyaretlerinin sayısına ve süresine kısıtlamalar getirilmesi; son olarak, tarih oldukça ilerleyene kadar avukatlar da dava dosyasına erişememişlerdir. AİHM, söz konusu güçlüklerin bütün olarak savunma hakkını kısıtlamış olduğu ve dolayısıyla, 6. maddede öngörülen adil yargılama ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle, 6 § 3 (b) ve (c) maddeleri ile birlikte Sözleşme’nin 6 § 1. maddesi ihlal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, 3005 Sayılı Kanun’un 12. maddesinin savunma hakkına getirdiği 3 günlük süre sınırlamasını Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasına ve 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı bulmuştur. Bu yorumu yaparken Anayasa Mahkemesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının b bendini İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına gönderme yaparak açıklamıştır. Ayrıca aynı kararda Anayasa’nın 13. maddesi de hak arama özgürlüğünün güvencesi olarak görülmüştür.
Emsal Karar: AYM Kararı, E. 1992/8, K. 1992/39, K.T. 16.06.1992.
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
“…savunma hakkına getirdiği üç günlük süre sınırlamasının, Anayasanın 13. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı ‘... demokratik toplum düzeyinin gereklerine aykırı. . .’ olduğu sonucuna varılmaktadır. Ayrıca, …Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi (Adalet Divanı), baktığı davalarda, ‘Makul ya da yeterli zamanın ne olması gerektiği, doğal olarak söz konusu davanın niteliğine ve davanın yer aldığı koşullara bağlıdır.’ kanısına varmıştır (Golder, Silver, Campbell ve Fell-Birleşik Krallık; Can-Avusturya davaları). Verileri incelemek için yeterli zaman verilmez ya da dava gereksiz bir ivediliğe getirilirse davaya ilişkin tüm bilgilerin savunmanın önüne konulması olanağının bir anlam taşımayacağı açıktır.
Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, kuşkusuz, Anayasanın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlanmak kavramının kapsamındadır. Bu sürenin yasayla yetersiz biçimde saptanması olanağı yoktur. Çünkü, her suçun ve her sanığın, savunmasını hazırlamak için gerek duyacağı sürenin hiçbiri diğerine benzemez. Savunma olanakları, suç yapıları farklıdır. Bütün bu durumları üç günlük bir süre ile karşılama amacını güden bir düzenleme, ister istemez savunma hakkının özünü zedeleyen, dolayısıyla demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama olacaktır. Anayasanın 13. maddesi uyarınca yapılması gereken sınırlamayı, yasanın öngördüğü alt ve üst sınırlar içinde yargıç yapabilmelidir…”.
Mahkeme Yeni Oluşan Durumlar (Suçlamalar) İçin Savunmaya Gerekli Zaman ve Kolaylıkları Sağlamamıştır
Sadece iddianamede belirtilen suçlamalarla ilgili olarak savunma yapmak için zaman ve kolaylıkların sağlanması yargılamanın adil olmasını sağlamayabilir. Daha sonra ortaya çıkan ve yargılama konusu edilen yeni suçlamalar ve mahkemenin vereceği hükmü esaslı şekilde değiştirebilecek yeni durumlar ile iddianamedeki suçlamanın değişmesi yönünden de suç isnadı altındaki kişiye gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması gerekir.
Nitekim yargılama boyunca düzenlenen ek iddianameler sanıklara usulüne uygun tebliğ edilmemiş, sanıklara savunma için yeterli süre tanınmamış ve usulüne uygun şekilde savunma (veya ek savunma) alınmamıştır.
Emsal Karar: AYM Kararı Ufuk Rifat Çobanoğlu başvurusu, B. No: 2014/6971, 01.02.2017, § 44.
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- Sadece iddianamede belirtilen suçlamalarla ilgili olarak savunma yapmak için gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması yargılamanın adil olmasını sağlamayabilir. İddianameden sonra ortaya çıkan ve yargılama konusu edilen yeni suçlamalar ve mahkemenin vereceği hükmü esaslı bir şekilde değiştirebilecek yeni durumlar ile iddianamedeki suçlamanın değişmesi yönünden de suç isnadı altındaki kişiye gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması icap eder.
Mahkeme Tanık Beyanlarına Karşı Savunmanın İleri Sürdüğü Hususları Araştırmamış, Tanıklara Karşı Beyan İmkanı Vermemiştir
Silahların eşitliği, sanığa tanığa sorular yöneltebilmek için uygun ve yeterli bir fırsatın verilmesini gerektirir.
Eğer tanığın ifade verdiği sırada, örneğin soruşturma sırasında, bu olanaklı olmamışsa, en azından yargılamanın daha sonraki aşamasında tanığa itiraz etme ve onu sorgulama için uygun ve yeterli fırsatlar verilmelidir.
Sanık aleyhine ifade veren tanıkların güvenilirliklerini sorgulamak tanık sorgulama hakkının en önemli unsurlarındandır. Bu nedenle AYM’ye göre, “tanık beyanlarına karşı çıkma” yalnızca “şekli bir usul güvencesi” olarak anlaşılamaz. Tanığın duruşmaya getirilmiş olması yeterli değildir, duruşmaya getirilmiş olan tanığın beyanlarına karşı çıkma olanağı “gerçek ve etkili” bir biçimde kullanılabilmelidir.
Tanık beyanlarına karşı savunma yapma ve tanıkların beyanlarına karşı itirazda bulunma imkanının “gerçek ve etkili” olarak sağlandığının kabulü için beyanlarda geçen eylemlerin doğruluğunun yeterince araştırılarak başvurucunun dezavantajlı durumunun telafi edilmesi gerekir.
Emsal Karar: AYM, B.No:2014/1440, 26 Şubat 2015, § 98-99
AYM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
“Somut olayda İlk Derece Mahkemesi hükmünü, iddianamede yer almayan ve sonradan ortaya çıkan tanık beyanlarında geçen eylemlerin başvurucu tarafından gerçekleştirildiği kabulüne dayandırmıştır. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi başvurucunun itirazlarını araştırmayarak iddianamede yer almayan ve sonradan ortaya çıkan eylemlerin sürekli değişmesi karşısında başvurucunun savunma hakkını ve tanık sorgulama hakkını “pratik ve etkili” olarak kullanmasını sağlayacak ve sanığın dezavantajlı durumunu telafi edecek önlemleri almamıştır. İlk Derece Mahkemesinin tanık beyanlarına karşı ileri sürülen hususları araştırmaması ve gerekçeli kararında da tanık beyanlarını ve başvurucu tarafından yapılan itirazları yeterince ve makul bir biçimde değerlendirmemesi nedeniyle yargılamanın hakkaniyete uygun gerçekleştiği söylenemez. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerekir.”
Emsal Karar: Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20 Kasım 1989
Emsal Karar: Asch/Austria, B. No: 12398/86, 26 Nisan 1991.
Emsal Karar: Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, (Grand Chamber), B. No: 26766/05 ve 22228/06, 15 Aralık 2011, § 120;
Emsal Karar: Cevat Soysal/Turkiye, B. no. 17362/03, 23 Eylül 2014, § 74.
AİHM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
- …kural olarak, tanık ifade verdiği zaman veya yargılamanın sonraki aşamalarından birinde, sanığa; kendisine karşıt olan bir tanığı sorgulama veya ona itiraz etme imkânının yeterli ve uygun derecede verilmesini gerektiren savunma tarafının haklarını ihlal etmemelidir (bk. Al-Khawaja ve Tahery / Birleşik Krallık [BD], no. 26766/05 ve 22228/06, § 118, AİHM 2011, ve ayrıca Lucà / İtalya, no. 33354/96, § 39, AİHM 2001-II ve Solakov / “eski Yugoslavya Makedon Cumhuriyeti”, no. 47023/99, § 57, AĠHM 2001-X).
Emsal Karar: Osmanağaoğlu/Türkiye, (Türkçe çeviri), B. No: 12769/02, 21.07.2009.
AİHM’nin bu kararda ihlal ile ilgili olarak açıkladığı gerekçe şöyledir:
AİHM için bu ifadelerin ön soruşturma aşamasında ve başvuranın yokluğunda alındığını gözlemlemek yeterli olmaktadır. Başvuran ve avukatının, bütün yargılama süresince kendisini itham eden sanıkların ifade tutanaklarına erişme imkanı bulunduğu, nitekim hakimler nezdinde bu delillerin meşruiyetine ve kullanılmasına itiraz ettikleri görülmektedir.
Ancak AİHM, başvurana bu ifadelere itiraz etme imkanı tanınmasının, D.D. ve M.Y.’nin, basvurana sorgulama veya sorgulatma imkânı tanıyacak şekilde bir duruşmaya katılmalarının yerine geçemeyeceğini daha önce açıklamıştır (Mentes, ilgili b.lüm, prg. 32 ; Türkiye aleyhine Hulki Günes davası, no 28490/95, prg. 95, CEDH 2003-VII ; bakınız ayrıca, Türkiye aleyhine Sadak ve diğerleri davası, no 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, prg. 63-68, CEDH 2001-VIII).
7) AYNI SUÇTAN İKİ KERE YARGILANMAMA HAKKININ İHLALİ
AİHS Ek Protokol 7 Madde 4:
Aynı Suçtan İki Kez Yargılanmama ve Cezalandırılmama Hakkı
1. Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez.
AİHM’nin hazırladığı “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu Protokol’ün 4. Maddesine İlişkin Rehber”de aynı suçtan iki defa yargılanmama hakkı ayrıntıları ile ele alınmıştır.[63] Rehbere göre aynı suçtan iki kere yargılanmama hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4. maddede açıklanan üç fıkradan oluşmaktadır. Birinci fıkrada bu hakkın üç temel bileşeni yer almaktadır. Bunlar;
- Her iki yargılamanın “cezai” niteliğe sahip olup olmadığı,
- Suçun her iki yargılamada aynı olup olmadığı ve
- Mükerrer yargılamaların yapılıp yapılmadığına ilişkindir.
Üçüncü bileşen ise üç ayrı alt konudan oluşmaktadır:
A. yeni yargılamaların olup olmadığı;
B. eğer varsa, ilk yargılamaların nihai bir kararla sonuçlanıp sonuçlanmadığı; ve
C. ikinci fıkradaki istisnanın uygulanabilir olup olmadığı.
AİHM’nin bu kriterleri dikkate alarak iki defa yargılanmama hakkının ihlal edildiğine hükmettiği Mihalache/Romanya[64] davası’nda verdiği karar müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının da iki defa yargılanmama haklarının ihlal edildiğine dair emsal teşkil etmektedir. AİHM söz konusu davada başvurucunun aynı fiilden yargılandığını ve başvurucunun şikayetine konu mevcut yeni hükmün geçmişte savcılık soruşturmasına uğramış bir fiile dair olduğunu belirtmiş ve Ek-7 No’lu Protokol’ün 4. maddesinin amacının kesin bir kararla sonuçlandırılan cezai işlemlerin tekrarlanmasını engellemek olduğunu özellikle vurgulamıştır.
AİHM’nin 4. madde için gözettiği bileşenler ve Mihalache/Romanya kararına göre müvekkil Adnan Oktar ve bir kısım sanıklara isnat edilen düzmece örgüt suçlaması mükerrer olup, cmk m.223/7 ve AİHS 7. Ek Protokülü'nün 4. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Şöyle ki;
Bir sanık hakkında belirli bir fiilden dolayı verilmiş olan hüküm kesinleştikten sonra herkesi bağlayıcı bir nitelik taşır. Kesin hükmün bulunmasının kabulü için açılan davanın, sanığın ve fiilin aynı olması gerekmektedir. Açılan davanın aynı olmasından maksat, bir ceza mahkemesi tarafından CMK md. 223'te sayılan hükümlerden birinin verilmiş olması ve bunun kesinleşmesidir. Bu kesin hüküm beraat veya mahkûmiyet olabileceği gibi, düşme, ret veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı da olabilir.
Fiilin aynı olması ise, kesin hükme konu olan fiille sonraki iddianamede sınırları çizilmiş olan ve kovuşturmaya konu fiilin aynı olmasıdır. Kesin hükümde belirtilen fiilin farklı bir hukuki nitelendirmeyle yeni bir soruşturmaya ve kovuşturmaya konu edilmesi de mümkün değildir. Sanığın aynı olması ise, kesin hükümde kimliği belirtilen kişi ile yeni kovuşturmada sanık statüsüne sokulan kişinin aynı olması anlamına gelmektedir. Bir kişi bir fiilden dolayı yargılanıp hakkında hüküm verilmiş ve bu da kesinleşmiş ise, artık aynı fiilden dolayı hakkında yeniden soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.
