YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİNE İLETİLMEK ÜZERE

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

 

DOSYA NO       : 2023/310 E., 2023/494 K.

SUNAN             : Adnan OKTAR

MÜDAFİİ         : Av. Mert Zorlu

KONU               : Müvekkilin, Türkiye dahil tüm Müslüman ülkeleri tehdit eden İslamofobinin; kendisi ve arkadaşlarının savunduğu özgürlük, adalet, sevgi içeren Kuran Müslümanlığının yaşanması ile ortadan kaldırılabileceğine dair görüşleridir.


           AÇIKLAMALAR          :

Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları kırk yılı aşkın süredir hiçbir çıkar gözetmeksizin gerçekleştirdikleri faaliyetlerinde; özgürlük, sevgi, demokrasi, neşe ve kalitenin yaşandığı Kuran Müslümanlığının dalga dalga İslam alemine ve dünyaya hakim olmasına vesile olmayı amaçlamışlardır.

Bunun için de sık sık bağnaz İslam anlayışının Müslüman ülkelere yıkım getirdiği ve geri kalmalarına yol açtığını, Türkiye’de bu anlayıştan uzak durulması ve Kuran Müslümanlığında özgürlük, adalet ve sevginin yer aldığının anlatılması gerektiğini söylemektedir.

Müvekkil; kimsenin kılığına, kıyafetine, eğlencesine, dansına karışmayarak özgür ve modern bir ortam ile din üzerinden Türkiye’yi hedef alan eleştirilere cevap vermiş ve her zaman kendisine değil; İSLAM'A UYULMASINI, KUR'AN'IN ESAS ALINMASINI söylemiştir.

Ne var ki müvekkilin bu çabası geleneksel İslam’a bağlı bazı bağnaz odaklar tarafından kamuoyuna “İslam karşıtlığı” olarak sunulmuş ve sırf bu nedenle müvekkil ve arkadaşlarının yargılanmalarına yol açmıştır.

Oysa mesele, sadece basit bir yanlış yorumlamadan ibaret olmayıp geçmişi eskiye dayanmakta olup nedenleri oldukça derinlere inmektedir. Bu nedenle müvekkil, ülkemizin bekası ve İslam aleminin salahı için aşağıda yer verdiğimiz görüşlerini açıklamakta fayda görmektedir. Müvekkilin görüşleri şöyledir:

 

1)          İslamofobi Somut Gerekçeleri Olan Bir Korkudur

11 Eylül saldırılarından beri “İslam” tüm dünya gündeminin en tepesinde yer almaktadır. Bunun sebebi İslam ülkelerindeki refah, özgürlükler veya medeniyet seviyesi değil, İslam adına düzenlenen terör eylemleri ve şiddet içeren uygulamalardır. Ne yazık ki 20. yüzyılın başlarında İslam, Avrupa’da görülen faşist hareketler ile bir tutulan “İslamofaşizm” kavramı ile anılmaya başlamıştır.[1]

İslam’ın şiddet ile özdeşleştirilmesinin tek nedeni El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi örgütlerin eylemleri değildir. İslam adına yapılan ancak Kuran Müslümanlığında hiçbir şekilde yer almayan, yanlış bazı uygulamaların bu konuda rolü büyüktür. Örneğin Euronews’in Youtube kanalında bir Afgan kadının zina yaptığı gerekçesiyle infaz edilmesine ilişkin görüntüler bunlardan sadece bir tanesidir.[2]



İslam’ın şiddet ile özdeşleştirilmesinin altında yatan temel neden İslam’ın bağnaz bir biçimde yorumlanarak uygulanmasıdır. Bu yorumda maalesef "akıl, hoşgörü ve hukukun üstünlüğü" yer almaz.[3] Dahası İslam’ın geleneksel bağnaz yorumu beraberinde gayri insani pek çok unsur da içerir. Modern dünyanın ayrılmaz parçası haline gelmiş olan temel hak ve özgürlükleri yok sayılır, bilim ve sanat karşıtlığı yapılır, kadınlar aşağılanıp tüm hakları yok sayılır, erkek çocuklar bile cinsel obje olarak kabul edilir.

Uydurma rivayetlere dayanan ve Kuran’da yer almayan bu unsurları reddetmek “İslam’a karşı gelmek” veya “dinden çıkmak” olarak gösterilir. Bu da milyonlarca Müslümanın bu bağnaz anlayışa mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir. Müslümanlar içlerine sinmeyen, akıllarına yatmayan ve pek de uymak istemedikleri bu dayatmalara mecburen boyun eğmek zorunda kalırlar.

