11 Ekim 2024 tarihinde müvekkil Adnan Oktar’ın İstanbul 1 Ağır Ceza Mahkemesi’nde sözde örgütün yeniden yapılanması isnadıyla gerçekleştirilen duruşması olmuştur. TV100’de de duruşmayı hemen takiben, müvekkilin duruşmada yaptığı savunma üzerine, “Oya Çebi ile Gün Ortası” isimli haber programında müvekkil Adnan Oktar, duruşması yapılan davası ve bu duruşma esnasındaki savunması hakkında bir takım gerçek dışı bilgilere ve yorumlara yer verilmiştir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki müvekkil Adnan Oktar, Oya Çebi hanımın programlarını dikkatle ve beğeniyle takip etmekte, Oya Hanım’ın aydın, dürüst, çalışkan, zeki ve demokrat bir programcı olduğunu düşünmektedir. Ancak söz konusu programda Oya Hanım’ın bu güzel vasıflarına tezat bir durum oluşmuş ve hem Adnan Oktar Davası dosyası hem de hukuka dair neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmadığı görülen bir avukat beyin görüşleri adeta muteber birer tespitmiş gibi gündeme getirilmiştir. Oya Hanım gibi makul, itidalli, zekası ve kavrayışı yüksek bir gazetecinin karşısındaki kişinin samimiyetten uzak yorumlarını oldukça net gördüğü ve tespit ettiği kanaatindeyiz. Ancak kamuoyunun bilgilendirilmesi ve gerçeklerin öğrenilmesi için aşağıdaki bazı hususların açıklanması gerekli olmuştur.
BÖLÜM 1
AVUKAT BEY’İN, KİTAPLARINI OKUYARAK YETİŞTİĞİ, OKULDA HOCASI OLAN, TÜRKİYE’NİN ÖNDE GELEN TÜM CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ ORTAK KANAATLE “ADNAN OKTAR DAVASI DOSYASINDA SUÇ YOK” DEMEKTEDİR
Söz konusu program boyunca Adnan Oktar Davası dosyası hakkında “görüşlerine” başvurulan avukat bey anlaşıldığı kadarıyla Oya Hanım’ın bilgisi dışında, muhtemelen program editörlerinin bulup yayına getirdiği bir kimsedir. Her ne kadar kendisini dosyaya hakimmiş gibi göstermeye çalışsa da konuşmalarından dosya hakkında hiçbir bilgisi olmadığı açıkça görülmüştür. Yapılan konuşmanın tamamı afaki, medya ve internetten öğrenilmiş basmakalıp ifadelerle süslenmiş, kimsenin fark edemediği hususların tespiti yapılıyormuş imajı oluşturma gayreti içermektedir. BU KONUŞMALARIN, “İNFİALE SEBEP VERECEK ŞEKİLDE ÖRGÜT OLUŞTURMAK” GİBİ HUKUKİ GÖRÜNÜMLÜ İFADELER İÇEREN AMA HUKUKEN HİÇBİR MANASI OLMAYAN CÜMLELER KURARAK, “CEZASIZLIK ALGISI, TOPLUMUN DAMARLARINA SIZMAK, HİYERARŞİK YAPI, HEGEMONYASINI OLUŞTURMAK” GİBİ SÜSLÜ KELİMELER SEÇİLEREKBİLGİSİZLİĞİ ÖRTME ÇABASI OLDUĞU GÖRÜLMEKTEDİR.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, MÜVEKKİL ADNAN OKTAR VESİLESİYLE TÜRK TOPLUMUNUN DAMARLARINA SIZAN, ANTİ DARWİNİST, ANTİ MATERYALİST, AYDIN, MODERN, KURAN’IN YETERLİLİĞİ ESASINA DAYALI GERÇEK İSLAMDIR.
Yine benzer şekilde avukat beyin kurmuş olduğu “Bu yeni süreçte yeni üyelerin de cezalandırılması, örgüt yönünden mahkumiyet kararı verilmesi için yargılama devam ediyor” cümlesi de dosyaya dair tek kelime bile bilmediğini göstermektedir. ÇÜNKÜ BAHSE KONU DOSYADA “YENİ ÜYE” DİYE BİR KAVRAM YOKTUR. DOSYADA YARGILANANLARIN TAMAMI YA ANA DAVA DOSYASINDA YARGILANMIŞ YA DA HAKLARINDA DAHA ÖNCE DE SORUŞTURMA YAPILMIŞ KİŞİLERDİR. Anlaşılan o ki avukat bey kendince ortada bir suç yapılanması varmış gibi konuşması gerektiğinden, karşısında da kurduğu cümlelerin doğruluğunu sorgulayacak biri olmadığından, cümlelerinin mesneti olup olmaması kaygısını taşımadan bir takım yorumlarda bulunmuştur.
Zira gerçekten bilgisi olan bir insanın Adnan Oktar Davası dosyasını inceledikten sonra burada suç var demesi mümkün değildir. NİTEKİM BU DOSYADA TÜRK CEZA KANUNU YAZAN, HAKİMLERİ VE SAVCILARI YETİŞTİREN DERSLERİ VEREN, HUKUK FAKÜLTELERİNDE PROFESÖRLÜK YAPAN, HATTA HOCALARIN HOCASI OLARAK KABUL EDİLEN TÜRKİYE’NİN ÖNDE GELEN HUKUK PROFESÖRLERİNİN, YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANLARININ, ADLİ TIP, ADLİ SES VE GÖRÜNTÜ ANALİZ, GRAFOLOJİ VE SAHTECİLİK UZMANLARININ veADLİ BİLİŞİM MÜHENDİSLERİNİN BİLİMSEL MÜTALAALARI YER ALMAKTADIR.
TÜM BU MÜTALAALARDA BÜTÜN BÜYÜK CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ ORTAK OLARAK;
- ORTADA BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞI
- CİNSEL SALDIRI SUÇLARININ BULUNMADIĞI
- HERHANGİ BİR SÖMÜRÜ, ZORLAMA, DAYATMA, BASKI UNSURUNUN VAR OLMADIĞI
- KANUNUN SUÇ OLARAK TANIMLADIĞI HİÇBİR EYLEMİN GERÇEKLEŞMEDİĞİ KONUSUNDA HEMFİKİRDİRLER
DÜNYA ÇAPINDA MUTEBER SÖZ KONUSU HUKUK PROFESÖRLERİ, YARGITAY ESKİ DAİRE BAŞKANLARI VE ANAYASA HUKUKÇULARININ DOSYADA BULUNANAN MÜTALAALARINDAN SADECE BİR İKİ ÖRNEK VERMEK GEREKİRSE, BU KİŞİLERİN BİLİMSEL GÖRÜŞLERİ ŞÖYLEDİR:
Burada sadece çok az sayıda bir iki örneğinde yer verdiğimiz bilimsel görüşler, bu dosyada örgüt yok, suç yok, ceza da verilemez demektedir.
BÖLÜM 2
DOSYADAKİ TEMEL KONULAR HAKKINDA AVUKAT BEY’İN BİLMEDİĞİ ÖNEMLİ GERÇEKLER
Eğer Oya Hanım’ın karşısında dosyaya vakıf gerçek bir hukukçu olsa, afaki ve süslü ifadelerle uzun uzun konuşmalar yapmak yerine, kısa ve özlü olarak detaylarını aşağıda açıklayacağımız dosyadaki somut gerçeklerden bahsetmesi gerekirdi.
1. MERT SUCU İSİMLİ ŞAHSIN SÖZDE ÖZEL HAREKAT POLİSİNE ATEŞ AÇTIĞI İDDİASINA DAİR;
Öne sürülen iddia Mert Sucu’nun olay günü şarjörü bitene kadar polislere hedef gözeterek ateş ettiği ve özel harekat polislerinden birinin çelik yeleğinin ve şarjörünün isabet aldığıdır. OLAY YERİ BULGULARI BU İDDİANIN DOĞRU OLMADIĞINI ORTAYA KOYMUŞTUR:
- Emniyet Genel Müdürlüğü İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarları Müdürlüğü tarafından tanzim edilmiş olan İST-KİM-18-35887 uzmanlık numaralı, Mert Sucu ve olay yerindeki polislerin ellerindeki barut izlerini inceleyen rapora göre;
- Özel harekât polisine ATEŞ ETTİĞİ İDDİA EDİLEN ve SAĞ ELİNİ KULLANAN MERT SUCU’NUN SAĞ EL İÇ VE SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ YOKTUR.
- SİLAHINI KULLANMADIĞINI SÖYLEYEN 256728 sicil sayılı POLİS MEMURUNUN SOL EL İÇ, SOL EL DIŞ, SAĞ EL İÇ, SAĞ EL DIŞ İNCELEMESİNDE BARUT İZİ VARDIR.
- Mert Sucu’nun Etkin olan elini (yani sağ elini) kullanmadan arka arkaya 10 el ateş etmiş olduğunu iddia etmek balistik biliminin açıklamasının mümkün olmadığı bir durumdur.
- Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinin 07 Ocak 2019 tarih ve 91778600-101.02-20181052999/5844 nolu Adli Tıp Raporunda yapılan incelemede,Mert Sucu’nun kullandığı söylenen SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİNE RASTLANMAMIŞTIR. Mert Sucu’nun kendi silahında kendisine dair hiçbir DNA izi çıkmaması, BİR BAŞKASININ SİLAHI KULLANDIKTAN SONRA DNA ÇIKMAMASI İÇİN SİLAHIN OLAYDAN SONRA TEMİZLENDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.
- Nitekim, İstanbul Olay yeri Şube Müdürlüğünün 2018 yılında 478 Rapor Numarası ile yazdığı Olay Yeri İnceleme Raporunda, olayda Mert Sucu tarafından kullanıldığı iddia edilen silahın “OLAY YERİ GİRİŞ SAHANLIĞINDA, ODANIN DIŞINDAKİ AYAKKABI DOLABI ÖNÜNDE YERDE, AYAKKABI İÇERİSİNDE” BULUNDUĞU kaydedilmiştir.
GÜYA ÖZEL HAREKAT POLİSLERİNE ODASININ İÇİNDEN BİR ŞARJÖR KURŞUN BOŞALTAN, HEMEN AKABİNDE DE ETKİSİZ HALE GETİRİLİP YAKALANAN, ÇEVRESİ ONLARCA POLİSLE SARILMIŞ BİR KİŞİNİN, EYLEMDE KULLANDIĞI SİLAHI BÖYLE İNTİZAMLI BİR ŞEKİLDE, ÜSTELİK DE SİLAHIN ÜZERİNDEKİ PARMAK İZLERİNİ DE SİLEREK, DIŞARIDA DURAN AYAKKABISININ İÇİNE BIRAKMAYA FIRSAT BULAMAYACAĞI AÇIKTIR.
- Olay anında orada bulunan 3 POLİSİN MAHKEMEDEKİ İFADELERİ HEM BİRBİRLERİYLE HEM DE KENDİ İÇLERİNDE ÇELİŞKİLİDİR. Örneğin, biri odaya hiç girmediklerini söylerken, biri koç başıyla kapıyı kırıp girdiklerini, diğeri ise aynı kapıyı kendisinin ters tekme ile kırdığını söylemektedir. Söz konusu polislerin ifadelerinde bunun gibi onlarca çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır.
- İddianamede ısrarla Mert Sucu’nun FİŞEKLERİ BİTENE KADAR ATEŞ EDİP polise direndiği vurgulanmış, hatta bu eylemine ‘’MERMİLERİ BİTTİĞİ İÇİN DEVAM EDEMEDİĞİ’’ öne sürülmüştür. Oysa Olay Yeri İnceleme Ekibi Mert Sucu’nun hemen başucunda 2 adet tam dolu yedek şarjörü ve ayrıca kutularında duran 200 adet yedek mermisi olduğunu raporlamıştır. Mert Sucu’nun mermilerinin bittiği için sözde eylemine devam edemediği iddiası, iddianamenin nasıl yanlı bir bakış açısıyla kaleme alındığını göstermektedir.
- Olay Yeri İnceleme Raporunda, MERT SUCU’NUN SİLAHI BULUNDUĞUNDA HOROZU İNİK, İÇİ BOŞ olduğu belirtilmiştir. ANCAK TABANCANIN ÇALIŞMA PRENSİBİNE GÖRE SONUNA KADAR ATEŞ EDİLMİŞ BİR TABANCANIN SÜRGÜSÜ GERİYE ÇEKİK DURUMDA TAKILI KALMIŞ OLMASI GEREKMEKTEDİR.
- Olay yerinde 10 kovan tespit edildiği söylenmektedir. Söz konusu silah araştırıldığında şarjörü 9X19 mm çapında 13 fişek kapasiteli bir tabanca olduğu belirlenmiştir. BİR KİŞİNİN, 13+1 KAPASİTELİ ŞARJÖRÜNDE 10 FİŞEK BULUNDURMASI MANTIKLI GÖRÜLMEMEKTEDİR.
