İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NE
DOSYA NO : 2024/74 E.
SUNAN : Adnan OKTAR
MÜDAFİ : Av. Mert ZORLU
KONU : Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılanmakta olduğu ana dava kapsamında örgüt suçlaması ile ilgili duayen hocaların ve hukuk profesörlerinin hazırlamış olduğu hukuki mütalaalar, henüz sonuçlanmamış olan bu dosyada örgüt suçlamasının bir geçerliliğinin olmadığını gözler önüne sermektedir. Henüz kesinleşmemiş örgüt suçlaması üzerinden, "örgütün devamlılığı" isnadı altında hukuka tamamen aykırı bir şekilde açılmış bu yeni dosyaya, söz konusu bilimsel ve hukuki mütalaaları sunma gereği hasıl olmuştur. Söz konusu mütalaaların özet olarak Sayın Mahkemenize sunumudur.
AÇIKLAMALAR:
Huzurdaki dosya, "Adnan Oktar silahlı suç örgütünün devamlılığı" iddiasıyla açılmış bir dosya olmakla birlikte, henüz kanıtlanmamış bir "örgüt" ve henüz kanıtlanmamış bir "örgüt kurucu/yöneticisi" kabulü üzerinden oluşturulması bakımından tümüyle hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Sayın Hakimliğinizin de takdirinde olduğu gibi, şu anda müvekkilin yargılanmakta olduğu ana dava, Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nde 2024/365 Esas sayılı dosya kapsamında incelemededir. Dolayısıyla, henüz HUKUKEN VARLIĞINA HÜKMEDİLMEMİŞ bir örgütün "devamlılığı", HENÜZ HUKUKEN VARLIĞINA HÜKMEDİLMEMİŞ bir örgüt yöneticisinin, "örgütün devamlılığını yönettiği" iddiaları üzerinden yargılama yapılması, hukuki tüm normları altüst etmektedir.
Bu kapsamda, Sayın hakimliğinize, HÜKMÜ VERİLMEMİŞ örgüt konusunun geçersizliğini gözler önüne sermek adına, ana dava kapsamında dosyaya sunulmuş olan hukuki mütalaalardan bölümler sunma gereği hasıl olmuştur. Söz konusu mütalaalar, konunun uzmanı duayen hocalardan ve hukuk profesörlerinden alınmış ve müvekkil ve arkadaşları hakkında örgüt suçlamasının hukuka ve izana aykırılığını gözler önüne sermiştir.
Söz konusu mütalaalardan bazı örnekler şöyledir:
PROF. DR. ADEM SÖZÜER VE PROF. DR. MAHMUT KOCA MÜTALAASI
Prof. Dr. Sayın Adem Sözüer ülkemizin en önde gelen Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı profesörleri arasında yer almaktadır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Sözüer, Prof. Dr. İzzet Özgenç ile birlikte 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Hukuku Reformu'nun baş mimarlarındandır.
Prof. Dr. Sayın Mahmut Koca, İstanbul Şehir Üniversitesi’nde Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında dersler vermekte olup Prof. Dr. İlhan Üzülmez ile birlikte kaleme aldığı Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler ve kendisine ait Ceza Hukuku, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Prof. Dr. Emin Artuk’a Armağan gibi demirbaş eserlerin yazarıdır. Bunların dışında da pek çok kitabı mevcuttur.
Prof. Dr. Sayın Adem Sözüer ve Prof. Dr. Sayın Mahmut Koca dava dosyamızı ve eski heyet tarafından hükmedilen ceza kararlarını detaylıca incelemiş ve 23.10.2022 tarihinde 118 sayfalık bilimsel mütalaalarını sunmuşlardır. Buna göre;
Ceza hükümleri içeren gerekçeli kararda, " Adnan Oktar Suç Örgütü"nün, sahip olduğu "sapkın ideoloji" çerçevesinde geliştirdiği "Mehdilik" inancı doğrultusunda "tevil ettikleri" dini esaslara dayalı bir oluşum, dini motifli bir örgüt olduğu kabul edilmiş, ancak bu yapılanmanın "kanunda suç sayılan fiilleri işlemek amacıyla" hareket eden ve suç örgütüne dönüşen bir örgüt olduğuna yönelik gerekçeler yeterince ortaya konulamamıştır.
Mahkemenin kararında bu grubun HANGİ SUÇLARI İŞLEMEK AMACI ETRAFINDA BİR ARAYA GELDİKLERİ SOMUT OLARAK BELİRLENEMEMİŞ, "suçun her türlüsünün mübah sayıldığı örgüt" şeklinde, TCK m. 220, f. 1'de belirtilen kriterlere uygun olmayan bir değerlendirmede bulunulmuştur. Bu değerlendirme örgütün bünyesinde yer alan kişilerin kanunun suç saydığı hangi fiil veya fiilleri işlemek amacıyla bir araya geldiklerini somut olarak ortaya koymamaktadır. Bu belirlemeden hareketle örgütün yapısının amaç suçları işlemeye elverişli olup olmadığını tespite de imkan bulunmamaktadır.
Aynı hukuki problemler iddia makamının esas hakkındaki mütalasında yer verdiği görüşler bakımından da geçerlidir. Savcılığın mütalaasında Adnan Oktar Grubu'nun"TCK m.220'de yer alan tipe uygun suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğu, her ne kadar sanıklar kovuşturma aşamasında örgütün amacının suç işlemek olmadığını beyan etmiş iseler de; hiçbir suç örgütünün asıl amacının bizatihi suç işlemek olmadığı," şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Halbuki suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun oluşabilmesi, varlığı tespit edilen yapının "kanunda suç olarak tanımlanan fiilleri işlemek amacı" etrafında toplandıklarının somut olarak işlenen suçlardan hareketle tespitini gerektirir. Mahkeme kararında bu tespitin yapıldığını söylemek güçtür.
Kararda, "Adnan Oktar Suç Örgütü"nün silahlı olduğu da kabul edilmiştir. Örgüt mensuplarının üzerinde veya ikamet ettikleri aramada ele geçirilen bu silahların tamamının ruhsatlı olduğu tespit edilmiş ve bu silahların kararda örgüt mensupları tarafından örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği belirlenen suçların icrasında kullanıldığına yönelik bir tespitte bulunulmamıştır. Esasında bir örgütün silahlı olması, işlenmesi amaçlanan suçların tespitini gerekli kılmaktadır. Zira silahlar amaçlanan suçları işlemede elverişli bir örgütün varlığı konusunda göz önünde bulundurulan kriterlerden birisidir. Kararda,ö rgütün hangi suçları işlemek amacıyla kurulduğu belirlenemediği için, silahların bu amacı gerçekleştirmek için elverişli bir örgüt yapısı ortaya çıkarıp çıkarmadığını değerlendirme imkanı bulunmamaktadır.
Kararda, suç işlemek amacıyla kurulan bir örgütün varlığı kabul edilerek, örgüt mensuplarının örgütün faaliyeti çerçevesinde işlediği suçlardan dolayı örgüt yönetcilerinin de fail olarak cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Kararda kabul edildiği gibi ortada bir örgütün varlığı kabul edilse dahi, TCK m.220, f.5 hükmü gereğince örgüt yönetcilerinin, örgüt mensuplarının örgütün amacı doğrultusunda ve faaliyeti kapsamında işlediği suçlardan dolaylı fail olarak sorumlulukları ancak terör örgütleri veya mafyatik örgütler gibi" ikame edilebilirlik" unsurunu taşıyan örgütler bakımından söz konusu olabilir. Nitekim bu hususa anılan madde gerekçesinde açıkça yer verilmiştir. Kararda "Adnan Oktar Suç Örgütü"nün bu nitelikte bir örgüt olduğu kabul edilmediğinden, örgüt yönetcilerinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan sorumlulukları genel iştirak kurallarına göre belirlenmelidir. Örgüt üyelerinin bu kapsamda işlediği iddia edilen her somut suçta örgüt yöneticilerinin suçun işlenişine olan katkısının faillik mi, şeriklik mi olduğu tespit edilmeli ve buna göre sorumlulukları ortaya konulmalıdır. Mahkemenin kararında, örgüt yöneticilerinin, örgüt mensuplarının işledikleri iddia edilen somut suça olan katkısı göz önünde bulundurulmaksızın, TCK m. 220, f. 5 hükmü gerekçe gösterilerek, örgüt üyesinin işlediği her suçtan fail olarak sorumlu tutulmaları doğru olmamıştır.
Dava konusu olayda, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi bünyesinde oluşturulan 1. heyetin Anayasa'nın 37. maddesinin 2. fıkrasına aykırı şekilde sırf bu davaya bakmak üzere teşekkül ettirildiği görülmektedir. Anayasada belirtilen doğal hakim ilkesine ve bunun bir sonucu olan olağanüstü yargı mercileri oluşturma yasağına aykırı şekilde oluşturulan Mahkeme heyeti tarafından verilen bu kararın, maddi içeriğine bakılmaksızın, "mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması" nedeniyle bozulması yoluna gidilmelidir.
Kararda, 1999 yılından 2018 yılına kadar Adnan Oktar Grubuyla ilgili olarak adli merciler tarafından yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sonunda verilen kararlar göz önünde bulundurulmamıştır. Halbuki bu kararlar dikkate alınarak kişilerin aynı fiillerden dolayı yeniden yargılanmasının önüne geçilmesi, 2019 iddianamesinin daha önce soruşturma ve kovuşturma konusu olmamış fiillere dayalı olarak örgütün varlığını ortaya koyması ya da daha önceki soruşturma ve kovuşturmaya konu olmuş fiillerle ilgili yeni delil elde edilmişse, sulh ceza hakimliğinden karar alınarak bunların kovuşturmaya taşınması gerekirdi. Bu şekilde bir yolun izlenmemiş olması daha önce soruşturmaya veya kovuşturmaya konu olmuş fiillerle ilgili olarak yeniden yapılan yargılamayı ne bis in idem ilkesi bakımından hukuken sorunlu hale getirmiştir.
Kararda, iddia makamının suçlamalarına ve delillerine geniş şekilde yer verilmesine rağmen savunma makamı tarafından yapılan savunmaların kararda gösterilmemesi, savunma makamı tarafından ileri sürülen hususların tartışılarak neden itibar edildiğinin veya edilmediğinin belirlenmemesi, özellikle kararın sonucunu etkileyecek esaslı savunma tezlerine kararda yer verilmemesi, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır.
İlk derece mahkemesi tarafından yapılan ilk yargılamada silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, doğrudan doğruyalık ilkelerine aykırılık taşıyan çok sayıda hata yapılmıştır. Özellikle bunlar arasında,
Etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların sorguya çekilmesi ile mağdur, müşteki ve tanıkların dinlenmesi sırasında tüm sanıkların duruşma salonundan dışarı çıkarılması,
Tekrar salona alındığında kendilerine tutulan tutanakların okunup açıklanmaması ve bu kişilere soru sora imkanının verilmemesi,
Hatta müdafilerin de etkin pişmanlıktan yararlanan sanıklara susma hakkı gerekçesiyle soru sordurulmaması,
Bu kişilerin sorgu ve dinlenmesi sırasında tutulan tutanakların esas savunmadan önce sanıklara tebliğ edilmemiş olması sayılabilir.
PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ MÜTALAASI
Prof. Dr. Sayın İzzet Özgenç, Prof. Dr. Sayın Adem Sözüer ile birlikte 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Hukuku Reformu'nun baş mimarlarındandır. Özgenç aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hukuk danışmanlığını yapmıştır. Hukuk bilgisine güvenilerek devletin en üst makamına danışman yapılmıştır.
Özgenç, TCK Gazi Şerhi isimli kitabı ile Yeni TCK ile ilgili kavramları ayrıntılı bir biçimde ele almış, bu kitap ceza hukukçuları açısından bir başvuru kitabı hüviyetine bürünmüştür.
Prof. Dr. Sayın İzzet Özgenç dava dosyamızı ve mahkeme eski heyeti tarafından verilen ceza kararlarını detaylıca incelemiş ve 14.09.2022 tarihinde 81 sayfalık bilimsel mütalaasını sunmuştur. Sayın Özgenç, müvekkil ve arkadaşlarına yönelik suç örgütü suçlaması ile ilgili olarak TCK m.220’de tanımlanan suç örgütü bağlamında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:
“Bir örgütsel yapının suç örgütü vasfını taşıyıp taşımadığını, faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan hareketle belirlemek gerekir. Bu itibarla, bu bağlamda izlenmesi gereken yöntem, TÜMEVARIM yöntemidir. Oysa hukuk uygulamamızda, tümdengelim yöntemi izlenmektedir. Bu yanlış yöntemin izlenmesiyle, aslında bir örgütsel yapının faaliyeti çerçevesinde herhangi somut bir suç işlenmediği halde veya işlenen somut birtakım suçların bir örgütsel yapının faaliyeti çerçevesinde işlenip işlenmediği somut delillere dayalı olarak, somut dayanakları gösterilerek ORTAYA KONMADAN, bu örgütsel yapıya suç veya terör örgütü vasfı izafe edilebilmektedir.
İncelememize tevdi edilen dava dosyasında ilk derece mahkemesince kurulan hüküm bunun bir örneğini oluşturmaktadır.
İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararı, malum “Ergenekon davası”nın gerekçeli kararında olduğu gibi, kes yapıştır yöntemiyle oluşturulmuştur. Bu suretle olağan olmayan bir şekilde, medeni dünyada benzeri olmayan 11.400 sahifelik bir “Gerekçeli Karar” metni ortaya çıkmıştır.
İncelememe tevdi edilen dosyanın ilişkin olduğu davanın görüldüğü ilk derece mahkemesindeki duruşmada, bir suç olgusuna ilişkin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacından ziyade, tecessüs duygularını tatmine matuf olarak, söz konusu topluluk mensubu olan ve "müşteki" sıfatıyla ifadesi alınan kişilerin cinsel yaşantılarına, topluluk mensuplarıyla aralarındaki cinsel davranışlara ilişkin uzun uzun anlatımlarda bulunmaları sağlanmıştır. Bu anlatımlar, herhangi bir ayıklamaya tabi tutulmadan, kes yapıştır yöntemiyle aynen gerekçeli karara aktarılmıştır.
Hatta, Mahkeme başkanının, tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir kişiye kendisiyle hiçbir akrabalık ilişkisi bulunmayan ve suçun konusuyla herhangi bir bağlantısı bulunmayan bir çocuğun nesebini sorgulama yönünde soru sorması, dikkat çekicidir.”
PROF. DR. OSMAN CAN MÜTALAASI
Prof. Dr. Sayın Osman Can, Temmuz 2002 tarihinde Anayasa Mahkemesine Raportör- Hâkim olarak atanmış, Türkiye tarihinin en çalkantılı dönemindeki önemli davalarda Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nca raportör olarak görevlendirilmiştir. 2010 yılına kadar görevini devam ettirmiş, sonrasında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Anabilim Dalında öğretim üyeliğine başlamıştır. AK Parti 4. Olağan Kongresinde AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilmiştir. Venedik Komisyonu üyeliği de bulunan Anayasa Profesörü Sayın Can’ın ulusal ve uluslararası düzeyde yayınlanmış kitap ve makaleleri bulunmaktadır.
Prof. Dr. Sayın Osman Can, ana dava dosyasını ve mahkeme eski heyeti tarafından verilen ceza kararlarını detaylıca incelemiş ve 11.10.2021 tarihinde 31 sayfalık bilimsel mütalaasını sunmuştur. Buna göre;
Savcılık esas hakkındaki mütalaasında herhangi bir AMAÇ SUÇ TESPİTİ YAPMAMIŞ, hatta hiçbir suç örgütünün amacının bizatihi suç işlemek olmadığı yorumunu öne çıkarmıştır.
Mahkeme (eski heyeti) gerekçede silahlı suç örgütünün hangi suçları işlemek için bir araya geldiğini TESPİT ETMEMİŞ, bunu gerekçenin geneline yayılmış bir değerlendirme içinde sunmaya çalışmıştır.
Mahkemenin karar gerekçesinde, 10 bin sayfayı aşar bir hacme sahip olmasından da kaynaklı olarak, Anayasanın adil yargılama hakkını düzenleyen 36. Maddesi ile kanunilik ilkesi hususlarında ceza hukukunun ve Anayasanın zorunlu kıldığı KESİNLİK VE BELİRLİLİK BULUNMAMAKTADIR.
Mahkemenin gerekçesinde bir suç örgütün kanıtlanması çabası ÇOK BELİRGİN DEĞİLDİR. İlk duruşmalardan itibaren, Mahkemenin sorguladığı ve kanıtlamaya çalıştığı husus, yönetici ve üyelerin örgüte mensup olup olmadıkları hususudur. “SUÇ ÖRGÜTÜ”, DURUŞMALARIN BAŞINDAN İTİBAREN VARSAYILAN BİR OLGU OLARAK KABUL EDİNMİŞ görünmektedir.
Örgütün amaç suç olarak nitelendirilen hususlarda, tipe uygunluk ve hukuka aykırılıklar açık bir şekilde ortaya konmamış görünmektedir.
Örgütün varlığının şartlarından biri olan amaç suçlar yönünden:
- Nitelikli cinsel saldırıda, yetişkin kadınların iradelerinin bulunduğuna yönelik savunmalar ile yine cinsel saldırı olarak nitelendirilen eylemlerden sonra da uzun süre birlikteliklerin devam ettiğine yönelik savunmalar çürütülmemiştir. Savcılığın dile getirdiği “iradelerin fesada uğratıldığı” iddiasına ilişkin uzman psikolog veya psikiyatrist bilgisine başvurulmamıştır.
- Mehdiyet, dinin istismarı, sapkınca fetvalar vs. konularının ne ölçüde ceza hukukunun ilgi alanına girdiğine dair bir değerlendirme yapma imkânımız bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ceza mevzuatının somut suç normları kapsamına girmediği sürece, dinsel nitelikli değerlendirmelerin ceza yargılamasında dikkate alınması mümkün değildir.Benzer değerlendirmeler Türk Aile yapısını yok etme ve toplumsal değerleri dejenere etme suçlamaları bakımından da geçerlidir.
- Bunun dışında açıkça AMAÇ SUÇ OLARAK TAYİN EDİLEN HUSUSLAR BULUNMAMAKTA, örgütün amacının ne olduğu gerekçelendirilirken, ceza hukukuyla ilgili olmayan pek çok hususa değinilmekte, amacına ulaşmak için her türlü yolu denediği, karalama, fişleme gibi eylemlerde bulunduğu ve mahkemece tespit edilen diğer suçları işlemeyi amaçladığı belirtilmektedir. Ancak bu suçlar gerekçede açıkça gösterilmemekte, ağırlıklı olarak turnike adı verilen cinsel istismar ve üyelerine intikal edecek mirasın gruba infak edilmesi, paravan şirketler üzerinden gelir elde edilmesi, FETÖ ile iletişim, Masonlarla, İsrailliler veya Amerikalılarla iletişim gibi fiiller sorgulanmaktadır. Bunların bir suç örgütünün varlığını kanıtlamaya elverişli olduklarını iddia etmek güç görünmektedir. İddianamede sevk maddeleri, mahkumiyetin dayandırıldığı TCK hükümleri ve gerekçede isnat edilen eylemler arasında bu yönde ESASLI KOPUKLUKLAR gözlemlenmektedir.
Mahkeme, hükme esas olan kanaatine ulaşırken delil değerlendirmesi ve gerekçe kısmında savcılığın iddianamesini, başlangıçtaki teorik ve doktriner bazı alıntılar dışında, tekrarlamış görünmektedir.
Mahkeme gerekçesinin 8627-8801 sayfaları arasında grubun örgütsel yapısı, suça konu eylemleri değerlendirirken, bu değerlendirmede yalnızca savcılık iddianamesindeki isnatları birebir esas almış, tanık, katılan ve etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların aleyhe beyanlarıyla bunların kanıtlandığını ifade etmiştir. Ancak lehe olan deliller ile sanıkların bu suçlamalara yönelik beyanları, işaret ettikleri çelişkiler, aksi yönde dile getirdikleri iddialar ile bir tartışma ve tartım yapılmamış, bunların neden dikkate alınmadığı gerekçelendirilmemiştir. Gerçekte delil değerlendirmesinde, 1973-8012 sayfaları arasında 6039 sayfayı bulan duruşma tutanaklarındaki sanık beyanları yokmuş gibi delil değerlendirilmesi yapılmış görünmektedir.
Mahkeme, gerekçe kısmında sanıkların yalnızca iki itirazını karşılamaya çalışmıştır. Bunlardan biri savunma için yeteri süre verilmediği, diğeri ise elde edilen delillerin hukuka aykırılığı itirazı. Sanıkların itirazları oldukça yoğun ve sayıca çok olmakla birlikte yalnızca iki itirazın gerekçeye aktarılıp yersiz bulunmuş olması dışında SAVUNMA DİKKATE ALINMAMIŞ görünmektedir.
Mahkeme silahlı suç örgütü yöneticiliğine ilişkin esas hukuki değerlendirmesini 8805- 9288 sayfaları arasında yapmıştır. Ancak burada da örgüt liderinden başlayarak her bir yönetici için aynı şablon kullanılmıştır.
Ancak yazılı gerekçenin bu kısmında da sanık ifadeleri, itirazları, karşı delilleri, anlatımları ve sair LEHE OLAN DELİLLERE İLİŞKİN HERHANGİ BİR İPUCU ELDE ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Mahkemenin bu yaklaşımı, duruşmalarda, yönetici ve üyelerin Mahkemece “silahlı suç örgütü” olarak nitelendirilen bu yapıya aidiyetini tespite yoğunlaşması ve bunun dışında, örneğin yapının bir örgüt olup olmadığı, silahların niteliği, suç örgütünü silahlı hale getirmeye elverişliliği, cinsel istismara ve saldırılara maruz kaldığı ileri sürülen müşteki/katılan/etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların iradelerinin fesada uğrayıp uğramadığı hususlarının araştırılmamasıyla belirli bir uyum içinde görünmektedir.