Geleneksel İslam’a dayalı bağnaz anlayışın olmadığı Avrupa ve Amerika’da yaşayan insanların daha özgür ve daha müreffeh ortamda yaşadığını gören pek çok Müslüman buralara gitmek için çaba harcamaktadır. Maalesef bu gelişmeler bazı Afrika ülkeleri ile mahdut olmayıp ülkemiz de bu tablonun içinde yer almaktadır. Elçiliklerimizin önünde Kuran yakılması, ülkemizden Avrupa’ya yapılan göçün adeta tavan yapması, her ortamda Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığının dile getirilmesi bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. 



2)          Müslümanlar Geleneksel Bağnaz İslam Anlayışının İslamofobiyi Teşvik Ettiğini Görmelidir

Bugün İslamofobi; yani İslam korkusu İslam nefretine hatta İslam düşmanlığına dönüşmüş durumdadır. Akademik ve siyasi çevrelerde İslamofobinin giderek daha çok şiddetlenip daha fazla yayılmasının nedenlerini açıklamaya çalışan çok sayıda görüş mevcuttur.

İslamofobiyi besleyen ana faktörler çoğunlukla; Müslümanların daha görünür olması, Müslümanların doğum oranının yüksek olması, Avrupa’daki refaha ortak olmak istemeleri ile İslam ordularının geçmişte Avrupada’daki fetih hareketleri ve yakın zamanda İslam adına girişilen bazı terörist eylemler gibi maddi veya tarihi yaklaşımlardır. Ne var ki bunlar arasında İslam’ın bağnazca yorumlandığı ve bunun da insanlarda korku yarattığı hususu görmezden gelinmektedir.

İslam coğrafyasından batıya yönelen göçteki tek faktör ekonomik zorluklar değildir. Taliban’ın Afganistan’da kontrolü devralması ile halk, geleneksel bağnaz uygulamalardan kaçmak için kargo uçaklarını tıka basa doldurmuş şekilde (sağda) ve kamyonlarla yurt dışında ulaşabildikleri ilk komşu ülkeye göç etmişlerdir (solda).



İran ve Arabistan vatandaşlarının Türkiye’ye gelince başlarını açıp eğlence yerlerine giderek gönüllerince makyaj yapıp, müzik dinleyip, dans etmeleri (sağda) sorunun maddiyat ya da tarih ile değil “özgürlüklerin kısıtlanması” ile ilgili olduğunu gösteren asıl önemli bir örnektir.


 

İslamofobinin güçlenmesinde elbette dinî, siyasal, ekonomik ve kültürel ırkçı faktörlerin yanı sıra aşırı sağ partilerin de katkısı olmuştur. Ancak Kuran’da yer almayan emir ve yasaklarla beslenen geleneksel İslam’ın bağnaz yorumunun tüm İslam alemine zarar verdiği, Müslümanlar tarafından kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Sürekli mazaretler üretip Müslümanlar haricinde gerekçelendirmeler yapma çabasının Müslümanlara bir faydası yoktur. Hele ki batılıların, Müslümanların Avrupa’daki sosyal hayatlarında başarılı olmalarının kıskançlığa yol açtığı bunun da İslamofobiyi arttırdığı yaklaşımı doğru değildir.[4] Çünkü Almanya ve İngiltere’nin kariyerli Müslüman doktorlara kapılarını açması, kalifiye işçilerin ülkeye göçünü kolaylaştırması bu argümanı doğrulamamaktadır. Kaldı ki Almanya ülkeye gelen Müslümanların Almanya’ya uyum sağlaması amacıyla özel entegrasyon politikaları da geliştirmektedir.

İslamofobiyi kullanarak kitleleri Müslümanlara kışkırtmayı amaçlayan ırkçı ya da din karşıtı odaklar hep geleneksel İslami unsurları öne çıkarmak için özel bir çaba harcamaktadır. 

Örneğin aşağıdaki fotoğraf “Bu modern bir Alman şehri” başlığı altında kullanılmıştır. Fotoğrafın kışkırtma amacı taşıdığı açık ise de Almanların İslami kıyafetlerle giydirilmiş 5-6 yaşındaki çocukları görmeye alışık olmadıkları bir gerçektir. 