- Üstelik olay yerindeki kovanların bir kısmı MKE 9P 11 ibareli bir kısmı ise MKE 9P 16 ibarelidir. Normal şartlarda odadaki tüm kovanların MKE 9P 16 ibareli beklenilmektedir. MKE 9P 11 İBARELİ KOVANLARIN KİMİN SİLAHINDAN ATEŞLENİP ODAYA GELDİĞİ MEÇHULDÜR.
- Mert Sucu’nun atışlarıyla güya isabet aldığını iddia eden özel harekat polisi, olaydan sonra tıbbi müdahale talep etmemiş ve görmemiş, devlet hastanesinden rapor almamış, HATTA İSABET ALMASI DURUMUNDA VÜCUDUNDA OLUŞMASI KESİN OLAN EKİMOZLARA DAİR BİR FOTOĞRAF BİLE çektirmemiştir.
- İsabet aldığı iddia edilen çelik yeleğin iç kısmında başka bir kişinin adı yazmaktadır. Yeleğin son kullanma tarihinin de geçmiş olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca, eski ve başkası tarafından kullanıldığı anlaşılan YELEKTE BİR DELİK GÖRÜLMESİNE RAĞMEN, BU DELİKTEN MERT SUCU’NUN SİLAHINA AİT BİR MERMİ ÇEKİRDEĞİ ÇIKARILMAMIŞTIR. DAHA DOĞRUSU DELİKTE HİÇBİR ÇEKİRDEK BULUNMAMIŞTIR.
- Aynı polis memuru olay günü Olay Yeri İnceleme Ekibi’ne diğer isabet iddiasından bahsetmemiş, İSABET ALDIĞINI SONRADAN İDDİA ETTİĞİ YEDEK ŞARJÖRÜNÜ TESLİM ETMEMİŞTİR. Bu şarjörü olaydan daha sonra, bilinmeyen bir tarihte bilinmeyen kişilere teslim ettiğini iddia etmiştir. Bu teslimata dair bir tutanak veya resmi bir evrak mevcut değildir.
- Mert Sucu’nun silahı, ADLİ TIP KURUMU'NA İNCELEMEYE GÖNDERİLMEDEN ÖNCE, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Adli Emanet’te mühürlü delil torbası içinde ve çelik dolapta tutulurken, izinsiz ve emirsiz şekilde bu mühür kırılmış, silah kurcalanmıştır. BUNUN SONUCUNDA, ATK'DA YAPILAN İNCELEMESİNDE SİLAH ÜZERİNDE HİÇBİR DNA VE PARMAK İZİ TESPİT EDİLMEMİŞTİR.
- Yerel mahkeme heyeti tarafından, o gün neler yaşandığını aydınlatacak en önemli delil olan OLAY YERİNİ GÖREN KAMERA KAYITLARI, SANIKLARIN ISRARLI TALEPLERİNE RAĞMEN GETİRTİLMEMİŞTİR.
2. FIRAT DEVELİOĞLU’NUN ÖZ KIZININ 8-9 YAŞLARINDA GÜYA DEFALARCA MÜVEKKİL ADNAN OKTAR TARAFINDAN CİNSEL SALDIRIYA UĞRADIĞI İDDİASI;
Dosyanın husumetli müştekisi Fırat Develioğlu, sırf müvekkil Adnan Oktar’ı zararlandırabilmek için, kendi öz kızına (Dilara Aktunç) kendi evinde “8-9 yaşlarındayken defalarca Adnan Oktar tarafından cinsel saldırıya uğradığı” yalanını söyletmiştir.
- Dilara Aktunç (Develioğlu) güya bu olayların yaşandığı iddia edilen dönemde AĞIR CEZA HAKİMLİĞİ YAPMIŞ OLAN BABAANNESİ BİRLİKTE YAŞAMAKTADIR. DİLARA’NIN ANNEANNESİ ÇOCUK DOKTORU, BÜYÜKBABASI İSE İSTANBUL EMNİYETTEN SORUMLU ESKİ VALİ YARDIMCISIDIR. Son derece bilinçli ve eğitimli bu aile büyükleri, Dilara ile içiçe yaşamalarına rağmen ÇOCUKTA İSTİSMARA UĞRAMIŞ BİR ÇOCUKTAN GÖZLENMESİ BEKLENEN TRAVMALARIN HİÇBİRİNİ GÖZLEMLEMEMİŞLER, tam tersine Dilara’nın son derece sağlıklı, neşeli, zinde bir çocukluk geçirdiğini beyan etmişlerdir.
- Dilara, babasının yönlendirmesiyle SÖZDE OLAYDAN 20-25 YIL SONRA, 2018’deki operasyonun ardından şikayetçi olmuştur.
- SÖZDE TECAVÜZE UĞRAYIP HAYATININ KARARDIĞINI İDDİA EDEN DİLARA AKTUNÇ (DEVELİOĞLU) MAHKEMEDEKİ İFADE SIRASINDA SANIK AVUKATLARINA DÖNÜP, ‘YOK MU POPO ELLEME SORUSU’ DİYECEK BİR RAHATLIK GÖSTERİRKEN, babası Fırat Develioğlu da kanal kanal dolaşıp ‘bu operasyon benim başarım’ demeyi kızının sözde tecavüze uğramasından daha mühim mi görmektedir?
- FIRAT DEVELİOĞLU NE MAHKEME İFADESİNDE NE DE YÜZLERCE KEZ ÇIKTIĞI TV EKRANLARINDA BİR KEZ BİLE BU VAHİM İDDİAYI GÜNDEME GETİRMEMİŞTİR. Mahkemede "ŞİKAYETÇİ MİSİN?" DİYE SORULDUĞUNDA, SADECE TİCARETİNİN BOZULMASINDAN ŞİKAYETÇİ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİR.BİR BABANIN YERİ GÖĞÜ AYAĞA KALDIRACAĞI KENDİ EVLADINA CİNSEL SALDIRI GİBİ BİR KONUDA GÖSTERDİĞİ BU UMURSAMAZLIK VE SAKİNLİK BÖYLE BİR OLAYIN HİÇBİR ZAMAN YAŞANMADIĞININ EN TEMEL İSPATIDIR.
- OYSA KIZININ ZARAR GÖRME İHTİMALİ BİLE BİR BABA İÇİN YERİ GÖĞÜ BİRBİRİNE KATMASI İÇİN YETER. KIZI GERÇEKTEN ÇOCUK YAŞTA TECAVÜZE UĞRAMIŞ HİÇBİR BABA HİÇBİR KOŞUL ALTINDA HİÇBİR KONUYU KIZININ YAŞADIĞI DEHŞETTEN DAHA ÖNEMLİ GÖREMEZ. Hiçbir baba kızının böyle bir felaket yaşamış olmasını unutmaz, unutturmaz. Hiçbir baba için ticari faaliyetleri, siyasete atılma ihtimali, gövde gösterisi yapma kompleksi kızının yaşadıklarından daha önemli olamaz. Özetle kızı gerçekten tecavüze veya tacize uğramış hiçbir baba Fırat Develioğlu gibi davranamaz.
- İşin şaşırtıcı yanı Fırat Develioğlu’nun katıldığı yüzlerce TV programında da bir kere bile bir kişi de kendisine bu konu hakkında soru sormamaktadır. Bir kız çocuğunun güya tacize uğramasını kimse önemli görmemektedir. Çünkü aslında tüm Türkiye böyle bir olayın hiçbir zaman yaşanmadığını gayet iyi bilmektedir.
Müvekkilimin dosyasındaki tüm isnatlar gibi Fırat Develioğlu’nun kızına küçük yaşta cinsel saldırıda bulunulduğu iddiası da yalan olduğundan Fırat Develioğlu bu konuyu gündeme getirmekten özenle kaçınmaktadır. Sözde acı duyduğunu söylediği hiçbir cinsel saldırının aslında hiç yaşanmadığının en yakın şahidi, kendi kızına ‘bana tecavüz edildi’ yalanını söyleten Fırat Develioğlu’dur. Kızının mahkemede bu konuda konuşturulmuş olması kumpas için yeterli olmuştur. Hedef Dilara Aktunç veya başka kadınları kurtarmak ya da haklarını aramak değil Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının uydurma suçlarla mahkum edilmesi, binlerce yıllık cezalar almalarıdır.
3. 9 YAŞINDAKİ BİR KIZ ÇOCUĞUNA CİNSEL İSTİSMAR YALANI
Müvekkile yöneltilen en karanlık suçlamalardan birisi, güya “9 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismar” iddiasıdır. Serra MuhammedValipour isimli bu kız çocuğu hakkındaki isnadın kamuoyunu tahrik etmek ve müvekkile karşı bir infial oluşturmak için özel olarak seçildiği açıkça görülmektedir.
Müvekkile yönlendirilen bu suç isnadının altında, Serra’nın annesi ve biyolojik babası arasında yaşanan “velayet savaşı” yatmaktadır. Çok küçük bir yaştayken, boşanan anne ve babası arasındaki velayet ihtilafında, İran uyruklu baba ve avukatı tarafından Serra ve annesi hakkında uydurma bir güya "yaşlı bir kişiyle evlendirilmek istenmesi" hikayesi kurgulanmış ve bu sahte senaryo mahkemede Serra'nın velayetini elde etmek için annesine karşı kullanılmıştır. Bu uydurma hikaye daha sonra, davamızın husumetlileri tarafından öğrenilmiş ve içine taciz iftirası senaryosu da eklenip geliştirilerek Serra bu kişiler tarafından çeşitli vaatlerle kandırılmış ve müvekkil aleyhinde dosyada gerçek dışı beyanda bulunması sağlanmıştır.
Henüz çocukken anne babasının boşanması ve Türkiye’den ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmeye mecbur kalması, Serra’nın psikolojisini ne yazık ki olumsuz yönde etkilemiş ve Serra çok problemli, psikolojik sorunları olan, alenen yalan söyleyerek iftiralar atabilen bir çocuk haline gelmiştir. Yaşadığı ülkede yanına verildiği üç koruyucu ailenin üçüne de iftira atarak yanlarından ayrılmıştır.
- MÜVEKKİL SERRA İLE -ZİYARETE GELEN PEK ÇOK ÇOCUKLU AİLEYLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDE OLDUĞU GİBİ- 5-10 DAKİKA GİBİ KISA BİR SÜRE İÇİN ANNESİ DE YANINDAYKEN GÖRÜŞMÜŞTÜR. HERHANGİ BİR ÇOCUĞA GÖSTERİLEN ŞEFKAT İÇEREN SÖZLER DIŞINDA BİR KONUŞMASI OLMAMIŞTIR.
- Serra, 2013 yılında müvekkilin canlı yayın yaptığı TV stüdyosuna annesiyle beraber geldiği sırada güya cinsel istismara uğradığını iddia etmişse de, 2018 yılına gelinceye dek bu konuda hiçbir şikayeti bulunmamaktadır. HATTA O TARİHE KADAR BÖYLE BİR OLAYIN SÖZÜNÜ DAHİ ETMEMİŞTİR. BİLAKİS, 2017 YILINDA MÜVEKKİLİN YAKIN ARKADAŞLARINDAN BİRİ İLE KENDİSİ İLETİŞİME GEÇMİŞTİR.
- Önce Instagram’dan, sonrasında ise Whatsapp üzerinden devam eden bu yazışmaların tümü Emniyet Müdürlüğü tarafından tespit edilmiş, dava dosyasına girmiştir. Serra bu yazışmaları her iki ifadesinde de kabul etmiştir. MESAJLARINDA MÜVEKKİLİ ÇOK ÖZLEDİĞİNİ, ONU ÇOK SEVDİĞİNİ VE ONUNLA TEKRAR GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ YAZMIŞTIR. KENDİSİNE SÖZDE CİNSEL TACİZDE BULUNDUĞUNU İDDİA ETTİĞİ KİMSEYLE SÖZDE OLAYDAN 4 YIL SONRA İLETİŞİME GEÇMEK, GÖRÜŞMEK İSTEMEK, ÇOK SEVDİĞİNİ SÖYLEMEK TAKDİR EDERSİNİZ Kİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRIDIR ve Serra’nın hiçbir zaman müvekkilden bir görmediğinin açık ispatıdır.
SERRA’NIN 2017 YILINDA YAZDIĞI VE ADNAN OKTAR’I ÇOK SEVDİĞİNİ, GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİĞİ MESAJLAR
- SERRA, 11.07.2018 TARİHİNDE DÜZENLENEN POLİS OPERASYONUNDAN HEMEN BİR GÜN SONRA, YASAL VELİSİNDEN HABERSİZ BİR BİÇİMDE İSVİÇRE'DEN TÜRKİYE'YE GETİRİLMİŞTİR. İfade vermeye iki husumetli müşteki eşliğinde götürülmüştür. İFADE BİTİMİNDE TUTANAKTA HAZİRUN OLARAK HUSUMETLİ MÜŞTEKİ İMZASI VARDIR ve küçük yaştaki Serra, başka bir husumetli müştekiye teslim edilmiştir.