Böylece aynı sanık ve fiil hakkında kesinleşmiş bir hüküm varsa, yeni bir ceza davası açılamaz. Açılmışsa CMK md. 223/7 gereğince "red" kararı verilmelidir. Bu hüküm şu şekildedir; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir". Bu surette bu düzenleme ile non bis in idem ilkesi açıkça benimsenmiştir. Bu ilke temel bir insani hak olarak kabul edilmiş ve uluslararası koruma altına alınmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'ne ek 7 nolu Prokotol'ün 4. maddesinde non bis in idem ilkesi güvenceye kavuşturulmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçmişte işlendiği iddia edilen bir suçu kapsayan yeni bir hükmü önceden verilmiş hükmü işlevsizleştirme olarak görerek ihlal kararı vermektedir. Hornsby/Yunanistan[65] davası kararı buna bir örnektir. Yüksek mahkeme baktığı bu davanın kararının 40. paragrafında Sözleşme’nin 6§1 maddesinin yapılan yasal işlemlere tüm aşamalarda uygulanması gerekliliğini vurgulamıştır. AİHM ayrıca Buj/Hırvatistan[66] Kararına atıfta bulunarak yerel mahkeme tarafından geçmişte verilmiş bir kararın icrasının, 6. maddenin amaçları doğrultusunda “yargılamanın” ayrılmaz bir parçası olarak kabul edildiğini” söylemiştir.
Bu kararlara göre müvekkil Adnan OKTAR'a ve diğer bazı sanıklara isnad edilen örgüt kurmak yönetmek ve üye olmak fiillerinin daha önce yargılamalara konu olması nedeniyle 07.01.2008 ve öncesi tarihini de kapsar şekilde bu davaya tekrar konu edilmesi non bis in idem ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle geçmiş tarihlerde verilmiş olan ve aşağıda detaylarını sunmuş olduğumuz bir örgütün mevcut olmadığına ilişkin değerlendirmeler içeren mahkeme kararlarının İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen hükmü kanuna ve usule aykırı kılmaktadır. Şöyle ki;
Savcılık iddianamesinin 19. sayfasında, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının güya 1979-1980'li yıllardan itibaren örgütlenerek ilk faaliyetlerine başladıklarını ve bugüne kadar geldiklerini iddia etmiştir:
Ancak söz konusu iddia, Savcılığın somut gerçeklerden ve Adnan Oktar ile arkadaşlarına ait yargı kararlarından tamamen bihaber olduğunu veya bihaber gibi davrandığını göstermektedir. Çünkü müvekkil Adnan Oktar ve eski adıyla Bilim Araştırma Vakfı (BAV), yeni adıyla Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı (TBAV) camiası mensubu olan arkadaşlarının bir "SUÇ ÖRGÜTÜ" OLMADIKLARINA DAİR 1980'Lİ YILLARDAN BU YANA FARKLI TARİHLERDE VERİLMİŞ TAM 12 AYRI YARGI KARARI OLUP BU KARARLARIN TAMAMI KESİNLEŞMİŞTİR.
Bu kararlara konu soruşturma/davaların ortak özelliği ise; bugünkü müştekiler tarafından yapılmış bire bir aynı içerikte iddialardan ibaret olmasıdır. Nitekim 7.7.2020 tarihli duruşmanın I. Oturumunda bu husus, Av. Eşref Nuri Yakışan'ın beyanı sırasında Sayın Başkanı'nın da dikkatini çeken bir şekilde gündeme gelmiştir. Av. Eşref Nuri Yakışan beyanının bir bölümünde müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik 1999'da düzenlenen operasyonu takiben hazırlanan iddianameden bir bölüm okumuştur. İddiaların ve isnatların birebir aynı olması sebebiyle, Sayın Başkan halen devam eden yargılamaya konu iddianameden bir bölüm okunduğunu düşünerek Av. Eşref Nuri Yakışan'a müdahalede bulunmuştur.:
MAHKEME BAŞKANI: Tamam iddianameyi okuyorsun. Biz iddianamede bunları okuduk hep sürekli. Ya Avukat Bey, bak savunmanı yaparken iddianamedeki biz iddiayı zaten okumuşuz, sen onun olduğu veya olmadığı veya söyle olduğu tarzında savunmanı dinlemek istiyoruz. Sen iddianameyi okuyorsun sabahtan beri.
BAZI SANIKLAR MÜDAFİ AV. EŞREF NURİ YAKIŞAN SAVUNMASINDA : Hah... Hah ben de bunu... Ben de bunu... Sayın Başkan, savunmam da öyleydi... Sayın Başkanım... Teşekkür ederim. Tam savunmam buydu, çok sağ olun, çok teşekkür ederim, bu 99'un iddianamesi...
MAHKEME BASKANI: Devam et.
BAZI SANIKLAR MÜDAFİ AV. EŞREF NURİ YAKIŞAN SAVUNMASINDA : Bu okuduğum 99 yılının iddianamesi. Birebir oradan okudum. Ve 99 yılının...
MAHKEME BAŞKANI: Tamam tamam, tamam, iste 2019'da da yazıyor, devam et hah.
Bu nedenle de huzurdaki soruşturma kapsamında müvekkil ve arkadaşlarına yöneltilen sözde "suç örgütü" isnadı mükerrer bir iddia olup CMK m.223/7 uyarınca bu iddia bakımından kovuşturma yürütülmesi imkansızdır. Ayrıca, Sayın Savcılığın iddianamesinde yer verdiği bu asılsız suç isnadı, AİHS 7. Ek Protokolü'nün "Aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" başlıklı 4. Maddesi'ne açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse:
1999 yılında suç örgütü iddiası ile müvekkil ve arkadaşları hakkında İstanbul C.B. Savcılığı’nca 1999/2525 hazırlık sayılı soruşturma açılmıştır. Bununla ilgili davada, İSTANBUL 2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NİN 2006/26 ESAS SAYILI KARARI İLE ORTADA SUÇ ÖRGÜTÜNÜN OLMADIĞI VE SANIKLARIN BİR ARAYA GELİŞ NEDENLERİNİN SUÇ İŞLEMEK OLMADIĞI VE SANIKLARA İSNAD OLUNAN CİNSEL SUÇ İDDİALARI DA DAHİL ASILSIZ OLDUĞU KESİNLEŞMİŞTİR. Bu davada bir kısım sanıklar bakımından dava zamanaşımı süresi dolmuş, ancak aynı suçlamalarla yargılanan ve dosyaları ayrılmış, aralarında yöneticilik iddiası da bulunan bir kısım sanıklar bakımından yargılama devam etmiş ve bu sanıklar beraat etmişlerdir. Bu kararlar kesinleşmiştir. Beraat alınan bu davanın suç tarihi 12.11.1999 ve öncesini kapsamaktadır. Yani 1999 yılı öncesi yargı kararıyla aklanmıştır.
Yargılama boyunca 2007 yılında verilmiş ve sonrasında bozulmuş olan Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararını ve 2006 tarihinde açılan ve 2 ayrı takipsizlik kararı sonrasında düşme kararı verilen dosyayı güya örgüt suçuna delil olarak göstermeye çalışılmıştır. Bu hukuken kabul edilebilir bir hata olmayıp, vicdanen de iyi niyetli görülmemektedir.
İddia makamı mütalaasının 3. sayfasında "bugünkü yargılamanın üzerine güçlü bir ışık tutmakta" diyerek hukuken hatalı bir dayanağa gereğinden fazla önem atfettiğini göstermiştir. Halbuki kanımızca bir yargı mensubu ortaya koyduğu iddia, savunma ve delillere eşit oranda yaklaşmalı ve kendini haklı çıkarma endişesi taşıdığına dair taraflar nezdinde bir intiba bırakmamalıdır. En önemlisi de dayanak yapılan deliller ve sunuş şekillerinde hukuka uygunluk normlarını gözetmelidir. Tabiri caizse zorlama mantıklarla kendi iddiasını haklı gösterme gayretinde olmamalıdır.
Ne yazık ki bu bakış açısı İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da kabul görmüş ve Gerekçeli kararın 8985. sayfasında, 2007 tarihli Yargıtay 8. Dairesi 2007/3877 karar sayılı kararı öne sürülerek CMK’nın açık hükmü yok sayılmaya çalışılmıştır. Bahsi geçen Yargıtay kararının sanki kesinleşmiş bir kararmış gibi sanıkların güya suç örgütü kurmak, yönetmek, üye olmak suçundan mahkum edildiği öne sürülmüştür. İlgili Yargıtay kararıyla alakalı çıkarım tamamen yanlış olduğu gibi, açıklamada CMK’nın iki ayrı maddesinin birbirine karıştırıldığı görülmektedir.
Öncelikle CMK m.223/7’de tanımlandığı şekilde, aynı fiil yani suç örgütü kurmak, yönetmek, üye olmaktan dolayı Adnan Oktar ve bir kısım sanıklar bakımından önceden açılmış bir dava ve önceden verilmiş bir hüküm VARDIR. Dolayısıyla, gerekçeli kararda her ne mazeret öne sürülürse sürülsün, kanunun açık hükmü gereğince görülen davanın düşmesi gerektiği, amir hükümdür.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi 17.05.2007 tarih, 2006/2934E, 2007/3877K. sayılı kararına konu davayı kısaca incelemek gerekirse;
Söz konusu dava neticesinde –daha önce sayısız kereler dile getirdiğimiz gibi- 58 KİŞİ HAKKINDA TAKİPSİZLİK, 2'Sİ YÖNETİCİ TOPLAM 6 KİŞİ HAKKINDA BERAAT, 10 KİŞİ HAKKINDA İSE ZAMANAŞIMI kararı verilmiştir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi yerel mahkemenin bu kararını zaman aşımı kararları açısından bozarken, VERİLMİŞ OLAN BERAAT HÜKÜMLERİ İSE KESİNLEŞMİŞTİR.
2007 tarihli bu kararının ardından dosya yerel mahkemeye dönmüş ve İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi 09.05.2008 tarih 2007/339E, 2008/129K sayılı kararıyla bir kısım sanıklar bakımından dosyanın tefrikine, bir kısım sanıklar bakımından zamanaşımına bir kısım sanıklar bakımından ise 10 ay ile 3 yıl arası değişen ceza kararlarına hükmetmiştir.
Ancak bu ceza kararı, Yargıtay kararının bir uzantısı olup her ikisi de dönemin 28 Şubat zihniyetinin bir tezahürü olarak verilmiş ideolojik kararlardır. Müvekkil ve arkadaşları 28 Şubat döneminde de benzer yöntemlerle mağdur edilmeye çalışmışlardır. O dönemin aktörleri, yine o döneme ait en büyük silahlar olan işkence, tehdit ve haksız davalarla yıldırma gibi yöntemleri kullanmışlardır. Kaldı ki söz konusu dönemde FETÖ'nün yargıdaki yapılanması oldukça güçlüdür ve verilen ceza kararı FETÖ'nün bilindik yöntemlerinin neticelerinden biridir. İşte bu Yargıtay kararı ve devamındaki ceza kararı da o dönemden miras kalan zihniyetin bir başka tezahürüdür.
Nitekim HEM CEZA KARARI HEM DE 2007 TARİHLİ YARGITAY KARARI, TEMYİZ İNCELEMESİ ÜZERİNE YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ 28.12.2009 TARİH 2009/16616E, 2009/16649K SAYILI KARARI İLE ESASA VE USULE İLİŞKİN BİRÇOK CİHETTEN BOZULMUŞTUR.
Söz konusu karar, 2007 tarihli ilk kararı veren Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin başkan ve üyelerinin büyük oranda değişmesi ile birlikte bozulmuştur.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2009 tarihli bozma kararında; Adnan Oktar, Fırat Develioğlu, Ferhat Terkoğlu, Hatice Tijen Özdemir, Alev Ulaşoğlu ve Ersin Alacadağ'ın sorgularının yapılmadığını belirtmiştir. Yine davanın sanıklarından olan Uğur Örmen'in usulüne uygun savunmasının alınmadığını belirtmiştir. Ayrıca müdafisi davadan çekilen sanıklara bu durumun bildirilmemesi, sanık Ersin Alacadağ hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının usulüne uygun olarak verilmemiş olması vs gibi birçok usuli eksiklik ve hatadan dolayı karar bozulmuştur.
GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE SANIK SORGULARI YAPILMADAN, SAVUNMALAR USULE UYGUN ALINMADAN ÜSTELİK BİRÇOK USULİ HATA YAPILARAK VERİLMİŞ BİR CEZA KARARI BULUNMAKTADIR. ANCAK NE VAR Kİ, SANIKLARIN ISRARLA DİLE GETİRDİĞİ TÜM BU HATALAR YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ HEYETİNİN DEĞİŞMESİNDEN SONRA FARK EDİLEBİLMİŞTİR. SADECE BU DURUM BİLE VERİLEN KARARIN DÖNEMİN İDEOLOJİK ŞARTLARININ ETKİSİ ALTINDA VERİLDİĞİNİ SOMUT OLARAK GÖSTERMEKTEDİR.
