Son dönemlerde Adli Tıp Uzmanı, Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı yine sürekli olarak gündem yapılmış, örneğin CHP genel başkanı Özgür Özel ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile çektirmiş olduğu fotoğraf gündeme gelmiş ve bunu fırsat bilen müvekkile husumetli çevreler, hemen geçmişte gündeme getirdikleri iftira beyanları sıralamaya başlamışlardır. Bunun en başlıcasını da, neredeyse her köşe yazısını müvekkile ayıran, yıllardır müvekkile karşı olağanüstü bir husumet güden, hali hazırda görülmekte olan dava dosyasında da müşteki sıfatını alan Mine Kırıkkanat oluşturmaktadır.
Mine Kırıkkanat, müvekkile karşı husumetini dile getirmek için yeni bir bahane bulmuş ve Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı’nın çektirdiği bu resim üzerinden prim yapmaya çalışmıştır.
Mevcut şartlar ışığında, daha önce de kamuoyuna açıklamış bulunduğumuz bazı detayların tekrar gündeme getirilmesi mecburiyet haline gelmiştir.
Bahsini ettiğimiz husumetli çevreler, organize hareket ettiklerinden, alınan tıbbi raporları, resmi belgeleri, devlet kurumlarının onaylı adli tıp sonuçlarını, bunlara onay veren bilim adamlarını ve devlet adamlarını, bunlara dayanarak karar veren hakimleri, verilmiş kararları külliyen yok saymakta, AÇIKÇA DEVLETİ SUÇLAMAKTADIRLAR. Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı üzerinden yapmaya çalıştıkları da tam olarak budur. Müvekkile yönelik husumetleri nedeniyle, ülkemizin yetiştirmiş olduğu en kıdemli adli tıp uzmanlarından biri olan Prof. Fincancı'yı kendilerince suçlamak, kendisine gözdağı vermeye çalışmaktadırlar.
Durumu belgelemek bakımından, Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı’ya atılan iftira ile ilgili konunun izahını takdirinize sunuyoruz:
Müvekkil ve arkadaşlarının, 1999 yılında yapılan operasyon sırasında, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde bazı amirler tarafından işkenceye maruz kaldıkları belgelenmiş bir gerçektir. Ardından pek çok mağdurun savcılığa şikayeti üzerine, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Burada işkence mağdurları, pek çok resmi rapor ile işkence gördüklerini belgelemişlerdir.
İşkence raporları, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın hazırladığı bireysel raporlar değildir. Bunlar, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ÇAPA TIP FAKÜLTESİ’NİN KURUMSAL RAPORLARIDIR. Başvuru üniversiteye yapılmış, görevlendirmeyi üniversite yapmıştır.
Raporlarda Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın imzası yanında, muayene süreçlerine dahil olan diğer akademisyen adli tıp uzmanlarının da imzaları vardır. Yani bu raporlar aynı zamanda ÇOK İMZALI KURUL RAPORLARIDIR.
Raporların tıbbi dayanağını, Çapa Tıp Fakültesi’nin diğer polikliniklerinin muayene ve teşhis raporları oluşturmaktadır. Dolayısıyla, işkence bulguları tek bir poliklinik tarafından değil, pek çok farklı poliklinik tarafından da tespit edilmiştir. Bu nedenle söz konusu işkence raporları, farklı farklı birimlerin, farklı farklı uzmanların muayene ve analizleriyle tespit edilen işkence bulgularını yansıtmaktadır.
Çapa Tıp Fakültesi’nin bu işkence raporları, ADLİ TIP KURUMU TARAFINDAN DA KABUL VE TEYİT EDİLMİŞTİR. ADLİ TIP KURUMU 4. İHTİSAS KURULU, RAPORDA BELİRTİLEN TÜM MUAYENELERİ TEKRARLAMIŞ VE FAKÜLTE RAPORLARINDAKİ BULGULARI AYNEN TEYİT ETMİŞTİR.