- SERRA’NIN REŞİT OLMADIĞI HALDE HUSUMETLİ MÜŞTEKİLERİN EVİNDE KALDIĞINI, BİR YATTA GECE VAKTİ YANINDA İKİ HUSUMETLİ MÜŞTEKİ İLE BİRLİKTE İÇKİLİ PARTİYE KATILDIĞINI, YİNE BİR YATTA GÜNDÜZ VAKTİ YARI ÇIPLAK VAZİYETTEKİ BİR HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN YANINDA OTURDUĞUNU GÖSTEREN FOTOĞRAFLAR DAVA DOSYASINDA YER ALMAKTADIR.
- 2018’de ifadesini verdikten sonra yaşadığı ülkeye geri dönmediğini, anne veya babasının ülkesine de gitmediğini, bunun yerine husumetli bir müştekinin ikamet ettiği Kazakistan’a götürüldüğünü ve orada husumetli müştekinin evine yerleştirildiğini gösteren fotoğraflar mevcuttur. Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan soruşturmada Serra’nın ülkeye giriş çıkış kayıtları araştırılmış ve Serra’nın 2018’den beri Kazakistan’a gidip geldiği ve en son olarak Kazakistan’da olduğu ispatlanmıştır.
- Serra 08.09.2020 tarihli mahkeme ifadesinde “2015 YILINDA BEN YİNE ADNAN OKTAR’A GİTTİM. ANNEM BENİ YİNE ADNAN OKTAR’A GÖTÜRDÜ” DEMİŞTİR. OYSA SERRA’NIN ÜLKEYE GİRİŞ ÇIKIŞ KAYITLARINI GÖSTEREN RESMİ BELGEDE 2014 – 2017 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’YE HİÇ GELMEDİĞİ AÇIKÇA GÖRÜLMEKTEDİR.
- Uzman bilirkişi ve sosyal çalışmacı tarafından Serra’nın suç isnadı bakımından hazırlanan bilimsel mütalaada, detaylı incelemeler ve değerlendirmeler ardından şu sonuca ulaşılmıştır: “…eksik ve çelişkili durumların varlığı ile gerçek bir cinsel istismar vakasında gözlemlenebilecek en temel belirtilerin bile somut olayda görülmemesi nedeniyle somut olayda cinsel istismarın sübutundan bahsetmenin mümkün olmadığı kanaatindeyim.”
Serra’nın annesi, üvey babası, 3 kuzeni, dayısı, yengesi ve yakın aile dostları tarafından Adnan Oktar Davası dosyasına sunulmuş yazılı beyanlarında Serra’nın kişiliği ve iddia ettiği sözde cinsel istismarın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı hakkında önemli bilgiler yer almaktadır:
Üvey babası Sadık Taşdemir:
İddia ettiği şeyler olsaydı SERRA BÖYLE KONULARDA SESSİZ KALMAYAN BİR ÇOCUK, HEMEN BU KONUDA OLAY ÇIKARTIRDI. ELİNDE TELEFONU VAR... Babasıyla sürekli bağlantı halinde. Hemen ona yazardı.
Ama böyle bir şey olmadı. Çünkü ASIL GİTMEYİ İSTEYEN KENDİSİYDİ VE HERKES ONUN NE KADAR NEŞELİ GİTTİĞİNE ŞAHİT OLDU. Ben de şahidim. Telefonları hep açıktı, biz sıkı bağlantı halindeydik.
EĞER BAŞINA GERÇEKTEN BİR ŞEY GELMİŞ OLSA, HEPİMİZE BUNU ANINDA SÖYLERDİ, HATTA OLAY ÇIKARIRDI.
Böyle bir konu hiç olmadığı gibi, O DÖNEMDE KİMSE SERRA'YI MUTSUZ, SIKINTILI GÖRMÜŞ DE DEĞİL... Aksine A9 TV merak edilen bir yer olduğu için herkes o ziyaretlerini sordu. HERKESE ORADA NE KADAR MUTLU OLDUĞUNU ANLATIP DURUYORDU.
Kuzeni Hüsnücan Çelikten:
Serra'nın KÜÇÜKLÜKTEN BERİDİR SORUNLU BİR YAPISI vardı. Ağzı çok bozuktu. Annesine, yengesine, akrabalarına hakaret eder, iftiralarda bulunurdu... benimle bir tartışmaya girdi. Sonra da BENİ ALEYHİMDE DAVA AÇMAKLA TEHDİT ETTİ. Hatta "BİLİRSİN, BEN DAVALARI SEVERİM" şeklinde bir cümle kullandı... BEN 9-10 YAŞLARINDA İKEN KENDİSİNİ KÖMÜRLÜKTE SIKIŞTIRDIĞIM İFTİRASINDA BULUNDU. Böyle bir şey kesinlikle olmadığı gibi pis ve alçak bir iftiradır. Bu olayı duyunca ben ve tüm ailem şok olduk. SERRA'NIN NE DERECE YALANCI OLDUĞUNU O ZAMAN ANLADIK.
Yengesi Aysel Çelikten:
Kuzeni Aydanur Çelikten:
Netice olarak, Serra’nın alenen yalan ifade verdiği, husumetli müştekilerle işbirliği içerisinde olduğu, bu konunun bir kumpas olarak özel planlandığı somut delillerle ortaya konmuş olduğu halde, yakın akrabaları tarafından verilen beyanlar, uzman bilirkişilerden alınan bilimsel mütalaalar görmezden gelinerek müvekkile cezaya hükmedilmiştir.
4. GENÇ KIZLARIN DİNİ TELKİN ALTINDA KALARAK GÜYA CİNSEL SALDIRILARI SEVAP KAZANMAK İÇİN KABULLENDİKLERİ İDDİASI
Dosyadaki cinsel saldırı isnatları sanıkların güya “şikayetçilerin hepsini dini tebliğ/telkin yolu ile dini ecir kazanma bahanesi ile kandırıp, diğer sanıklarla düzenli cinsel ilişkiye soktukları” iddiasına dayanmaktadır.
Oysa bu değerlendirme pek çok yönden hatalıdır ve ne somut gerçeklerle ne de müşteki ifadeleriyle örtüşmemektedir. Çünkü cinsel suç isnadında bulunan müştekilerden;
- Dini bir hassasiyeti bulunmadığını, hatta ateist olduğunu,
- Kendisine hiçbir zaman dini telkin yapılmadığını,
- Kendisiyle dini konularda konuşulduğu halde bundan hiç etkilenmediğini,
- İddia edilen cinsel eylemleri (bu eylemlerin yaşandığı iddiasını kabul etmemekle birlikte) duygusal ilişki sebebiyle, sevgilisini mutlu etmek, evlenmek amacıyla rızasıyla yaptığını,
- Bir çıkar elde etmek maksadıyla yaptığını beyan eden
- Hakimin, "... sana dini telkin yaptı mı?" sorusuna, "evet" diyip, "nasıl bir dini telkin yaptı?" sorusu sorulunca, "namaz kılmamı söyledi" şeklinde cevap veren
pek çok kadın bulunmaktadır.
- Müşteki kadınlar kendilerine herhangi bir dini anlatım yapıldığında bunu sorgulayan, hatta çoğu zaman kabul etmeyip reddeden bireylerdir. BU DURUMDA ORTAYA, KENDİSİNE DİNİ KİTAP OKUMASI SÖYLENDİĞİNDE KABUL ETMEYEN AMA GÜYA SEVAP KAZANMAK HASSASİYETİYLE, ÇOĞUNU ÖNCEDEN TANIMADIĞI ONLARCA ERKEKLE ANAL YOLDAN CİNSEL İLİŞKİYE GİRMEYİ KABUL EDEN KADINLAR GİBİ ANORMAL BİR TABLO ORTAYA ÇIKMAKTADIR.
- KENDİLERİNE DİNİ TELKİNDE BULUNULDUĞUNDA BİR KERE BİLE NAMAZ KILMAYAN KIZLAR, ANAL İLİŞKİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA GÜYA SEVAP KAZANMA GÜDÜSÜYLE İSTİKRARLA, YILLARCA, ADETA KOŞA KOŞA, ŞEVKLE GELMEKTEDİRLER. Buradaki mantık çöküntüsü ve açmazın en cahil insan tarafından bile görülmemesi mümkün değildir.
- Bu kadınların hiçbiri köy yerinde yaşayan, okuması yazması olmayan, kendisine anlatılan bir şeyin doğruluğunu araştırma imkanı bulunmayan, dış dünyayla bağlantısı kopuk kişiler değillerdir.HEPSİ İSTANBUL’DA YAŞAMAKTADIR. EN AZ LİSE MEZUNU, BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU ÜNİVERSİTE SEVİYESİNDE EĞİTİM SAHİBİ, SOSYAL HAYATLARI BULUNAN, ELLERİNDE TELEFON, TABLET, LAPTOP GİBİ HER TÜRLÜ İLETİŞİM ARAÇLARINA SAHİP KİMSELERDİR. Avukat, doktor, hemşire, reklamcı, gazeteci, mimar gibi meslek sahipleridir. HAKLARINI ARAMAYI BİLEN, ELLERİNİN ALTINDA 24 SAAT İNTERNET BULUNAN, BİNLERCE TAKİPÇİLİ SOSYAL MEDYA HESAPLARI OLAN SOSYAL İNSANLARDIR.
- BU KADINLARA “OKULU BIRAK ECİR KAZANACAKSIN” DENSE GÖZÜ KAPALI EĞİTİMİNİ ÇÖPE ATMAYACAĞI YA DA “BABANIN EVİNİ SAT GETİR SEVAP ALACAKSIN” DENDİĞİNDE BUNU MUTLAKA SORGULAYACAĞI, ARAŞTIRACAĞI VE NETİCESİNDE YAPMAYACAĞI NASIL AÇIKSA, “ECİR KAZANACAKSIN” DENİLEREK “ANAL YOLDAN ONLARCA ERKEKLE CİNSEL İLİŞKİYE GİRMELERİNİN” İMKANSIZ OLDUĞU MİLYONLARCA KAT DAHA AÇIKTIR. Eğer bu kadınların dosyada yargılanan kişilerle herhangi bir şekilde kendi anlattıkları gibi bir sevgili ilişkileri olacaksa bu ilişkinin herhangi bir dini gaye ile olmayacağı ortadadır.
- Bir kadını anal ilişkiye ikna etmek için -hiçbir şekilde tasvip etmemekle birlikte- mantıken belki birileri modernlik, çağdaşlık, sınırsız cinsel özgürlük, din dışı, ateist, materyalist vb. türden telkin yöntemleri deneyebilir.ANCAK, HEMEN BÜTÜN DİNİ KAYNAKLARDA YASAKLANAN, KINANAN, ÇİRKİN GÖRÜLEN ZİNAYA, EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERE, ANAL SEKS, GRUP SEKS GİBİ İLİŞKİLERE BİR KADINI İKNA ETMEDE "DİNİ TELKİNE" BAŞVURMAK, OLABİLECEK EN ETKİSİZ, EN FAYDASIZ, EN ANLAMSIZ, EN AKLA GELMEYECEK, HATTA TAM TERS TEPECEK YÖNTEMDİR.
- İlkokul seviyesinde dini bilgiye sahip olan biri dahi anal yolla cinsel ilişki teklifinin hiçbir dini izahla kabul edilebilir olmadığını bilir. BAĞDAT CADDESİ VEYA TAKSİM GİBİ BİR SEMTTE HERHANGİ BİR KADINA, “SEVAP KAZANMAK İSTİYORSAN BENİMLE VE ARKADAŞLARIMLA ANAL İLİŞKİYE GİRMELİSİN” ŞEKLİNDE BİR CÜMLE KURMA CESARETİ GÖSTERECEK KİŞİNİN ALACAĞI CEVAP, “DİNİ TELKİNLE İRADESİNİ FESADA UĞRATARAK BİR KADINI ANAL VE/VEYA ORAL YOLDAN İLİŞKİYE ZORLAMAK” KAVRAMININ ABESLİĞİNİ KOLAYLIKLA ORTAYA KOYACAKTIR.