Nitekim sadece 2007 tarihli Yargıtay kararı bozulmamış, CEZA KARARINI VEREN HAKİMLERİN DE BAHSE KONU HUKUKA VE USULE AYKIRI UYGULAMALARI NEDENİYLE HSYK 3. DAİRESİ 14.02.2012 TARİH 2012/1086 K. SAYILI KARARIYLA "KISMEN İNCELEME İZNİ" VERİLMİŞTİR.
İddia makamının kendince dayanak gösterdiği bu soruşturma hakkında 20.05.2008 tarih, 2008/6036K. ve 05.02.2009 tarih, 2008/17141K. sayılı 2 ayrı takipsizlik kararı verilmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22.12.2011 tarih ve 2011/7963E., 2011/30515K. sayılı kararıyla davanın düşmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla Savcılığın iddianamesinde yer alan, 1979-1980 yıllarından itibaren örgütlenmeye başlandığı iddiasının doğru olmadığı kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla sabittir.
Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında beraat kararı sonrasında da çok kez aynı isnatlarla suç duyurusunda bulunulmuş ise de bu iddiaların asılsız olduğu anlaşılmış ve müvekkil ve arkadaşları hakkında birçok takipsizlik kararı verilmiştir. Aynı dosyada Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, Prof. Dr. Ahmet Gökçen, Prof. Dr. Emin Artuk, Prof. Dr. Caner Yenidünya, Prof. Dr. Ümit Kocasakal, Prof Dr. Doğan Soyaslan, Prof. Dr. Turhan Turan Yüce, Prof. Dr. Çetin Özek, Prof. Dr. Bahri Öztürk, Prof. Dr. Erol Cihan olmak üzere ülkemizin en yetkin ceza hukukçularının bu arkadaş grubunun suç örgütü olmadığı yönünde bilimsel uzman mütalaaları bulunmaktadır.
Yargıtay 8. CD’nin ilk bozma kararını veren heyetin başkanı olan Zeki Aslan, dosyamızı inceleyerek 2 ayrı hukuki mütalaa kaleme almış, dosyamızda suç örgütü unsurlarının oluşmadığını mütalaa etmiştir.
Prof. Dr. Adem Sözüer ve Prof. Dr. Mahmut Koca tarafından kaleme alınan 23.10.2022 tarihli hukuki mütalaada bu konuda şu değerlendirme yapılmaktadır:
“2019 tarihli iddianamede, 1999 yılından 2018 yılına kadar Adnan Oktar Grubuyla ilgili olarak adli merciler tarafından yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sonunda verilen kararlar göz önünde bulundurulmamıştır. Halbuki bu kararlar dikkate alınarak kişilerin aynı fiillerden dolayı yeniden yargılanmasının önüne geçilmesi, 2019 iddianamesinin daha önce soruşturma ve kovuşturma konusu olmamış fiillere dayalı olarak örgütün varlığını ortaya koyması ya da daha önceki soruşturma ve kovuşturmaya konu olmuş fiillerle ilgili yeni delil elde edilmişse, sulh ceza hakimden karar alınarak bunların kovuşturmaya taşınması gerekirdi. Bu şekilde bir yolun izlenmemiş olması daha önce soruşturmaya veya kovuşturmaya konu olmuş fiillerle ilgili olarak yapılan yargılamayı hukuken sorunlu hale getirmiştir.”
Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında sözde örgüt suçlamasıyla daha önceden açılan soruşturma/davalar ve verilen kesinleşmiş takipsizlik/beraat kararları şu şekildedir:
- İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22.01.2007 tarih 2006/26 E. 2007/7K sayılı davasında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve yönetimde yer almak, tehdit ile menfaat sağlamak" suçlamalarından beraat kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 05.06.2015 tarih 2012/32 E. 2015/185 K sayılı davasında "çıkar amaçlı örgüt kurmak" suçlamaları hakkında zamanaşımı kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 31.12.2002 tarih 2002/60013 sor. 2002/18838 K sayılı soruşturmasında "çete yönetmek, çete adına faaliyette bulunmak, 3682 sayılı adli sicil kanunun 5. ve 6. Maddelerine muhalefet, basın yoluyla hakaret, cürüm delillerini yok etme, hukuka ve kanuna aykırı kitap yayınlamak" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 27.03.2006 tarih 2005/51724 sor. 2006/2432 K sayılı soruşturmasında "haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak, ölümle tehdit, iftira, eziyet, hakaret" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 18.10.2005 tarih 2005/27549 sor 2005/12003 K sayılı soruşturmasında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bu teşekküle üye olmak, cürüm delillerini yok etmek, tehdit, şantaj, hakaret" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 05.03.2009 tarih 2008/17141 sor 2009/2493 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek için örgüt kurmak, yönetmek ve üye olmak, reşit mağdurenin zorla kaçırılıp alıkonulması" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 05.05.2010 tarih 2009/9321 sor. 2010/7322 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yalan tanıklık, iftira, suç isnat etmek" suçlamalarından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul Anadolu C.B.Savcılığının 13.01.2014 tarih 2014/14835 sor. 2014/37649 K sayılı soruşturmasında "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul C.B.Savcılığının 29.11.2016 tarih 2016/142951 sor. 2016/76647 K sayılı soruşturmasında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul Anadolu C.B.Savcılığının 17.05.2017 tarih 2017/23371 sor. 2017/47753 K sayılı soruşturmasında "örgüt üyesi olma" suçlamasından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu karar kesinleşmiştir.
- İstanbul Anadolu C.B.Savcılığı Örgüt, Kaçakçılık ve Mali Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından verilen 02.07.2018 tarihli (polis operasyonundan sadece 9 gün önce) verilen kararda, müvekkil ve arkadaşlarının bir suç örgütü olmadıkları ve vakıfların ise yasal olarak kurulmuş, legal faaliyetler yapan vakıflar olduğu belirtilmiştir.
AİHM’e göre kesinleşmiş kararlar sorgulanamaz (Yüksek mahkemeye göre kesinleşmiş bir karar ancak, adli bir hata gibi önemli ve zorlayıcı nitelikteki koşulların gerektirdiği hallerde sorgulanabilir, ki bu haller de Adnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olmadığına dair verilmiş olan mahkeme kararlarında mevcut değildir. Yüksek mahkeme Ryabykh/Rusya[67] ve Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan[68] kararlarında kesinleşmiş kararların sorgulanamayacağına atıfta bulunmuş bu durumu Adil Yargılanma hakkı ihlali olarak kabul etmiştir.
Özetle, Adnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olduklarına emare teşkil edebilecek tek bir yargı kararı bulunmazken, aksi yönde yani suç örgütü olmadığını gösteren sayısız yargı kararları vardır. Yukarıda yer verilen 1979-02.07.2018 DÖNEMİNİ KAPSAYAN KARARLAR ortada dururken aynı iddiayı ve aynı tarihleri tekrar soruşturmak/kovuşturmak hukukun en temel ilkesi olan "aynı konuda iki yargılama olmaz" (non bis in idem) kuralına ve AİHS 7. Ek Protokolü'nün "Aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı" başlıklı 4. maddesi'ne açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
8) AYRIMCILIK YASAĞININ ve EŞİTLİK İLKESİNİN İHLALİ
AİHS Madde 14: Ayrımcılık yasağı
Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.
X. Kanun önünde eşitlikMadde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Ayrımcılık, isteyerek veya istemeyerek, icrai ya da ihmali biçimde, bir hukuk sisteminde eşit durumda olduğu kabul edilen kişilere, bir hak veya yükümlülükle ilgili olarak, aralarında geçerli bir neden olmaksızın eşit davranılmaması olarak tanımlanabilir. Anayasa Mahkemesi aynı durumda bulunan kişilerin aynı işleme tabi tutulmasının gerekliliğini şöyle açıklamıştır:
“Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır.”[69]
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi etkin pişmanlık kurumunu kötüye kullanmış böylelikle; sanıklar arasında ayrımcılık yapmak sureti ile AİHS 14. madde’de öngörülen ayrımcılık yasağı ve Anayasamız’ın 10. maddedeki kanun önünde eşitlik ilkesini ihlal etmiştir.
TCK’nun 221. maddesinde tanımlanan etkin pişmanlık hükümleri örgüt suçlarını kapsamakta olup sadece örgüt suçundan ceza verilmeyeceği belirtilmektedir. Yani, bir örgüte üye olduğunu ve bu örgüt kapsamında etkin pişmanlık hükümlerine tabi olmayan bir takım başkaca suçları daha işlediğini ikrar eden bir kişi sadece örgüt üyeliği bakımından cezasızlık veya ceza indirimine tabi tutulabilecektir. Diğer suçlar bakımından cezalandırılabilecektir. Nitekim bu konuyla ilgili birçok Yargıtay kararı bulunmaktadır.
“Etkin pişmanlığın uygulanabilmesi için öncelikle kanunda o suç ve faili bakımından buna imkân tanıyan özel bir hüküm bulunması gerekir. Her suç açısından etkin pişmanlığın uygulanması mümkün değildir…Bir suç tipi bakımından kanunda etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmemiş ise “kanunilik ilkesi” uyarınca da kıyas veya yorum yoluyla da olsa etkin pişmanlık uygulanamaz” [70]
“TCK’nın 221/4-son maddesinde belirtilen ceza indiriminden sadece örgüt kurma, yönetme, örgüt üyesi olma, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını kapsadığı gözetilmeden, mala zarar verme suçundan tayin olunan ceza üzerinden de uygulanması ve kabule göre de, cezanın belirlenmesinde şahsi indirim sebebi olan TCK’nın 221-4 üncü maddesinin, anılan kanunun takdiri indirimi düzenleyen 62'nci maddesinden önce uygulanması gerektiğinin dikkate alınmaması kanuna aykırı”[71]
Ancak mahkeme heyeti, hükmünde TCK’nın açık hükümlerine aykırı davranmış ve ETKİN PİŞMAN SANIKLARI KAYIRDIĞINI AÇIK ETMİŞTİR. Hakkında TCK m.102 ve 103 kapsamında cezalar verdiği etkin pişman sanıkların tutuksuz yargılanmalarına ancak aynı suç isnatları uyarınca ceza verdiği diğer sanıkların ise tutuklu yargılanmalarına karar vermiştir. Yani mahkeme heyeti etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanamayacağı suç isnatları uyarınca cezalandırdığı kişileri diğer sanıklardan ayrı tutarak tutuklamamıştır. Haklarında 110 yıllara varan cezalar talep edilen etkin pişman sanıkların hiçbir açıklama yapılmaksızın tutuksuz yargılanmaları sağlanırken 1 ila 3 yıl arası (TCK m.125, TCK m.106, TCK m.133, 6136 sy. kanuna muhalafet vs) gibi suçlardan cezalandırılan sanıkların tutuklu yargılanmalarına karar verilmiş ve karar duruşmasında alelacele tutuklanmışlardır. Bu açıkça çifte standarttır ve etkin pişmanları kayırarak diğer sanıkları da etkin pişman olmaya yönlendirme amacı taşımaktadır.
Bu amaç uğruna mahkeme aynı suça farklı yaptırımlar uygulamıştır. Mahkemenin etkin pişmanları kayırması yukarıda ifade edildiği üzere iç hukuka aykırı bir uygulama olmasının yanında ceza adaleti bakımından orantılılık ilkesinin de ihlalidir. Bu uygulama ile mahkeme Anayasa’nın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesindeki eşitlik ilkesine ve AİHS’de belirtilen ayrımcılık yasağını ihlal etmiştir.
9) MÜLKİYET HAKKININ İHLALİ
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 35. maddesinde mülkiyet hakkı tanınmış ve güvenceye alınmıştır:
Mülkiyet hakkı ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 No’lu Protokolünün 1. maddesinde şöyle denmektedir::Anayasa Madde 35- Mülkiyet Hakkı
Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
AİHS Madde 5- Mülkiyetin Korunması
Her gerçek ya da tüzel kişi, mülkiyetinden/malvarlığından müdahale edilmeksizin yararlanma hakkına sahiptir. Hiç kimse, kamu yararı uyarınca ve yasanın ve uluslararası hukuk genel ilkelerinin öngördüğü koşullara tabi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılması hali hariç, mülkiyetinden yoksun bırakılmayacaktır. Ancak yukarıdaki hükümler hiçbir biçimde, bir Devletin, mülkiyetin genel yarara uygun olarak kullanılmasını denetim altına almak ya da vergilerin yahut diğer katkıların/yükümlülüklerin yahut para cezalarının ödenmesini temin etmek üzere gerekli gördüğü nitelikteki yasaları yürürlüğe koyması yetkisine halel getirmeyecektir.