Dosyanın kapsamından ayrıca; savunmanın delillerinin toplanması, savunma için gerekli imkanların sağlanmamış olması, sanıkların müdafileriyle görüşmelerinin ve evrak alış verişinin engellenmesi, susma hakkını kullanan sanığın cevap vermeye zorlanması, zorunlu müdafi hazır bulunmaksızın sorgu ve savunmaların alınması ve aleyhe ifade verenlerin beyanına karşı sanık ve müdafilere diyeceklerinin sorulmaması gibi hakkaniyete uygun yargılama bakımından ESASLI KUŞKULARA YOL AÇABİLECEK eksikliklerin bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak Mahkemenin bu konuda herhangi bir değerlendirmesi tespit edilememiştir. Bu boyutuyla silahların eşitliği, çelişmeli yargı ilkesi, yargılamaya etkili katılım hakkı ile aleni yargılama hakkı yönünden Anayasa ve Sözleşme ihlali ihtimali doğmaktadır.
Mahkeme gerekçesinde, grubun neden ve nasıl bir suç örgütü olduğu hususunu açıklığa kavuşturamamıştır. Örgütün kuruluşundan itibaren mi, yoksa belirli bir dönüm noktasında mı suç örgütüne dönüştüğü ve TCK 220’de belirtilen şartları haiz hale geldiği hususu, uzunca örgüt hikayesi, dini veya sapkınca bulunabilecek detaylar, Türkiye’deki hâkim din ve ahlak anlayışıyla bağdaşmaz eylemlerle ilgili yüzlerce sayfalık anlatımlara rağmen, hukuki yönden ortaya konamamış görünmektedir.
Grubun sıra dışı, geleneksel olmayan, toplumun genelince tepkiyle karşılanabilecek yöntemleri ve yorumları bulunan bir dini veya felsefi bir grup olduğu, gruba mensup olanların, her sosyal grupta olabileceği gibi, bireysel suç işleme ihtimalinin elbette bulunduğu, ancak kanıtlanamamış bu olgulara dayalı olarak grubun suç örgütü olarak nitelendirilemeyeceği yönünde sanıkların ısrarlı savunmaları ile ilgili herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır. Dolayısıyla MAHKEMENİN SUÇ ÖRGÜTÜNÜN VARLIĞI KANAATİNE NASIL ULAŞTIĞINA DAİR BİR BELİRSİZLİK BULUNMAKTA, BU DA HUKUKİ BELİRLİLİK YÖNÜNDEN ESASLI SORUN OLUŞTURMAKTADIR. Nitekim yargılanan hiçbir sanık, bir SUÇ ÖRGÜTÜ OLDUKLARINA DAİR BEYANDA BULUNMAMIŞ, bu yönde bir İMAYA DAHİ İZİN VERMEMİŞLERDİR.
Öte yandan karar gerekçesinde dayanılan ve davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerektiği hükmünü havi 2007 tarihli bir Yargıtay kararından hareketle grubun bir suç örgütü olduğu ısrarla vurgulanmaktadır. Zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen bir davada “düşme kararı”nın bir olgunun esası hakkında bağlayıcı ve nihai bir tespit içerip içermeyeceği hususundan bağımsız olarak, sanık avukatlarınca sunulan pek çok BERAAT VE TAKİPSİZLİK KARARLARI da farklı bir gerçeği ortaya koymaktadır. En azından farklı yargı kararlarının mevcut olduğu durumda bir belirsizliğin bulunduğu ve bu davada da suç örgütü bulunduğunu ileri sürmek için hukuki olarak tüm tartışmaları ortadan kaldıracak bir gerekçelendirme yapılması gerekmekteydi.
Suç örgütü olarak nitelendirilen yapının aynı zamanda silahlı suç örgütü olarak nitelendirilmesinde de tipiklik açısından sorun bulunmaktadır. Zira dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere tüm silahlar ruhsatlıdır ve ruhsat sahipleri genelde erkek üyelerdir. Silah ruhsatının devlet tarafından ciddi bir şekilde takip edilen bir prosedürü bulunmaktadır. Kuşkusuz ruhsatlı silahlar ile de suç işlenebilir. Ancak örgütün silahlı bir örgüt olarak kabulünü sağlayacak bir silah yoğunluğunun ruhsatlı bir şekilde sağlanmış olması aynı zamanda iki karinenin/varsayımın kabulünü de gerektirmektedir.
Birinci Varsayım: Defalarca davalara ve soruşturmalara konu olmuş, dolayısıyla devletin bihaber olduğu iddia edilemeyecek bir grubun üyelerinin bu yoğunlukta silah ruhsatı alabilmiş olması, DEVLETİN BUNLARI SUÇ ÖRGÜTÜ OLARAK GÖRMEDİĞİNE karine olarak değerlendirilebilir.
İkinci Varsayım: Defalarca davalara ve soruşturmalara konu olmuş bir grubun üyelerinin bu yoğunlukta silah ruhsatı alabilmiş olması, devletin bu konudaki yükümlülüklerine aykırı davrandığını göstermektedir. Gerekli özeni göstermeyen bir ruhsat verme işlemi, devletin yükümlülüklerine aykırı davranmak suretiyle bu örgütün “silahlı suç örgütü” haline gelmesine yol açtığına karine olarak kabul edilebilir.
Ancak hangi varsayım ele alınırsa alınsın devletin kendi yükümlülüklerine aykırı davranmanın faturasını bireylere kesmesine Anayasa izin vermez (Anayasa Mahkemesi Şehmus Altuğrul Kararı, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, §54).
PROF. DR. AHMET GÖKÇEN SAVUNMASI
Prof. Dr. Sayın Ahmet Gökçen, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Ceza Mevzuatının oluşturulması aşamasına fiilen katılmış, bu meyanda TBMM Adalet Komisyonunda Danışman olarak görev yapmıştır. 22.10.2010 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiştir. HSYK’nda 2. Daire üyesi olarak çalışmış ve dönem sonunda kendi isteği ile Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki görevine dönmüş olup halen bu fakültede öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Prof. Dr. M. Emin Artuk, Prof. Dr. Caner Yenidünya ile birlikte hazırlamış oldukları, hukuk fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Uygulamalı Ceza Hukuku isimli ders kitapları, monografik çalışmaları, uygulamaya yönelik 5 ciltlik TCK Şerhi ve yayınlanmış onlarca makalesi bulunmaktadır. TCK m.220'nin yazarlarındandır.
Prof. Dr. Sayın Ahmet Gökçen, davamız sanıklarından yöneticilikle itham edilen Merve Büyükbayrak’ın müdafiliğini üstlenmiş ve dava dosyasına 26.11.2021’de sunduğu 24 sayfalık dilekçesinde, müvekkil ve arkadaşlarının oluşturduğu camianın SUÇ ÖRGÜTÜ OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİNİ açıklamıştır. Şöyle ki;
TCK'nın 220’nci maddesinin 1’nci fıkrasındaki örgüt kurma ve yönetme suçunun söz konusu olması için failler arasındaki birleşmenin, "kanunun suç saydığı fiilleri işlemek" amacıyla olması gerekir. Failler bunu bilmeli, istemeli ve suç işlemek amacıyla bir araya gelmelidir. Müsnet suçun metninde; "saik, amaç" gibi bir ibareye yer verildiği için faillerin yalnızca suç örgütünü bilerek ve isteyerek kurmaları yetmez. Ayrıca madde metninde amaç ibaresine yer verildiğinden fiili birleşmenin "kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla" olması gerekir.
Oysa 12.07.2019 tarihli iddianamede, müvekkilin içerisinde bulunduğu grubun amacının genel manada; "Adnan Oktar'ın sözde mehdi olduğu inancını topluma yaymak suretiyle temel olarak bütün dinlerin lideri olduğu ve deccale karşı Hz. İsa ile birlikte insanlara liderlik edeceği, sözde mehdi talebelerinin de bu kutsal savaşta onun yanında yer alacakları, Adnan Oktar'ın bütün insanların lideri olduğu" düşüncesini yaymak olarak gösterilmiştir. (İddianame, s. 32)
Savcılık makamı, 13.11.2020 tarihli esas hakkında mütalaasında da, iddianamedeki söylemleri tekrarlayarak; "her ne kadar TCK'nın 220/1 inci maddesinde "kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar ve yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde cezalandırılır" hükmü mevcut ise de, hiç bir suç örgütünün asıl amacı bizatihi suç işlemek değildir. Suç örgütleri kendisine şiar edindiği maddi ve manevi çıkarları elde etmek amacını suç teşkil (eden) fiilleri gerçekleştirmek suretiyle yerine getirir. TCK m. 220'de yer alan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun lafzını da bu minvalde almak, anlamak gerekir" demektedir. (Esas Hakkında Mütalaa, s. 12)
İddia makamının esas hakkında mütalaasındaki tespiti, MÜVEKKİLİN DAHİL OLDUĞU TOPLULUĞUN KASTEN (BİLEREK VE İSTEYEREK) SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA KURULMUŞ BİR ÖRGÜT OLMADIĞININ İTİRAFIDIR. Yargıtayımızın da benzer örgüt davalarında baktığı kriterlerin başında “suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün varlığından bahsedebilmek için örgütün hangi suç ve/veya suçları işlemek amacıyla kurulduğu da tespit edilmelidir” şeklindeki değerlendirme gelmektedir. (Yarg. 6.CD, E.2013/5246, K.2016/5163)
Bu noktada, sözde suç örgütünün önceden belirsiz sayıda bir takım suçları işlemek maksadıyla ne zaman kurulmuş olduğu sorusu cevaplanmalıdır. İddianame bu sorunun cevabını “1979 yılı” olarak tespit etmeye çalışmış olsa da, söz konusu camia hakkında çeşitli tarihlerde aynı isnatlar bakımından yapılmış soruşturma/kovuşturmalar söz konusu olup, alınmış KYOK ve beraat kararları mevcut olduğundan, bu tarihler öncesine ait bir değerlendirme yapmak hukuken geçersizdir. Buna rağmen iddia makamı söz konusu yargı kararlarını yok sayıp görmezden gelerek sözde suç birlikteliğini 1979 yılına götürmeye çalışmıştır. Bahsi geçen KYOK kararları ve beraat kararlarına rağmen iddia makamı tarafından yapılan bu değerlendirmenin HUKUKİ OLMADIĞI her türlü izahtan varestedir. Kaldı ki müvekkilim sözde suç örgütünün kurucusu/yöneticisi olmak ithamıyla yargılanmakla birlikte, kendisi 1979 YILINDA 1 YAŞINDADIR. Ne iddianame, ne esas hakkındaki mütalaa, ne de gerekçeli kararda müvekkilin (ve diğer sanıkların) hangi tarihte sözde örgüte suç işleme saikiyle dahil olduğu konusunda bir tespit ve değerlendirme yer almamıştır.
İddianamede öne sürülen “Adnan Oktar'ın mehdi olduğu ve mehdiliğini tüm dünyaya yayacağı” iddiası günümüz modern dünyasında bir fikir akımı veya felsefi akım olarak tartışılabilir, geniş çevrelerde kabul görmeyebilir, hatta yadırganabilir. Ancak bu tür inanış ve bu inancın gereği olarak faaliyette bulunmak, bunun propagandasını yapmak, Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan "din ve vicdan hürriyeti" çerçevesinde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek davranışlardır. Bu davranışlar ceza sorumluluğu gerektirmez. Bu sebeple söz konusu yapının suç örgütü olduğu ve keza müvekkilin de bu örgütün kurucusu ve yöneticisi olduğu iddiası bizzat iddia makamının kendi beyanıyla mesnetsiz kalmaktadır.