- ANA DOSYADA BULUNAN BİLİMSEL MÜTALAALAR DİNİ TELKİNLE İRADE FESADININ MÜMKÜN OLAMAYACAĞINI ORTAYA KOYMUŞTUR. Adli Tıp Uzmanı tarafından sunulan 25.08.2022 tarihli bilimsel mütalaada özetle şu değerlendirmelere yer verilmiştir:
“Bilinç kaybına veya direnç gösterememeye yönelik bir etkisinin bulunmaması nedeni ile TELKİN VEYA HİPNOZ İLE RIZASI BULUNMAYAN BİR KİŞİYİ İSTEMSİZ CİNSEL İLİŞKİYE YÖNLENDİRMEK OLANAKLI DEĞİLDİR. Bu nedenle, telkin veya hipnoz TCK’da tanımlanan cinsel saldırı eyleminin unsurlarından olan geçerli rızanın yokluğuna neden olan tıbbi durumlar arasında yer almamaktadır.
Akıl hastalığı veya zihinsel engeli bulunmayan erişkin BİR KİŞİYE UYGULANAN TELKİNİN İSTER DİNİ, İSTER HİYERARŞİK, İSTERSE DE SOSYAL NİTELİĞİ OLSUN, KİŞİNİN DUYGULARINI VE İRADESİNİ KONTROL ALTINDA TUTMASINA ENGEL OLMAYACAĞI GİBİ, KİŞİNİN OLUMSUZLUK OLUŞTURABİLECEK EYLEMLERE RIZASI OLMAKSIZIN KATILMASINA DA YOL AÇMAYACAKTIR. Telkinin, kişinin irade, şuur ve harekat serbestisi ile maruz kalınan eylemin ahlaki kötülüğünü anlama ve karşı koyma yetisini engelleme veya ortadan kaldırma özelliği bulunmamaktadır.
KENDİSİNE YÖNELTİLEN BİR TELKİN NEDENİ İLE CİNSEL SALDIRI MAĞDURU OLUNMASININ, ADLİ TIP VE ADLİ PSİKİYATRİK AÇIDAN BİR KARŞILIĞI VE UYGULAMASI BULUNMAMAKTADIR.
PROFESYONEL VE ETKİLİ BİR TELKİN YÖNTEMİ OLAN HİPNOZ İLE BİLE ETKİLENMEYEN BİLİNÇ KONTROLÜ VE DİRENÇ GÖSTERME YETİSİNİN, DİNİ TELKİN İLE ORTADAN KALDIRABİLECEĞİ DÜŞÜNCESİNİN BİLİMSEL BİR GEREKÇESİ BULUNMAMAKTADIR.”
BÖLÜM 3
AVUKAT BEY MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN AKLİ DENGESİNİ DEĞERLENDİREBİLECEK KONUMDA VE YETİDE DEĞİLDİR
Oya Hanım nezaketli ve kibar bir insan olarak müvekkilin dosyasıyla ilgili her konuyu karşısına “uzman” olarak getirilmiş olduğundan mecburen avukat beye sormuştur. ANCAK MALUM OLDUĞU ÜZERE BEYEFENDİ PSİKİYATRİST YA DA PSİKOLOG, HATTA SOSYAL ÇALIŞMACI BİLE DEĞİLDİR.HUKUK FAKÜLTESİNDEN MEZUN OLMUŞ BİR KİŞİNİN, BİR İNSANIN AKLİ DENGESİNİ, RUH SAĞLIĞINI VE KİŞİLİĞİNİ TAHLİL EDEBİLECEK NE BİR EĞİTİMİ NE DE BİR TECRÜBESİ OLMASI İMKANSIZDIR.ANLAŞILAN O Kİ AVUKAT BEY, EĞİTİMİNİ ALMAMIŞ OLDUĞU İÇİN EN TEMEL KARAKTER ÖZELLİKLERİNİ, ÖRNEĞİN DAHİ İLE AKLİ DENGESİ OLMAYAN, DÜRÜST İLE SAMİMİYETTEN UZAK, İLERİ GÖRÜŞLÜ İLE DAR DÜŞÜNEN ARASINDAKİ FARKLARI AYIRT EDEMEMEKTEDİR.
Beyefendinin program boyunca yaptığı değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda, suçlu ile masumu, haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı ayırt etmekten uzak olabildiği, basmakalıp kulaktan dolma bilgileri tekrar etmekle sınırlı bir anlatımı olduğu, derin tahliller ve tespitler yapabilmesinin ise mümkün olmadığı görülmektedir. Bu noksanlıklar beyefendiyi her insanda olabilecek, şefkat ve merhametle karşılanması gereken insani eksikliklerdir. Bu sebeple müvekkil de kendisine karşı öfke veya kızgınlık duymamaktadır. Ancak mesleki alanı olmayan, tecrübesi bulunmayan konularda bu kadar rahat yorum yapıyor olmasının da doğru olmadığını düşünmektedir.
Bununla birlikte, kendisine "akli dengesi yerinde değil" iftirasının atılması müvekkil için rahatsız edici bir durum da değildi. Çünkü Kuran’da Peygamberimiz (sav) başta olmak üzere pek çok peygambere ve kendini Allah yoluna adamış salih Müslümana deli dendiği bildirilmektedir:
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Araf Suresi 184)
"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin." "Rabbim" dedi (Nuh). "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et." (Müminun Suresi, 25-26)
Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Müminun Suresi, 70)
Dolayısıyla, müvekkil de Peygamberimiz (sav) ve diğer peygamberlerin, büyük İslam alimlerinin ve değerli velilerin başlarına gelenin bir benzerini yaşıyor olduğu için sevinç duymaktadır.
Aslında hiçbir gerçekliği olmamasına rağmen müvekkil için “akli dengesi yerinde değil” yakıştırmasının yapılmaya çalışılmasının temelinde, müvekkilin duruşma sırasında yaptığı konuşmanın samimiyeti, doğruluğu, hikmeti ve etkisi vardır. Müvekkilin birkaç gün önceki duruşmada yaptığı yaklaşık 1 saatlik son derece akılcı, vurucu ve etkileyici konuşmasında da "bugüne kadar devleti, milleti ve İslam aleminin faydasına ve çıkarına yapabileceğini söylediği her şeyi yaptığını ve bundan sonra da yapacak olacağını" ifade etmesi ve bu konuşmadan haberdar olan her vatandaşın müvekkile güveneceğinin biliniyor olması bazı çevrelerde ilginç bir panik meydana getirmiştir.Bu konuşmasının hemen ardından, müvekkilin etkili ve çarpıcı anlatımlarına makul, mantıklı ve bilimsel cevap verememenin endişe ve paniği söz konusu programda yapılmaya çalışıldığı gibi, doğruları gizleme ve kendince müvekkili itibarsızlaştırma telaşına yol açmıştır.
Ancak bu beyhude bir çabadır.ÇÜNKÜ NEREDEYSE 45 YILDIR MÜVEKKİLİ GAYET İYİ TANIYAN MİLLETİMİZ MÜVVEKİLİ, BİRİLERİNİN MÜVEKKİL İÇİN KULLANDIKLARI YAFTALARA, İFTİRA VE KARALAMA ÇABALARINA GÖRE DEĞİL, DEFALARCA BİZZAT ŞAHİT OLDUKLARI DÜRÜSTLÜĞÜNE, MERTLİĞİNE, SAMİMİYETİNE, AKLINA, FEDAKARLIĞINA, VATANSEVERLİĞİNE, KALENDERLİĞİNE YANİ KENDİ TECRÜBELERİNE GÖRE DEĞERLENDİRMEKTEDİR.VE MİLLETİMİZ MÜVEKKİLİN DERİNLİĞİ, AKILCILIĞI, OLGUNLUĞU, ARİFLİĞİ, SAMİMİYETİ VE HİKMETİ İLE, TECRÜBESİZLİĞİ, YÜZEYSELLİĞİ, ZORLAMA ÜSLUPLARI, ALGI OLUŞTURMA ÇABALARINI BİR SANİYEDE AYIRT EDEBİLECEK GÜÇLÜ BİR İRFANA SAHİPTİR.Altın yere düşmekle sakıt olmadığı gibi, bir insana akli dengesi yerinde değil denilerek de akli dengesi bozulmaz. Tam tersine bu tarz karalamalarla hakikati örtme çabaları hakikati daha da parlatır.
MÜVEKKİL, TARİHTE DEFALARCA ÖRNEĞİ GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE, ALEYHİNE KURULAN HER KUMPAS SONRASINDA DAHA DA DİNÇLEŞMİŞ, GÜÇLENMİŞ, SEVİLMİŞ ADETA DEVLEŞMİŞTİR. SON DERECE BASİT GİRİŞİMLERLE MÜVEKKİLE ZARAR VEREBİLECEĞİNİ DÜŞÜNENLER İSE ZAYIFLAMIŞ, GÜÇSÜZLEŞMİŞ VE ÇÖKMÜŞLERDİR. Müvekkilin inancına göre bu, Allah’ın iyileri koruyacağına söz vermiş olması ve sözünden asla dönmemesinin güzel bir tecellisidir. Allah’ın koruması altında olana, tüm dünyaya bir araya gelse zerre zarar veremez.
1. MÜVEKKİLİN 45 YILLIK KÜLTÜREL MÜCADELESİ, TEK BAŞINA ESERLERİ KESKİN BİR AKLA, HİKMETE ve İLME SAHİP OLDUĞUNU ORTAYA KOYMUŞTUR
Müvekkil Adnan Oktar 1979 yılında Ankara’dan İstanbul’a geldiği günden bu yana anti Darwinist, anti materyailst, İslam’ı ve Kuran’ı anlatan dev bir kültürel çalışma yürütmektedir. Bu sebeple defalarca iftiralara, baskılara, dayatmalara ve hukuksuzluklara maruz kalmıştır. 1986'nın yazında, "Türk Kavmindenim, İslam Milletindenim" sözlerinden ötürü hiçbir haklı hukuki gerekçe olmadan tutuklanan, 9 ay boyunca tekli hücrelerde tecrit edilerek tutulan müvekkil, daha sonra Adli Tıp'ta 40 gün ayağından yatağa zincirlenmiştir. Sonrasında ise yine hukuksuzca Bakırköy Akıl Hastanesi'ne nakledilmiş ve akıl sağlığı yerinde olmadığı iddiasıyla müşahade altına alınmıştır. Hastanede, en tehlikeli hastaların bulunduğu "14A" koğuşunda tutulmuştur. 300 akıl hastasının olduğu 14A koğuşu, Abdülhamit döneminden kalma taş bir binanın içerisindedir ve bu koğuş birkaç kilitli demir kapıdan geçilerek gidilen bir yerdir. İçerisi oldukça bakımsız, izbe ve pistir. Bu ağır hastaların arasında cinayet çok sıradan bir olay olarak görülüyordu. Müvekkil burada bulunduğu süre içerisinde, 7 cinayet işlenmiştir. MÜVEKKİL HAPİSHANEDE VE AKIL HASTANESİNDE TOPLAM 19 AY TUTULDUKTAN SONRA SAVCILIĞIN, "İFADELERİNDE SUÇ UNSURU BULUNMADIĞINI" BELİRTMESİYLE BERAAT ETTİ VE MAHKEMECE SERBEST BIRAKILDI. Daha sonra da GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ TARAFINDAN VERİLEN “SAĞLAM” RAPORU İLE BU OYUN BOZULMUŞTUR.
Müvekkil Adnan Oktar, Harun Yahya müstear ismiyle 300'DEN FAZLA KİTAP YAZMIŞ dünya çapında tanınan bir yazardır. BU KİTAPLAR 73'DEN FAZLA DİLE ÇEVRİLMİŞTİR. BU ESERLERDEN FAYDALANILARAK, TOPLAM 73 DİLDE 1000 İNTERNET SİTESİ HAZIRLANMIŞTIR. BU SİTELERİ, 2018 YILINDA DÜZENLENEN POLİS OPERASYONUNA KADAR, 167 ÜLKEDEN AYLIK ORTALAMA 50 MİLYONDAN FAZLA KİŞİ ZİYARET ETMEKTEYDİ. Yine bu eserlerden faydalanılarak hazırlanan görsel belgeseller dünyanın pek çok farklı ülkesinde 100'den fazla televizyon kanalında düzenli olarak yayınlanmıştır. Müvekkilin günlük makaleleri de İran’dan Suudi Arabistan’a, Amerika’dan Çin’e, Rusya’dan Malezya’ya kadar onlarca ülkede 100’den fazla gazete ve internet sitesinde düzenli yer almıştır.
Müvekkil Adnan Oktar'ın eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna'ya, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Çince, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Azerice, Bengolice, Bulgarca, Danimarkaca, Lehçe, Malezyaca, Portekizce, Sırpça, Hollandaca, İbranice, Macarca, Fince, Farsça, Hausa, Dhivehi dili, Hindice, İsveççe, Japonca, Kırgızca, Kishwahili, Malayalam, Norveççe, Romence, Tamil, Telagu, Thai dili gibi hemen her dile çevrilen eserler yurtdışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir. Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insanın iman etmesine, pek çoğunun da imanında derinleşmesine vesile olmaktadır. Kitapları okuyan, inceleyen her kişi, bu derin farklılığın ve faydanın, eserlerdeki hikmetli, akılcı, kolay anlaşılır ve samimi üslubun farkına varmaktadır.
