Adnan Oktar dün İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutukluluk durumu hakkında beyanda bulunurken tahliye talebinde bulunmak yerine, tüm aydınlar, siyasetçiler ve halk tarafından da bilinen ve dile getirilen bir takım sosyal sorunlara değinmiştir. Müvekkilin son derece iyi niyetle, akılcı, makul ve kendini değil; milletin ve Devletin menfaatini düşündüğünü gösteren açıklamaları bazı basın organları tarafından art niyetli bir biçimde çarpıtılmış ve halka olduğundan farklı yansıtılmıştır. Kanaatimizce bu çarpıtma ve müvekkilin açıklamalarını içeriğinden uzaklaştırıp başka anlamlar yükleme çabası, müvekkilin tespit ve çözüm önerilerinin doğruluğunu bir kez daha teyit etmiştir.
Bu konudaki haberlerle ilgili tüm gerçek dışı bilgilere ayrıca cevap verecek olmakla birlikte burada iki temel isnat ve çarpıtmaya dikkat çekmek istiyoruz.
1. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN “ODA İSTEDİĞİ” BAŞLIKLI HABERLER BAŞTAN SONA ÇARPITMA İÇERMEKTEDİRMüvekkilin Mahkemedeki beyanı esnasında yaptığı açıklama sanki kendisi için bir oda istiyormuş gibi yansıtılarak tamamen çarpıtılmış, sanki müvekkil kendisine özel bir oda, hatta adeta bir otel odası istiyormuş gibi bir imaj oluşturulmaya çalışılmıştır. Kuşkusuz bu, samimiyetten uzak bir tutumdur. BİLİNDİĞİ ÜZERE MÜVEKKİL HALİ HAZIRDA YAKLAŞIK 7 YILDIR CEZAEVİNDE, TEKLİ ODA DENİLEN ODALARDA TUTULMAKTADIR. ZATEN BİR ODADA TEK BAŞINA YAŞAMAYA MECBUR EDİLMİŞ BİR İNSANIN KENDİSİ İÇİN YİNE BİR ODA TALEP ETMEYECEĞİ AÇIKTIR. Müvekkil konuşması esnasında İsrail-Filistin sorunun yanı sıra kadına şiddet, gençlerin büyük kısmını etkisi altına alan buhran ve ümitsizlik, yargıya güvenin en düşük seviyelere inmesi, suç oranlarının artması gibi ülkemizin yıllardır bir türlü çözüm bulunamayan ve tırmanarak artan sorunlarına da değinmiştir. Bunlara çözümün idam cezası getirilmesi, cezaların arttırılması, insanların cezaevine doldurulması, çatışmaların sürekli körüklenmesi değil,
- Öncelikle insanlara kendilerini ve diğer insanları değersiz birer hayvan gibi görmelerine sebep olan ve güçlü kalmanın tek yolunun diğerlerini ezmek olduğunu öğreten Darwinist eğitimin son bulması,
- Kadını ikinci sınıf varlık olarak gören, kadına şiddeti sözde Kuran’ın emri gibi anlatan, insanların elinden kaliteyi, sanatı, neşeyi, mutluluğu alan bağnazlığın geçersizliğinin anlatılması,
- İnsanlara sevgi, şefkat, merhamet ve anlayışla yaklaşılması olduğunu izah etmiştir.
Bunu izah ederken de 40 yıldır eserleriyle, sohbetleriyle, TV programlarıyla bu yöndeki çalışmalarının oluşturduğu somut güzel neticeleri örnek göstererek Devletimizin kendisine imkan tanıması durumunda bunu yine yapabileceğini anlatmıştır. Ve “BENİM TAHLİYE OLMAM ŞART DEĞİL, BURADA BANA BİR ODA VERSİNLER BEN BUNLARI ANLATIRIM” diyerek BUNUN İÇİN TAHLİYE OLMASININ ŞART OLMADIĞINI VURGULAMIŞTIR.