Çapa Tıp Fakültesi’nin işkence raporları, aynı zamanda CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ADLİ TIP ENSTİTÜSÜ’NÜN ADLİ TIP HOCALARINCA DA TEYİT EDİLMİŞTİR.
Adli Tıp Kurumu Kanunu’na göre, üniversite raporları hukuki anlamda Adli Tıp Kurumu raporlarına eşdeğerdir. Yani aralarında Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın da bulunduğu adli tıp akademisyenlerinin imzalarını taşıyan Çapa Tıp Fakültesi’nin hazırladığı işkence raporlarının, Adli Tıp Kurumu’nun raporlarından hukuki delil gücü anlamında herhangi bir farkları yoktur.
Sonuç olarak bu işkence raporları, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya ait değildir. Bu raporlar, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’ne aittir. Bunlar, şahsi raporlar değil, kurumsal üniversite raporlarıdır.
Bu raporlarda, fakülte yönetiminin işkence mağdurlarını muayene etmeleri ve bulgularını raporlaştırmaları için görevlendirmiş olduğu akademisyenlerin ve uzmanların imzaları vardır. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, bunlardan sadece bir tanesidir.
Burada devletimiz ve yargımız bakımından vahim olan durum şudur: Devletin en muteber kurumlarında, en saygın bilim adamlarının verdikleri raporlar, bunları değerlendiren merciler, bu raporları veren saygın bilim insanları, bir anda, habersiz oldukları konuları kendine göre yorumlayan ve bu yorumu gündem yapan birkaç kişi tarafından sorgulanır hale getirilmektedir. Bu kişiler, kendilerini destekleyenlerin gücüyle, bir anda kendilerini yargıdan, mahkemelerden, adli tıp kurumlarından, profesörlerden, bilim insanlarından, devlet birimlerinden, hatta devletten üstün görmeye ve bu birimleri kendilerince (ve bilinçsizce) eleştirmeye ve pervasızca tehdit etmeye bir şekilde hak kazandıklarına inanmaktadırlar.
Mine Kırıkkanat, her zamanki husumetiyle yine okuyucularını yanıltacak bilgiler vermeye devam etmiş ve "efsane emniyet müdürü ve hukukçu" olarak nitelendirdiği Organize Suçlarla Mücadele Şubesi eski müdürü Adil Serdar Saçan'ın, "iftira olduğu yıllar süren dava sonunda kanıtlanan işkence iddialarıyla mesleğinden edildiğinden" bahsetmiştir. Oysa aynı dönemde yine müvekkile karşı fiili mücadele halinde olan Mine Kırıkkanat da çok iyi bilmektedir ki, açıkça müvekkile ve arkadaşlarına Organize Suçlarla Mücadele şubesinde işkence yapan ve yaptıran Adil Serdar Saçan'a karşı açılmış olan dava süreci, ülkemizde, aslında işkenceyi örtbas eder şekilde işlemiş ama en nihayetinde işkence suçu KANITLANMIŞTIR. Şöyle ki;
- İşkence davasının görülmekte olduğu mahkemeye tüm adli tıp raporları sunulmuş ve bu raporlar neticesinde işkence davasında SAVCI, İLGİLİ TÜM POLİSLERİN İŞKENCE SUÇUNDAN CEZALANDIRILMALARINI istemiştir. Heyetteki 3 yargıçtan biri “İŞKENCE VAR” demiş, ikisi “FENA MUAMELE VAR” demiştir.
- Yargıtay 8. Ceza Dairesi, bu kararı bozmuş ve (aynı kişiler için farklı şikayetler üzerine açılmış farklı davalar olduğundan) tüm işkence davalarının birlikte görülmesini istemiştir. Davalar İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde birleşmiş (2013/260 Esas) ama bu aşamada zamanaşımı gerçekleştiği için düşmüştür.
