ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARI HAKKINDA GERÇEK DIŞI İDDİALARLA, ARAŞTIRMADAN, TARAFLI HABER YAPAN GAZETECİLERE BAZI SORULAR
Son günlerde Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde haksız, hukuksuz, adaletsiz, çok acımasız bir linç kampanyası yürütülmektedir.
Sanki görünmez bir el bir düğmeye basmış ve belli bazı TV kanallarında, gazetelerde ve sosyal medya hesaplarında iftira, hezeyan, karalama, hakaret içerikli iddialar tekrar tekrar gündeme getirilmiştir.
Beş yıldır devam eden yargılama süresince defalarca tekrarlanan yalanların, iftiraların, bir anda, sanki ilk kez söyleniyormuş gibi anlatılması, “ANİDEN BAŞLAYAN BU LİNÇ KAMPANYASININ AMACI NE?” sorusunu akla getirmiştir.
Dava dosyası halen Yargıtay’da temyiz aşamasındadır. Anlaşılan, dosyanın yüzlerce cihetten bozulacağını, hukuken bozulması gerektiğini gayet iyi bilen husumetli çevreler, SON BİR ÇIRPINIŞLA YARGIYI ETKİLEMEK, ETKİLEMEKTEN DE ÖTE TEHDİT ETMEK için bu linç kampanyasını başlatmıştır. Hatta bazıları o kadar ileri gitmektedir ki, “Adnan Oktar serbest bırakılırsa, dünya yerinden oynar” bile demektedir.
Yani hukuku işletirseniz dünyayı yerinden oynatırız diyenler, nitekim ilk istinaf incelemesinde beraat isteyip tutuklu arkadaşlarımızı tahliye eden İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi hakimlerini de linç etmişler, haklarında soruşturma açılmasını ve dairenin dağıtılmasını sağlamışlardır.
TEPELERİNDE DEMOKLES’İN KILICI GİBİ SÜRÜLME, İHRAÇ EDİLME, KARALANMA GİBİ TEHDİTLER BULUNAN HAKİMLERİN, SAVCILARIN GÖREVLERİNİ HAKKANİYETLE, ADALETLE, HAKLA, HUKUKLA YERİNE GETİRMELERİ ADETA İMKANSIZ HALE GETİRİLMEKTEDİR.
BİZLER HALA DÜRÜST, CESUR, VİCDANLI, HUKUKA, KANUNLARA VE ADALETE SADIK HAKİMLER VE SAVCILAR OLDUĞUNA DAİR İNANCIMIZI KORUMAKTAYIZ. OLUŞTURULAN BU TEHDİT VE GÖZDAĞI ATMOSFERİNDEN YARGITAY’DAKİ HAKİMLERİN ETKİLENMEYECEKLERİNDEN EMİNİZ.
Yargının baskı altında bırakıldığını sürekli dile getiren Barış Terkoğlu gibi bazı gazeteciler ise, aynı durum Adnan Oktar ve arkadaşları için geçerli olduğunda bu durumu alkışlamaktadırlar. Bunun en çarpıcı örneği, geçtiğimiz hafta Barış Terkoğlu ve İsmail Saymaz isimli gazetecilerin yer verdiği konudur.
Barış Terkoğlu, Cumhuriyet Gazetesindeki “Döve Döve Alınan Karar” başlıklı yazısında, Gezi Davasında beraat kararı veren Galip Perk başkanlığındaki İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin nasıl baskı altında kaldığını, verdiği karara nasıl “pişman ettirildiğini” anlatıp yazısının sonunda “Yargıya “Sıkıysa bir daha beraat verin” sopası sallanarak” iki buçuk yılda istenen karar çıkarıldı.” demiştir.
Barış Terkoğlu ve İsmail Saymaz gibi gazeteciler, Galip Perk ve heyetinin bir daha istenmeyen bir beraat kararını veremeyecek hale getirildiğini anlattıktan sonra, Galip Perk ve heyetinin Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında verdiği 10 bin yıla yakın cezayı var güçleriyle alkışlamaktadırlar.
Bu ülkenin önde gelen gazetecileri ve siyasetçileri sadece kendilerinden olanların hakkını, hukukunu koruyup, kendilerine zıt fikirlerde olanların adaletsizlik, hukuksuzluk altında ezilmelerini zevk ve huşu içinde izledikleri sürece, ülkemizde yargının, adaletin düzelmeyeceğinin farkında değiller. Ya da bu önemli gerçeği görmezden gelmektedirler.