Adnan Oktar Davası’nda soruşturma savcılarının talebi ve İstanbul 8. S.C.Hakimliği’nin 07.06.2018 tarih 2018/2802 D.iş sayılı kararı ile, 235 şüphelinin ve 86 ayrı şirketin mal varlıklarına tek bir gün içerisinde el konulmuş ve devamında şirketler TMSF kayyumluğuna devredilmiştir. Tüm bu el koyma süreçlerı̇nde baştan sona hukuksuzluklar yaşanmıştır. Kanuni şartlar oluşmadığı halde el konan şirketlere TMSF’nin kayyum olarak atanması sağlanmıştır. Şöyle ki;
TMSF, 11 Temmuz 2018 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir yazı yazarak 6758 sayılı kanunun 19/2. maddesi uyarınca TMSF'nin kayyum olarak atanabilmesi için “OLAĞANÜSTÜ HAL (OHAL) OLMASI” ve ilgili şirketlerin “TERÖR ÖRGÜTLERİ İLE BİR BAĞ veya İLTİSAKI” olması şartlarının gerektiğinin savcılığa hatırlatması önemli bir rol oynamıştır. TMSF, BU ŞARTLARIN HİÇBİRİ OLUŞMADIĞI İÇİN SULH CEZA MAHKEMESİ'NİN KARARINI UYGULAMAKTA TEREDDÜTLERİ OLDUĞUNU bildirmiş, el konulan 86 şirkete de kayyum ataması yapmamıştır.
TMSF'nin uyarısından sonra müşteki ÖZKAN MAMATİ, 23 Temmuz 2018 tarihinde GECE SAAT 23.10’da alelacele 20. KEZ Mali Şube'ye giderek Adnan Oktar ve arkadaşlarının güya FETÖ'yle bağlantısı olduğuna dair bir takım mesnetsiz iddialarda bulunmuştur. O ana kadar 7 ayrı kez ifade ve 12 ayrı kez sözde delil sunumu için Mali Şube'ye gitmiş olan Özkan Mamati, toplam 19 gidişte aklına gelmeyen hayali FETÖ iltisakını her ne hikmetse 20. gidişinde aniden hatırlamış ve böylelikle TMSF'nin kayyum atayabilmek için FETÖ iltisakı gerekçesi ihtiyacı karşılanmıştır. Sonuçta İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği de, 20 Eylül 2018 tarihinde talebi kabul etmiş ve aradaki usulsüz uygulamaların tamamını görmezden gelerek 86 şirkete birden TMSF’nin kayyum olarak atanması kararını vermiştir.
Kayyumlar;
- Şirketlerin kasasında ve banka hesaplarında paraları olmasına rağmen resmi şirket borçlarını bilerek ödemediler ve şirketleri borca batık duruma düşürdüler,
- Şirketlerin kasalarında ve banka hesaplarında bulunan paralarla şirketlerin cari borçlarını ödemek yerine, bu paraları kayyumlara maaş ödemesi adı altında hesaplardan adeta sıfırlamışlar,
- 86 şirketin tümüne birden kayyum olarak tayin edilen 4-5 müdüre, 86 şirketin her birinden ayrı ayrı maaş ödemeleri yapmışlardır. Hatta bu şirketlerin arasında halihazırda tasfiye halinde olduğu için ticari olarak faal olmayanlarından dahi maaş talebinde bulunmuşlar,
- Banka hesabında veya kasasında parası olmayan ya da ticareten faal olmayan şirketlerden de maaş alabilmek için, yasalara açıkça aykırı olmasına rağmen Servet transferi yolu ile banka veya kasasında para olan şirketlerden varlığı olmayan şirketlere yasa dışı para transferleri yaparak bazı şirketlerin hesaplarını bu yolla boşaltmışlardır.
- Şirketlere ait ticari araçlar ile menkul ve gayrimenkulleri de hızlıca nakite döndürmek amacıyla, değerlerinin çok çok altındaki bedellere satmışlardır.
Bu satışlar için TASARRUF MEVDUATI SİGORTA FONU ya da bilinen kısa adıyla TMSF'nin resmi internet sitesinde “Adnan Oktar Silahlı Terör Örgütü Şirketleri Menkul Satışı” başlığı altında bir ihale duyurusu yayınlanmıştır.
Davamızda bozma kararı üzerine yapılan yeniden yargılama neticesinde ise, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 16.11.2022 tarih ve 2022/158 E. 2022/279 K. sayılı kararıyla sanıklar hakkında FETÖ’ye yardım suçlamasından beraate hükmetmiştir ve bu karar kesinleşmiştir. Bu durumda sanıklar hakkında verilen müsadere kararlarının hiçbir hukuki dayanağı kalmadığı halde, bu haksız ve kanuna aykırı müsadere işlemleri devam ettirilmektedir. Sanıkları mal varlıkları üzerindeki müsadere kararlarının kaldırılması yönündeki talepleri de cevapsız bırakılmaktadır.
AİHM Türkiye’de “terör” gerekçesi ile verilen mahkeme kararlarında net kriterler ortaya koymuştur (Dosyamızda bu kriterlere uyulmadığı görülmektedir). Parmak ve Bakır/Türkiye[72] kararı bunlardan birisidir.
AİHM bu kararında “Dosyada, herhangi bir kaynak veya olaya atıf yapılmaksızın, bu örgütün silahlı devrimi direniş metodu olarak benimsediği kaydedilmiştir” demek sureti ile kamu görevlilerinin salt nitelendirmelerinin yeterli olmadığı öne çıkarılmıştır. Nitekim ele geçirilen el broşürleri ve örgüt tüzüğünün gerekçe olarak kullanılmasına, fiziki şiddete başvurmamış olmalarına, hangi üyenin hangi eylemi gerçekleştirdiğine dair bir değerlendirme yapılmadığına dikkat çekmiştir. Ayrıca yerel mahkemenin kararda sanıkların birbirleri ile irtibat halinde oldukları, birlikte toplandıkları, örgüt adına faaliyette bulundukları ve bu şekilde birlikte çalıştıklarını vurgulamasına da dikkat çekmiştir.
AİHM dikkat çektiği bu hususları kararın 57. paragrafında; Sözleşme’nin 7. maddesinde yer verilen Yasaya dayanmayan ceza verilmezlik hakkı ile irtibatlandırmış sözleşmeci tarafların bu maddeyi “keyfi kovuşturmalara, mahkûmiyetlere ve cezalara karşı etkin bir güvence sağlayacak biçimde yorumlayarak vurgulaması” gerektiğini belirtmiştir.[73]
Yüksek mahkeme bu kararın 61. paragrafında ise bir başvuranın mahkûmiyetinin hukuki temelinin olup olmadığına baktığını ve davadaki yeni yargısal yorumun söylenen suçun mahiyetiyle bağdaşıp bağdaşmadığına baktığını da söylemektedir. AİHM söz konusu kararın 70. paragrafında terör suçlamasının delilleri ile ortaya konan eylemlerle birebir uyuşması gerektiğini şöyle açıklamıştır:
- AİHM, birbirleriyle görüşmüş olmaları, bildiri dağıtmaları, içerikleri mahkemece topluma manevi cebir (sindirme) derecesine varan yasal ve yasadışı yayınlar ve tüzüğü bulundurmaları nedeniyle başvuranların mahkûm edildiklerini kaydetmektedir. Bu örgütün herhangi bir şiddet eylemine giriştiğine ya da cebir ve şiddet veya diğer terör yöntemleri yoluyla amaçlarına ulaşma gayesinde olduğuna dair hiçbir delil bulunmadığı hususunda anlaşmazlık yoktur.
Basmakalıp ve hiçbir kanuni dayanağı olmayan; diğer sanıklar ile beraberce taşınmaz edinilmesi, bazı işlemlerin vekaleten yapılması, para transferlerinin banka kanalıyla yapılmaması vb. gerekçelerle malvarlığı üzerine tedbir konulması açıkça CMK 128 'e aykırılık teşkil etmiştir.
Mahkeme heyeti iç hukukta belirtilen ilkeleri görmezden gelerek genel bir müsadere kararı vermiştir. Ancak suç ile illiyet bağı kurulmadan müsadere kararı verilmesi mümkün olmayıp aksi durum Anayasımızın 38. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa Madde 38
Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Nitekim iddia makamı dahi istinaf başvurusunun 16. maddesinde mahkeme heyetince şirketler hakkında verilen “genel müsadere” kararının hatalı olduğundan bahisle kararın bozulmasını talep etmiştir.
Yerel mahkeme heyeti gayrimenkuller, araçlar ve diğer el konulanlar hakkında ise tamamıyla toptancı bir mantıkla müsadere kararı vermiştir. Bu karar hukuken hatalı olup vicdanen de iyi niyetli bir karar değildir. Buzdolabı, çamaşır makinası, klima gibi her evde olan beyaz eşyaların ve kıyafetlerin dahi güya “örgüt üyelerinin kullanımına tahsis edildiğinin anlaşıldığı” gibi afaki varsayımlarla müsadere kararı vermenin ölçülü ve adaletli bir karar olmadığı açıktır.
Mahkeme heyeti suç ve eşya arasında illiyet bağı kurmamış, bunun nedenlerini ise delillendirememiştir. Bu nedenle soyut gerekçelerin arkasına saklanarak adeta genel müsadere mantığında bir karar vermiştir. Ancak bu yönde verilen bir müsadere kararı aşağıda da izah ettiğimiz üzere Anayasamıza aykırılık teşkil etmektedir.
Halbuki tüm sanıklar, her bir menkul, gayrimenkul ve el konulan para, ziynet vb. eşyayı nasıl satın aldıklarını, bunların gelirlerini hangi yollarla kazandıklarını detaylarıyla izah etmişlerdir. Bu menkul, gayrimenkullerin bir kısmı miras yoluyla, bir kısmı banka kredileri ile bir kısmı kazandıkları maaşlarla vb alınmıştır. Bunların tamamının delilleri dava dosyasında mübrezdir.
Ayrıca müsaderesine karar verilen mülklerin satın alma tarihleri ile dosyadaki iddia edilen suçlamaların tarihleri de birbirleriyle uyuşmamaktadır. Mülklerin satın alınma tarihleri, iddia edilen suç tarihlerinden önceye dayanmaktadır ve bu şekilde iddia edilen suçun geliriyle elde edilmiş olmaları olanaksızdır.
Bu nedenle taşınmazların iddia edilen suç tarihinden önce edinildiği ve atılı suçtan kaynaklanan kazanç olduğunun ispat edilemediğinden müsadere talebinin reddine karar verilmelidir. Bu konudaki Yargıtay’ın bir emsal kararı şöyledir:
“…TCK'nın 55/1. maddesi uyarınca suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilmesi gerektiği, anılan madde ve fıkra uyarınca sanıkların adlarına kayıtlı taşınmazların suç tarihinden önce edinildikleri ve atılı suçtan kaynaklanan kazanç olduğunun ispat edilemediği nazara alınarak müsadere talebinin reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi…” [74]
Özetle dosyamızda yerel mahkeme heyeti bu delillerin ve savunmaların hiçbirisini incelemeyerek iyi niyetten uzak bir yaklaşımla toptancı bir karar vermiş ve ayırt etmeksizin tamamının müsaderesine karar vermiştir.