Müvekkilin özellikle Darwinizm'i bilimsel olarak çürüten eserleri, dünya çapında bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. EVRİMCİ YAYINLARIYLA TANINAN NEW SCİENTİST DERGİSİNİN 22 NİSAN 2000 TARİHLİ SAYISINDA bir bilim insanının kullandığı ifadeyle EVRİM TEORİSİNİN YANLIŞLIĞININ VE YARATILIŞ GERÇEĞİNİN ANLATILMASI KONUSUNDA "ULUSLARARASI BİR KAHRAMAN" olarak nitelendirilmiştir. Müvekkilin materyalizm ve Darwinizm'e karşı verdiği fikri mücadele sık sık National Geographic, Science, New Scientist, NSCE Reports gibi çoğunluğu evrimci olan yabancı yayın organlarında da gündeme getirilmiştir.
Müvekkilin Yaratılış Atlası isimli eseri ise başta Fransa olmak üzere, Amerika, Çin, Brezilya, Hollanda, Beçika, İngiltere, İtalya, İsveç, İsviçre, İspanya, Danimarka gibi birçok ülkede büyük yankı uyandırdı. Yaratılış Atlası'nı konu alan sayısız gazete haberi, köşe yazısı, televizyon programı, internet sitesi kitabın fikri etkisini gözler önüne serdi. Avrupa Konseyi toplandı, raporlar hazırlandı, Milli Eğitim bakanlıkları bildiriler yayınladı.
Avrupa’nın en büyük gazete ve dergilerinin aşağıdaki manşetleri müvekkilin keskin aklının, eserlerindeki hikmetin, kültürel mücadelesinin etkisinin tarihe geçen birer belgesi niteliğinde oldu:
Fransa, Science & Vie Bilim Dergisi
"Atlas, SOĞUK DUŞ ETKİSİ YAPTI…"
Fransa, Le Point
"DARWIN'İ KURTARIN!"
Fransa, La Liberation
(Yaratılış Atlası) Tek Bir Hamlede TAM BİR PANİK GERÇEKLEŞTİRDİ.
Almanya, Stern Dergisi
GÖKGÜRÜLTÜSÜ GİBİ PATLAYAN KİTAP...
Almanya, Nürnberg Zeitung
Harun Yahya'nın ilmi çalışmalarının anlatıldığı haberin başlığı, "DARWIN'IN AVRUPA'DA İŞİ ZOR" şeklindeydi.
Hollanda, Radyo Netherlands İnternet Sitesi
Yaratılış Atlası Avrupa'da BÜYÜK BİR TUFAN OLUŞTURDU.
İtalya, Corriera Della Serra Gazetesi
… AMA KESIN OLARAK BİLDİĞİMİZ ŞEY BİZİM KAYBEDENLER OLACAĞIMIZ.
İtalya, La Stampa Gazetesi
ELVEDA DARWIN
Hayatı boyunca bu kadar geniş çapta bir etki ve başarı elde edebilmiş çok sayıda yazar olduğundan, avukat bey de muhtemelen böyle etkili bir insanı daha önce hiç tanımadığından müvekkilin keskin aklını ve dehasını kavrayamamıştır. Dahi ile deli arasındaki farkı bilmediği anlaşılan avukat beyin, Türkiye tarihini ve hatta dünya tarihini inceleyip böylesine faydalı, etkili, başarılı başka bir yazar olup olmadığını bizzat incelemesi yerinde olacaktır.
Müvekkilin eserleri söz konusu olduğunda gündeme gelen iddialardan biri de bu eseleri kendisinin değil bazı arkadaşlarının yazdığıdır. Bu iddia genellikle müvekkilin arkadaş grubundan ayrılan bazı kişiler tarafından “kitapları biz yazıyorduk” şeklinde dile getirilmektedir. Ne var ki bu iddiayı ortaya atanların unuttuğu ve unutturmak istediği çok önemli bir gerçek vardır: MÜVEKKİL, BU KİŞİLERİN YANINDAN AYRILMASINDAN SONRA DA 100’DEN FAZLA YENİ KİTAP YAZMIŞ, BU KİTAPLAR TÜM DÜNYADA BÜYÜK İLGİ GÖRMÜŞTÜR. YANİ, "KİTAPLARI BİZ YAZIYORDUK" DİYENLERİN AYRILMASINDAN SONRA DA ADNAN OKTAR ONLARCA YENİ KİTAP YAZMAYA VE YAYINLAMAYA DEVAM ETMİŞTİR. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ, BU KİŞİLERİN İDDİALARI GERÇEK OLSA, YANİ KİTAPLARI ÖNCEDEN BU KİŞİLER YAZIYOR OLMUŞ OLSA, KENDİLERİNİN AYRILMASINDAN SONRA MÜVEKKİLİN AYNI HIZDA, YOĞUNLUKTA VE KALİTEDE BUNCA SAYIDA YENİ KİTAPLAR YAZIP YAYINLAMASI DOĞAL OLARAK MÜMKÜN OLMAYACAKTI.
AYRICA SÖZ KONUSU KİŞİLERİN, GRUPTA OLDUKLARI DÖNEMDE YAZDIKLARINI İDDİA ETTİKLERİ (GERÇEKTE TAMAMI MÜVEKKİLE AİT) KİTAPLARIN İÇERİK, ÜSLUP VE TARZINDA YAZDIKLARI TEK BİR KİTAPLARI DAHİ BULUNMAMAKTADIR.
MÜVVEKİLİN TÜM ESERLERİNDEKİ AYNI ÜSLUP, AYNI SAMİMİYET, AYNI HİKMET VE ETKİLEYİCİLİK İSE BUNLARIN TEK BİR AKILDAN ÇIKTIĞININ, MÜVEKKİLİN BİZZAT KENDİSİNİN ESERLERİNİN OLDUĞUNUN ÇOK AÇIK GÖSTERGESİDİR.
2. DANS EDİP EĞLENMENİN AKLİ DENGESİZLİĞE DELİLMİŞ GİBİ GÖSTERİLMESİ CİDDİ BİR AKIL TUTULMASIDIR
Program esnasında dikkat çeken şeylerden biri de müvekkilin A9 TV’de yayınlanan programından dans görüntüleri göstererek bunun güya akli dengesizliğe delil olduğunun söylenmesidir. Kendisinin de son derece modern bir yaşam tarzına sahi olduğu görülen Oya Hanım’ın, iyi niyetinden emin olmakla birlikte, dansı, dekolteyi, neşeyi, sevinci, eğlenmeyi “delilik” olarak lanse etmesinin çelişkili bir tutum olduğu kanaatindeyiz.Katıldığı düğünlerde kadınlı erkekli horon tepen, yaz mevsimlerinde kadınlı erkekli plajlarda bikini ve mayo ile güneşlenen, bikini ve mayo ile plajda eğlenceye katılıp dans eden, denizde kadınlı erkekli şakalaşan, müziği dansı eğlenmeyi seven insanların yaşadığı bir ülkede, dans edip eğlenen müvekkil olduğunda buna karşı çıkılması, bunun güya yadırgancak anormal bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılması dürüst bir davranış olmamaktadır.
Türkiye, her bölgesinde kendi kültürüne göre, en mutaassıp bilinen yerlerde dahi düğününde müzik, dans, eğlence olan bir ülkedir. Yaşlısından gencine herkes dilediği gibi eğlenmektedir. Gece kulüpleri, diskolar, pavyonlar her gece son derece kalabalıktır. Yaz boyunca milyonlarca Türk kadını bikini ile sahillerde dolaşmakta, bikini ile dans etmekte, bikini ile halkın içinde yatıp güneşlenmektedir. Sırf müvekkil Adnan Oktar’ı eleştirebilmek için herkesin hakkı ve zevki olan eğlenceyi, özgürlüğü, dekolteyi, neşeyi “delilik” ilan etmek bir tür akıl tutulmasından kaynaklanmaktadır.
Eğer birisi bir insanın dans etmesini kendince delilik olarak adlandırmaya kalkarsa bir diğeri de onun zevklerini örneğin köpeği ile aynı bandanayı takıp fotoğraf çektirmesini, müzik aleti çalmasını, motosikletle dolaşmasını delilik olarak yaftalayabilir. Herkesin bir diğerine deli dediği değil, özgürlüğüne, zevklerine, eğlencesine, neşesine, yaşam tarzına saygı duyduğu bir toplum güzel olandır. İnanıyoruz ki Oya Hanım’ın kendisi de özgürce giyindiği, müzik dinlediği, eğlendiği, arkadaşlarıyla şakalaştığı, kimsenin bir diğerini inancı, yaşam tarzı, düşünceleri nedeniyle baskı altına almadığı bir toplumda yaşamayı tercih etmektedir.
3. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR, AVUKAT BEY’İN DE SÖYLEDİĞİ GİBİ AKILCI, BİLGİLİ, GERÇEKÇİ BİR İNSANDIR
Oya Hanım ve konuğu olan avukat beyin müvekkilin akli durumuyla ilgili olarak yaptıkları zorlama yorumlara kendilerinin dahi inanmadıklarının önemli göstergelerinden biri ise, bu cümleleri kurmalarının üzerinden 2 dakika geçmeden bu sefer de müvekkilin savunmasının ne kadar iyi olduğunu ne kadar akılcı yorumlarda bulunduğunu söylemeleri, kendisinin bilgi birikimini övmeleri olmuştur.
İNSANLARIN BİRİNE YA DA BİR ŞEYE HAYRAN OLDUKLARINDA, BİR ŞEKİLDE BUNU İFADE ETMEKTEN KAÇAMAMALARI PSİKOLOJİK BİR GERÇEKTİR. KİMİ ZAMAN KARŞISINDAKİNİ ELEŞTİRİR GİBİ YAPARAK KİMİ ZAMAN İSE KENDİNCE ALAY ÜSLUBU KULLANARAK ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞSALAR DA BİLİNÇ ALTLARINDAKİ HAYRANLIK VE DOĞRUYU KABUL ETME MUTLAKA DIŞA VURUR.
Her ne kadar avukat bey de müvekkilin aklını ve zekasını takdir ederken müvekkilin güya “hegemonya kurma” isteğinde olduğunu öne sürse de bunun doğru olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. Müvekkil hayatının hiçbir döneminde hiçbir insanın özgürlüğünü kısıtlamamış, kendi fikrini dayatmamıştır. Zor ve baskının Kuran’da yasaklandığına inanan, dayatmanın insanları ikiyüzlü olmaya zorlayacağını bildiği için bunu asla istemeyen, özgürlüğü seven ve teşvik eden bir insandır. Böyle olduğuna da gerek canlı yayınlarında gerekse özel hayatında milyonlarca insan bizzat şahit olmuştur. Sadece Türkiye’nin değil belki de tüm İslam aleminin en hür düşünen ve özgür yaşayan, özgürlüğü savunan isimlerinden biri olan müvekkili hegemonya kurmakla itham etmek sadece içi boş bir algı çalışmasıdır.
BÖLÜM 4
AVUKAT BEYİN, MÜVEKKİLİN ULUSLARARASI ALANDAKİ ETKİLERİNDEN HABERSİZ OLDUĞU GÖRÜLMEKTEDİR
Müvekkilin 11 Ekim 2024 tarihindeki duruşmada İsrail-Filistin arasındaki anlaşmazlığı kısa sürede çözüme kavuşturabileceğini söylerken hayali bir varsayımdan bahsetmediğinin en önemli delili daha önce bu konuda yapmış olduklarıdır. ÜSTELİK MÜVEKKİL SADECE İSRAİL-FİLİSTİN KONUSUNDA DEĞİL, ERMENİSTAN-AZERBAYCAN SORUNUNDA, RUSYA İLE OLUŞAN UÇAK KRİZİNDE, DOĞU TÜRKİSTAN’DA DEVAM EDEN HAK İHLALLERİNDE, İRAN VE İSRAİL ARASINDAKİ ANLAŞMAZLIKLARDA, MISIR’DA GERÇEKLEŞEN DARBEDE, SURİYE İÇ SAVAŞINDA DA ÇOK SAYIDA GÖRÜŞMELER YAPMIŞ, BARIŞIN VE SEVGİNİN HAKİM OLMASI İÇİN FARKLI KESİMLERDEN İNSANLARLA GÖRÜŞMÜŞTÜR. Müvekkil Adnan Oktar’ı ziyarete gelenler arasında Şİİ, CAFERİ, KATOLİK, PROTESTAN, ORTODOKS, MUSEVİ, NUSAYRİ, ERMENİ, BUDİST HER DİNDEN VE İNANÇTAN, DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAKİ FARKLI CAMİA VE CEMAATLERDEN, KANAAT ÖNDERLERİNDEN çok sayıda insan bulunmaktadır.