Öte yandan, başta Adnan Oktar olmak üzere sanıkların tamamı savunmalarında istikrarlı şekilde bu iddianın doğru olmadığını beyan etmişlerdir. Hatta Adnan Oktar’ın mehdi olmadığını söylediği, mehdiyet iddiasında bulunmayacağına dair yemin ettiği çok sayıda videosu dava dosyasına sunulmuştur. Bu şartlar altında söz konusu iddia sadece bir kısım müşteki ve etkin pişman sanığın soyut beyanlarına dayanmaktadır ki bu beyanların güvenilirliği konusunda ciddi şüpheler mevcuttur. Öte yandan, sanıkların savunmalarında ortaya koyduklarına göre, idealleri doğrultusunda en az 30 yıldır binlerce konferans verdikleri, internet siteleri ve kitaplar yayınladıkları, videolar çektikleri anlaşılmaktadır. Bu yönüyle mevcut yapının bir sivil toplum kuruluşu özelliğinde var oluşu, soyut iddialardaki örgüt yapısına göre daha güçlü bir delil oluşturmaktadır. Bu oluşuma dahil kişilerin biraraya gelişi, ortak davranışlar sergilemesi, organizasyonlar yapması tamamen meşru bir davranıştır ve BU YAPININ SUÇ ÖRGÜTÜ ŞEKLİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ İHLAL ETMEKTEDİR.
Esas itibariyle somut olayda iddia makamı, sanıkların iyi bir hayat yaşamak istediklerini ileri sürmekte ve fakat bunun suç olmadığını bildiğinden, “iddia edilen bütün suçların amaç suç olduğu” şeklinde CEZA HUKUKUYLA BAĞDAŞMAYAN bir çıkarım yapmaktadır. Görülen o ki mahkeme heyeti de gerekçeli kararında bu yaklaşımı aynıyla benimsemiştir. Oysa her suç çeşidi bir suç örgütünün amaç suçu olmaya elverişli değildir. Bir suç örgütünün çatısı altında ve örgüt halinde hareket etmenin getirdiği avantajlarla işlenebilen suçların birçoğu ekonomik çıkar elde etmeyi sağlayan suçlardandır. Elde edilen çıkar, suçu işlemeden elde edilebilecek çıkara nazaran çok daha yüksek seviyededir. Bu sebeple de örgüt üyesi kişi, suçu işlemenin getirdiği yakalanma ve ceza alma tehdidine karşılık suçun sağladığı faydayı tercih edebilmektedir. Çek senet tahsilatı, silah / insan / organ ve doku kaçakçılığı, uyuşturucu imalatı ve ticareti bu kapsamda sayılabilir. Açıktır ki bu suçların doğası, örgütlü olarak işlendiklerinde daha büyük başarı sağlayacak, dolayısıyla da kamu düzenini daha ağır şekilde ihlal edecek şekildedir. Ancak bireysel olarak da rahatlıkla işlenebilen cinsel saldırı gibi suçların örgütlü olarak işlendiği ve bir suç örgütünün amaç suçu olarak benimsendiği pek görülmemiştir. Öte yandan bir örgüt üyesinin herhangi bir zamanda herhangi bir yerde tek başına işleyeceği bir cinsel saldırı suçunun örgüt yöneticileri tarafından bilindiği, yönetildiği, üye üzerinde hakimiyet kurarak suça yönlendirildiği hususlarının isbatı neredeyse imkansızdır.
İddia makamı, gruptan ayrılmış bazı müştekilerin atf-ı cürüm niteliğindeki soyut beyanlarının tamamını doğru kabul edip bunları hukuki değerlendirmesine taşırken, sadece aralarında isim benzerliği olan ve hiçbir nikah bağı bulunmayan Aylin Kocaman – Fatih Kocaman isimli kişilerin dahi güya sahte örgüt evliliği yaptığını iddia edebilmiştir. Daha ilginci ise, mahkeme heyeti gerekçeli kararında örgütlü suçluluğa hükmederken tüm bu muallak, hatalı ve tartışmalı senaryoları araştırmadan doğru kabul etmiştir.
İddia edilen örgütün hiyerarşik bir yapıya sahip olması gerekirken, iddia makamının ortaya koymaya çalıştığı ve çelişkili müşteki beyanlarına dayanan tablo, tüm iddiayı hukuken açmaza sürüklemektedir. Bu detaya girmeden evvel, iddia makamının kendine dayanak yaptığı neredeyse tüm müştekilerin aslında aynı grup içinde uzun yıllar yer alan kişiler olduklarını, hepsinin de bir şekilde husumetli bir şekilde grupla ilişkisini kestiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bunların tamamı ifadelerinde yıllarca grup içinde kaldıklarını, çeşitli görevler üstlendiklerini ve hatta çeşitli sözde suçlara karıştıklarını iddia ettikleri halde, iddia makamı bunların bir tanesini dahi sanık koltuğuna oturtmayı düşünmemiş, tamamını yargı cenderesinin dışında bırakmıştır. Bu rahatlık içinde beyan veren kişinin sözlerinin ne derece güvenilir olacağını takdirlerinize sunuyoruz. Kaldı ki dosyaya sunulan sanık savunmalarında görüldüğü üzere bu beyanlar arasında ciddi çelişkiler mevcuttur. Örneğin bir suç örgütünün düzgün işleyebilmesinin olmazsa olmaz şartı olan hiyerarşik yapıda kimin kimden emir ve talimat alacağı, kimin kime raporlama yapacağı keskin şekilde belirli olması gerekmesine rağmen, müştekilerin ifadelerinde birbirini tutmayan yönetici isimleri, bambaşka sorumlular zikredilmektedir.
Dosyadaki belgelerden ve sanık beyanlarından anlaşıldığı üzere, polis operasyonu çerçevesinde ele geçirilen silahların hepsi ruhsatlıdır. Ele geçirilen silahların tamamı silah sahiplerinin şahsına ruhsatlanmıştır. BİR SUÇ ÖRGÜTÜNÜN, AMAÇ SUÇLARINA ULAŞMA YOLUNDA KULLANMAKTAN ÇEKİNMEYECEĞİ SİLAHLARINI KENDİ ÜYELERİNİN ŞAHSINA RUHSATLANDIRMAYACAĞI İZAHTAN VARESTEDİR. Hatta herhangi bir kişi adına dahi ruhsatlı bir silah bir suç girişiminde kullanılmak istenmez, çünkü netcesinde kolluk kuvvetlerinin faile ulaşması son derece kolay olacaktır. Bazıları ticari faaliyet sebebiyle, bazıları şirket ortaklığı vesilesiyle, bazılarıyla can endişesinden silah ruhsatı için devlete başvuruda bulunmuş, devlet de bu kişileri çok detaylı incelemeye tabi tuttuktan sonra silah sahibi olmalarını uygun bulmuştur. Başta Adnan Oktar olmak üzere gruptan bireylerin en bilinen terör örgütlerinden ölüm tehditleri aldığı bir gerçektir. Hatta isimleri suikast listelerinde dahi yer amış ve Valilik bu kişilere defalarca polis koruması teklif etmiştir. Bu şartlar altında kişilerin silah sahibi olarak can güvenliklerini sağlama endişesinde olmaları son derece doğaldır. Burada önemli olan bir diğer husus ise, mevcut silahların, hiçbir eylemde kullanılmamış olmasıdır. Hatta yargılanan sanıklardan hiç kimse hayatında hiç silah kullanmamıştır. Oysa ki TCK 220/3 kapsamında bir örgütün silahlı kabul edilebilmesi için örgüt üyelerinin sahip olduğu silahların örgütün amaç suçu olarak belirlediği eylemlerde kullanılmış olması gerekirdi.
Bu gerçekler ortadayken, iddia makamı sözde suç örgütü savını kendince güçlendirebilmek adına uzun yıllar öncesinde olmuş ve devamlılık göstermeyen alakasız birkaç münferit olayı güya suç örgütünün silahlı eylemi gibi değerlendirmeye çabalamıştır. Bu noktada ÖYLE ŞAŞILACAK BİR AKIL TUTULMASI yaşanmıştır ki, sanıkların gözaltına alındığı 2018 tarihli polis operasyonundan TAM 20 YIL ÖNCE, o dönem camiada bulunan Serkan Ciminli isimli bir şahsın, KRİMİNAL OLDUĞU BİLİNEN BİR KİŞİ TARAFINDAN SOKAK ORTASINDA SIRTINDAN VURULARAK ÖLDÜRÜLMESİ DAHİ sözde örgütün silahlı eylemi olarak esas hakkındaki mütalaaya girebilmiştir.
Merhum Prof. Cevat Babuna’nın cenazesinde gruba dahil olanlarla gruptan ayrılan akrabalar yan yana gelmiş, bu karşılaşma sırasında bir müştekinin gruptan kişilerin ceketlerinin altında silah olduğunu ZANNETMESİ hadisesi bile suç örgütünün silahlı eylemi addedilmiştir. Bu iddiayı ortaya atan müşteki, mahkemede bu iddiasından dönmüş, cenazede bulunan ve davanın müştekilerden biri olan Lütfiye Semin Babuna (Cevat Babuna’nın eşi) dahi cenazede silah görmediğini ve tehdit edilmediğini beyan etmiş, ayrıca sanıklar cenazede TBMM eski Başkanı sayın İsmail Kahraman’ın resmi polis korumalarıyla yer aldığını gösteren fotoğrafları dosyaya sunmuştur. Bunun yanı sıra, aynı cenazede bulunan etkin pişman sanık avukat Fatih Mehmet Doğan’ın savcılık ifadesinde SEGBİS kaydında bulunan “ben orada böyle bir olaya şahit olmadım” sözleri YAZILI İFADE METNİNE GEÇİRİLMEYEREK GERÇEKLER GİZLENMİŞTİR.
Yine esas hakkındaki mütalaada Atalay Coşkun adında gruptan olduğu iddia edilen bir kişinin karıştığı iddia edilen bir olay anlatılarak bu olay da sözde örgüte ait silahlı eylem gibi lanse edilmek istenmiştir. 2011 yılına ait olduğu anlaşılan bu iddianın yargılaması dahi tamamlanmamış, içeriği aydınlatılmamıştır. İsmi geçen kişi bu davanın sanıkları arasında yoktur. Bir an için böyle bir olayın gerçekten yaşandığı kabul edilse dahi, münferit olduğu aşikar olan bu olayın sözde suç örgütünün amaç suçları kapsamında bir silahlı eylem kabul edilmesi imkansızdır.