Son günlerde Adnan Oktar ve camiamız hakkındaki ağır linç kampanyasını desteklerken, sadece gazeteciliklerinden değil hakkaniyet, vicdan, dürüstlük, samimiyet gibi insani özelliklerinden de taviz veren bazı gazeteciler, gerçek dışı iddiaların sahiplerine en açık soruları dahi sormamaktadırlar.
Başta Sözcü TV olmak üzere, araştırmadan, sormadan, Adnan Oktar ve arkadaşlarına ve hatta avukatlarına söz hakkı tanımadan güya gazetecilik yapan bu kişilerin sormadıkları sorulardan bazıları ve cevapları:
Güya mağdur olan kadınların aileleri nerede ? Neden hiçbirine avukat, polis gibi mesleklere sahip olan aileleri sahip çıkmadı?
Çünkü aileler de kızlarının cinsel tacize uğramadıklarını, kendi rızalarıyla, sevgiyle, neşeyle Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla dostlukları olduğunu gayet iyi biliyorlar. Hatta bu ailelerin büyük çoğunluğu da camia ile iç içeydi; evlerini ziyaret ediyor, davetlerine katılıyordu. Hastalandıklarında kızlarının arkadaşları hemen yardımlarına koşuyor, en iyi koşullarda tedavilerinin yapılmasını sağlıyorlardı. Bu ailelerin tamamı çocuklarının şikayetçi olmaya zorlandıklarını bildikleri için, davaya müdahil olmadıkları gibi, basında veya başka bir mecrada davayla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadılar.
Cinsel Suç isnatlarıyla ilgili şikayeti olan kadınlar, gizli bir soruşturma dosyası olduğunu nereden bildiler? Neden bu gizli dosyaya ifade vermek için 1 ay içinde topluca Mali Şube’ye gittiler? Bunu kim organize etti?
Camiamıza operasyonu yürüten Mali Şube’nin o dönem başında olan Furkan Sezer’e ilk sorulması gereken soru;
- On yıl, yirmi yıl bu camiada bulunan kadınlar, nasıl oldu da aynı tarihlerde, aniden şikayetçi olmaya karar verdiler?
- Türkiye'de kimsenin bilmediği gizli soruşturma dosyasından nasıl haberleri oldu?
- Cinsel saldırı ihbarında bulunan bu kadınlar neden doğruca Mali Şube’ye gittiler?
- Gizli soruşturma dosyasını yürüten şubenin Mali Şube olduğunu nereden öğrendiler?
- Dava dosyasında ağırlıklı olarak cinsel suç isnatları olmasına rağmen neden operasyonu Mali Şube yaptı?
- Fezleke bir suç örgütü profili üzerine oluşturulmuş olmasına rağmen, operasyonu neden Organize Suçlar Şubesi değil de Mali Şube yaptı?
- Mali Şube'de bu konu neden sadece 3 Mali Şube komiserine bırakıldı? Kadınları telefonla arayıp şüpheli sıfatı ile ifade vermeye çağıran, onların ifadelerini alan, foto teşhis sürecinde yanlarında olan ve sayısız şaibeli işlemin altında imzası bulunan kişiler neden sadece bu 3 polis memuru idi?
- Neden müştekilerin büyük bir bölümü kendi iradesiyle gidip şikayetçi olmadı da, Mali Şube'ye çağırıldıktan sonra şikayetçi olmak zorunda kaldı?
- Bu müştekileri birileri mi aradı? Kim organize etti?
Dosyadaki şikayetçilerin hiçbiri doğal müşteki değildir. Tamamı Özkan Mamati gibi husumetli kişiler tarafından veya Mali Şube'de bu konuda görevli 3 polis tarafından aranmış, şikayetçi olmadıkları takdirde dosyada şüpheli olacakları, hapse girecekleri, mallarına el konacağı, itibarlarını yitirecekleri söylenerek şikayet etmeye ikna edilmişlerdir. Bir kısmı da sosyal medyada ağır hakaret, taciz ve karalama ile tehdit edilerek şikayete zorlanmıştır.
Husumetlilerin bu yöntemine, soruşturma savcıları da destek vererek, bir kısım müştekiler için yurtdışına çıkma yasağı çıkartarak, aba altından sopa gösterilmiştir.
Ancak gazetecilik görevini hakkıyla yapmayan kişiler, doğru soruları sormadıkları için, bu gerçekleri öğrenememişlerdir.