Müvekkilin, “bana bir oda versinler” şeklinde kısaca, özet olarak kullandığı ifadeden kastettiğinin de, konuşmasının öncesi, sonrası ve akışı dikkate alındığında söz konusu sorunlar hakkındaki çözüm önerilerini devletin, milletin İslam aleminin, Ortadoğu ve dünya barışının faydasına sunacağı, gerektiğinde medya mensuplarıyla ve bahsi geçen sorunların taraflarıyla, temsilcileriyle birebir yüzyüze görüşüp konuşabileceği, fikir ve düşüncelerini aktarabileceği, internet ve iletişim imkanlarının bulunduğu bir ortamın tahsis edilmesi olduğu açıktır. Hatta müvekkil konuşması sırasında bunun “Savcı Bey’in odası” olabileceğini de vurgulamıştır. Bunun, şahsi kullanımı ve rahatı için özel bir imkan ve ayrıcalık talebi olmadığı, konuşmasının bütününden de çok net anlaşılmaktadır.
Bu ifadesinin bu derece büyütülüp çarpıtılması da aslında müvekkil Adnan Oktar’ın tespitlerinin ve çözüm önerilerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya koymuştur. Bu çarpıtmalar, sorunların çözülmesini istemeyen ve sorunların çözülmemesinden nemalanan bazı çevrelerin dikkati tespitlerden ve çözüm önerilerinden dağıtma çabasıdır. Ancak son derece yersiz ve hiçbir zaman da hedefine ulaşmayacak bir çabadır.
İnançları ve idealleri için her türlü zorluğa ve çileye talip olmuş, Cumhuriyet tarihinde eşine ender rastlanan yoğunlukta bir karalama ve iftiraya maruz kalmış, 7 yıldır tek başına cezaevinde tutulan, önce Edirne, sonra Erzurum, en son olarak Van’a ailesinden ve avukatlarından 2 bin kilometre uzağa gönderilmiş, 8 bin yıl gibi yaklaşık 250 defa müebbet anlamına gelen ağır cezalar verilmiş, örneği görülmemiş hukuksuzluklar yaşamış bir insan olarak Mahkeme huzurundaki beyanında dahi uzun uzun şahsi savunmasına değil; vatanı, milleti, İslam alemi ve tüm insanların rahatı ve mutluluğu için hayati gördüğü konuları öncelik vermiştir. Milletimiz bu tutumun ne kadar asil, fedakar ve kaliteli bir ruhu yansıttığını gören bir feraset ve basirete sahiptir.
2. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNU ÇÖZEBİLECEĞİ SÖZLERİNİN DOĞRULUĞUNUN DELİLİ, GEÇMİŞTE SÖYLEDİĞİ HER ŞEYİ TEK TEK GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLMASIDIR.Müvekkilin, İsrail-Filistin arasındaki anlaşmazlığı kısa sürede çözüme kavuşturabileceğini söylerken hayali bir varsayımdan bahsetmediğinin en önemli delili daha önce bu konuda yapmış olduklarıdır. Müvekkilin görüştüğü hahamlar, İsrail’de Hükümet politikalarını belirleyen, devlet yapısının temel unsurlarından biri olan Sanhedrin Meclisi üyesi olan kişilerdir. Benzer şekilde Filistin tarafından görüştüğü din adamları da bölgedeki tüm İslami gruplar üzerinde söz sahibi olan kanaat önderleridir. Bu görüşmelerin tamamı Devletimiz’in bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Hahamların Türkiye’ye her gelişleri başta Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere ilgili Bakanlıklar ve İstihbarat Kurumu tarafından onaylanmış, Hahamlar her defasında Ankara’da da çeşitli görüşmeler yapmışlardır.
Müvekkil, geçmişte tüm Türkiye’nin de şahit olduğu üzere İsrail’le İslam alemi ve Türkiye’nin ilişkileri konusunda, tamamen ülkemizin ve İslam aleminin iyiliği doğrultusunda, son derece adil, her iki tarafın da razı olduğu çok sayıda çözüm üretmiş bir insandır. Örneğin;
- 2008 yılında bir İsrail askerinin Filistinli gruplar tarafından rehin alınması üzerine oluşan gerilim ve çatışmaların yatıştırılması bunlardan biridir. Müvekkil İsrail ve Filistin’den gelen heyetlerle görüşmüş, iki tarafı bir araya getirmiştir. Bu görüşmeler neticesinde İsrail hapishanelerinde tutulan 200’den fazla Filistinli tahliye edilmiştir. Büyük bir savaşa ve kan dökmeye doğru giden olayların sakinleşmesine vesile olmuştur.