- Bu süreçte işkence mağduru Halil Hilmi Müftüoğlu, AİHM’ne başvurmuştur. 02.2017 tarihinde AİHM 2. Dairesi Halil Hilmi Müftüoğlu’nun, AİHS'in 3. Maddesiyle korunan "İŞKENCE YASAĞI HAKKI"NIN İHLAL EDİLDİĞİNE KARAR VEREREK HALİL HİLMİ MÜFTÜOĞLU LEHİNE 5000 EURO TAZMİNATA HÜKMETMİŞ, ADALET BAKANLIĞI DA BU TAZMİNATI ÖDEMİŞTİR.
Yani ülkemizde, zamanaşımı yoluyla bir nevi görmezden gelinmeye çalışılan söz konusu işkenceler, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ TARAFINDAN DOĞRUDAN GÖRÜLMÜŞ VE YAPILAN ŞİDDETLİ ZULÜM BELGELENMİŞTİR.
Dolayısıyla, Şebnem Korur Fincancı, söz konusu davadaki işkence unsuru ile ilgili olarak DOĞRU KARAR VERMİŞ ve Mine Kırıkkanat'ın "efsane emniyet müdürü" olarak nitelendirdiği Adil Serdar Saçan (kendisi emniyet müdürü hiçbir zaman olmamıştır) İŞKENCE YAPMIŞ VE YAPTIRMIŞTIR. Bu, AHİM kararı ile sabittir. Adil Serdar Saçan'ın mesleğinden olmasının sebebi, iftiraya uğraması değil, bir İŞKENCECİ olmasıdır. İşkenceyi sadece müvekkil ve arkadaşlarına değil, husumetli olduğu tüm cenahlara uygulamıştır.
Nitekim, aynı dönemde müvekkilin arkadaşlarına işkence yapan, Adil Serdar Saçan'ın emri altındaki komiser Ahmet İhtiyaroğlu, işkenceden 3 ayrı sabıkaya sahiptir. İşkence suçu 3 ayrı mahkeme kararıyla sabit olduğu için İçişleri Bakanlığı’nın 04/03/2005 tarihli “memuriyetten çıkarma” kararıyla hem polislikten hem de devlet memuriyetinden atılmıştır.
Yolu, 1998-2003 döneminde İstanbul Organize Suçlar Mücadele Şubesi’ne düşmüş olup da Adil Serdar Saçan ve Ahmet İhtiyaroğlu'nun işkenceleri ile tanışmamış olan neredeyse hiç kimse yoktur.
Adli Tıp raporları bunu belgelemiştir.
Mine Kırıkkanat, herhangi bir tıp bilgisine sahip olmamasına rağmen, bir adli tıp profesörünü, yaptığı teşhislerden dolayı eleştirmekten şaşırtıcı şekilde geri durmamakta ve kendi teşhis ve yöntemlerini akıllara durgunluk verecek şekilde savunmaktadır. Bir adli tıp profesörünü kendince tıbbi teşhisler yaparak eleştirebilme özgüvenini bulabilmesi ciddi anlamda şaşırtıcıdır.
Öncelikle söz konusu işkence raporu, yukarıda da detayları anlatıldığı gibi, tek imzalı kişisel bir rapor değildir. Rapor, 3 imzalı bir kurul raporudur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin adli tıp akademisyenleri tespit edilen somut bulguları kendi muayene ve anamnez bulguları ile birleştirerek işkence raporunu düzenlemişlerdir.
Raporda belirtilen tıbbi bulguların gerçekliği, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi DOÇ. DR. COŞKUN YORULMAZ tarafından 2009 yılında düzenlenmiş olan bu BİLİMSEL MÜTALAA ile de teyit edilmiştir.
Tüm bu raporların dava dosyasına girmesini müteakiben işkence davasına bakan mahkeme, işkence bulgusu bulunan Halil Hilmi Müftüoğlu’nu ADLİ TIP KURUMU 4. İHTİSAS KURULU’NA sevk etmiştir. KURUL, AYNI MUAYENELERİN HEPSİNİ TEK TEK YİNELEMİŞ VE TÜM BULGULARI TEYİT ETMİŞTİR.