Emniyette baskı gördüğü için şikayetçi olmak zorunda kaldığını söyleyerek mahkemede şikayetini geri çeken hanım için tutuklama kararı çıkartıldı mı ?
Mahkeme huzurunda müşteki olarak ifade veren bir hanım, emniyette kendisine tacize varan baskı yapıldığını, şikayette bulunmaya zorlandığını tüm detaylarıyla anlatarak, şikayetini geri çekmiştir. Mağdur sıfatıyla ifade veren bu hanım, şikayetini geri çektiğinde, ertesi gün hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Bu hanımın bahsettiği emniyetteki taciz olayı ile ilgili ise hiçbir araştırma yapılmamış, ilgili polis memurları hakkında hiçbir inceleme başlatılmamıştır.
Bir başka hanım ise, yine şikayetçi olmadığını, Emniyetteki ifadesi sırasında söylemediği şeylerin ifade tutanağına yazıldığını belirtmiş ve birkaç gün sonra katılan vekilleri tarafından, yarı çıplak bir kadının resimleri sanki bu hanımmış gibi mahkeme salonunda ekrana yansıtılmıştır. Yani bu hanım, şikayetini geri çektiği için, güya küçük düşürülmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Furkan Sezer, operasyondan önce 8-9 ay teknik takip yaptıklarını söylüyor; madem sistematik olarak çocuk istismarı ve cinsel saldırı olduğu iddia ediliyor, neden suç üstü yapılmamış?
Sistematik olarak kız çocuklarını istismar ettiği, kadınlara cinsel saldırıda bulunduğu iddia edilen bir grup 8-9 ay teknik takibe alınıyor, ancak bir tane bile suçüstü yapılmıyor. Bu, neden yapılmadı diye Mali Şube eski Müdürü Furkan Sezer’e neden sorulmadı?
Müştekilerden ve sanıklardan bir kısmı, grupla ne zaman nasıl tanıştınız sorusuna; “A9 TV’ye mesaj gönderdim, tanışmak istiyorum dedim, stüdyoya gittim tanıştım” diye cevap vermektedir. Grupla tanışmanın son derece kolay olduğu görülmektedir. Emniyet, rahatlıkla grup içine birini yerleştirebilir, iddialarla ilgili oldukça fazla delil toplayabilir, hatta suçüstü yapabilirdi. Ancak bunların hiçbiri yapılmamıştır.
Çünkü suçüstü yapılacak bir suç işlenmediğini emniyet gayet iyi bilmektedir. Aksi takdirde hiçbir polis, 8-9 ay takip edip, bu esnada kadınların ve çocukların göz göre göre cinsel saldırıya ve istismara uğramasına izin vermez.
Furkan Sezer, gruptakilerin “zengin, yakışıklı ve beceri sahibi” olduklarını belirtmektedir. Bu özelliklerdeki kişilerin, kız tavlamak için bir suç örgütü kurmaya ihtiyacı var mıdır?
Hiçbir gazeteci bu soruyu sormamaktadır. Sorsalar bile, geçiştirilen cevapların üzerine gidip, bu vahim mantıksızlığı ortaya çıkarma gereği hissetmemişlerdir.
Arkadaş camiamızdaki kişilerin büyük çoğunluğu bir veya birkaç üniversite mezunu, yüksek lisans sahibi, varlıklı, güzel, bakımlı, modern, nezih kişilerdir. Her yönden çekici olan bu insanların, kız arkadaş edinmek için AVM’lerde gezip telsizlerle kumpas kurmalarına ihtiyaçları yoktur.
Günümüzde zaten gençler son derece kolay arkadaş olmaktadırlar. Eskinin kuralları, kısıtlılığı, çekingenliği günümüz gençlerinde yoktur. Hatta magazin programları bir gecelik aşklar yaşayan, sürekli yeni aşklara yelken açan ünlülerin haberleriyle doludur.
Böyle bir ortamda, kız arkadaş edinmek için söz konusu belgeselde ve haberlerde anlatılan, davanın iddianamesinde de yer alan son derece kapsamlı, detaylı, organize tiyatroyu oynamaya ihtiyaç yoktur. Camiamızdaki kişiler, sadece “merhaba” diyerek de söz konusu hanımlarla arkadaş olabilirler. Hatta hanımlar, kendileri tanışmak için can atmaktadırlar.
Tüm bunlar açıkça, halkın sinir uçlarına dokunmak, camiamızı sapkın, anormal, tehlikeli göstermek için bu senaryolar üretilmiştir.