Haberlerde, geri kalmış, toz toprak içinde yaşayan Müslümanlar veya terörist gruplara mensup kişilerin kıyafetleri ile Müslümanlığın özdeşleştirilmesi de korkuyu tetikleyen bir unsur olarak kullanılmaktadır.



Yukarıdaki büyük resimde Kahire’nin havadan bir fotoğrafı ve küçük resimde de Paris’in fotoğrafı yer almaktadır. Resimlerden de anlaşılacağı üzere; Kahire toz toprak içinde kahverengi hakimiyetindedir. Sokaklarda parklar, havuzlar veya heykeller göremezsiniz. Oysa bunlara Paris’te sıklıkla rastlamak mümkündür. İki şehir arasında temizlik açısından da büyük bir fark vardır.

Bu koşullarda Mısır’da bağnaz İslami benimsemiş bir Mısırlı’nın Paris’te yaşadığını düşünün. Kahire’deki’ pek çok kişi gibi temizliğe özen göstermeyecek, şehri süsleyen bir heykel gördüğünde onu put olarak algılayıp tükürecektir. Kadınlara ve çocuklara karşı Mısır’da alışık olduğu nezaketsizliği devam ettirecektir. Hatta Üsame bin Ladin ile özdeşleşmiş kıyafeti ve sakalı nedeni ile Paris’in yerlilerinde İslamofobik düşünceleri tetikleyecektir.

Tüm bunları anlatmadaki amaç kesinlikle İslam’ı ya da Müslümanları suçlamak değildir. Elbette İslamofobinin giderek artmasında Müslümanların haricindeki faktörler de yer almaktadır. Mesela Batı’da İslâm karşıtlığının yükselmesinde kiliseye de düşmanlık eden 68 kuşağının varisleri olan bilimci, seküler çevrelerin faaliyetleri azımsanmayacak kadar önemlidir.  Bunun yanında İslam, Avrupa’da kendini ırk olarak üstün gören, Müslümanları ise tam insanlaşmamış yarı hayvan olarak kabul eden faşist üstünlükçü ideoloji mensuplarının da hedefidir. Müslümanları ülkelerinde görmekten hoşlanmayan Hıristiyan bağnazların varlığı da bir başka gerçektir.

Müslümanların yapması gereken bu faktörlere takılıp kalmak yerine, onları ürkütmeden, gerçek Kuran İslam’ını yaşayarak kalplerini İslam’a ve Müslümanlara ısındırmaktır.

3)          Eski Tip Savunmacı Anlatımlar İslamofobinin Güçlenerek Yayılmasını Durdurmak için Yetersizdir

İslamofobiye karşı Müslüman kanaat önderlerinin, akademisyenlerin ve liderlerin yaptığı en önemli savunma “İslam barış dinidir” ya da “İslam medeniyeti geliştirmiştir, bilimin öncüsü olmuştur” şeklindeki söylemlerdir.

Bu söylemler doğru olmakla birlikte Müslümanlar, ne yazık ki iki yüz yıldır, hatta daha uzun bir süredir medeniyete ciddi bir katkı sunamadığı gibi dünyaya etki edecek bilimsel bir buluş da ortaya koyamamışlardır. Büyük İslam şehirlerinin pek çoğu harap halde veya kirlilik içindedir. Körfez ülkelerinde modern yapılar, düzgün şehirleşme örnekleri varsa da bunların tamamı yabancılar tarafından tasarlanıp hayata geçirilmiştir. Öte yandan “asıl İslam biziz” diyen radikaller, ekranlarda yüz milyonlarca insanın gözleri önünde İslam’a aykırı davrandıklarını söyledikleri kişilerin kılıçla kafasını kesmiş, ateşte yakmış veya bina tepelerinden aşağı atmıştır. Hal böyle iken İslam’ın medeniyeti desteklediğine veya barış dini olduğuna dair anlatımlar cılız kalmakta, Müslümanlar aleyhine oluşturulan havayı dindirmeye yetmemektedir.