Polis operasyonu esnasında silahını kullandığı iddia edilen Mert Sucu isimli sanık hakkındaki iddialar ve polis ifadelerinde çok önemli çelişkiler mevcuttur. Sucu’nun olay günü şiddetli işkenceye uğradığına dair hastane raporları ortaya çıkmıştır. Ayrıca olay yerini inceleyen polis ekibinin usulsüzlükler yaptığı, Sucu’nun başucunda görülen 3 adet boş kovanın bir anda 6 adede çıktığı tespit edilmiştir. Sucu’nın silahının adli emanette kurcalandığı üzerinde hiç iz kalmayacak şekilde temizlendiğine dair Adli Tıp Kurumu tutanağı bulunmaktadır. İfadesinde görev silahına hiç davranmadığını beyan eden özel harekat polisinin svab analizinde her iki elinin hem içinde hem dışında ATIŞ ARTIKLARI BULUNMUŞ ancak BU DURUM ARAŞTIRILMAMIŞTIR. Olay yerinde bulunması gereken tanıkların birinden dahi ifade alınmamış, olaya karıştığı tespit edilen 404345 sicil numaralı polis memuru ise İFADE VERMEDEN ORTADAN KAYBEDİLMİŞTİR. Bu konular açıklığa kavuşturulmaya muhtaç konulardır. BU ŞAİBELİ OLAYI SÖZDE 40 YILDIR FAALİYET HALİNDE OLDUĞU İDDİA EDİLEN SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜNÜN TEK EYLEMİ OLARAK ORTAYA KOYMANIN, ASLINDA ORTADA SİLAHLI BİR ÖRGÜT OLMADIĞININ AÇIK İSPATLARINDAN BİRİ OLDUĞU KANAATİNDEYİZ.
SAYIN ALİ TURHAN MÜTALAASI
Sayın Ali Turhan, 2001 senesinde Yargıtay 6. Ceza Dairesi Üyeliğine seçilmiş olup, 2005 senesinde emekli olmuştur. Kendisinin 2000 Senesinde kaleme aldığı “Meslek Etiği Kuralları” adlı çalışma Adli Kurum Çalışanları için el kitabı niteliğinde bir eser olup mesleğe yeni alınan hakim ve savcıların eğitiminde kılavuz olarak görülmektedir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi Onursal Üyesi Sayın Ali Turhan, huzurda görülmekte olan dava dosyasını tüm ekleriyle birlikte tam dosya olarak incelemiş ve 10.11.2020 Tarihli 35 sayfalık Bilimsel Mütalaasında MÜVEKKİL ve ARKADAŞLARININ SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIKLARINI MÜTALAA ETMİŞTİR. Buna göre;
İddianamede Belirtilen Mevcut Oluşumun Suç Örgütü Olup, Olmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında “Ortada bir suç örgütü değil, legal bir sivil toplum yapılanması bulunmaktadır. Bu topluluğun daha önce pek çok kez aynı isnatlara maruz kaldığı ancak bu iddiaların asılsız olduğu ve ortada suç örgütü olmadığı yönünde mahkeme kararı ve 9 adet takipsizlik kararı bulunmaktadır” demiş ve buna ilişkin olarak da 1999 senesinde yine örgüt iddiasıyla aynı sanıklar bakımından açılan davanın BERAAT ile SONUÇLANMIŞ OLDUĞUNU BELİRTMİŞTİR. Hatta bu karar sonrasında yine aynı suçlamayla yapılan pek çok şikayetin de, asılsız olduklarının anlaşıldığını ve bu sebeple onlar hakkında da TAKİPSİZLİK KARARLARI verildiğini de mütalaasına eklemiştir.
Sayın Ali Turhan ayrıca, Etkin Pişmanlık hükümlerinden faydalanmak isteyenler de dahil dosya kapsamındaki tüm ifadeleri de incelemiş ve HİÇBİR KİŞİNİN bu topluluğun SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA BİRARAYA GELDİKLERİNİ İFADE ETMEDİĞİNE dikkat çekmiştir.
Dolayısıyla, güya “suç işlenmesi nedeniyle rahatsızlığını dile getirerek arkadaş topluluğundan ayrılan herhangi bir kimse bulunmadığından dolayı CEZA HUKUKU ANLAMINDA ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTÜ KABUL EDİLEBİLECEK BİR DURUM ORTADA BULUNMAMAKTADIR” diye de belirtmiştir.
Organize Suç Örgütünün Kanuni Unsurlarının Olup, Olmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında, “Suç Örgütü özünde bir suç anlaşması olduğuna göre, bu anlaşmanın bir başlangıcı olması gerektiği ortadadır” diyerek, “cezai anlamda bir suç örgütünden bahsedilebilmesi için bu anlaşmayı yapanların belirsiz sayıda suç işlemeye ne zaman karar verdiklerinin açıkça ortaya koyulmuş olması gerektiğini” belirtmiş. Ancak “davaya konu iddianamede hem bu hususun değerlendirilmediğini, hem de topluluğun suç işleme kararını ne zaman aldığına dair de bir iddiada dahi bulunulmadığını” belirtmiştir.
Buna göre Sayın Ali Turhan, “suç işlemeyi hedeflemeyen sosyolojik anlamda legal bir topluluğun ceza hukuku anlamında bir ÖRGÜT OLARAK GÖRÜLEBİLMESİNİN DE MÜMKÜN OLMADIĞINI” belirtmiş. Ancak buna karşın “iddianamede; sivil toplum örgütü olarak faaliyet gösteren müvekkil ve arkadaşlarının oluşturduğu gurubun doğumu ile TCK 220. maddesi anlamında doğumun birlikte gerçekleştiğinin ileri sürüldüğünü, bu durumun ı̇se HUKUKEN MÜMKÜN OLAMAYACAĞINI çünkü bu suçlamaya ı̇lı̇şı̇kı̇n 1999 senesı̇nde aralarında huzurdaki davanın yargılananlarının da bulunduğu kişiler hakkından KISMEN TAKİPSİZLİK, KISMEN DE BERAAT KARARI VERİLMİŞ OLDUĞUNU ve BU KARARIN DA KESİNLEŞMİŞ OLDUĞUNU” belirtmiş ve dolayısıyla da suç örgütü olduğu iddia edilen BU YAPININ VARLIĞININ CEZAİ ANLAMDA TAKİPSİZLİK VE BERAAT/DÜŞME KARARLARI ÖNCESİNE TAŞIMANIN MÜMKÜN OLMAYACAĞINI, bunun aksinin ise HUKUKUN EVRENSEL İLKELERİNE AYKIRI OLACAĞINI mütalaa etmiştir.
Bununla birlikte Sayın Ali Turhan konuyu CMK'nın 172. Maddesinde belirtilen “KOVUŞTURMA ŞARTI” açısından da değerlendirmiş ve müvekkil ve arkadaşları hakkında aynı suçlama (organize suç örgütü kurmak) nedeniyle daha önceden verilmiş takipsizlik kararı olmasından dolayı bu fiilden yeniden dava açılması için sulh ceza hakimliğinden karar alınması gerekliliğinin bir “KOVUŞTURMA ŞARTI” olduğunu belirtmiştir.
Buna göre ise CMK'nın 223/8. maddesine istinaden “KOVUŞTURMA ŞARTI” sağlanmadan huzurdaki davanın görülmesine devam edilmesi aleni bir usul hatası olup, Sayın Ali Turhan'ın mütalaasına göre ya “DURMA” kararı verilerek Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan eksikliğin giderilmesinin istenmesi, ya da “DÜŞME” kararı verilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.
İddianamede Amaç Suçun, Gösterilip Gösterilmediğinin İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında, huzurdaki davanın iddianamesinde AMAÇ SUÇUN GÖSTERİLEMEDİĞİNİ, ne iddianamenin 32. sayfasında yer alan “Adnan Oktar Örgütünün Amacı başlıklı” ne de “Adnan Oktar Suç Örgütünün kuruluşu ve tarihsel gelişimi başlıklı” bölümlerde sayılan fiillerin (İslam'ı dünyaya hakim kılmak, İslam'ı tebliğ etmek, Mehdi'ye zemin hazırlamak, idarede söz sahibi olmak) hiçbirinin de Türk Ceza Kanunlarına göre SUÇ TEŞKİL ETMEDİKLERİNİ belirtmiştir.
Ayrıca Sayın Ali Turhan “ilgili kanunlar gereğince bir suç örgütü varlığı için suç işleme amacı etrafında fiili birleşme gerekmekte iken iddianame incelendiğinde görüleceği üzere bu kişilerin suç işleme amacıyla bir araya geldiklerine dair SOMUT DELİLLER BULUNMAMAKTADIR” diye belirtmiş ve bu yönüyle aslen “BU TOPLULUĞUN HERHANGİ BİR SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA BİR ARAYA GELMEDİĞİNİ BİZZAT İDDİANAMENİN KENDİSİNİN DİLE GETİRMİŞ OLDUĞUNU” mütalaa etmiştir.
Sayın Ali Turhan ayrıca, iddianamenin 32. sayfasında yer alan “Adnan Oktar Örgütünün Amacı" başlıklı bölümün son kısmında, Adnan Oktar Suç Örgütü olarak belirtilen yapının iddianamede sevk maddesi olarak gösterilen suçları işlemeyi ve suçun her türlüsünün mubah sayıldığı şeklinde iddianamede bir değerlendirmede bulunulmasının da ESASEN BU TOPLULUĞUN İŞLEMEYİ HEDEFLEDİĞİ HERHANGİ BİR AMAÇ SUÇUN TESPİT EDİLEMEDİĞİNİ VE DOLAYISIYLA SUÇ ÖRGÜTÜNÜN UNSURLARININ ORTAYA KONULAMADIĞINI GÖSTERMEKTEDİR tespitinde bulunmuş ve bu sebeple SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA KURULMUŞ BİR ÖRGÜTTEN BAHSEDİLEMEYECEĞİNİ de dile getirmiştir.
Sayın Ali Turhan iddianamede AMAÇ SUÇUN GÖSTERİLEMEDİĞİNE İLİŞKİN OLARAK ayrıca;
➤ Etkin Pişmanlıktan yararlanan sanıkların ve topluluk içerisinde uzun yıllar bulunup sonra müşteki olarak değerlendirilen kişilerin beyanlarında da amaç suçun gösterilemediği
➤ Soruşturma savcılarının yaklaşık 3 yıl süren uzun soruşturmaları sonunda bile amaç suçu belirleyememiş oldukları,
➤ Bir dönem grupla görüşen ama sonra bağını kesen kişilerin dosya kapsamındaki ifadelerine bakıldığında bunların topluluktan ayrılma gerekçelerini fıkhi, siyasi, ticari faktörlerle izah ettikleri, ceza hukuku bağlamında suç teşkil edebilecek herhangi bir anlatımın bulunmaması,
➤ İddianamenin 11. sayfasında, örgütün suç işleme kastı çerçevesinde illegal ekonomik kazanç elde etme amacının bulunduğunun soyut biçimde ifade edilmiş ancak illegal olduğu iddia edilen bu EKONOMİK KAZANCIN NE ŞEKİLDE ELDE EDİLDİĞİNİ GÖSTEREN SOMUT DELİLLERİN ORTAYA KONULAMAMIŞ OLMASI
➤ Sanıkların infak adı altında getirdikleri paraların ise, sanıkların yasal miras payı ve kendi kazançları olduğu sanıklar tarafından ifade edilmesi karşısında bu paraların illegal olarak elde edilen kazançlar olduklarının SOMUT OLARAK ORTAYA KONULAMAMIŞ OLMASI
➤ Sevk maddesi olarak gösterilen TCK'nın 158. maddesindeki Nitelikli Dolandırıcılık suçunun yalnızca dosya kapsamındaki tek bir sanık yönünden işlendiğinin ifade edilmiş olup bunun diğer sanıklara yönetici oldukları gerekçesiyle izafe edilmiş olması. Oysaki suç örgütü olarak ifade edilen bir topluluk varsa ve amacı illegal ekonomik kazanç elde etmek ise bu suçun devamlılık arz etmesi gerekip tüm örgüt üye ve yöneticilerince amaç suçun benimsenmiş olması gerektiğinin göz ardı edilmiş olması.