Ancak Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Dairelerinin uygulamalarında, eşyanın suçtan elde edildiğine dair delil bulunmaması ve bunun gerekçeli kararda gösterilmemesi halinde mahkumiyet kararının bozulmasına karar verilmektedir. Bu konudaki örnek bir kararda şöyle denmektedir:
“25/12/2015 tarihli tutanağa göre suça konu kaçak sigaraların bulunduğu çekmeceli dolap şeklindeki eşyanın çekmecesinde çıkan 96 TL bozuk paranın dışında sanığın üst aramasında sol cebinde ele geçen 175 TL ile cüzdanının içerisinde ele geçen 3520 TL paranın ele geçmesi, çekmece dışında ele geçirilen paraların kaçak sigaraların satılmasıyla elde edilen yani SUÇUN İŞLENMESİYLE ELDE EDİLEN PARA OLDUĞU KONUSUNDA DELİL BULUNMADIĞI HALDE BUNLARIN DA MÜSADERESİNE KARAR VERİLMESİ, KARARDA HANGİ DELİLLERE VEYA BEYANLARA DAYANILARAK BU PARALARIN DA SUÇUN İŞLENMESİ NEDENİYLE ELDE EDİLEN PARA OLDUĞU KONUSUNDA KANAATE VARILDIĞI BELİRTİLMEYEREK yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması,...”[75]
Yargıtay’ın bir kararında ise suça konu para ile ne gibi maddi menfaatler ve ekonomik kazançlar elde edildiği tespit edilmeden müsadere edilemeyeceği şöyle açıklanmıştır:
“5237 sayılı TCK'nın 55. maddesi gereğince kazanç müsaderesinin, ancak suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların suçun mağduruna iade edilememesi halinde mümkün olduğu gözetilerek; suça konu el konulmayan para ile ne gibi maddi menfaatler ve ekonomik kazançlar elde edildiği de tespit edilmeden yazılı şekilde müsaderesine hükmolunması, Yasaya aykırı…” [76]
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi, bir suçun işlenmesiyle elde edilen para olduğu konusunda delil olmadan müsadere kararı verilmesini CMK m. 289/1-g kapsamında hukuka kesin aykırı hal olarak kabul etmektedir (İstanbul BAM 15. CD, 2017/1371 E., 2017/1882 K., 12/06/2017). Huzurdaki davada müsadere edilmesine hükmedilen mal varlığı değerlerinin hiçbiri suçtan elde edilen parayla edinilmiş değildir. Buna ilişkin dava dosyasında herhangi bir delil olmadığı gibi, dosyamızdaki sevk maddelerinin hiçbiri malvarlığı değeri üretmeye elverişli değildir.
Zaten bu nedenledir ki, İstanbul BAM 1. CD 15/03/2022 tarihli bozma ilamında yerel mahkemenin müsadere kararını “dosyada MALVARLIĞINA YÖNELİK başka bir suç bulunmadığı...” diyerek bozmuştur. Bozma sonrası yargılamada, ilk derece mahkemesi, bir suçtan elde edilmiş gelirle temin edildiğine dair en küçük bir delil bulunmayan sanıklara ait tüm malvarlığı değerlerinin (araçlar, gayri menkuller, şirket hisseleri, nakitler) müsaderesine karar vermiştir. Bu suretle hem direnme yasağını (CMK m. 284/1) ihlal etmiş, hem de CMK’nun 289/1-g hükmü kapsamında hukuka kesin aykırılık oluşturmuş ve böylelikle EŞYANIN SUÇTAN ELDE EDİLDİĞİNE DAİR DELİL OLMADAN MÜSADERE KARARLARI VERMEK SURETİ İLE SANIKLARIN MÜLKİYET HAKKINI İHLAL ETMİŞTİR.
10) İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLALİ
AİHS Madde 10- İfade Özgürlüğü
- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
Yargılama boyunca ana konu olarak ileri sürülen ve sanıkların cezalandırılmalarına temel dayanak; tüm sanıkların reddetmelerine rağmen güya “Adnan Oktar'ın mehdi olduğu ve mehdiliğini tüm dünyaya yayacağı” iddiası günümüz modern dünyasında bir fikir akımı veya felsefi akım olarak tartışılabilir, bu konuda farklı fikirde olan kişiler de olabilir. Ancak bu tür bir inanış ve bu inancın gereği olarak faaliyette bulunmak, bunun propagandasını yapmak, Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan "din ve vicdan hürriyeti" çerçevesinde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek davranışlardır. Bu davranışlar ceza sorumluluğu gerektirmez.
Oysaki huzurdaki davada, emniyet sorgusundan davanın son aşamasına kadar kişilerin hayata bakış açıları, dini inanç ve kanaatleri sorgulanmış ve bu düşünceleri açıklanmaya zorlanmış ve bundan dolayı cezalandırılmıştır. Dosyanın tamamının herhangi bir suç veya suç unsuruna göre değil, sanıkların yaşamlarına, birlikteliklerine, arkadaşlık ilişkilerine müdahale amaçlı olduğunun; ana hedefin arkadaş grubunun ve kültürel faaliyetlerinin yok edilmek olduğunu göstermektedir.
Nitekim Adnan Oktar’ın arkadaşlarına yönelik Nisan 2023’te gerçekleştirilen operasyonlarda -ana dava sanıkları- Elvan Şahin, Elif Kıral, Yusuf Özoğuz, Mine Kalça ve Aslı Efeoğlu gibi sanıkların da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi “sözde örgütün devamlılığı” adı altında tekrar gözaltına alınmıştır.
Gözaltına alınan kişilerin tamamına yakını, aleyhlerinde herhangi bir delil ya da haklı makul bir sebep olmaksızın “cezaevindeki arkadaşını ziyaret ettin, ona kıyafet götürdün veya sosyal medya hesabından paylaşımda bulundun ya da lobicilik yaptın” şeklindeki GERÇEK DIŞI VE TCK KAPSAMINDA HİÇBİRİ SUÇ OLMAYAN HUKUK DIŞI GEREKÇELERLE TUTUKLANMIŞLARDIR.
Öncelikle belirtmek gerekir ki tutuklanan kişilerin tutuklanma sebebi olarak öne sürülen gerekçelerin tamamı ifade özgürlüğünün gereğidir. Sanıklar Anayasal haklarına ve Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer verilen temel hak ve özgürlüklerini kullandıkları için tutuklanmışlardır.
Oysa AİHM ifade özgürlüğüne müdahale için Sözleşme’nin 8., 9. ve 11. maddelerinde de kullandığı, üç bölümden oluşan bir test uygulamaktadır. 10. maddenin 2. paragrafı uyarınca, Sözleşmeci devletlerden herhangi birinin yerel makamları ancak şu üç şart bir arada yerine getirildiği müddetçe ifade özgürlüğünün kullanılmasına müdahalede bulunabilirler:
- Müdahale kanunla öngörülmüş olmalıdır. AİHM bu şartı Gawęda/Polonya[77] kararında ayrıntılandırmıştır.
- Müdahale aşağıdaki çıkarlardan veya değerlerden bir veya daha fazlasını korumayı amaçlamalıdır. Bunlar ulusal güvenlik; toprak bütünlüğü; kamu güvenliği; düzensizliğin veya suç işlenmesinin önlenmesi; sağlığın korunması; genel ahlak; şöhret veya başkalarının hakları; gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesidir. AİHM bu şartı Observer and Guardian/Birleşik Krallık (26 Kasım 1991) kararında ayrıntılandırmıştır.
- Müdahale demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır. AİHM bu şartı The Sunday Times/Birleşik Krallık[78] kararında ayrıntılandırmıştır.
Gerçekleştirilen tutuklamalar bu şartlar ile ilintili değildir. Çünkü kanunla öngörülmüş bir suç ortada yoktur. Sözgelimi cezaevindeki arkadaşını ziyaret etmek, onun ihtiyaçlarını gidermek kanunla öngörülmüş bir suç değil bir haktır.
Tutuklamalar ne ulusal güvenliği korumak ile ne de kamu güvenliği ile ilgili değildir. Yani testin ikinci maddesi de mevcut değildir.
Son olarak sanıkları tutuklama şeklinde cereyan eden müdahale demokratik bir toplum için gereksizdir. Çünkü sosyal medyada, yapılan bir yargılamada “süreç devam ederken” yaşananların hukuksuzluğunu dile getirdiği veya görüşmeler yolu ile bunları yetkililere aktardığı için tutuklama yapmak demokratik bir toplumun gereği değildir. Burada bilakis kamu eliyle demokratik toplum düzenine müdahale söz konusudur. Bir mahkemede yaşananları eleştirmek suç olmadığı gibi durumun sosyal medyada anlatıldığı dönemde ortada henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararı dahi mevcut değildir. Yani mahkeme kararını eleştiriyorsunuz veya suç örgütünü övüyorsunuz demek hukuka aykırıdır çünkü kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile ortaya konmuş bir suç örgütü bu esnada mevcut değildir. Kaldı ki ortada kesinleşmiş bir karar olsa dahi AİHM bunun eleştirisini yargının otoritesini veya tarafsızlığını sarsma olarak nitelendirmemektedir. AİHM bunu Sunday Times/Birleşik Krallık kararında “mahkemelerin bir fanus içinde çalışamayacaklarına dair genel bir kabulde bulunmak sureti ile ortaya koymuştur. Söz konusu kararda mahkemelerde yaşananlardan halkın haberdar olmasının bir hak olduğu şöyle dile getirilmiştir:
“...mahkemeler önünde görülen konularda, kamu yararına olan diğer alanlarda olduğu gibi, konuyla ilgili bilgi ve fikir aktarma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Sadece basının bu gibi bilgi ve fikirleri verme yükümlülüğü yoktur; aynı zamanda halk da bunları alma hakkına sahiptir.”[79]
Haksızlığa uğramış bir vatandaşın, başından geçen olayları, yaşadığı mağduriyetleri, uğradığı haksızlıkları ya da yargılandığı bir davada bizzat yaşadığı ve şahit olduğu hukuksuzlukları sosyal medyada anlatması, bu mağduriyetleri hakkında hukukçu, milletvekili gibi kişilerle görüşüp fikir alışverişinde bulunması günlük hayatta sık karşılaşılan son derece doğal ve normal insani davranışlardır. Çünkü bu fiiller her Türk vatandaşının anayasa ile koruma altına alınan fikir ve ifade özgürlüğü kapsamındaki doğal haklarının kullanımından ibarettir.
Nitekim AİHM Uj/Macaristan[80], kararında da görüleceği üzere polis memurları, savcılar ve kolluk kuvvetleri gibi kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için öngördüğü “nefes alma alanını” geniş tutmaktadır.
Nitekim ülkemizde de birçok vatandaşımız yargılandıkları davalarda maruz kaldıkları aleni ve kabul edilemez hukuksuzluklara ilişkin özgürce açıklamalarda bulunabilmekte; “hakkımda aleyhimde tek bir delil dahi yok, savunma hazırlayabilmek için yeterli süre tanınmadı, mahkemede sürekli sözüm kesilip susturuldum, kendimi özgürce ifade etmeme imkan tanınmadı, savunma tanıklarım dinlenmedi.” şeklindeki yasal yollardan da itirazda bulundukları mağduriyetlerini, dilediği mecralardan serbestçe dile getirebilmektedirler.
Ancak konu Adnan Oktar ve arkadaşları olduğunda ADALET, HUKUK, ANAYASA VE İNSAN HAKLARI ADETA RAFA KALDIRILMIŞ; her Türk vatandaşına tanınan EN TEMEL ANAYASAL HAK ve ÖZGÜRLÜKLER DAHİ GÖRMEZDEN GELİNMİŞTİR.
Müvekkil ve arkadaşlarını, bu hak ve özgürlüklere sahip birer “yurttaş” olarak değil de, sanki yok edilmesi gereken bir “düşmanmış” gibi gören, dehşet verici bir anlayışla hareket edilmekte ve BU İNSANLARA KARŞI ADETA BİR “DÜŞMAN HUKUKU” UYGULANMIŞTIR.
Oysa AİHM Uj/Macaristan, emsal kararında olduğu gibi; sanıkların temel hakları olan ifade özgürlüğünü kullanmalarının ötesinde kamu ile ilgili eleştiri bağlamındaki saldırgan ifadeleri bile iletişimin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Yüksek mahkeme bu husus ile ilgili olarak Handyside/Birleşik Krallık kararında şöyle demektedir:
“ifade özgürlüğü sadece kabul edilen, zararsız ya da farklı olan ‘bilgi’ ya da ‘düşünceler’ için değil ama ayrıca hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerlidir: bunlar, ‘demokratik toplumun’ onlarsız olamayacağı çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir.”[81]
Herhangi bir vatandaş tarafından yapıldığında Anayasal hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilip son derece normal karşılanacak şeyler olmasına karşın, müvekkilin arkadaşları;
- Savunma dilekçesi hazırladıklarında,
- Yargılanmakta oldukları davalara ilişkin halkın vekili sıfatı ile Meclis’te yer alan milletvekilleriyle görüşüp, hukukçularla fikir alışverişinde bulunmak ya da onlardan bilimsel görüş veya mütalaa almak istediklerinde,
- Savunmaları için dosyaya sunmak üzere uzmanlardan bilimsel görüş aldıklarında,
- Hukuk profesörleriyle fikir teatisinde bulunmak için görüşmeler yaptıklarında,
- Yargı sürecinde yaşadıkları mağduriyetleri dile getiren, “hukuki savunma” amaçlı hiçbiri suç içermeyen açıklamalar, sosyal medya paylaşımları yaptıklarında,
- Ortada tek bir suç delili olmadığını, aksine suç olmadığına dair sunulan yüzlerce delil, belge, bulgu ve raporun, uzman hukukçu ve bilim adamlarının kapsamlı mütalaalarının, emsal Yargıtay kararlarının, savunma dilekçelerinin hiçbirinin değerlendirilmediğini, getirilen tanıkların hiçbirinin dinlenmediğini, yüzlerce, binlerce yılla yargılanan sanıklara savunmaları için dakikalarla tanımlanan çok kısıtlı süreler verildiğini, o kısıtlı sürelerde de sürekli sözlerinin kesilerek hakkıyla savunma yapmalarına izin verilmediğini anlattıklarında,
- Cezaevindeki 30-35 yıllık arkadaşlarını ziyaret ettiklerinde veya anne babası çok yaşlı, vefat etmiş, başka kimsesi ya da geliri olmayan tutuklu arkadaşlarının kıyafet vs gibi temel ihtiyaçlarını karşıladıklarında,
- Birbirlerini ziyaret ettiklerinde, telefonla görüştüklerinde veya arkadaşlarının evinde kaldıklarında,
TÜM BUNLAR GÜYA “ÖRGÜTÜN GÜNCEL YAPILANMASI”, "LOBİCİLİK FAALİYETİ" VB. OLARAK NİTELENDİRİLMİŞ ve HİÇBİRİ SUÇ İÇERMEYEN BU TÜR GÜNLÜK, DOĞAL, SIRADAN EYLEM VE DAVRANIŞLAR BAHANE EDİLEREK VE SÖZDE GEREKÇE OLARAK GÖSTERİLEREK TUTUKLANMIŞLARDIR.