Bu durum sadece Müslüman olmayanları ikna etmek için yetersiz olmanın ötesinde Müslümanlar arasındaki endişeyi gidermek için de yeterli olmamaktadır.  Optik biliminin öncüsü İbni Heysem’in Müslüman olduğunu söylemek sokakta başı açık gezmek isteyen İranlı bir kızın beklentilerini karşılamamaktadır. Veya “Endülüs’te her inanca saygı ve özgürlük vardı” demek İstanbul’da şort ya da askılı bluz giydiği için taciz edilen kızın İslam’a karşı olumsuz şartlanmasına engel olmamaktadır. Mevcut anlatımlar işe yaramamaktadır. Son olarak İstanbul’da bir cami imamının Avrupa şampiyonu voleybolcu kızları şort giydiği için “kafir” ilan etmesi[5] bunu açıkça göstermektedir.

İstanbul’un her ne kadar Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam’ın bir araya geldiği ve tarihte bir hoşgörü şehri olduğu anlatılsa da bu durum günümüzde çok daha farklı bir hal almıştır. 1980’li yıllarda Türkiyeli Yahudilerin sayısı 22 bin civarında iken bu sayı bugün 450 kişiye kadar düşmüştür. Bu azalmada şüphesiz göç veya nüfusun yaşlanması ile azalan doğum oranlarının düşmesinde etkisi var ise de gerçek neden çok daha başkadır. Şalom Gazetesi’nde yayınlanan şu cümlelerden Musevi vatandaşlarımızın kendilerini nasıl baskı altında hissettiklerini göstermektedir:

Geçtiğimiz yıllarda başta eğitim sistemi üzerinde yapılan değişiklikler, toplumun değişen ve muhafazakârlaşan yapısı ve son olarak sadece bize karşı olmasa da huzurumuzu kaçıran olaylar Türkiyeli Yahudileri derinden etkilemişti. Nitekim her ülkede olduğu gibi tarih boyu bu tip toplumsal olaylarda ilk zarara uğrayan o ülkedeki azınlıklar olmuştu. Zaten neredeyse her on yılda bir yaşadığı terör olayları ile iyice tedirginleşmiş, gittikçe artan antisemitizmden muzdarip olan toplumun ciddi bir kesimi …çareyi farklı bir ülkede çocuklarını büyütmekte aramaktaydı.[6]

Musevilerin artan bağnazlıktan tedirginliklerinin bir diğer delili ise Youtube’ta “Türkiye'de genç Yahudi olmak: "İstanbul benim evimdir ama bitti" başlığı ile yayınlanan videodur. Videoda bir Musevi vatandaş bir yılda arkadaşlarının yarısından fazlasının yurt dışına taşınmasından yakınırken bir diğeri ise dikkat çekmemek için Sinagogdan küçük gruplar halinde çıktıklarını anlatmaktadır.[7]




Türkiye’de son 20 yılda artan hoşgörüsüz ortamdan mağdur olmuş kişilerden birisi de müvekkil Adnan Oktar’dır. Huzurdaki dosyada İsrailli din adamları ile milyonlarca insan önünde, canlı yayında yaptığı görüşmeler ve arkadaşlarının meşru ziyaretleri hiçbir dayanağı olmamasına karşın casusluk olarak yorumlanmak istenmiştir. (Diğer tüm iddialar gibi bu suçlamanın da boş olduğunun ortaya çıkmasıyla uluslararası casusluk isnadından beraat kararı verilmiştir). Böyle bir havanın hakim olduğu Türkiye’de, sıkça kullanılan “İslam’ın hoşgörü ve barış öngördüğünü” söyleminin altı bir türlü doldurulamadığı için etkili de olmamaktadır.

Kuran’a bakıldığında Allah’ın Müslümanlar Hıristiyanlar ve Museviler arasında özgür ve barışçıl bir ortam kurulmasını istediği görülür. Bu isteği yerine getirmek her Müslüman’ın yükümlülüğüdür. Ancak bunun yolu; bu isteğin hayata geçmesi için çabalayanları susturmaya çalışmak, öte yandan yeri gelince “İslam barış dindir” temalı bir konuşma yapıp kenara çekilmek değildir. Sadece gayri müslimleri değil ülkemizdeki Müslümanları da tedirgin eden tutumlardan ısrarla kaçınmak, insanları rahatlatan, somut uygulamalar ile desteklenen gerçekçi söylemelerde bulunmaktır.