Mine Kırıkkanat, Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'yı, 12 yıl sonra işkence raporu düzenlemekle suçlayarak, konu hakkındaki şiddetli bilgisizliğini kendi eliyle ortaya koymaktadır. Öncelikle işkenceye uğrayan mağdurların muayeneleri 2006 yılında yapılmıştır. Söz konusu süreç içinde işkencenin tespitinin yapılabileceğini ise Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı şu şekilde izah etmiştir:
"Şöyle ki; tabii doğuştan birtakım sorunlar nedeniyle gözkapağı düşüklüğü mümkün. Ancak bunun ayırıcı tanısını yapmak da bizim sorumluluğumuz. Çünkü burada bunun gerçekten doğuştan bir problem mi? Bir hastalığa örneğin Myastenia Gravis dediğimiz bir kas hastalığına bağlı kas zafiyetine dayanan bir düşüklük mü? Bizim bunu ortaya koymamız gerekir ya da bir iddia varsa buraya yönelik bir darbe iddiası, bu darbeyle ilişkili olup-olmadığının ortaya konmasına ihtiyaç vardır. Burada darbeyle olup olmadığını ortaya koyan da bu bölgedeki dokulardaki yaralanmalardır. Ki zaten bununla ilgili yapılan tetkikler sonucunda burada HEM GÖZYAŞI BEZİNDE DÜŞME HEM DE BAĞ, YANİ GÖZ KAPAĞINI YERİNDE TUTAN BAĞIN YIRTILMASI söz konusudur. Ki zaten bizim DOĞRUDAN TEK BAŞINA VEREBİLECEĞİMİZ BİR KARAR DEĞİL, Adli Tıp biliyorsunuz ki birçok alanda çok disiplinli çalışmaları da gerektiren bir alan. Dolayısıyla ilgili disiplinlerin de devreye girmesiyle yapılan incelemeler, bu yırtığı görünür kılıp yırtığın onarımı sürecini gerçekleştirmiştir. Bir de tabii 5 yıl, 6 yıl değil 7 yıl. 2006 yılında muayeneleri yapılmış kişilerin ama yalnızca 7 yıl değil, 30 yıl sonra muayenelerini yapıp işkence ile ilgili bulguları saptadığımız olgularımız da var bizim. Yıllar sonra da saptayabilmek mümkün."[1]
Bu bilgiler ışığında Mine Kırıkkanat'a, değil 7 yıl, 30 yıl sonra bile bu bulguların saptanabildiğini, yapılan bu teşhisin İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Adli Tıp akademisyenleri tarafından yapıldığını, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü akademisyeni tarafından da teyit edildiğini, bunun sadece Şebnem Korur Fincancı'nın imzasıyla oluşturulmuş bir rapor olmadığını, dolayısıyla, suçlamalarını Türkiye'nin en büyük iki tıp fakültesinin akademisyenlerine yönelik yaptığını tekrar hatırlatalım.
Sırf husumeti nedeniyle, devletin verdiği resmi belgeyi, devletin yetiştirdiği profesörleri, muayene ve analizle karar veren bilim insanlarını, devletin görevlendirdiği hakimi/savcıyı, devleti temsil eden siyasileri, kısaca aslında devletin kendisini tanımayan bir azınlığın, bir kısım basın yayın organlarında ya da sosyal medyada bu kadar rahat iftira beyanlarda bulunabilmeleri, devleti kendilerince aciz konumda göstermeye çalışmaları, ciddi bir meseledir. Bu konuda geniş tedbirler alınması, devletin türlü zorluklarla yetiştirdiği kıymetli adli tıp uzmanlarımızın koruma altına alınması ve bu tip iftiralardan uzaklaştırılmaları elzemdir. Bu konuda gereken tedbirlerin mutlaka alınması gerektiği kanaatindeyiz.
Kamuoyunun bilgisine sunarız.
Adnan Oktar müdafi,
Avukat Mert Zorlu