Konu müvekkil ve arkadaşları söz konusu olduğunda nedense ADALET ve HUKUK ADETA RAFA KALDIRILMAKTA, ANAYASAL HAK ve ÖZGÜRLÜKLER GÖRMEZDEN GELİNMEKTEDİR. HER TÜRK VATANDAŞINA ANAYASAYLA TANINAN EN DOĞAL HAKLAR BİLE SANKİ BİR SUÇMUŞ GİBİ DEĞERLENDİRİLEBİLMEKTE ve HAKSIZ BİR TUTUKLAMANIN (SÖZDE) SEBEBİ YAPILABİLMEKTEDİR.
AİHM aldığı kararlar ile ifade özgürlüğünün kullanımının hapis cezası ile yaptırıma uğramasına karşı olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım Avrupa Konseyi’nin Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu desteklemek amacıyla hazırlattığı “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” isimli el kitabında şöyle dile getirilmiştir:
“Ulusal mahkemeler ayrıca cezai yaptırım, özellikle de hapis cezası, uygulamaktan kaçınmalıdırlar. Bu tür cezalar, ifade özgürlüğünün özünü tehlikeye atmaktadır”[82]
Hiçbir makul ve hukuki gerekçe olmadan “bir daha asla bir araya gelmeyin, birbirinizle görüşmeyin, birbirinize vefalı ve sadık olmayın” şeklindeki temel hak ve özgürlüklere aykırı bir şekilde kanun ve hukuk dışı talepler ne çağdaş Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, ne Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, ne de demokratik ve laik bir hukuk devletinin işleyişine uygun değildir.
Adnan Oktar'ın Avukat Görüş Kısıtlaması Bir İfade Özgürlüğü İhlalidir
İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği 14/04/2023 tarihli 2023/3418 D.İŞ numaralı kararıyla Adnan Oktar için, “…avukatları ile görüşmelerinde üç ay süreyle; görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak KAYDEDİLEBİLMESİNE, Adnan OKTAR ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır BULUNDURULABİLMESİNE, Adnan OKTAR'ın avukatına veya avukatın Adnan OKTAR'a verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara ELKONULABİLMESİNE veya görüşmelerin gün ve saatlerinin SINIRLANDIRILABİLMESİNE” karar vermiştir.
Ayrıca 17.04.2023 tarihli ek karar ile avukat görüşmeleri Salı ve Perşembe günleri mesai saatleri olarak sınırlandırılmıştır. 17.07.2023 tarihli ek karar ile kısıtlılık 3 ay süreyle daha uzatılmıştır.
Hukuki dayanaktan yoksun ve hukuki gerekçeler dışında bir amaçla alındığı kanaati oluşturan bu kararla ilgili itiraz ve açıklamalarımız şöyledir:
- AYNI MAHİYETTEKİ KARAR, DEVAM ETMEKTE OLAN DİĞER (ANA DAVA) DOSYASINDA DA GEREK SORUŞTURMA AŞAMASINDA GEREKSE DE KOVUŞTURMANIN BELLİ AŞAMALARINDA UYGULANMIŞ VE SONUCUNDA SÖZDE ÖRGÜTSEL HABERLEŞME İDDİALARININ DOĞRU OLMADIĞI GÖRÜLMÜŞ ve nihayetinde iddialara konu hiçbir delil bulunamadığından SONLANDIRILMIŞTIR. Ancak bu süre zarfında Adnan Oktar temel hak ve özgürlükleri ihlal edilmek suretiyle mağdur edilmiştir. Kısaca belirtmek gerekirse;
- 02.10.2018 tarihinde İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2018/4825 D.iş sayılı kararı ile Adnan Oktar’ın müdafileri ile görüşmelerinin “sesli ve görüntülü kayıt altına alınmasına, alınan-verilen belgelerden örnek alınmasına, görüş gün ve saatlerinin sınırlandırılmasına” karar verilmiştir.
Yasa gereği en fazla üç ay süreyle verilen bu kararlar, cezaevi idaresinin kanaati de alınarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul 8. Sulh Ceza 13 Hakimliği’nin 07.01.2019 tarihli 2019/348 D. İş kararıyla 2. kez ve İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği’nin 05.04.2019 tarihli 2019/1852 D.İş kararıyla 3. kez daha uzatılmıştır. Söz konusu uzatma kararlarına dayanak olarak Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli C.İ.K’nun 04.01.2019 tarihli değerlendirme raporu belirtilmiştir. Ancak ilgili cezaevi tarafından avukat kısıtlamalarının devam edip etmeyeceği yönündeki yazı üzerine hazırlanan değerlendirme raporunda “TUTUKLUNUN KAPALI GÖRÜŞ KAYITLARI İLE KISITLAMA KARARLARI DOĞRULTUSUNDA YAPILAN AVUKAT GÖRÜŞME KAYITLARINDA ÖRGÜTSEL FAALİYETLERİNİN DEVAM ETTİĞİNE DAİR HERHANGİ BİR BİLGİ VEYA BELGEYE ULAŞILAMAMIŞTIR.”
- 11.10.2018 tarihinde başlayıp aralıksız olarak 05.07.2019 tarihine kadar 9 ay devam eden bu süreçte Adnan Oktar’ın ifade özgürlüğü ve savunma hakkı hukuksuz olarak ihlal edilmiştir. TÜM BU SÜREÇ BOYUNCA AVUKAT GÖRÜŞLERİNDE SÖZDE ÖRGÜT YÖNETTİĞİ İDDİASINA DELİL OLABİLECEK TEK BİR KONUŞMA, NOTLAŞMA, TUTUM VEYA TAVIR TESPİT EDİLMEMİŞTİR. ANCAK BU TESPİTE RAĞMEN AVUKATLARIYLA YAPTIĞI GÖRÜŞMELER KAYDA ALINMAYA, SAVUNMA EVRAKLARI İNCELENMEYE DEVAM EDİLMİŞTİR.
- Tekrar 9 ay boyunca avukat görüşlerinde kısıtlılık uygulanmış ve İstanbul 30. ACM, 16.02.2023 tarihinde, “Dosyada gelinen aşama, sanığın başkaca yargılama dosyalarının bulunması, CİK tarafından gönderilen yazının içeriği dikkate alındığındakısıtlama kararının devamında bir zorunluluk ve HUKUKİ GEREKLİLİK BULUNMADIĞINDAN11.2022 tarihli kısıtlama kararının uzatılmasına yer görülmemiştir.” ifadeleriyle ara karar kurmuş ve görüş kısıtlılığını kaldırmıştır.
Huzurdaki dosyanın savcısı, 23.03.2023 tarihinde, yine aynı gerekçelerle, o dönem İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza. Dairesinde istinaf incelemesinde bulunan 2023/310 E sayılı dosyaya kısıtlama talebinde bulunmuştur. İstanbul BAM 1. Ceza Dairesi, talebi İstanbul 30 Ağır Ceza Mahkemesine yönlendirmiştir. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi talebi reddetmiş, savcılığın red kararına itirazını değerlendiren İstanbul 31. Ağır Ceza Mahkemesi de 05.04.2023 tarihinde itirazı reddetmiştir. YANİ; AYNI GEREKÇELERLE TALEP EDİLEN KISITLILIĞIN GEREKLİ OLMADIĞINA İLİŞKİN KARAR ÜST MAHKEMENİN TASDİKİ İLE KESİNLEŞMİŞTİR.
Savcılık talebinde Adnan Oktar’ın görüştüğü avukatların sayısı, kısıtlılık talebine gerekçe olarak gösterilmiş, red kararında ise şöyle denmiştir:
“…daha evvel dosyaya sunulan raporların içeriği ve görüşmelerin daha çok tanışma ve dava dosyaları ile alakalı olduğunun belirtilmesi karsısında bu aşamada başka kovuşturma dosyalarının da bulunması gözetilerek talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.”[83]
Söz konusu KESİN olan ara karardan sonra geçen süre içinde bu kararı değiştirecek hiçbir değişiklik, gelişme veya vaka bulunmamaktadır. Nitekim savcılığın talep yazısında da buna dair bir örnek yer almamaktadır.
AYNI SAVCININ, RED ALDIĞI AYNI İÇERİKLER İLE FARKLI DOSYALARA MÜRACAAT EDİP KISITLILIK TALEBİNDE BULUNMASI İYİ NİYETLİ GÖRÜLMEMEKLE BİRLİKTE, ADİL YARGILANMA İLKESİNİN AÇIK İHLALİDİR.
- 14.04.2023 tarihli karar, 15.04.2023 tarihinde uygulanmaya başlanmıştır. Ancak ne Adnan Oktar ne de müdafilerine karar tebliğ edilmemiştir. Cezaevine sorulduğunda ise, cezaevi de yazılı bir tebliğ gösterememiştir. Savcılığa defalarca müracaat edilmesine rağmen, karar 18.04.2023 tarihinde tebliğ edilmiştir.
- Bu esnada ise 17.04.2023 tarihinde EK KARAR ile görüş günlerine de kısıtlılık getirildiği 18.04.2023 tarihinde sözlü olarak müvekkile iletilmiştir. İlk karar çıktıktan sonra, hangi gerekçe ve gelişme nedeniyle gün kısıtlaması getirildiği belli değildir.
- Kısıtlılık kararının gerekçeleri arasında “Adnan OKTAR'ın, bulunduğu Dumlu 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda, yaklaşık bir ay içerisinde 290 kez avukat görüşmesi gerçekleştirdiği, aynı gün içinde 10 dakika gibi kısa aralıklarla farklı avukatlarla görüşme gerçekleştirdiği… Bu hususun savunma hakkının kullanılmasından ziyade Adnan OKTAR'ın görüştüğü avukatlar vasıtasıyla örgütü canlı tutma amacına yönelik olduğu,”denmiştir.
Bu iddiaların hukuki ve maddi hiçbir dayanağı yoktur. Şöyle ki;
- Adnan Oktar hakkında İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi 2022/158 E. No.lu dosya kapsamında 8 bin 658 yıl hapis cezası kararı verilmiş olup dosya halihazırda temyiz aşamasına gelmiştir. Söz konusu dosya ve huzurdaki dosya dışında Adnan Oktar’ın taraf olduğu birçok dava dosyası daha bulunmaktadır. Yalnızca anılan temyiz aşamasındaki yaklaşık 30 suçlama bulunan ve yüzlerce klasörden oluşan dosya dikkate alındığında dahi yapmış olduğu avukat görüşmelerinin hayatın olağan akışına uygun ve makul olduğu açıktır.Savunma hakkının kullanımı kapsamındaki avukat görüşmesinin süre ve sayı ile sınırlandırılmasının hiçbir hukuki mantığı ve açıklaması yoktur. Bu kararla hem İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI hem de SAVUNMA HAKKI ENGELLENMEKTEDİR.
- “…aynı gün içinde 10 dakika gibi kısa aralıklarla farklı avukatlarla görüşme gerçekleştirdiği, bu hususun savunma hakkı kapsamında olmadığı” iddiasının da yine kısıtlılık gerektirecek kanuna aykırı bir durum teşkil etmediği ortadadır. Sayın Savcılık makamı, yaklaşık 6 ay süren görüntülü ve sesli dinleme kayıtlarında, iddia ettiği şekilde örgütsel bir iletişim olmadığı ispatlanmasına rağmen varsayımsal iddialarla talepte bulunulmuştur.