BUNLARDAN BAZILARI ŞÖYLEDİR (Burada çok az bir kısmına yer verilmiştir):
- Milletvekili Haham Yitzhak Cohen, Eski Bakan Yardımcısı
- Haham İzhak Dayan, Cenevre Baş Hahamı, Avrupa Hahamlar Konferansı BM Temcilcisi, İsviçre
- Haham Ben Abrahamson, Sadıklar Derneği Kurucu ve Yöneticisi, Sanhedrin Hahamlar Konseyinin İslam konusunda danışmanı, İsrail
- Milletvekili Haham Nissim Zeev, Şas Partisi kurucusu, Küresel Etik için Parlamentolar Arası Koalisyon Eş Başkanı, İsrail
- Dr. Şeyh Remzi, İngiltere Müslüman Konseyi (MCB) Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Komitesi Başkanı
- Şeyh Hassan Dyck, Şeyh Nazım El-Kıbrisi Hazretlerinin Kıdemli Vekili
- Büyük Hristiyan Cemaati Redeemed Christian Church of God (RCCG) lideri Pastör Enoch Adeboye’nin temsilcisi
- Pastör Dele Olowu, Redeemed Christian Church of God (RCCG) Avrupa Kıtası Başkanı 13. Mehmet Duman, Başbakan Danışmanı
- Prof. Dr. Ulrich Bruckner, Kültürel Diplomasi Enstitüsü, ICD Program Başkanı: Avrupa-İsrail-Filistin, Avrupa İncelemeleri Jean Monet Profesörü, Almanya
- Büyükelçi Prof. Alan Baker, İsrail'in Eski Kanada Büyükelçisi, Kudüs Kamu İşleri Merkezinde Çağdaş İlişkiler Enstütüsü Direktörü, İsrail
(Bu ziyaret Sanhedrin resmi sitesinde, ‘Ortadoğu’da gerçek barışın çözümü hak din içinde’; Adnan Oktar İsrailli din adamlarından bir heyeti ağırladı başlığı ile yayınlandı)
Haham Yeshayahu Hollander (Kudüs Musevi Hahamlar Meclisi Sanhedrin, Beni Nuh Mahkemesi Başkanı)
Ortodoks Hıristiyan lider Rahip Hurrian Dimitri
Samaritlerin lideri Sn. Japhet Tsedaka (Yefet Zadka)
İsrail İmar Bakanı yardımcısı Eyüp Kara
Dürzi topluluğu lideri Şeyh Ameen Kablan
Efraim Lahav (Başbakanlık ofisinden kıdemli strateji danışmanı; Kudüs Akademik Biriliği yönetim kurulu başkanı)
Haham Ben Abrahamson (Kudüs Musevi Hahamlar Meclisi Sanhedrin’in İslam konusunda danışmanı)
- Eyüp Kara - İsrail'in Negev ve Celile bölgelerinin Kalkınmadan Sorumlu Bakan yardımcısı, Likud partisinden Dürzi milletvekili
- Haham Avraham Sherman - İsrail Rabbani Yargıtayında yönetici haham, İsrail’in yüksek dini mahkemesinde hakim
- Haham Avraham Yosef - İsrail’de Holon Baş Hahamı, Baş Rabbani Konseyi’nin Sefardi temsilcisi; dünyanın en etkili hahamlarından Şas partisinin ruhani lideri, eski İsrail Baş Hahamı Haham Ovadya Yosef'in oğlu
- Haham Zion Cohen, İsrail'de Yehud Başhahamı ve Sha'ar HaNegev Başhahamı
- Haham Tzvi Jacobson - İsrail'de Şas partisinin genel sekreteri
- Haham Yeşayahu HaKohen Hollander - Sanhedrin Rabbani Meclisinde ve Beni Nuh Mahkemesinde yönetici hakim
- Haham Ben Abrahamson - Sanhedrin Hahamlar Meclisinin İslam konusunda danışmanı
- Rahip Giries Mansoer - Ortadoğunun Vatikan temsilcisi
- Şeyh Ataf Krinawi - Bedevi lider, başbakan Netanyahunun Bedevi topluluk için danışmanı
- Şeyh Yusuf Hirbawi - Celilede Dürzi dini konsey başkanı, dinler ve toplumlar arasında anlayışı tebliğ ediyor
- Salman Hino - İsraildeki Dürzi Valiler Başkanı
- Fredi Malek - İsrail'de belediyelerde yönetim ve azınlıklar arasındaki bağlantı biriminin başı
Görüldüğü üzere müvekkil dünya çapında, bulundukları ülkede en etkin siyaseti belirleyen, halkın sevgisini kazanmış önde gelenlerle her zaman yakın ilişki içinde olmuştur. BU KİŞİLER HER ZAMAN MÜVEKKİLİN GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİNE DEĞER VERMİŞ, BÖLGEYİ, ÜLKELERİNİ VEYA ÜLKELERİ İLE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ İLGİLENDİREN BİR KONU OLDUĞUNDA MUTLAKA MÜVEKKİLİN GÖRÜŞÜNÜ ALMAK İSTEMİŞLERDİR. MÜVEKKİLİN SAMİMİYETİNE, BİR MENFAAT BEKLENTİSİ İÇİNDE OLMADIĞINA, VİCDANINDA DEFALARCA ŞAHİTLİK ETMİŞ KİŞİLER OLDUKLARI İÇİNDE HER ZAMAN İÇİN MÜVEKKİLİN TAVSİYE VE ÖNERİLERİNİ SEVEREK YERİNE GETİRMİŞLERDİR.
Müvekkilin görüştüğü hahamlar, İsrail’de Hükümet politikalarını belirleyen, devlet yapısının temel unsurlarından biri olan Sanhedrin Meclisi üyesi olan kişilerdir. Benzer şekilde Filistin tarafından görüştüğü din adamları da bölgedeki tüm İslami gruplar üzerinde söz sahibi olan kanaat önderleridir. Bu görüşmelerin tamamı Devletimiz’in bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Hahamların Türkiye’ye her gelişleri başta Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere ilgili Bakanlıklar ve İstihbarat Kurumu tarafından onaylanmış, Hahamlar her defasında Ankara’da da çeşitli görüşmeler yapmışlardır.
Müvekkil, geçmişte tüm Türkiye’nin de şahit olduğu üzere İsrail’le İslam alemi ve Türkiye’nin ilişkileri konusunda, tamamen ülkemizin ve İslam aleminin iyiliği doğrultusunda, son derece adil, her iki tarafın da razı olduğu çok sayıda çözüm üretmiş bir insandır.
ÖRNEĞİN;
- 2008 yılında bir İsrail askerinin Filistinli gruplar tarafından rehin alınması üzerine oluşan gerilim ve çatışmaların yatıştırılması bunlardan biridir. Müvekkil İsrail ve Filistin’den gelen heyetlerle görüşmüş, iki tarafı bir araya getirmiştir. Bu görüşmeler neticesinde İsrail hapishanelerinde tutulan 200’den fazla Filistinli tahliye edilmiştir. Büyük bir savaşa ve kan dökmeye doğru giden olayların sakinleşmesine vesile olmuştur.
- 2012 yılında İsrail’in Beersheva kentinden bulunan ve Osmanlı Dönemi’nden kalma Beersheva Camii’nin bahçesinde Şarap Festivali düzenlenmesi kararı alınmıştır. Bu durum haklı olarak tüm İslam aleminde rahatsızlık yaratmış bölgede gerilim bir kez daha çok yükselmiştir. Müvekkil hemen İsrail devleti üzerinde etkin olan hahamlarla görüşerek bunun yanlışlığını izah etmiştir. Bu görüşmenin ardından İsrail cami avlusunda yapılacak olan Şarap Festivalini iptal etmiştir.
- 2010 yılında Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinin saldırıya uğraması ve vatandaşlarımızın şehit edilmesi üzerine Türkiye-İsrail ilişkileri Cumhuriyet tarihinin en gergin dönemlerinden birini yaşamıştır. Saldırının hemen ardından Müvekkil İsrailli hahamlarla görüşmelere başlamış, bu görüşmeler birkaç kez tekrarlanmış ve uzun görüşmeler neticesinde İsrail Türkiye’ye tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Böylece iki ülke arasındaki gerginlik sulh ile neticelenmiştir.
Müvekkil İsrail’in önde gelen hahamlarıyla görüşmeler yaparken, bu yöntemin Peygamberimiz (sav) zamanında da uygulandığı, Kuran ayetlerinde dindar Museviler ve Hristiyanlarla iyi ilişkiler kurulmasının tavsiye edildiğini bilerek hareket etmiştir.
- 2009 yılında İran dini lideri Ayetullah Hamaney’in verdiği fetva ile İran’ın Atom bombasının haram olduğunu açıklaması da müvekkilin görüşmeleri neticesinde olmuştur. Tüm Ortadoğu’yu kan gölünü çevirip kitlesel ölümlere sebep olacak bir felaketin önlenmesi için müvekkil İranlı din adamları ile görüşmeler yapmış, televizyon yayınlarında tüm sivilleri hedef alacak atom bombası kullanmanın haram olacağını izah etmiştir. Bu görüşme ve konuşmalar neticesinde İran fetva yayınlayarak atom bombası kullanmaktan vazgeçtiğini duyurmuştur.
Sadece bu 3-4 örnek dahi müvekkilin İsrail’le ilgili, Ortadoğu barışı için, İslam aleminin alakadar eden sorunlar söz konusu olduğunda son derece etkili bir rolü olduğunu göstermektedir. Her biri gerçekleştiği dönemde büyük krizlere sebep olan, neticesinde binlerce insanın canının söz konusu olduğu bu olayların sulh ile neticelenmiş olması son derece kıymetlidir. Bu güzel neticeler bugün de imkan tanınmış olsa müvekkilin İsrail-Filistin barışının tesis edilmesini sağlayacağının göstergesidir. Müvekkil, bu girişimler neticesinde elde edilen başarının ise kendisine ait olmadığını bilmekte, Allah’ın bir lütfu ve nimeti olduğuna inanmaktadır.
BÖLÜM 5
HUKUK SİSTEMİ DÜZELDİĞİNDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ BERAAT EDECEĞİNİ TÜM TÜRKİYE BİLMEKTEDİR
Müvekkil ve arkadaşları hakkındaki ceza kararının onandığı tarihten bu yana onlarca TV programında görülen bir üslup bahse konu programda da yaşanmıştır. Bir kez daha “Adnan Oktar dışarı çıkabilir mi?”, “çıkamaz, asla çıkamaz, çıkmayacak, çıkmasın” konuşmaları yapılmıştır. DİKKAT EDİLİRSE NE AVUKAT BEY NE DE DİĞER PROGRAMLARDA KONUŞANLAR BU DOSYADA “ŞU ŞU DELİLLER VAR, ŞU ŞU BELGELER VAR, BU YÜZDEN SUÇUN İŞLENDİĞİ KESİN” DİYEMEMEKTEDİRLER. Hiçbir hukuki delile ya da yoruma dayanmadan, bir nevi takılmış plak gibi durmadan, “çıkmayacak, çıkmayacak, çıkmamalı” kelimelerini tekrar etmektedirler. VE BU ÜSLUP, KENDİLERİNİN DE TÜRKİYE’DE HUKUK SİSTEMİNDEKİ SORUNLAR GİDERİLDİĞİNDE, KANUNLAR UYGULANDIĞINDA MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ BERAAT EDECEĞİNİ ÇOK İYİ BİLDİKLERİNİ GÖSTERMEKTEDİR.
1. MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ HUKUKA AYKIRI OLARAK İÇERİDE TUTULMALARI ÇABASI
Nitekim bu dosyanın husumetli müştekilerinin ve bazı gazetecilerin zaman zaman yaptıkları açıklamaklar da bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Müvekkil ve arkadaşlarının kanunlara göre suç olan hiçbir şey yapmadıklarını çok iyi bilen bu çevreler, müvekkilin özgürlüğüne kavuşmaması için son derece ilginç ve hukuk dışı yollara başvurmaktadırlar.
Örneğin dosyanın husumetli müştekilerinden Özkan Mamati (Deniz) adlı kişi Hakan Ural'ın 11.01.2023 tarihli programında, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında "CUMHURBAŞKANIMIZ OLMASA BUNLAR (HAPİSTEN) ÇIKAR" yalanını hiç çekinmeden söyleyebilmiştir.
HAKAN URAL: Dediniz ki; ‘bugün CUMHURBAŞKANIMIZ OLMASA BUNLAR ÇIKAR’.
ÖZKAN MAMATİ: Tabii. BU BİR POLİTİK İRADE.
HAKAN URAL: Korkunç bir şey ama bu.