İslam gibi, anlamı ‘güvenlik’ ve ‘barış’ olan bir kelimenin korku ile aynı sözcükte birleştirilmesi ne kadar tuhaf görünse de böyle bir kelimenin neden ortaya çıktığının da etraflıca düşünülmesi gerekir. İslamofobiyi, yalnızca HristiyanlarınMusevilerinBudistlerin ya da ateistlerin İslam karşıtlığına dayandırmak samimi olmaz. Müslüman kardeşlerimizin de kendi tutum ve davranışlarına bakıp, özeleştiri yapması hayatidir. Müslüman olmayan toplumların bu yaklaşımı derinlemesine düşünüldüğünde sorunun kökeninde yatan esas sebebin ‘bağnazlık’ yani Kuran’dan uzaklaşılması olduğu anlaşılmaktadır.

 

4)        Genç Nesile Hitap Eden Modern Bir Üslup ve Tarz Kullanılmalı

İster Diyanet görevlileri , isterse özel medya kuruluşlarında ve devlet kanallarında din adına konuşan hocaların ortak bir formatı vardır. Hemen hepsi orta yaşın üzerindedir. Ortalama klasik bir kıyafet giyerler. Yıllardır aynı konuları ele alır ve bunları ağır ağdalı bir üslup ile kamuoyuna aktarırlar. Konuşmalarında sıkça ya menkıbeleri anlatır veya İslam’da yasakları sıralayarak “Bunu yapabilir, şunu yapamazsınız” şeklinde doğrudan tahakküm edici ortam oluştururlar. Zaman zaman da söylediklerine uymayanları azarlayıp onlara tepeden bakan bir tavır takınırlar.

Uzun yıllardır görmeye alışık olduğumuz bu manzara artık yetiştikleri koşullar, kullandıkları dil hatta giyim anlayışları bile bambaşka olan günümüz gençliğine hitap etmemektedir. Özetle söylemek gerekir ki, Z kuşağı olarak da anılan genç kuşak ile din adına konuşan ve geleneksel İslam’ı savunan hocalar başka dünyaların insanları gibidirler.

Günümüz gençliği internet, sosyal medya, yapay zeka gibi kavramların hayatımıza girdiği dönemde doğup büyümüşlerdir. Önceki kuşakların aksine bilgiye ulaşmakta neredeyse hiçbir zorluk çekmemektedirler. Kullandıkları cep telefonu, bilgisayar, tablet gibi elektronik cihazlar aracılığıyla bulundukları yerden dünyanın her köşesini, her tür insanı veya görüşü inceleme ve tanıma fırsatı bulmaktadırlar. Üstelik büyük bölümü bu imkanlara daha 7-8 yaşlarından itibaren sahip olmuştur. Bu gençler neredeyse her gün en az birkaç saat çevrimiçi oldukları internet ortamında çok çeşitli kültürler, ideolojiler ve akımlar hakkında bilgi edinmekte, bunların bir kısmına da kişilikleri doğrultusunda ilgi ve yakınlık duymaktadırlar. Bu durum onların karakterlerinin ve dünyaya bakışlarının şekillenmesinde çok etkili olduğu gibi, yaşadıkları ülkeyle diğer ülkeler arasında başarılı, anlamlı ve hızlı kıyaslamalar yapmalarını da sağlamaktadır. Dolayısıyla, dünyayı ve kişileri çok iyi tanıyan, olayları çok yakından takip eden Z kuşağını yalanlarla, çarpıtmalarla, demagoji ve laf oyunlarıyla aldatmak, tahrik etmek veya etki altına alabilmek pek mümkün değildir.

Çok araştıran, seyahat etmeyi seven bir topluluk, bilime ve teknolojiye de çok meraklıdır. Karşılaştığı görüşleri ve iddiaları önce mantık ve bilim süzgecinden geçirmekte, sorgulamakta ve ona göre değerlendirmektedir.

Ayrıca, önceki kuşaklar tarafından uzun zamanlar boyunca benimsenen ve yaşanan örf ve adetleri de benimseyip sahiplenmemekte, hatta bunların birçoğunu yadırgamaktadırlar. Buna paralel olarak İslam alemine halen güçlü şekilde hakim olan geleneksel, bağnaz din anlayışından da büyük ölçüde uzaktırlar.