➤ Aynı şekilde suç örgütünün amaç suçları olarak ifade edilen kaçakçılık, dolandırıcılık, şantaj vb. gibi iddia edilen eylemlerinde iddianamede bireysel boyutta kalmış suçlamalar olmaları, ancak bir örgütün varlığından ve amacından bahsedebilmek için amaç suçların kollektif bir biçimde işlendiğine ilişkin HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK İSPAT EDEBİLECEK DELİLLERİN DE BULUNMASI GEREKTİĞİ,
➤ Ancak amaç suç olarak ifade edilen bu suçların sözde örgüt üyesi ve yöneticisi olarak yargılanan sanıklarca benimsendiğini gösteren HERHANGİ BİR DELİLİN İSE DOSYADA MEVCUT OLMADIĞI tespitlerinde bulunmuş ve “kaldı ki ekonomik suçların diğer şüphelisi Özkan Mamati'nin aynı suçların faili olmasına rağmen dosyadan ayrılmasının da, savcılık makamının EKONOMİK SUÇLARI AMAÇ SUÇ OLARAK ELE ALMADIĞINI ORTAYA KOYDUĞUNU belirtmiştir. Bu durum ise ekonomik suçların varlığı halinde suçun ÖZKAN MAMATİ tarafından bireysel olarak işlendiğini ortaya koymaktadır” şeklinde açıklamıştır. Buna ilişkin olarak da Yargıtay Kararlarına istinaden TEK BİR OLAYA ÖZGÜ BİREYSEL EYLEMLERİN ÖRGÜT ADI ALTINDA İŞLENDİĞİNİN KABUL EDİLMEDİĞİNİ belirtmiştir.[1]
Suç Örgütü Bağlamında Hiyerarşik Yapının Bulunup Bulunmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan bu başlık altında yapmış olduğu değerlendirmelerinde, örgüt suçlamalarında TCK 220. maddesine göre olması gereken altlık-üstlük ilişkisinin iddianame içerisinde somut olarak ortaya konulamadığını, örgüt şeması olarak gösterilen şemada ise 1 numara, 2 numara, 3 numara ile diğer yöneticiler olarak ayrıma gidildiği ancak bu tablonun salt Müşteki /Tanık beyanları esas alınarak oluşturulmuş olması ve örgüt şeması konusunda müştekiler/mağdurlar arasında bir FİKİR BİRLİĞİNİN DAHİ OLMADIĞI tespitlerinde bulunmuştur. Bu durumun, CEZA HUKUKU BAĞLAMINDA SOYUT OLMAKTAN ÖTEYE GEÇEMEDİĞİ ve SOYUT BEYANLARIN ise CEZA HUKUKUNDA YERİ OLMADIĞINI belirtmiştir.
Dosya kapsamındaki ifadelere bakıldığında, her biri en az 15-20 yıl boyunca bu topluluğun içerisinde yer alıp, Adnan Oktar'a en yakın sağ kol, sol kol gibi çok önemli pozisyonlarda bulunduklarını hatta veliaht olduklarını ileri süren kişilerin dahi, birbirinde çok farklı ve çelişkili örgüt şemaları tarif ettiklerinin görüldüğünü belirten Sayın Ali Turhan, ÇELİŞKİLİ BEYANLARIN İSE CEZA HUKUKUNDA YERİ OLMADIĞINI belirtmiştir.
Sayın Ali Turhan, müşteki/mağdurların her birisinin farklı farklı örgüt şemaları tarif etmiş olmalarının bu kişilerin HUSUMET DUYDUĞU VE KENDİLERİNCE CEZALANDIRMA İSTEDİKLERİ FARKLI KİŞİLERİ HAYALİ BİR HİYERARŞİK YAPIDA GÖSTERMEK İSTEMİŞ OLABİLECEKLERİNİ, bu sebeple birbirinden farklılık gösteren örgüt şemalarının CEZA HUKUKU ANLAMINDA HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN ARINILMIŞ OLARAK VERİLMESİ GEREKEN KARAR AÇISINDAN SOYUT KALDIĞINI mütalaa etmiştir.
Ayrıca sivil toplum örgütlenmelerinde de sosyal teamül gereği bir hiyerarşinin olacağı ancak bunun cezai anlamda suç örgütlerinde aranan hiyerarşi olmadığını da dile getirerek sivil bir toplum yapılanmasında kişilerin gönüllülük esasına göre kendi rızalarıyla ortaya koydukları yardımlaşmanın organize suç örgütü olarak kabul edilmesinin, ceza hukuku bakımından mümkün olmadığını da belirtmiştir. Bunun aksinin iddia edilmesi durumunda dini veya herhangi bir konuda örgütlenmiş sivil toplum yapılarında kendiliğinden ortaya çıkan iş bölümü ilişkisinin de örgütsel hiyerarşi kapsamında değerlendirilmesinin gerekeceği, bunun ise hukuk ile bağdaşır bir yönünün olamayacağı da mütalaada Sayın Ali Turhan tarafından açık şekilde belirtilmiştir.
Sayın Ali Turhan mütalaasında TCK'nın 220 maddesinde tarif edilen örgüt suçlaması kapsamındaki örgüt hiyerarşisine ilişkin emsal niteliğindeki çok önemli Yargıtay kararlarından örnekler de vermiştir. Buna göre;
➤ Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 27.05.2019 tarihli ve 2017/688 E. 2009/3416 K. sayılı kararında, “Bir suç örgütünün varlığı için; hiyerarşik yapılanmanın amaç suçları işlemede devamlılığını gösteren somut delillere ilişkin NET BULGULARA ULAŞILMASI GEREKTİĞİ” belirtilmiş olup,
Huzurdaki dava konusu dosyada ise NET BULGULARIN MEVCUT OLMADIĞI ortada olup, müvekkil ve arkadaşları aleyhinde HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK, SOMUT VE İNANDIRICI DELİLLERİN ORTAYA KONULAMADIĞINI mütalaa etmiştir.
➤ Yine Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 05.04.2018 tarihli ve 2016/9917 Esas ve 2018/2613 K. sayılı ilamda hiyerarşinin ne şekilde olacağı açıklanmış olup buna göre; “bir suç örgütünün varlığı için hiyerarşik yapılanmanın amaç suçları işlemede devamlılığını gösteren somut deliller, emir-komuta zincirini ortaya koyan temel yapılanma, buna ilişkin şüpheli sanık ve tanık beyanları ve/veya telefon, ortam dinleme kanıtları ile teknik araçlarla tespit edilen verilere ve net bulgulara ulaşması gerektiği” belirtilmiş olup tıpkı huzurdaki davada olduğu gibi “BİRKAÇ KİŞİNİN TELEFON KONUŞMALARINDA LAKAP, ÜSTÜ KAPALI VE/VEYA YÜZ YÜZE KONUŞMA VE BULUŞMA KONUŞMALARININ, ÖRGÜT ŞEMALARI, SADECE İLETİŞİM TESPİTLERİ, KİMİ NE KADAR SÜRE VE SIKLIKLA ARADIĞI GİBİ TESPİTLERİN TEK BAŞINA HİYERARŞİK YAPIYI ORTAYA KOYMAYACAĞI” belirtilmiştir.
Yargıtay kararının devamında ise, yine tıpkı huzurdaki davada olduğu gibi “bı̇r kısmı bı̇rbı̇rlerı̇yle akraba ve arkadaş olan, bı̇r kısmı ı̇le de arada ı̇ş ı̇lı̇şkı̇sı̇ bulunan sanıkların devamlılık gösterecek şekı̇lde planlı bı̇r ortaklık, ı̇ş bölümü ve paylaşım anlayışı ı̇çerı̇sı̇nde bı̇r araya gelmelerı̇nı̇n” SUÇ OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ, dolayısıyla da suç örgütü olduğu iddia edilen BU YAPININ VARLIĞININ CEZAİ ANLAMDA TAKİPSİZLİK VE BERAAT/DÜŞME KARARLARI ÖNCESİNE TAŞIMANIN MÜMKÜN OLMAYACAĞINI, bunun aksinin ise HUKUKUN EVRENSEL İLKELERİNE AYKIRI OLACAĞINI mütalaa edilmiştir.
Sayın Ali Turhan da mütalaasında, huzurdaki davada Yargıtay'ın bu emsal kararının aksine, müvekkil ve arkadaşlarının oluşturduğu “bu topluluğa mensup kişilerin gelir ve eğitim düzeyleri incelenmediğini, geçmişe dayanan iş ve arkadaşlık ilişkileri araştırılmadığını, her bir sanık için iddianamede amaç suç olarak gösterilen suçları gerçekleştirmek üzere suç işleme iradesinin varlığı ortaya konulamadığı” da açıkça belirtilmiştir.
Devamlılık ve Elverişlilik Unsurunun Bulunup Bulunmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında bir suç örgütünde aranılan devamlılık ve elverişlilik unsurunun huzurdaki dava için mevcut olmadığını, iddianamede hiyerarşik ilişki iddiasının SOYUT BEYANLAR DIŞINDA HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK BİÇİMDE DESTEKLENEMEDİĞİNİ, bunun yerı̇ne amaç suçların ı̇ddı̇aname kapsamındakı̇ TÜM SUÇLAR ŞEKLİNDE BELİRTİLDİĞİNİ ancak böyle bı̇r durumun olabı̇lmesı̇nı̇n ı̇se HUKUKEN MÜMKÜN OLAMAYACAĞINI, belirtmiştir. Bunu da huzurdaki dosya bakımından;
➤ Sözde amaç suç olarak nitelendirilen suçların büyük bir kısmı devamlılık arz etmeyen ya da devamlılık iradesi ortaya konulamayan münferit eylemlere dair atf-ı cürümlerden ibaret oldukları,
➤ Sanıkların 40 yıldan bu yana suç örgütü oldukları ileri sürülmesine karşın, yine iddianamenin amaç suç olarak gösterdiği TCK madde 102 ve 103 kapsamındaki iddiaların tarihlerinin sadece son 10 yılı kapsamakta olduğu,
➤ Hürriyeti tahdit, cinsel saldırı, cinsel istismar ve benzeri suçların amaç suç olarak nitelendirilmelerinin mümkün olmadığı, zira kadınlı erkekli 200-300 kişinin sırf bazı erkekler cinsel saldırı suçu işlesinler diye bir araya gelip, 40 sene faaliyet yaptıklarını öne sürmek hayatın olağan akışına aykırı olacağı, şeklindeki tespitleri ile mütalaasında açıklamışlardır.