- Görüşme süresinin ve sayısının, örgütsel bir amaç ifadesi kullanılarak bir kalıba sokulması son derece mantık dışıdır. On dakikalık bir görüşmede örgüt yönetilemeyeceği, talimat verilemeyeceği ortadadır. Avukatlar birçok gerekçe ile görüşmeye gelmiş olabilirler; vekalet almak üzere görüşmek isteyenler, hazırladığı dilekçeyi gösterek veya vermek isteyenler, hukuki bir gelişme hakkında bilgilendirme yapmak, basında çıkan bir haber hakkında bilgilendirme yapmak ve tekzip yazısının içeriğini belirlemek, diğer dava dosyaları hakkında bilgilendirmek için gelenler olabilir. Bunların tamamı kısa görüşme ile halledilebilecek konulardır ve tamamı savunma kapsamındadır. AKSİNE DAİR BİR BELGE, DELİL OLMADIĞI SÜRECE, GÖRÜŞME SAYILARI VE SÜRELERİ ÖRGÜTSEL AMAÇLI OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ. TAM AKSİNE 2018 YILINDA TOPLAMDA 9 AY VE 2022’DE DE TOPLAMDA 9 AY OLMAK ÜZERE MÜVEKKİLİN 18 AYLIK KAYIT ALTINA ALINAN GÖRÜŞLERİNDE BU YÖNDEKİ İDDİALARIN DOĞRU OLMADIĞI DEFALARCA İSPATLANMIŞTIR. Bunun dışında “kaç dakika görüşme yapılmasının” Savcılık makamının kişisel görüşüne uygun görüldüğü ve savunma hakkı kapsamında değerlendirilebileceği anlaşılamamaktadır. Yasa ve diğer hiçbir içtihatta bu yönde bir sınırlama olmadığı açıktır.
- Ayrıca hakkında hukuka aykırı şekilde 8 bin 658 yıl hapis cezası kararı verilmiş, kendisi birçok suç isnadıyla yargılanan bir kişidir; 5 yıldır süregelen süreçte binlerce sayfaya ulaşan gerekçeli kararlar, istinaf kararı, iddianamelere karşı savunma yapması gerekmektedir, sayın savcının alışık olduğu “olağan” dava süreçlerinin dışındabir dosyada yargılanmaktadır.
- Sayın Savcının talebi ile kabul edilen kararda, “şüphelinin görüştüğü avukatlar vasıtasıyla örgütü canlı tutma” iddiası da TEK BİR MADDİ DELİLE DAYANMAMAKTADIR, tamamen içi boş bir iddiadır. Aylarca süren kısıtlılık boyunca ve sonrasında da, avukatları aracılığıyla diğer sanıklara herhangi bir bilgi, not, talimat göndermediği ispatlanmıştır. Müvekkil Adnan Oktar’ın, tutuklu bulunduğu 5 yıl boyunca tek bir talimatı olmadığı gibi, bu talimatıyla suç işlendiğine dair tek bir delil yoktur. Sayın Savcının bu iddiasını neye dayandırdığını anlamak mümkündeğildir.
- Güya avukatlar aracılığıyla örgüt idare edildiği iddiasına dayanak gösterilen Fatih Kılıç isimli etkin pişman şüphelinin ifadeleri delil niteliği taşımamaktadır. Fatih Kılıç’ın dosyaya sunduğu “av. notlar” adıyla kayıtlı içeriklerin kim tarafından oluşturulduğu, hukuki delil niteliği olup olmadığı bilinmemektedir. Ayrıca bunlar Fatih Kılıç’ın etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilmek için kendisinin üretebileceği notlardır, güvenilir, somut deliller değildir. Bu notların içeriğinin müvekkile ait olduğuna dair hiçbir somut delil bulunmamaktadır.
- Müvekkil Adnan Oktar yargılama süreci boyunca gerek husumetli müştekiler gerekse de hukuksuz uygulamalar ile sürekli olarak savunmasız bırakılmaya çalışılmıştır. Davanın en kritik zamanlarında, en yoğun savunma hazırlığı yapılması gereken zamanlarda avukatlarıyla görüş kısıtlılığı gelmesi, avukatlarının gözaltına alınması, tutuklanması, basında çıkan haberler nedeniyle avukatlara yönelik baskı ve müvekkilin savunma hakkının kısıtlanmasıyla sonuçlanmıştır.
- Hakkında çok yakın bir tarihte kesin karar verilmiş olan avukat görüş kısıtlılığı konusunda aynı savcı tarafından tekrartekrar aynı iddialarla, farklı dosyalardan talepte bulunulmasını gerektirecek yeni bir delil, yeni bir tanık veya vaka bulunmaması; Sayın Savcının ileri sürdüğü ve sayın Hakimliğin kabul ettiği gerekçelerin hiçbirinin hukuki ve maddi dayanağının bulunmaması/gösterilmemesi , 9 bin yıl ile yargılanan müvekkilin görüşmelerinin kayıt altına alarak, avukat-müvekkil gizliliğinin ihlal edilmesi, haftada sadece 3 gün mesai saatlerinde görüşme hakkı verilmesi, savunma hakkının neredeyse tamamen elinden alınması anlamına gelmektedir. Bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/3 ve 10. maddesi ile Anayasamızın 36. maddesinde de dile getirilmiş olan haklarının vahim bir ihlalidir.
Alanında uzman hukukçulardan Prof. Dr. İzzet Özgenç ve Prof. Dr. Osman Can hocaların söz konusu kısıtlılık hakkında görüş bildirdikleri bilimsel mütalaalarında bu konuda yapılan hak ihlallerine detaylıca değinilmektedir:
Prof. Dr. İzzet Özgenç’in Mütaalası’ndan:
- İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de belirlenen suçlardan birinden mahkum olduğu cezasını infaz kurumunda çekmekte olan hükümlünün bu suçların dışında başka bir suçtan dolayı hakkında yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturma sürecindeki savunmasına hazırlık bağlamında avukatla yapacağı görüşmeye sadece gün ve saat yönünden sınırlama getirilebilir. Başka bir ifadeyle, İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de belirlenen suçlardan birinden mahkum olup da cezasını infaz kurumunda çekmekte olan hükümlünün bu suçların dışında başka bir suçtan dolayı hakkında yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturma sürecindeki savunmasına hazırlık bağlamında avukatla yapacağı görüşmede bir görevli hazır bulundurulamaz, bu görüşme teknik cihazla kaydedilemez, bu görüşme sırasında avukatın hükümlüye, hükümlünün avukata verdiği belge ve kayıtlar ile avukatın tuttuğu notlar incelenemez ve bunlara el konulamaz. Aksi takdirde, Anayasa Mahkemesinin 10. fıkra ile ilgili olarak verdiği iptal kararı ile çelişkiye düşülmüş olur.
- İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de belirlenen suçlardan birinden dolayı hakkında yapılan soruşturma veya kovuşturma sürecinde tutuklanan şüpheli veya sanığın avukatla yapacağı görüşme ile ilgili olarak, İnfaz Kanunu, m. 59, f. S'de belirtilen sebepler mevcut olsa bile, bu fıkraya göre tedbir kararı verilebilmesinin hukuki dayanağı ortadan kalkmıştır. Zira Anayasa Mahkemesi verdiği kararla, 59. maddenin beşinci fıkrası ile on birinci fıkrası arasındaki bağı koparmıştır. Ezcümle, Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında vurgulanan ilke şudur: İnfaz kurumunda bulunan kişinin, hükümlü de olsa, işlediğinden şüphelenilen bir fiil sebebiyle hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmış ise, bu fiil hangi suçu oluşturursa oluştursun, savunma hakkının kullanılmasını engelleyecek şekilde avukatı ile görüşmesi kısıtlanamaz, bu görüşmesinin gizliliği ihlal edilemez.
- Bir an için bir varsayım olarak İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de belirlenen suçlarda birinden dolayı hakkında yapılan soruşturma veya kovuşturma sürecinde tutuklanan şüpheli veya sanığın avukatla yapacağı görüşme ile ilgili olarak da bu fıkrada zikredilen kısıtlamaların uygulanabileceği kabul edildiği takdirde, tutuklunun avukatıyla görüşmesinin kayda alınabilmesine, bu görüşme sırasında görevli bulundurulabilmesine, bu görüşme sırasında avukatla tutuklu arasında teati edilen belge örneklerinin ve hatta, avukatın tuttuğu notların infaz görevlileri tarafından kontrol edilebilmesine ve bunlara el konulabilmesine karar verebilmek için, tutuklu şüpheli veya sanığın avukatları ile görüşmelerinde terör veya suç örgütünü yönlendirdiğine, örgüt mensuplarına emir ve talimat verdiğine, mesajlar gönderdiğine dair somut kanıtların bulunması gerekir. Bu itibarla, söz konusu maddede belirtilen tedbirlere karar veren hakim veya mahkemenin kararında, bu kanıtların açıkça gösterilmesi gerekir.
- Keza, İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de zikredilen kısıtlamaların uygulanması sürelidir. Bu kısıtlamalara ancak üç aylık süre ile karar verilebilir. Daha önce verilen kısıtlama karanının yenilenebilmesi için, önceki kararın uygulandığı süre zarfında bir ihlalin gerçekleşmesini aramak gerekir. Daha önceki kararın uygulanma sürecinde herhangi bir ihlal gerçekleşmemiş ise, İnfaz Kanunu, m. 59, f. 5'de zikredilen kısıtlamaların uygulanmasına ilişkin karar yenilenemez.
Prof. Dr. Osman Can’ın Mütaalası’ndan:
- Sanığın TCK 220. madde kapsamında kovuşturması henüz sonuçlanmamıştır. Sanık tutuklu olarak yargılanmaktadır. Yargılamada ilk derece Mahkemesi aşaması tamamlanmış ve kişi 5275 sayılı Kanun kapsamında belirtilen suçlardan mahkum edilmiştir. Ancak karar istinaf ve temyiz aşamalarından henüz geçmediğinden, kesinleşmiş bir mahkumiyetten, dolayısıyla hükümlülükten söz edilemeyecektir. Söz edilemeyeceğine göre 5275 sayılı Kanun'un 59. Maddesinin 5. Fıkrasının göndermesiyle 10. Fıkrasının uygulanabilmesi mümkün değildir. Tutukluluk bağlamında kullanılacak kısıtlılık yetkisi, 5. Fıkrada öngörülen suçlardan hükümlü olan kişinin, başka bir suçtan dolayı yürütülen soruşturma veya kovuşturma kapsamında tutuklu olması gerekmektedir. 11. Fıkra ancak bu maddi şartlar var ise uygulanabilecek, tutuklu kişi soruşturma aşamasında ise kısıtlılık yetkisini sulh ceza hakimliği, kovuşturma aşamasında ise mahkeme kullanabilecektir.
- Kanaatimizce kanunun lafzından, anlam ve kapsamından, sistematik ve tarihsel yorumundan doğan bu açık sonuçlar karşısında, Anayasa Mahkemesinin açık gerekçesinde de ifade edildiği gibi, "şüpheli veya sanık ile avukatın görüşmesinin kaydedilmesi, görüşmede görevlinin hazır bulundurulması ile bilgi ve belgelere el konulması şeklindeki kısıtlamalar doğrudan avukat ve müvekkil arasındaki mahremiyeti ortadan kaldıracak nitelikte" olup, müdafi yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz müdahale anlamına gelecektir.
- İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde TCK 220. Madde kapsamında yargılanmakta olan sanık hakkında hüküm ile birlikte, 16/11/2022 tarih ve E. 2022/158 sayılı karar ile 5275 sayılı Kanun'un 59. Maddesinin 5. Ve 11. fıkraları uyarınca uygulanmakta olan kısıtlılık kararının, açık yasa hükümleri ve Anayasa Mahkemesinin açık gerekçesi karşısında hukuki dayanağının bulunmadığı, dolayısıyla bariz takdir hatasına işaret ettiği görüş ve kanaatiyle iş bu mütalaa değerlendirmenize saygı ile sunulur.
III. SONUÇ ve TALEP
Sonuç olarak; yukarıda yalnızca bir kısmını bilginize sunduğumuz hususlar dosyamızda gerek soruşturma gerekse kovuşturma safhasında çok sayıda temel hak ve özgürlük ihlali yaşandığını açıkça göstermektedir. Bu ihlaller nedeniyle sanıkların 6 yıldan beri tutuklu olması ihlallerin sonuçlarının vakit kaybedilmeden ortadan kaldırılmasını gerekli kılmaktadır. Anayasa Mahkemesi 2014/8875 numaralı başvurunun kararında[84] bu gereklilik ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
- Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde İHLALİN VE SONUÇLARININ ORTADAN KALDIRILDIĞINDAN SÖZ EDİLEBİLMESİ İÇİN TEMEL KURAL, MÜMKÜN OLDUĞUNCA ESKİ HÂLE GETİRMENİN, YANİ İHLALDEN ÖNCEKİ DURUMA DÖNÜLMESİNİN SAĞLANMASIDIR. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Aynı AYM Kararının 57. paragrafında ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması zorunluluğunun ihlalin kaynağının belirlenmesi şartına bağlı olduğu şöyle açıklanmıştır:
- İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.