Yapılan bazı anketlerde, mensuplarından en az %50’sinin Allah inancına sahip ve dindar olduğu tespit edilen Z kuşağında, gelenekçi İslam’ı benimseyenlere özgü klasik anlayış ve hayat biçimine neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Bu nedenle Z kuşağının, kendilerini ve çevrelerini dindar olarak tanımlayan vatandaşlarımızın çoğunluğuna kıyasla daha modern ve özgürlük yanlısı bir İslam anlayışına sahip olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Z kuşağı mensuplarının İslam’ı yaşamada anne-babalarını örnek almaktan ziyade, araştırma ve gözlemleri sonucunda gelişen düşünce ve kanaatleri doğrultusunda hareket ettiklerini söylemek doğru olur. Tüm bunların yanı sıra, dini araştırırken sıkça karşılarına çıkan hurafelerden, batıl inanç ve uygulamalardan, bağnaz anlayışlardan, mezhep çatışmalarından, çarpık yorumlardan veya dinlerini çıkar, rant ve ticaret aracına dönüştüren zihniyetlerden dolayı kimisinin kafalarının karıştığı, bazı önyargılara kapıldıkları da görülmektedir. Bu olumsuz, çirkin, itici model ve uygulamalar karşısında bir bölümünün dinsiz ideolojilerden etkilenerek ateizme veya deizme yöneldikleri de bilinen bir gerçektir.

Z kuşağı için dile getirilmesi gereken en önemli özelliklerden biri de, özgür, neşeli, rahat, eğlenceli bir hayatı sevmeleridir. Nitekim, bu kuşak yasaklardan ve baskılardan son derece olumsuz şekilde etkilenir; yasaklara ve baskılara şiddetle karşı çıkar; otoriter kişilerden ve sistemlerden haz etmezler. Müzik, moda, marka, dans, şaka, espri, eğlence Z kuşağı mensuplarının hayatlarında vazgeçilmez konumdadırlar.

Dolayısıyla ekranlara çıkan veya cemaate seslenen din adamlarının; müziğin, dansın haram olduğunu, eğlenmekten uzak durulmasını ve peygamberin hiç kahkaha atmadığını, çok ağladığını söyleyerek gençlerin gönlünü kazanamayağı açıktır. Hatta gönlünü kazanmak yerine bir kuşağın kendilerine anlatılan İslam’dan korkarak Allah’tan dinden uzak durmasına sebebiyet vereceklerdir.

Bir yandan hurafelere dayalı İslam’ı anlatırken diğer yandan “gençlere ulaşamıyoruz, İslam’ı onlara neden anlatamıyoruz?” diye soran kişinin durumu elinde bir bidon benzin taşıyan diğer eliyle çakmağı tutuşturan adamın “ben niye yanıyorum?” diye sormasına benzemektedir.

İşte bu durum, gençlere karşı gösterilmesi gereken yaklaşımın önceki kuşaklara yönelik davranış biçimlerinden farklı olmasını zorunlu kılmaktadır. Yeni genç kuşağın özellikleri anlaşılmadığı, anlaşılıp da değerlendirmeye alınmadığı takdirde söz konusu kuşağın mensuplarıyla ortak bir paydada buluşmak mümkün gözükmemektedir. Böyle bir durumda annesi - babası dindar olan gençlerin bile İslam’dan korkmasını önlemek mümkün olmayacaktır.

İslamofobinin önlenmesi öncelikle İslam’a duyulan sevginin sağlanması ile mümkündür. Bu sevgi ancak günümüzün gençlerine hitap eden, onların ilgisini çekecek yöntemler ve yeni bir üslup kullanmak ile mümkündür. Bu yalnız ülkemiz için değil tüm İslam alemince dikkate alınması gereken bir gerçektir.

 

5)          İslam Aleminin, İslamofobiyi Yenebilmesi için İdeal Profilli Modern, Aydın, Bilime ve Sanata Önem Veren, Neşeli İnsanlara İhtiyacı var

Batılı ülkeler bağnazlığı gerçek İslam sandıkları için korku içindedirler. Bir Müslüman’ın dahi yapamadığı bağnaz İslam ile Kuran İslam’ı ayrımını bir gayrimüslimden beklemek makul olmadığından doğrudan İslam’ı ve Müslümanları hedef almaktadırlar.

Müslümanların bile üzerinde uzlaşamadıkları bu “bağlam sorunu”nun yanında birde “sunum sorunu” vardır. İnsanlara ne İslam’ın ne de gerçek Müslümanların endişe duyulacak bir yönü olmadığını ve ‘bağnazlık ile gerçek İslam’ın farkını kim nasıl anlatacaktır?

Bunun cinsel arzuları uyandırma ihmali olduğunu söyleyerek erkek erkeğe el sıkışmanın bile kısa tutulması gereken bir hocadan beklenemeyeceği açıktır. Sert, katı ve sevgisiz bir üslup kullanan, meselelere hep İslam’da yasak olanlar ve olmayanlar penceresinden bakan bir din görevlisini de hem içerik hem de sunum açısından topluma hitap etmekte yetersiz kalacaktır.