- 2012 yılında İsrail’in Beersheva kentinden bulunan ve Osmanlı Dönemi’nden kalma Beersheva Camii’nin bahçesinde Şarap Festivali düzenlenmesi kararı alınmıştır. Bu durum haklı olarak tüm İslam aleminde rahatsızlık yaratmış bölgede gerilim bir kez daha çok yükselmiştir. Müvekkil hemen İsrail devleti üzerinde etkin olan hahamlarla görüşerek bunun yanlışlığını izah etmiştir. Bu görüşmenin ardından İsrail cami avlusunda yapılacak olan Şarap Festivalini iptal etmiştir.
- 2010 yılında Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinin saldırıya uğraması ve vatandaşlarımızın şehit edilmesi üzerine Türkiye-İsrail ilişkileri Cumhuriyet tarihinin en gergin dönemlerinden birini yaşamıştır. Saldırının hemen ardından Müvekkil İsrailli hahamlarla görüşmelere başlamış, bu görüşmeler birkaç kez tekrarlanmış ve uzun görüşmeler neticesinde İsrail Türkiye’ye tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Böylece iki ülke arasındaki gerginlik sulh ile neticelenmiştir.
Müvekkil İsrail’in önde gelen hahamlarıyla görüşmeler yaparken, bu yöntemin Peygamberimiz (sav) zamanında da uygulandığı, Kuran ayetlerinde dindar Museviler ve Hristiyanlarla iyi ilişkiler kurulmasının tavsiye edildiğini bilerek hareket etmiştir.
- 2009 yılında İran dini lideri Ayetullah Hamaney’in verdiği fetva ile İran’ın Atom bombasının haram olduğunu açıklaması da müvekkilin görüşmeleri neticesinde olmuştur. Tüm Ortadoğu’yu kan gölünü çevirip kitlesel ölümlere sebep olacak bir felaketin önlenmesi için müvekkil İranlı din adamları ile görüşmeler yapmış, televizyon yayınlarında tüm sivilleri hedef alacak atom bombası kullanmanın haram olacağını izah etmiştir. Bu görüşme ve konuşmalar neticesinde İran fetva yayınlayarak atom bombası kullanmaktan vazgeçtiğini duyurmuştur.
Sadece bu 3-4 örnek dahi müvekkilin İsrail’le ilgili, Ortadoğu barışı için, İslam aleminin alakadar eden sorunlar söz konusu olduğunda son derece etkili bir rolü olduğunu göstermektedir. Her biri gerçekleştiği dönemde büyük krizlere sebep olan, neticesinde binlerce insanın canının söz konusu olduğu bu olayların sulh ile neticelenmiş olması son derece kıymetlidir. Bu güzel neticeler bugün de imkan tanınmış olsa müvekkilin İsrail-Filistin barışının tesis edilmesini sağlayacağının göstergesidir. Müvekkil, bu girişimler neticesinde elde edilen başarının ise kendisine ait olmadığını bilmekte, Allah’ın bir lütfu ve nimeti olduğuna inanmaktadır.
Barışın oluşması için samimiyet, sevgi, merhamet, anlayış, dürüstlük yani aklına ve vicdanına güvenilebilecek bir ruhun varlığı şarttır. Taraflar müvekkil de bu ruhu gördükleri için, samimiyetine aklına ve vicdanına güven duydukları için, sözleri Kuran’a, Tevrat’a, İncil’e, evrensel ahlaka uygun olduğu için kendisine itimat etmektedirler. Bu güven ve itimat duygusu geçmişte olduğu gibi bugün de sorunların çözülmesini sağlayacaktır. Müvekkilin bu güzelliğe vesile olabileceğini söylemesinin nedeni ise kendisini övmek veya ön plana çıkarmak ya da herhangi bir karşılık beklemesi asla değildir. Duruşmadaki beyanlarında tahliye edilmek gibi bir isteğinin olmadığını açıkça beyan etmiştir. Milletimiz, Devletimiz ve İslam aleminin iyiliği için faydalı olabileceğinin bilgisini Devletimizin bilgisine sunmak amaçlıdır.