İhlalleri ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılması zorunluluk hali almıştır. Şu anda bu zorunluluğu hayata geçirme sayın dairenizin görev ve yetkisi kapsamındadır.
Yukarıda arz ve izah ettiğimiz üzere, gerekçeli temyiz dilekçemizin kabul edilerek; dilekçemizde özellikle Adil Yargılanma İhlali olmak üzere sanıkların temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle, sanıkların
- Ortada bir suç örgütü bulunmadığı,
- Sanıkların hiçbir suç örgütünün yöneticisi/ üyesi olmadıkları,
- iddia olunan suçları işlemedikleri,
- aleyhlerindeki sözde delillerin hukuken geçersiz oldukları,
- sözde suçlamalara ait tek bir somut delil dahi bulunmadığı
gibi gerekçelerle kanuna ve hukuka aykırı verilen istinaf kararının bozulması, sanıklar hakkında tüm suçlamalar yönüyle beraat kararı verilmesi, müsadere/el koyma kararlarının kaldırılarak müvekkilin tahliye edilmesini, saygılarımla arz ve talep ederim. 05.07.2024
Adnan Oktar Müdafii
Av. Mert Zorlu
[1] AİHM Kararı, Eckle/Almanya, Dosya No. 8130/78, Starzburg 15 Nisan 1982.
[2] AİHM Kararı, Foti ve Diğerleri/İtalya, Dosya No. 7604/76; 7719/76; 7781/77; 7913/77, Strazburg 10 Aralık 1982.
[3] AİHM Kararı, Halford /Birleşik Krallık, 25 Haziran 1997, Esasa İlişkin Kararlar ve Kabul Edilebilirlik Kararları Raporları 1997-III § 44
[4] AİHM Kararı, Malone/Birleşik Krallık, B.no 8691/79, 2 Ağustos 1984, § 64
[5] AİHM Kararı, Weber ve Saravia /Almanya), B. no. 54934/00, §§ 76-79
[6] AİHM Kararı, Roman Zakharov/Rusya [BD], § 232; İrfan Güzel /Türkiye, § 85
[7] AİHM Kararı, Halford /Birleşik Krallık, 25 Haziran 1997, Esasa İlişkin Kararlar ve Kabul Edilebilirlik Kararları Raporları 1997-III , § 49
[8] AİHM Kararı, Khan/Birleşik Krallık, B. no. 35394/97, ECHR 2000-V §§ 26-28
[9] AİHM Kararı, Drakšas /Litvanya, B. no. 36662/04, 31 Temmuz 2012 § 62
[10] AYM Kararı, E. 2014/164, K. 2015/12, 14 Ocak 2015
[11] AYM Kararı, Erdal Tezcan, B. No: 2016/15637, 12 Nisan 2018
[12] AİHM Kararı, Zilli ve Bonardo/İtalya, B. No 40143/98, 18 Şubat 2004.
[13] AYM Kararı, Abdülkadir Durmuş Başvurusu, Başvuru No:2018/35662, 03.11.2022
[14] AİHM Kararı, Karalevičius / Litvanya, Dosya no. 53254/99, Strazburg, 7 Nisan 2005)
[15] Dovydas Vitkauskas ve Grigoriy Dikov, “Adil Yargılama Hakkının Korunması”, Avrupa Konseyi İnsan hakları El Kitapları, Türkçeye Çeviren: Av. Serkan Cengiz, Strazburg 2012, s. 50
[16] AİHM Kararı, Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan B. no. 8001/07 27 Ekim 2016
[17] AİHM Kararı, Gregory/Birleşik Krallık, B. no. 22299/93, 25 Şubat 1997, § 43
[18] AYM Kararı, B. No: 2013/9100, 20 Ocak 2016, § 31
[19] Öden, Merih: Anayasa Yargısında Yargıcın Davaya veya İşe Bakamaması, AÜHFD, 1993, C. 43, S. 1-4, s. 61
[20] AİHM Kararı, Sacilor-Lormines / Fransa, no. 65411/01, § 60, AİHM 2006 ‑ XIII
[21] AİHM Kararı, Boeckmans/Belçika (Komisyon), B. no. 1727/62, 17/2/1965, 17 Şubat 196,5 8 YB
[22] AİHM Kararı, Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan B. no. 8001/07 27 Ekim 2016, § 79-82
[23] AİHM Kararı, Buscemi İtalya, B. no. 29569/95, 1999, § 67
[24] AİHM Kararı, Y.B. ve Diğerleri - Türkiye Kararı, Başvuru no: 48173/99 ve 48319/99, 28 Ekim 2004
[25] AİHM Kararı, Ribenomont / Fransa Kararı, Dosya no: 15175/89 10 Şubat 1995
[26] AİHM Kararı, Donadze/Gürcistan, B. No 74644/01, 7 Mart 2006 § 35
[27] AİHM Kararı, Kraska/İsviçre, B. no 13942/88, 19 Nisan 1993, § 30
[28] AİHM Kararı, Van de Hurk/Hollanda, B. no 16034/90, 19 Nisan 1994, § 59
[29] AİHM Kararı, Wynen/Belçika, B. No 32576/96, 5 Kasım 2002, § 32
[30] Dovydas Vitkauskas ve Grigoriy Dikov, Adil Yargılama Hakkının Korunması”, Avrupa Konseyi insan hakları el kitapları, Çeviren: Av. Serkan Cengiz, 2012, s.47
https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/10122019114424adil_yrglnma_korunmasi.pdf
[31] AİHM Kararı. Piersack/Belçika, B. no 8692/79, 1 Ekim 1982
[32] AİHM Kararı, Labita – İtalya, B. no. 26772/95, paragraf 157-158
[33] AİHM Kararı, Adamčo / Slovakya, B. no. 45084/14, 12 Kasım 2019
[34] AİHM Kararı, Erik Adamčo/Slovakya Kararı, B.No: 1990/20, 01 Haziran 2023
[35] AİHM Kararı, Erik Adamčo/Slovakya Kararı, § 66
[36]AİHM Kararı, Xenofontos ve diğerleri/Kıbrıs, B. no. 68725/16, 74339/16 ve 74359/16, 25 Ekim 2022,
§ 72
[37] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/11/2005 T., 2005/7-144 E., 2005/150 K. sayılı kararı.
[38] Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 04/5/2000 T., 2000/120 E., 2000/1300 K. sayılı kararı;
[39] Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 21/4/2016 T., 2015/4672 E., 2016/2330 K. sayılı kararı
[40] Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/6/2010 T., 2010/4770 E., 2010/7689 K. sayılı kararı
[41] AİHM Kararı, Güner Çorum/Türkiye, B. no. 59739/00, 31 Haziran 2006, § 27-29
[42] AİHM Kararı, Öcalan/Türkiye, 46221/99, 12 Mayıs 2005
[43] AİHM Kararı, Öcalan/Türkiye, 46221/99, 12 Mayıs 2005, § 140-144
[44] AİHM Kararı, Bahaettin Uzan/Türkiye, Davası Kararı, Başvuru no.30836/07, Strazburg, 20 Kasım 2020
[45] Ramos Nunes de Carvalho e Sá / Portekiz, [BD], no. 55391/13 ve diğer 2 başvuru, §§ 144-150, 6 Kasım 2018)
[46] AİHM Kararı, Saunders/ Birleşik Krallık, B. no:43/1994/490/572 17.12.1996
[47] AİHM Kararı, Murtazaliyeva/Rusya [Büyük Daire], no. 36658/05, § 157, 18 Aralık 2018
[48] AİHM Kararı, Moreira Ferreira/Portekiz (no. 2) [Büyük Daire], no. 19867/12, § 83, 11 Temmuz 2017
[49] AİHM Kararı, Schenk/İsviçre, B. No. 10862/84, 12 Temmuz 1988, § 45
[50] Hakim ve Savcı Eğitim Merkezi, Yargıtay Ceza Daireleri Uygulamasında SIklıkla Rastlanan Bozma Sebepleri (CMK-TCK-Özel Yasalar), ISBN 978-605-9095-67-9, Ankara Aralık 2018, s. 93
[51] AYM Kararı, Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri başvurusu, B. No 2014/253, 9 Ocak 2015, § 72 ve 75-77
[52] AİHM Kararı, Prade/Almanya, B. no. 7215/10, 3 Mart 2016, § 33
[53] AİHM Kararı, Karalevičius/Litvanya, B. no. 53254/99 7 Nisan 2005
[54] AİHM Kararı, Gillisen/Hollanda, B. no: 39966/09, 15 Mart 2016, § 51-56
[55] AİHM Kararı, Komanicky/Slovakya, B. no 32106/96, 4/6/2007, § 49-55
[56] AİHM Kararı, Szilagyi/Romanya, B. no. 30164/04, 17 Aralık 2013
[57] AİHM Kararı, Bykov ve Lisica/Hırvatistan, B. no. 20100/06, 25 Şubat 2010
[58] CMK m.119/4’e göre; “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.
[59] AİHM Kararı, Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan B. no. 8001/07 27 Ekim 2016
[60] AİHM Kararı, Kyprianou/Kıbrıs, (Grand chamber), Başvuru No: 73797/01, 15 Aralık 2005, §lar 123-133
[61] AİHM Kararı, Slimane/Fransa, B. no. 29507/95, 25 Ocak 2000
[62] De Moor/Belçika, 23 Haziran 1994, § 55, Series A no. 292‑A
[63] AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu Protokol’ün 4. Maddesine İlişkin Rehber, 31 Ağustos 2020, s. 5-6 § 4.
[64] AİHM Kararı, Mihalache/ Romanya, Başvuru no. 54012/10 8 Temmuz 2019
[65] AİHM Kararı, Hornsby/Yunanistan, B. no. 18357/91, 19 Mart 1997 § 40
[66] AİHM Kararı, Buj/Hırvatistan, B. no. 24661/02, 1 Haziran 2006, § 19
[67] AİHM Kararı, Ryabykh/Rusya, B. no. 52854/99, 24 Temmuz 2003, § 52
[68] AİHM Kararı, Vardanyan ve Nanushyan/Ermenistan B. no. 8001/07 27 Ekim 2016
[69] AYM Kararı, E. 2009/47, K. 2011/51, 17.03.2011.
[70] Yargıtay CGK 2016/154 K 29/03/2016 T, Yargıtay CGK 2015/515 K 15/12/2015 T, Yargıtay CGK 2015/419 K 24/11/2015 T
[71] Yargıtay 9. CD 20120 8599 E, 2012/15881 K, 27/12/2012 T
[72] AİHM Kararı, Parmak ve Bakır/Türkiye, B. no.22429/07 ve 25195/07, 3 Aralık 2019
[73] Del Río Prada/İspanya, B. No. 42750/09, § 77, AİHM 2013
[74] Yargıtay 16. CD. 2015/2058 E. 2016/2047 K. 17/03/2016 T
[75] İstanbul BAM 15. CD. 07/07/2017 gün, 2017/1602 Esas, 2017/2024 Karar
[76] Yargıtay 10. CD. 2007/2157 E. 2007/3988 K. 11/06/2007 T
[77] AİHM Kararı, Gawęda/Polonya, 14 Mart 2002 tarihli karar ve The Sunday Times/Birleşik Krallık, 26 Nisan 1979
[78] AİHM Kararı, The Sunday Times/Birleşik Krallık, 18 Mayıs 1977, Komisyon raporu, § 194.
[79] AİHM Kararı, Sunday Times/ Birleşik Krallık, 26 Nisan 1979, § 65.
[80] AİHM Kararı, Uj/Macaristan B. no. 23954/10 19 Temmuz 2011
[81] AİHM Kararı, Handyside/Birleşik Krallık, B. no. 5493/72, 7 Aralık 1976, § 49
[82] Dominika Bychawska-Siniarska, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsaminda İfade Özgürlüğünün Korunması, Uygulamacılar için El Kitabı, Türkçeye çev.: Av. Tuğçe Duygu Köksal, Avrupa Konseyi 2018, s. 91
https://rm.coe.int/aihs-kapsam-nda-ifade-ozgurlugu/16808db5d5
[83] İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, Dosya-Karar No: 2022/158 Esas - 2022/279, 30.03.2023 tarihli Ek Karar
[84] AYM Kararı, Mehmet Doğan Başvurusu, B. no 2014/8875, 7 Haziran 2018, §§55-60