Furkan Sezer camiamızdaki hanımlara Lityum kullandırıldığını, bu şekilde uyuşturularak camiada tutulduklarını iddia etmektedir. Ancak kendisine Lityum kullandıklarını nereden çıkardığı, buna dair elinde bir delil olup olmadığı sorulmamıştır:
Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız arasındaki sevgiyi, bağlılığı, vefayı, candanlığı, dostluğu anlayamayan çevreler, bu sevgi birlikteliğini yıllardır sıra dışı sebeplerle açıklamaya çalışmışlardır.
1990’lı yıllarda Adnan Beyin hipnoz gücü olduğunu iddia etmişlerdir. Daha sonra şantaj videoları olduğu, kişileri bu videolarla tehdit ederek yanında tuttuğu iddiası gündeme gelmiştir. Ancak her iki büyük operasyonda da bu iddia edilen videoların olmadığı görüldüğü için, bu kez Lityum yalanına sarılmışlardır.
Bu nedenle operasyon günü, göz altına alınan herkesten kan ve tükürük örneği alınmıştır. BİR KİŞİNİN BİLE KANINDA LİTYUM’a veya UYUŞTURUCU HERHANGİ BİR MADDEYE RASTLANMAMIŞTIR. Kimsenin kanında alkol dahi çıkmamıştır.
Furkan Sezer, dosyada dolandırıcılık olduğunu da söylemiştir; ancak karşısındakiler kimin kimleri dolandırdığını sormamışlardır:
Dosyadaki tek dolandırıcılık olayı husumetli müşteki Özkan Mamati’ye aittir. Mali Şube’nin, savcıların, Sözcü TV’nin, 140Journos ekibinin çok güvendiği, sözüne itibar ettiği Özkan Mamati dolandırıcılık yaptığını itiraf eden, hatta yaptığı dolandırıcılığın ayrıntılarını dahi dava dosyasında anlatan bir kişidir. şu anda hakkında bu konuda açılmış olan dava devam etmektedir.
DAVA DOSYASINDA ÖZKAN MAMATİ DIŞINDA DOLANDIRICILIK İDDİASI YOKTUR.
Sonuç:
Tüm bunlar Furkan Sezer’e ve diğerlerine sorulması gereken, ancak ilgili gazeteciler tarafından sorulmayan binlerce sorudan sadece birkaçıdır.
Sözcü TV, Sayın İpek Özbey ve diğer basın mensupları,
- Gereken soruları sormayarak
- Camiamızdan bir kişiye veya savunma avukatlarına dahi söz hakkı tanımayarak
- Camiamızdan kişiler tarafından gönderilen bilgi ve belgeleri kullanmayarak
İlkeli ve dürüst bir yayıncılık örneği göstermemişlerdir.
Gazetecinin ilk görevi, hakikate ve toplumun bilgiye erişim hakkına riayet etmektir. Gazeteci bu görevi yerine getirirken dürüstçe haber toplama ve yayımlama özgürlüğü ile adil yorum ve eleştiri hakkını her zaman savunmalıdır. Gazeteci, somut delillerine dayalı bilgileri, yorum ve eleştiriden açıkça ayırmakla yükümlüdür.
Oysa tüm bu yayınlar, bir hafta içinde, adeta orkestra gibi yönetilmiştir. Amacın gerçekleri ortaya çıkararak halka aydınlatmak değil, Sn. Adnan Oktar ve camiamızı adeta imha etmek, kendilerince karalamaya ve itibarsızlaştırmaya çalışmak, devam etmekte olan yargı sürecini etki altına alarak aleyhimize karar çıkmasını sağlamak gibi görünmektedir.
Operasyon öncesinde, suni müşteki devşirerek suni iftiralar üreten irade ile, bugün düğmeye basılmış gibi bir anda hep bir ağızdan linç kampanyasını yürüten irade aynıdır.
Yüce Türk Adaletinin bu tür yok etme hareketlerinden etkilenmeyeceğinden eminiz.
Önce Allah’a sonra da devletimizin ve yargının vicdanına ve aklı selimine güveniyoruz.
Hz. Musa’da olduğu gibi bizleri de iftiralardan temize çıkaracak olan Allah’tır ve bu mutlaka olacaktır:
Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah Katında vecihti. (Ahzap Suresi, 69)
Kamuoyunun bilgilerine ve vicdanına saygılarımızla sunarız
Ekim 12, 2023