ÖZKAN MAMATİ: TABİİ ÇIKAR.
HAKAN URAL: İnanılmaz. Bakın tekrar ediyorum; Özkan Bey dedi ki ‘bugün CUMHURBAŞKANIMIZ OLMASIN ÇIKARLAR.’
SUÇSUZ İNSANLARIN CUMHURBAŞKANIMIZIN TALİMATIYLA HAPİSTE TUTULDUĞUNU izlenimi oluşturmaya çalışmak, BU DERECE ÇİRKİNCE YALAN SÖYLEMEK aslında bu dosyanın baştan sona bir kumpas olduğunu gösteren önemli bir delildir. Zira kumpas denilen şey sayısız iftira, tuzak, karanlık oyunun yanı sıra kamuoyu algısı oluşturmaya çalışan yalanlar üzerine kuruludur. Yaptıkları hukuksuzluğu kendilerince meşrulaştırmaya çalışırken hükümetin, iktidarın, devletin kurumlarının kendilerini destekledikleri imajı oluşturmaya çalışırlar. Hukuken hiçbir değeri olmayan davaların devletin isteğiyle yönetiliyormuş imajı oluşturmakla bir nevi bir taşla iki iş hallederler. Bir yandan ülkenin hukuktan uzak, keyfi idare edildiği izlenimi oluşturarak toplumsal düzeni hedeflerler bir yandan korkudan ya da menfaatten beslenen odakların kendilerini desteklemesi için zemin oluştururlar bir yandan da yaptıkları hukuksuz girişimleri örtbas ederler.
Ancak, her şeyden öte CUMHURBAŞKANIMIZI kamuoyuna kötü tanıtmaya ve karalamaya yönelik bu ÇOK AĞIR BİR İTHAMIN temel sebebi müvekkil Adnan Oktar’ın suçu olmadığını ve hukuk gereği gibi uygulandığında kaçınılmaz olarak beraat edeceğini biliyor olmalarıdır. KENDİ HUSUMETİ İÇİN SN. ERDOĞAN’IN ADINI KULLANMA CÜRETİNİ GÖSTERECEK DERECEDE GÖZÜ DÖNMÜŞLÜĞÜN temel sebebi budur.
Elbette müvekkil ve arkadaşları bu çirkin iddialara hiçbir zaman inanmamış, itibar etmemiştir.
SUÇSUZ İNSANLARIN CEZAEVİNDE CUMHURBAŞKANINDAN GELEN TALİMATLA TUTULDUĞUNUN SÖYLENMESİ VE BU KONUDA BU KADAR RAHAT KONUŞABİLMESİ ÜLKEYİ FELAKETE GÖTÜRECEK DEHŞETLİ BİR DURUMDUR.
Buna benzer bir diğer şaşırtıcı olay da gazeteci NEDİM ŞENER’İN alenen ve açıkça MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ TAHLİYE OLMAMASI İÇİN YARGITAY’A BASKI YAPTIKLARINI SÖYLEMESİDİR.
9 Eylül 2024 tarihinde TVNET isimli kanalda yayımlanan Net Bakış programında Nedim Şener şu konuşmayı yapmıştır:
Nedim Şener: Adnan Oktar suç örgütü hatırlıyor musun 8.000 yıl isteniyor, 8000 yıl! Ne oldu? AZ DAHA YARGITAY’DA, EĞER YAZIP ÇİZMESEK BERAAT, ŞEY TAHLİYE OLUYORLARDI!Ya yargıdan bahsediyoruz, hocam deminden dedi ya vicdan. Ama bir de ne var (cebinden cüzdanını çıkarıyor) cüzdan!
Nedim Şener bu programda yaptığı konuşmada, ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARININ YARGITAY’IN İNCELEDİĞİ DOSYADA BERAAT EDECEKLERİ VE TAHLİYE OLACAKLARINI, ANCAK KENDİSİNİN YAPTIĞI “YAZMA ÇİZME” FAALİYETİ SAYESİNDE YÜKSEK YARGININ ETKİ ALTINDA BIRAKILIP BU KARARIN ÇIKARILMADIĞINI, BÖYLECE CEZALARIN ONANDIĞINI AÇIK AÇIK SÖYLEME CÜRETİNDE BULUNMUŞTUR.
Önceklikle şunu belirtmek gerekir ki eğer gerçekten kanunlara ve içtihatlara göre bir değerlendirme yapılmış olsa Yargıtay 1 Ceza Dairesi’nin Adnan Oktar Davası dosyasında onama kararı vermesi imkansızdır. Nedim Şener de bu gerçeğin çok iyi farkında olan biri olarak Yargıtay’ın yerel mahkemenin ceza hükmünü bozması ihtimalinin oldukça yüksek olduğunun bilincindedir. Hukukun uygulanmasının Adnan Oktar ve arkadaşlarının beraati anlamına geleceğini bildiği için de hukukun uygulanmasına engel olduklarını itiraf etmektedir.
Bununla birlikte bir gazetecinin hangi vasıfla, Yargıtay’ın inceleme yaptığı bir dosyadaki kanaatine vakıf olduğu, üstelik bu kanaatin değişmesini sağladığını sanması anlaşılabilir bir durum değildir. Bir hukuk devletinde tahayyül dahi edilemeyecek bu durumun bir gazeteci tarafından milyonların gözü önünde anlatılabilmesi, bu tür gayri hukuki girişimlerde bulunanların kanunun gereği olan karşılığı almamalarından kaynaklanmaktadır. ANCAK HAYRET EDİLECEK ŞEKİLDE BU KADAR ALENİ VE PERVASIZCA YARGITAY’I BASKI ALTINA ALINDIĞININ İDDİA EDİLİYOR OLMASINA RAĞMEN TEK BİR KİŞİ BİLE BU DURUMU SORGULAMAMAKTADIR.
Nedim Şener’in yargı mekanizması ile çarpık ilişkisini gösterir tek örnek bu da değildir. İstanbul Bölge Adliyesi 1. Ceza Dairesi’nin Adnan Oktar Davası dosyasında hukuka uygun olarak vermiş olduğu bozma ve bazı sanıklar açısından tahliye kararını takiben sosyal medyada Nedim Şener, Hilal Kaplan, Mücahit Birinci gibi bazı isimler tarafında yaygara yapılmış, acil bir algı çalışması başlatılmıştır. Bir yandan kararı veren İstinaf hakimleri hedef alınırken bir yandan tahliye olanların yeniden tutuklanmaları kampanyası başlatılmıştır. Savcılığın tahliyelere itirazının henüz İstanbul BAM 2. Ceza Dairesi tarafından incelemesi yapılırken, Daire kararı henüz UYAP’a yüklenmemişken kararın ne olduğu Nedim Şener tarafından kendi Twitter (X) hesabından paylaşılmıştır.
Nedim Şener bu paylaşımı yaptığı sırada, dosyanın tarafı olan hiçbir müdafi veya sanık henüz karardan haberdar değildir. UYAP ortamında yapılan basit bir inceleme ile, kararın ilgili taraflara duyurulduğu saat hemen tespit edilebilmektedir. Bu saat, Nedim Şener’in yukarıda görülen paylaşımından çok daha sonraki bir saattir. Kaldı ki, müdafiler ilgili ceza dairesinin kalemi ile mesai saatinden sonra yaptıkları görüşmelerde dahi, henüz kararın onaylanmadığı ve yayımlanmadığı bilgisini almışlardır. Ancak bu bilgi dosyanın ilgililerinden önce Nedim Şener tarafından öğrenilmiş ve kamuoyuna da duyurulmuştur. Bu durumda, adı geçen gazetecinin kararı illegal yöntemlerle elde ettiği ve kamuoyuna duyurduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Bunun bir gazetecilik başarısı olarak görülmesi ise asla mümkün değildir. Hukukun sınırlarını aşan, vatandaşların haklarını ihlal eden, yasal yollar dışında evrak ve belge edinip bunları algı operasyonu yapmak amacıyla yayınlayanlar mesleki kaygı değil bir takım odaklara hizmet gayreti içinde olurlar. Bu tarz illegal tutum ve davranışların bir hukuk devletin makul görülmesi mümkün olamaz.
MÜVVEKİL VE ARKADAŞLARI SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA İSE GÖZ YUMULMAK İSTENEN TÜM BU HUKUK DIŞI UYGULAMALAR ASLINDA TEK BİR GERÇEĞİ GÖSTERMEKTEDİR. BU DOSYANIN YARGILANANLARI HUKUKLA DEĞİL KEYFİYETLE CEZALANDIRILMAKTADIRLAR.
2. MÜVEKKİL İÇİN GEÇMİŞTE DE “BİR DAHA ÇIKAMAZ” DİYENLER OLMUŞ, ANCAK BU KİŞİLERİN BİR KISMI MÜVEKKİLİN TAHLİYESİNİ GÖREMEDEN MAALESEF VEFAT ETMİŞLERDİR
Avukat beyin kendi ifadesiyle “sözü dışarıda geçebilecek mi”, “arkadaş grubu yeniden canlanabilecek mi?” tarzında yorumları da aslında bir gün müvekkilin mutlaka beraat edeceğini biliyor olmasının yansımasıdır. Dosyada isnat edilen onlarca cinsel saldırı ve kasten adam öldürmeye teşebbüs gibi son derece ağır suçlamaların tek bir tanesinin bile işlenmiş olduğu kesin olmuş olsa o kişinin geleceğine dair asla böyle sorgulamalar yapılmayacağı açıktır. Bir tecavüzcü veya katilin sözünün geçmesinin veya yeniden arkadaş çevresinin gelişmesinin ihtimalinin tahayyülü dahi olamaz.TÜM TÜRKİYE GİBİ OYA HANIM VE AVUKAT BEY DE MÜVEKKİLİN İDDİA EDİLEN SUÇLARIN HİÇBİRİNİ İŞLEMEDİĞİNDEN, SADECE İNANÇ VE DÜŞÜNCELERİ NEDENİYLE BİR KUMPASA MARUZ KALDIĞINDAN ADLARI GİBİ EMİN OLDUKLARINDAN SADECE TEKRAR DIŞARI ÇIKMASINI DEĞİL ÇIKTIĞINDA NELER OLACAĞINI DA KONUŞMAKTADIRLAR.
Kendilerini ikna ve yatıştırma amaçlı olduğu anlaşılan bu konuşmalarında, avukat bey müvekkilin 36 yıl cezaevinde kalacağını söylerken çok önemli bir gerçeği de göz ardı etmektedir. Bu bir kumpas davasıdır ve her kumpas davası gibi er veya geç müvekkil de tüm diğer sanıklar da aklanacak, beraat edeceklerdir. AVUKAT BEY BELKİ BU BERAATİ GÖRECEK BELKİ DE (ALLAH GECİNDEN VERSİN) ÖMRÜ YETMEYECEK GÖREMEYECEKTİR. NİTEKİM 1986’DA YA DA 1999’DA MÜVEKKİL YİNE HUKUKSUZ OLARAK TUTUKLANDIĞINDA, ARTIK BİR DAHA ONUN İÇİN ÇIKIŞ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜP ZAFER KAZANMIŞ EDASINDA OLAN KARŞITLARININ BİR KISMI VEFAT EDİP TAHLİYE OLDUĞUNU GÖREMEMİŞLERDİR.
Müvekkilin hayatı boyunca “Bu defa bitti”, “Bu defa yandı” manşetleri atan, “Onları çökerttik” cümleleri kuran, “Benim tek işim Adnan Oktar” diyen, ömrünü müvekkille mücadeleye adadığını söyleyen nice gazeteci, siyasetçi, akademisyen, yargıya ve emniyete sızmış derin devlet elemanı olmuştur.BUGÜN BUNLARIN BİRÇOĞUNUN İSMİ DAHİ ANILMAZ, YENİ NESİL KİM OLDUKLARINI DAHİ BİLMEZKEN MÜVEKKİL HEMEN HERGÜN BİR NUMARALI GÜNDEN OLMAKTA, MEVCUT ZORLU CEZAEVİ KOŞULLARINA RAĞMEN SON DERECE DİNÇ, SAĞLIKLI, GENÇ, NEŞELİ, HAYAT DOLU BİR ŞEKİLDE YAŞAMINA DEVAM ETMEKTEDİR.
Avukat bey tüm bunları konuşurken bir yandan da “OLAMAZ, OLAMAZ, OLMAMALI” tarzında cümlelerle arkadaş grubunun yeniden canlanamayacağı temennisine kendini ve izleyenleri inandırmaya çalışmaktadır.Oysa arkadaş grubuna operasyonu gerçekleştiren eski polis memuru Furkan Sezer’in dahi “bugün tahliye olsa hepsi 24 saat içinde Adnan Oktar’ın yanında toplanır diyerek avukat beyin tespitinin doğru olmadığını söylemektedir. Ortada yeniden yapılanan veya canlanan bir örgüt değil, Allah’a ve Kuran’a iman etmiş, iman sevgisiyle birbirine bağlı, imanı olduğu müddetçe de sevgisi değişmeyecek olan dürüst, samimi, iyi niyetli, devlete sadık, vatansever bir arkadaş grubu vardır.