Korkutuculuk Unsurunun Bulunup Bulunmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında, “suç örgütlerinin bir diğer unsurunun korkutuculuk olup, korkutuculuk unsurunun hiyerarşik ve komplike yapılanma içerisinde bulunan örgütten ayrılamama ve örgütün istediği şekilde hareket etme zorunluluğunu gerekli kıldığını” belirtmiştir. Ancak iddianamede “suç örgütü olarak ifade edilen bu topluluğun korkutucu etkisinin delillerinin ise iddianame içerisinde somut olarak ortaya konulamadığı, yalnızca cinsel suçlar bakımından birkaç müştekinin kişisel kaygılardan dolayı korkması ve bu topluluktan ayrılmaması gibi sübjektif nedenlerin, örgüt suçlaması için olması gereken KORKUTUCULUK ÖZELLİĞİNİ ORTAYA KOYMADIĞINI” mütalaa etmiştir.
Ayrıca Sayın Ali Turhan'a göre, suçun mağduru olduğu iddia edilen kişilerin beyanlarında da korku ile değil aksine, evlenme amacıyla cinsel birliktelik yaşadıklarından bahsetmeleri, arkadaş gurubundan ayrıldığı ileri sürülen kişilerin baskı ve zorlama olmadan topluluktan ayrıldıklarını ifade etmiş olmaları, hatta iddia makamı tarafından 90'lı yılların başında dini görüş ayrılıkları sebebiyle bu topluluktan ayrılan onlarca kişinin bulunduğunun iddianame içerisinde belirtilmesi ÖRGÜT KAPSAMINDA BU TOPLULUĞUN KORKUTUCU BİR ETKİSİNİN OLMADIĞININ AÇIK BİRER GÖSTERGESİDİR.
Suçun Manevi Unsurunun Bulunup Bulunmadığının İncelenmesi Açısından:
Huzurdaki dosyada; “daha önce bu toplulukta uzun yıllar bulunmuş müşteki ve etkin pişman konumundaki kişilerin, örgüt olduğu iddia edilen bu gurubun kasten hangi suç ya da suçları işlemek için bir araya geldiğine, amaç suçun ya da suçların neler olduğuna ilişkin bilgi verememelerinin”, ayrıca “iddianame içerisinde de bu konuya ilişkin somut delillerin ortaya konulamamasının” TCK 220 bakımından ORTADA BİR SUÇ ÖRGÜTÜ OLMADIĞINI ORTAYA KOYDUĞUNU mütalaa etmiştir.
Bunun dışında ayrıca Sayın Ali Turhan, müvekkil ve arkadaşlarının dava dosyası kapsamındaki ifadelerinin aksine biraraya geliş amaçlarının dini, bilimsel, kültürel ve sosyal amaçla olmayıp da suç işlemek amacıyla olduğunun iddia makamı tarafından somut delillerle ortaya koyulmasının gerekmekte olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte ülkemizde bu kapsamda hareket eden pek çok Müslüman ve Gayr-ı Müslim inanç topluluklarının da bulunduğu, bunlardan birisinin geleneksel inanç gruplarından farklı olmasının, o gurubu SUÇ ÖRGÜTÜ YAPMAYACAĞINI da belirtmiştir.
Silahlı Örgütün Varlığının Bulunup Bulunmadığının İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında, iddia makamının iddianamede ileri sürdüğü silahlı suç örgütü iddiasına ilişkin gerekçelerini, HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK ŞEKİLDE ORTAYA KOYAMAMIŞ OLDUĞUNU belirtmiş ve mütalaada,
➤ İddianameye konu olan tüm silahların ruhsatlı oldukları, silahların büyük bir kısmının -özellikle 23 adet yivsiz av tüfekleri- 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında devlet makamlarının çağrısı üzerine alınmış oldukları,
➤ Geri kalan silahların bir kısmının ise bazı sanıklara ve onların arkadaşlarına yapılan 1999 tarihli polis operasyonu kapsamında el konulan ve 2015-2016 yılları sonrasında adli emanetten geri verilen silahlar oldukları,
➤ Yasal ruhsat alımı nispeten daha kolay ve ekonomik olduğu için 15 Temmuz sonrasında yivsiz av tüfek satışlarında ciddi bir patlama olduğu, ruhsat başvurularında ise kuyrukların oluştuğu,
➤ Silahların tamamının yasal müracaatlar sonucunda verilen, yasal ruhsatlar neticesinde alınmış oldukları,
➤ Silah ruhsatları alan kişilerin tamamının adli ve idari birimlerce yapılan sıkı tahkikatlardan geçmiş ve neticesinde silah kullanmaya ehil olduklarının tespit edilmesiyle ruhsat sahibi olmaları,
➤ Ayrıca el konulan silahların çok büyük bir kısmının -özellikle tüfekler- kendi orijinal kutularında, demonte olarak ve hiç kullanılmamış, bir kısmı ise hiç kurulmamış halde bulunmuş oldukları,
➤ Herhangi bir sanığın iddianamede belirtilen amaç suçları işlemek amacıyla silah temin ettiği veya kullandığının kesin ve net delillerle ortaya konulamadığı,
➤ İddianamede silah veya silahların hangi sanık veya sanıklar tarafından kullanıldığı ile, hangi mağdur veya mağdurlar üzerinde, korku panik veya savunmasızlık hissi uyandırılarak bir eylemin gerçekleştirildiğinin BELİRTİLEMEMİŞ olması,
➤ İddianame kapsamındaki müşteki ve tanık beyanlarının tamamında alınan silahların suç işlemek amacıyla kullanıldıklarına dair bir ifadeye yer verilmediği,
➤ Kendisine karşı silah kullanıldığını ifade eden herhangi bir müşteki veya mağdur beyanının da BULUNMADIĞI,
➤ Hatta aksine etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların (örneğin Altuğ Eti) beyanlarından da anlaşılacağı üzere, ruhsatlı silahların güvenlik amacıyla alınmış olduklarının beyan edilmiş olduğu,
➤ Kişilerin yakınlarını ve kendilerini dışarıdan gelecek tehlikelere karşı ruhsatlı silah almış oldukları, bu durumun da kişilerin mal ve can güvenliklerini sağlamak adına hayatın olağan akışına uygun bir davranış olduğu
tespitlerinde bulunmuştur.
Bu tespitlerinden yola çıkarak da “BU ARKADAŞ GURUBUNUN İÇERİSİNDE GÜVENLİK İHTİYACINA YÖNELİK OLARAK LEGAL YOLDAN TEMİN EDİLEN SİLAHLARIN SİLAHLI BİR SUÇ ÖRGÜTÜNE VÜCUT VERMEYECEĞİ HUSUSUNUN İZAHTAN VARESTE” olduğunu mütalaa etmiştir.
İddianamede Silahlı Örgütün Varlığına İşaret Eden Olayların İncelenmesi Açısından:
Sayın Ali Turhan mütalaasında, iddianamedeki silahlı örgütün varlığına işaret eden olaylardan birisinin müşteki konumunda bulunan Emre Ertüzün'ün, dedesinin cenazesinde örgütün silahlı adamlarının kendisinin ve ailesinin başında bulunduğunu iddiasına dayandığını belirtmektedir. Mütalaada ayrıca, cenazede müştekinin yanında görünen kişilerin fotoğraflarına iddianamede yer verilmekte olduğu, ancak bu kişilerin silahlı olduklarına dair müşteki beyanı dışında ise dosyaya bir delil sunulamadığı, “silahlı örgüt”, “silahlanma”, “suç işlemek amacı ve saiki” gibi olguların da sadece etkin pişmanlıktan faydalanan sanık ifadelerine dayandırılmış olduğu tespitinde de bulunulmaktadır.
Ancak bunun, Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihatlarına göre, kanuna aykırı olduğu, yani etkin pişmanlıktan faydalanan sanık beyanlarının suç örgütünün varlığı, amacı ve unsurlarının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulamayacağını belirtilmiştir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 esas 2013/454 karar sayılı kararında bu konuya ilişkin olarak tıpkı huzurdaki davada olduğu gibi “TANIK sıfatıyla ifade verenlerin BEŞ DUYUSUYLA BİZZAT VAKIF OLDUĞU SUÇ TEŞKİL EDEN SOMUT BİR OLAY OLMAYIP, beyanları yalnızca kanaatlerden, yorumlardan, sevgilerden ve tahminlerden ibarettir” şeklinde belirtilmiştir.
Bu duruma ilişkin olarak da Sayın Ali Turhan mütalaasında, her şeyden önce huzurdaki dava dosyasında sanıkların, haklarındaki tanık beyanlarını özellikle de etkin pişmanlıktan yararlanan sanık beyanlarını kabul etmediklerini belirtmiş. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun emsal kararlarına ithafen de “Tanığın kendisinin de üyesi olduğunu kabul ettiği bu örgüt hakkında yürütülen soruşturmadan etkin pişmanlık ile kurtulabilmek için beş duyusu ile bir görgüsü olmadığı halde isimler vererek kendisini cezadan kurtarmaya çalışma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu”[2] mütalaa etmiştir.
Sayın Ali Turhan buna ilave olarak mütalaasında, TCK 221. maddesindeki etkin pişmanlık düzenlemelerinin diğer suçlardaki düzenlemelerinden farklı olduğunu, TCK 221. maddesinde “kendini cezadan kurtarabilmenin tek koşulunun başkalarının ceza almasını sağlamak” şeklinde yorumlanıp uygulandığını yani “isim ver kurtul” şeklinde lanse edildiğini belirtmiştir.
Bu sebeple örgütlü suçlardaki etkin pişmanlığı düzenleyen TCK 221. maddeden faydalanmak arzusunda olan “tanık/sanık” beyanları üzerinde daha titiz durulması gerektiğini, sanığın kendi aleyhinde verdiği beyanların dahi doğrulanması gerekirken, başkaları aleyhinde verilen beyanlarla ilgili olarak çok daha titiz davranılması gerektiğinin izahtan vareste olduğunu mütalaa etmiştir.
Buna göre de, maddı̇ gerçeğı̇ ortaya çıkarmakla yükümlü olan ceza hakı̇mı̇nı̇n, muhakemeye katılanların ı̇ddı̇aları veya sanığın ı̇tı̇rafı ı̇le bağlı olmayıp, “BEYAN” DELİLİNİN MUTLAKA YAN DELİLLERLE DESTEKLENMESİNİ ARAMASI GEREKTİĞİ, ayrıca yargıtay'ın da bu hususa ı̇lı̇şkı̇n ı̇stı̇krar kazanmış pek çok kararı olduğunu ifade ederek, SADECE BEYANLARA BAKILARAK SANIKLAR HAKKINDA DEĞERLENDİRME YAPILMASININ ADİL YARGILANMA HAKKINI İHLAL EDECEĞİNİ mütalaa etmiştir.
MÜTALAASININ SONUÇ KISMINDA DA;
Mütalaasındaki tüm açıklamaları ışığında "SANIKLARIN ÜZERİNE ATILI SUÇLARIN YASAL UNSURLARININ OLUŞMADIĞINI BİLDİRİRİM" diyerek mütalaasını sonlandırmıştır.
SAYIN OSMAN YAŞAR MÜTALAASI
Sayın Osman Yaşar, 1988 senesinde Yargıtay Tetkik Hakimliği görevine başlamış, 2000 yılında Yargıtay 4. Ceza Dairesi Üyesi olmuş, 2007 yılında ise Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanlığı için yapılan seçimde, Yargıtay tarihinde 160 oyla ilk turda başkan seçilen ilk kişi olarak Yargıtay tarihine geçmiştir. Kendisine ait çeşitli üniversitelerin hukuk fakültelerinde okutulmakta olan çok sayıda kitabı olup bunlar arasında;
Türk Ceza Yasası Genel Hükümleri / Mart 2000 44
Hürriyet Aleyhine İşlenen Suçlar / Nisan 2001
Türk Ceza Kanunu / Şubat 2001 (6 Cilt yaklaşık 10.000 sayfa)
Ceza Muhakemesi Kanunu / Ocak 2020
isimli eserler en bilinen kitapları arasındadır.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi Onursal Başkanı Sayın Osman Yaşar, huzurda görülmekte olan dava dosyasını tüm ekleriyle birlikte tam dosya olarak incelemiş ve 18.11.2020 tarihli 16 sayfalık bilimsel mütalaasında, yargılananlar hakkında ÖRGÜT SUÇLAMASINDAN, CASUSULUK ve FETÖ İLTİSAKI SUÇLAMALARINA, CİNSEL İÇERİKLİ İTHAMLARDAN İRADE FESADINA, KADAR iddianamede yer verilen suç isnatlarının GEÇERSİZ olduklarını ile bunlara itibar etmenin OLANAKSIZ OLDUĞUNU mütalaa etmiştir
Örgüt Üyeliği Bakımından Yapılan Tespit, Değerlendirme ve Mütalaalar:
Sayın Osman Yaşar mütalaasında öncelikle, “AMAÇ SUÇ” konusunu incelemiş ve dosya kapsamında şikayetçi olanlar ile etkin pişmanların vermiş olduğu ifade ve anlatımlarından yola çıkarak, guruptan ayrılan bu kişilerin ayrılma sebepleri olarak fikri, siyasi ve ticari nedenler öne sürdüklerini, herhangi bir suçun işlenmesi nedeniyle ayrıldıklarını ifade etmediklerini, dolayısıyla da “ORTADA SUÇ İŞLEMEK MAKSADI BULUNMADIĞI” tespitinde bulunmuş, “dava konusu topluluğun, dini, kültürel, sosyal ve bilimsel alanlarda çalışma yapmak gibi meşru amaçlarla bir araya gelenler tarafından oluşturulan bir SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLDUĞU GÖRÜLMEKTEDİR” diye belirtmiştir.
İddianame içerisinde AMAÇ SUÇ olarak gösterilen suçlamalarla ilgili olarak ise, “iddianamede amaç ve ideoloji olarak İslam'ı yaymak, tebliğ etmek, Mehdi'ye zemin hazırlamak iddialarına yer verilmektedir. İddiaların kanıtlanması gerekir. Bu durumlar kanıtlandığı varsayılsa bile, BU AMAÇLARI SAĞLAMAYA ÇALIŞMALAR CEZA KANUNU'NUN YASAKLADIĞI EYLEMLER DEĞİLDİR. Bir fiil ceza kanununda cezalandırılmadığı taktirde, SUÇ OLDUĞU KABUL EDİLEMEZ. Yapılan dini sohbetler ve yorumlar, yasalara aykırılık oluşturmamaktadır. Şeriatı getirme, Anayasal düzeni değiştirme gibi ne amaçları, ne örgütsel çalışmaları, ne de güçleri bulunmamaktadır” tespitlerinde de bulunmuştur.
Ayrıca sayın Osman Yaşar mütalaasında, iddianamede örgütün yöneticisi ve üyelerinin hangi bir suçu ve suçları işlemek için bir araya geldiklerinin de inandırıcı biçimde açıklanamadığını belirterek, iddianamede işlenen suçlar olarak ileri sürülen özgürlüğü sınırlama, eğitim ve öğretim hakkını engelleme, cinsel saldırı, hakaret gibi suçlamaların kanıtlandığı kabul edilse bile, BUNLAR ÖRGÜTSEL AMAÇLI SUÇLAR DEĞİL, MÜNFERİT SUÇLARDIR diyerek, kimsenin bu tür suçları işlemek için bir araya gelmek istemeyeceğini, BU SUÇLARIN İŞLENMESİ İÇİN BİR ÖRGÜTÜN VARLIĞINA İHTİYAÇ OLMADIĞINI da belirtmiştir.
Sayın Osman Yaşar'ın, iddianamede yer alan 'Örgüt Suçlaması'na ilişkin olarak yapmış olduğu diğer tespit ve mütalaaları ise şöyle sıralayabiliriz;
➤AMAÇ SUÇ olarak gösterilen kaçakçılık, dolandırıcılık, şantaj gibi iddiaların da yine öncelikle kanıtlanmalarının gerektiği ancak kanıtlansalar bile, bunların da kişisel suçlar olduklarından dolayı, bunların bir de, örgütün gücüyle, ortaklaşa ve emir komuta zinciri içerisinde işlendiklerini de ayrıca kanıtlanması gerekmektedir.
➤Birinin işlediği iddia olunan suçun, haberleri dahi bulunmayan ve destekleri de olmayan diğerlerine yüklenmesi, onlara mal edilmesi kabul edilemez. Amaç dışı bireysel olarak işlenen suçlar varsa, bu suçlardan bunu işleyenlerin ve varsa azmettirenlerin sorumlu tutulmaları gerekir.
➤Bir araya gelinme nedeninin dini, kültürel ve sosyal olduğu ortadadır.
Ülkemizde bu amaçla biraraya gelmiş, çok sayıda dini grupların bulundukları bir gerçektir. Bir dini örgütteki ya da siyasi partiye mensup kişi veya kişilerin işlediği suçlardan dolayı, tüm dini gurup ya da siyasi parti üyeleri ve liderinin sorumluluğunun söz konusu edilmemesi gereklidir.
➤Silahların tamamı ruhsatlı olup, terör örgütlerine karşı güvenlik ve savunma amaçlı oldukları belirtilmektedir, ayrıca şikayetçilerin de silahların kullanılmasıyla ilgili herhangi bir suçlamaları bulunmamaktadır. O zaman silahların hangi amaçla ve hangi suçun işlenmesinde kullanıldıklarının kanıtlanması gerekmektedir.
➤ Kimi mensuplara şikayetçi ya da etkin pişmanlıklarını ifade etmeleri üzerine, şikayetçi sıfatı verilerek haklarında dava açılmadığı anlaşılmaktadır. Etkin pişmanların kendilerini cezadan kurtarmak maksadıyla gerçeğe uymayan beyanlarda bulunup bulunmadıklarının, ifadelerinin samimi olup olmadıklarının mahkeme tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
➤ Şikayetçiler ile etkin pişmanlık gösterdiği belirtilen kişilerin Örgüt Şeması ile ilgili anlatımları çelişkili olup, iddianamede Örgüt suçlarında bulunması gereken astlık-üstlük ilişkileri de ortaya konulamamıştır. Arkadaşlık, iş ilişkileri, akrabalıklar gibi nedenlerle biraraya gelinerek iş bölümü ve paylaşımlar yapmak, ceza yasasına aykırı astlık-üstlük ilişkisi sayılamaz.
➤ Dosya kapsamında yargılananlar hakkında iddianameye konu eylemlerin tümüne yakın olarak önceden verilmiş ve kesinleşmiş kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar bulunmaktadır. CMK 172/2 maddesi uyarınca bu konuda dava açılabilmesi için CMK 172/6 maddesi gereği sulh ceza mahkemesinden karar alınması gereklidir. Sonraki olay ve eylemler yeni deli olarak kabul edilemez. YENİ DELİL DEĞİL DE YENİ EYLEMLER SÖZ KONUSU İSE O ZAMAN, ÖNCEKİ OLAYLARIN İDDİANAMEYE KONU OLMAMASI GEREKİRDİ. Konu edildiği takdirde CMK 223/8. maddesi uyarınca DÜŞME KARARI VERİLMESİ İCAP EDER. Yeni delilin ortaya çıkması halinde ise kovuşturmasızlık kararının kaldırılmasının beklenmesi ve DURMA kararı verilmesi gereklidir.
Sayın Osman Yaşar, amaç suç konusunu mütalaasında TCK'nın 2. maddesinde tarif edilen KANUNİLİK İLKESİ açısından da incelemiş ve “eylemin oluştuğu kabul edilen suçun kalıbına uyması ve maddenin çizdiği sınırın dışına çıkılmaması gerektiğini, kıyas ve genişletici yorumun ise yasaklandığını” belirtmiştir. Konuya ilişkin olarak Prof. Dr. Ersan Şen'in Suç Örgütü isimli kitabına atıfta bulunarak, Sayın Ersan Şen'in de “TCK m.220'de belirtilen amaç suç veya suçların işlenip işlenmediğinin ı̇ncelenmesı̇ne gerek olmadığı düşüncesı̇ne ı̇ştı̇rak etmedı̇ğı̇, aksı̇ne SUÇUN OLUŞMASI İÇİN AMAÇ SUÇUN İŞLENMESİNİN ZORUNLU OLDUĞU ŞEKLİNDEKİ GÖRÜŞE”, bizzat KENDİSİNİN DE KATILDIĞINI belirtmiş, aksi takdirde kanun koyucu tarafından özellikle “AMAÇ SUÇ” ibaresinin kullanılmayıp, sadece “SUÇ” demekle yetinileceğini de düşünmek ve değerlendirmek gerektiğini ifade etmiştir.
Bu nedenle de sanıklara yüklenilen ÖRGÜT YÖNETME ve ÜYELİĞİ SUÇLARININ UNSURLARININ OLUŞMADIĞINI mütalaa etmiştir.
SONUÇ
Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik örgüt suçlamasının asılsızlığı, görülebildiği gibi Türkiye'nin en tanınmış hukuk profesörleri ve duayen hocalar tarafından da kapsamlı olarak izah edilmiştir. Bu, sadece sanık ve müdafilerinin değil, ceza hukuku yazarlarının ve devletin doğrudan fikrine ve tecrübesine güvendiği hukuk profesörlerinin savunduğu bir gerçektir. Adaletin tecellisi adına beklentimiz odur ki, Yargıtay aşamasında olan ana dava dosyası, öncesinde bir kumpas sonucu verilmiş olan ceza kararını bozacaktır. Hal böyleyken, Sayın Mahkemenizde görülmekte olan, "OLMAYAN" örgütün devamlılığına dair yargılama, tümüyle hükümsüz kalmaktadır. Bu aşamada böyle bir davanın görülüyor olması, hatta bu dava kapsamında tutukluların bulunması, ciddi bir hukuk hezimetidir.
Yukarıda izahını yaptığımız önemli delilleri Sayın Mahkemenizin takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.04.04.2024
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Zorlu
[1] Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 26.11.2001 tarihli ve 2001/14218 Esas ve 2001/16512 K. Sayılı Kararı
[2] Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 2018/2944 esas, 2018/2741 karar sayılı ve 12.09.2018 tarihli kararında