2018 operasyonu ve 7 yıllık cezaevi süreciyle de bu iman, inanç, azim ve kararlılıkları, birbirlerine olan sevgi, sadakat ve bağlılıkları başta sanıldığı, umulduğu ve hesaplandığı gibi yok edilememiş aksine yüzlerce kez katlanarak artmıştır. İşte, aradan 7 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen hala tüm basında, medya kanallarında ve sosyal medya mecralarında, "ya çıkarsa, ya arkadaşları tekrar etrafında kenetlenirse" şeklindeki endişe ve paniğin sürekli hakim olmasının ve bu endişeyi taşıyanların beyhude yere kendilerini ve halkı bunun aksi yönde inandırma ve telkin çabalarının tek nedeni hepsinin bu endişelerinde haklı olduklarını için için biliyor olmalarıdır.
Üstelik müvekkilin sadece arkadaşları değil dünya çapında milyonlarca seveni, eserlerinin ve fikirlerinin hayranı insan da bulunmaktadır. Kim ne yaparsa yapsın kim ne derse desin, dünyanın tüm karanlık odakları bu kumpas için bir araya gelse, insanları korkutsa, tehdit etse, “bitti artık” diye durmadan tekrar da etse milyonlarca insanın kalplerinin, beyinlerinin, ruhlarının içindekini değiştirmesi mümkün değildir. Allah’ın sevdirdiğini kimse ne kadar çabalarsa çabalasın kötü gösteremez. Allah’ın yarattığı sevgiyi kimse frenleyemez, geri alamaz.
ÖZETLE, MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’A KURULMUŞ OLAN KUMPASI AYAKTA TUTMAYA ÇALIŞMAK, BİR UÇURUMUN KENARINA İNŞA EDİLMİŞ DÖRT BİR YANI SALLANAN, YIKILMAK ÜZERE OLAN ESKİ BİR BARAKAYI AYAKTA TUTMAYA ÇIRPINMAK GİBİ BEYHUDEDİR. ÇÜNKÜ, MÜVEKKİLİN İNANCINA GÖRE ALLAH, İMAN EDENLER ALEYHİNE KURULAN TÜM TUZAKLARI EN BAŞINDAN BOZULMUŞ, YIKILMIŞ, PERİŞAN OLMUŞ OLARAK YARATMIŞTIR.
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
Avukat beyin bu konuşmalarında dikkat çeken bir diğer husus da müvekkilin tutuklanmasıyla birlikte kendisinin deyimiyle “dış dünyaya hükmetmesinin önünün kesildiği” iddiasıdır.Öncelikle ifade etmek gerekir ki müvekkilin herhangi bir yere hükmetmek gibi bir amacı ve düşüncesi olmamıştır. Ancak avukat bey bu sözleriyle müvekkilin fikirlerinin, eserlerinin, inancının, anlattıklarının nasıl bir teveccüh gördüğünün farkında olduğunu ikrar etmiştir. Avukat beyin de farkında olduğu gibi, YAKLAŞIK 45 YILDIR 80 DİLDE 300’DEN FAZLA KİTAP, DÜNYA ÇAPINDA MİLYONLARCA ÜCRETSİZ DAĞITILAN ESER, TÜRKİYE VE DÜNYANIN SAYISIZ ÜLKESİNDE KASABALARA VARANA KADAR ON BİNLERCE KONFERANS, 800’DEN FAZLA İNTERNET SİTESİ, TÜM YEREL KANALLARDA YAYINLANAN YÜZLERCE BELGESEL, HEMEN HER SOKAKTA KURULAN SERGİLERLE MİLLETİN SİNESİNE ATILMIŞ OLAN TOHUM DEV BİR ÇINAR OLMUŞTUR VE ÖNÜNÜN DE ARKASININ DA KESİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
BÖLÜM 6
MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN HANIM ARKADAŞLARI TÜRKİYE’NİN EN ÖNDE GELEN ÜNİVERSİTELERİNDE EĞİTİM GÖRMÜŞ, SEÇKİN İNSANLARDIR
Program sırasında avukat beyin şaşırtıcı bilgisizliğinden biri de müvekkilin hanım arkadaşlarının eğitim durumu hakkında yaptığı yorum olmuştur. Avukat beyin bu hanımları, “genel anlamda sosyal, kültürel ve eğitimsel açıdan belli standartların altında bireyler” şeklinde nitelemesi kanaatimizce müvekkili ve arkadaş grubunu hiç tanımadığının tescili niteliğindedir. Zira müvekkilin arkadaşlarının maddi durumları yüksek, fiziki görünümleri çok etkileyici, genel kültürleri zengin insanlar olduğu herkesin bildiği ve gıpta ettiği bir gerçektir. Eğitim seviyeleri oldukça yüksek olan arkadaş grubundaki birçok kişi Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çapa Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden mezun olmuşlardır. Ayrıca bu üniversitelerde yüksek lisans ve doktora tamamlayanlar vardır. Yine bu insanların geçmişlerine bakıldığında, Robert Kolej, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, Saint-Joseph Lisesi, Saint Benoit Lisesi, Saint Michel Lisesi, Notre Dame De Sion Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi gibi kolejleri bitirdikleri görülmektedir.
Hanım arkadaşlarının da eğitim gördükleri okullar, yaşadıkları sosyal çevre, iş hayatlarındaki konumları Türkiye’deki birçok insanın önünden geçtiğinde dahi mutlu olacakları düzeydedir. Aynı durum müvekkilin arkadaş grubundaki beyler için de geçerlidir. Arkadaş grubunun eğitim kalitesini anlayabilmek açısından sadece bir kısmının aldıkları eğitime örnek vermek gerekirse;
Dolunay Tezin : Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Bölümü mezunu, İTÜ Moleküler Biyoloji Bölümü Yüksek Lisans
Ceyda Ertüzün : Üsküdar Amerikan Kız Koleji, İstanbul Ü. İktisat Bölümü
Esma Sönmez : Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü
Görkem Erdoğan : "University of Westminster (Londra), Business Administration Boğaziçi Üniversitesi -, Yönetim Bilişim Sistemleri" Bölümü
Gülşah Güçyetmez : Yıldız Teknik Üniversitesi - Makine Mühendisliği Bölümü
Özlem Yörük : İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, İTÜ İnşaat Malzemesi Ana Bilim dalı Yüksek Lisans
Bora Yıldız : İstanbul Teknik Üniversitesi - İnşaat Mühendisliği Bölümü
Halil H.Müftüoğlu : Boğaziçi Üniversitesi - Endüstri Mühendisliği Bölümü
Tülay Kumaşcı : İstanbul Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliği Bölümü
Oktar Babuna : İstanbul Çapa Tıp Fakültesi - California Üniversitesi Berkeley Tıp Fakültesi – Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, New York Üniversitesi Beyin Cerrahisi Bölümü
Suat Kütahnecioğlu : İstanbul Teknik Üniversitesi - Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü
Hasan Basri Güner : İstanbul Teknik Üniversitesi - Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü
Aylin Atmaca : Marmara Ünv. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Aylin Kocaman : Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı, ikinci olarak da İstanbul Üniversitesi Amerikan Dili ve Edebiyatı Bölümü
Arzu Leman Orcan : İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü
Berrak Pilavcı : Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Burcu Çekmece : Marmara Üniversitesi - İngilizce İşletme Bölümü
Didem Ürer : İstanbul Üniversitesi İngilice İşletme, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe
Elif Kıral : Saint George Avusturya Lisesi, Marmara Üniversitesi Bilgisayar Uzmanlığı Bölümü
Esra Eldeleklioğlu : Boğaziçi Üniversitesi - Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Ebru Fişek : Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü
Erkan Seyhan : Boğaziçi Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü
Cenk Yabaş : Boğaziçi Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü
Meltem Süngür : İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü, İstanbul Üniversitesi - Balkanlar Ortadoğu ve Asya Gelismeleri Yüksek Lisans
Meltem Arıkan Daban : Özel Dost Koleji, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü
Gizem Köknar : International School of Fashion LaSalle
Pelin Akçalı : Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü
Pınar Sezgin : Gazi Üniversitesi - Kimya Mühendisliği Bölümü
Sermin Karakale : Boğaziçi Üniversitesi - Psikoloji Bölümü
Tülin Marangozoğlu : Marmara Üniversitesi - İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü
Yeliz Sucu : İstanbul Üniversitesi - İktisat Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Bölümü
Zeynep Yalçın : İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü, İstanbul Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü -AT Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Yüksek Lisans
İbrahim Tuncer : İstanbul Üniversitesi - Fransızca Öğretmenliği Bölümü
Noyan Orcan : İstanbul Üniversitesi - İktisat Fakültesi - Uluslararası İlişkiler Bölümü
Tarkan Yavaş : İstanbul Üniversitesi - Uluslararası İlişkiler Bölümü
Ali Kasap : ODTÜ - İnşaat Mühendisliği Bölümü
Aydın Kasap : ODTÜ - İnşaat Mühendisliği Bölümü
Seral Köprülü : İTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü
Salih Tınar : İTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü
Anıl Süer : Uludağ Üniversitesi - Tekstil Mühendisligi Bölümü
Hüseyin Alpar Sayın : İstanbul Üniversitesi - Psikoloji
Kartal Göktan : Marmara Ünv. İ.İ.B.F İşletme Bölümü
Korkut Yasa : İstanbul Üniversitesi Ekonometri Bölümü
Mukbil Yalçın : Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi Bölümü
Uğur Örmen : Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü
Yazıyı daha da uzatmamak için sadece birkaç örnek vermemiz bile kanaatimizce avukat beyin bilgisizliğinin anlaşılması için yeterli olmuştur.
ANLAŞILAN O Kİ ASIL KONU HANIM ARKADAŞLARININ MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’A OLAN SEVGİSİDİR. Hayatları boyunca bir kere bile gerçek sevgiyi yaşamamış, kimse tarafından gerçekten sevilmemiş, kimseyi de sevememiş insanların müvekkil ve arkadaşlarının birbirlerine sevgisini anlayamamaları anlaşılabilir bir durumdur. Bu anlayamama sebebiyle de kendilerince kendilerini ikna etmek için her defasında ortaya farklı gerçek dışı senaryolar atılmaktadır. Kimi zaman “şantaj kasetleri var o yüzden ayrılmıyorlar”, kimi zaman “beyinleri yıkandı”, kimi zaman “cahiller”, kimi zaman “iradeleri yok” gibi her biri bir diğerinden mantıksız, mevcut gerçeklerle ve hayatın doğal akışıyla örtüşmeyen, kıskançlık saikiyle kendince bir çamur atma, kötüleme ve karalama gayretinin dışa vurumundan ibaret uydurma gerekçeler üretilmektedir. Neticede bunların hepsinin geçersiz olduğu 7 yıldır devam eden yargılama boyunca ispatlanmıştır. Ancak, gerçek sevginin varlığını kabul edince kendi yaşadıkları sevgisiz dünya ile yüzleşmek zorunda kalacaklarının farkında olanlar hakikatten kaçıp çarpıtarak kendilerini kandırmayı tercih etmektedirler. Müvekkil Adnan Oktar’ın arkadaşlarına ve arkadaşlarının kendisine karşılıksız ve beklentisiz sevgileri, müvekkilin ifade ettiği üzere, imanın, Allah sevgisinin ve korkusunun bir neticesidir, Allah’ın müminlere özel olarak yarattığı bir nimettir. Müvekkilin bu konuda dikkat çektiği ayetlerden biri şöyledir:
Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)
Görüldüğü ve müvekkilin de izah ettiği üzere:
Sevgi Allah Katından özel olarak iman edenlere verilen bir nimettir. Allah bu nimetini almadığı müddetçe tutuklanmak, 250 defa müebbet anlamına gelen cezalar almak, evinden binlerce kilometre öteye gönderilmek, malına mülküne el konulmak, her türlü çirkin iftiraya maruz kalmak, hukuksuzluklar yaşamak, haksızlığa uğramak bu sevgiyi ortadan kaldıramaz. Allah’ın verdiğini Allah’tan başkası alamaz.
Müvekkil, Oya Hanım’ın da sevgiyi bilen ve seven bir insan olduğunu düşünmekte, avukat beye de merhamet ve şefkat duymaktadır. Bilgisizlik veya yanlış bilgilendirilmekten kaynaklanan asılsız iddialarının doğrusunu öğrendiklerinde yanlış üslupta direnmeyecek vicdanda olduklarına inanmaktadır.