İslamofobinin etkisini zayıflatmak için anlatımlarda bulunacak kişi;

    Bağnazlık dinini bilmeli ama modern yaşam tarzı ile bir sorunu olmamalıdır,

    Kuran İslamını gelecek sorulara cevap verebilecek kadar iyi bilmelidir.

    Mezhep ayrımcılığı ve tekfircilik batağına saplanmamış olmalı, Allah bir Peygamber hak diyen bütün Müslümanları kucaklamalıdır. Böylelikle bir tarafın adamı gibi görünmeyecektir.

 Geçimini dini anlatarak sağlamamalıdır. Bu hakkında oluşacak samimi olmama şüphelerini ortadan kaldırmayı sağlayacaktır.

    Modern bir görünümde olmalıdır. Klasik geleneksel İslam tarzı görünüm, İslamofobik düşünceleri tetikleyecektir.

    Neşeli ve esprili olmalıdır. Soğuk, daima ciddi bir görüntünün ürküntü yaratacağı açıktır.

    Din ile ilgili esprilerden kaçınmalı, başkalarının inançları ile ilgili alaycı olmamalıdır.

    Doğayı ve hayvanları sevmeli, sanattan, estetikten ve kaliteden zevk almalıdır.

    “Bir lokma bir hırka” mantığını temsil etmek yerine Müslümanların her şeyin en güzeline, en kalitelisine, en temizine layık olduklarının vurgulamalıdır.

    Temizliğin önemine inanmalı, üstü başı, elleri ile dişleri temiz ve düzgün olmalıdır.

    Gündemi takip etmeli, dünyadan bihaber olmamalıdır.

    Eğitim seviye olabildiğince yüksek, kültürlü olmalıdır. Türkiye’yi ve Avrupa’yı iyi tanıyıp bilmesi doğru tespitler yapmasına imkân tanıyacaktır.

    Gençlerin anlayacağı bir üslup ve dil kullanmalıdır. 

    Açık sözlü ve anlaşılır olmalı, imalardan ve laf sokmaktan kaçınmalıdır.

   İnsanlara tepeden bakan buyurgan tarzı olmamalı, ilmini göstermek için sık sık bilgi gösterisinde bulunmaktan kaçınmalıdır.

    Anlatacağı konularda tecrübesi olmalıdır.

Tüm bu özellikler İslamofobi bağlamında belirtilmiş olsa da esas olarak tüm Müslümanların bu vasıflarda olması İslam adına şüphelerin oluşmasına engel olacak önyargıları engelleyecektir. Bununla birlikte kısa vadede bu vasıflara haiz bir kitle yetiştirmenin kolay olmadığı da açıktır. Ancak İslamofobinin kısa zamanda hızla yayıldığı düşünülecek olursa karşı tedbirlerin de bir an önce alınması gereklidir.

Müvekkil ve arkadaşlarının çalışmaları göz önüne alındığında, İslam’a karşı oluşan korkuyu yenmek için yürütülecek her türlü ilmi çalışmada gönüllü oldukları ve bundan sonra da olacakları açıktır. Müvekkilin arkadaşlarımın hemen tamamı son derece iyi eğitimli, toplumda seçkin kişilerdir. Fiziki görünümleri, modernlikleri ile gençlerle kolay bağ kurmaktadırlar. Ön yargılı olmayıp her dinden, inançtan insanlarla kolaylıkla sosyal ilişkiler kurabilmektedirler. Bilgi ve görgüleri hem Kuran İslamı’nı hem de geleneksel İslam’ın sakıncalarını anlatacak düzeydedir. Dahası bu konuda ortaya koydukları büyük bir deneyim vardır.




Kısaca özetlemek gerekirse;

Müvekkilin yazdığı 304 adet kitap 73 ayrı dile çevrilmiştir. Eserlerinin toplam sayfa sayısı 65.000’den fazla olup bu kitaplar 100’den fazla ülkede kitapçılarda mevcuttur. Adnan Oktar’ın şimdiye kadar sadece Türkiye’de yaklaşık 30 milyon kitabı satılmış ve bir misli de ücretsiz olarak hediye edilmiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde birçok yayınevi tarafından kitapları 100 milyona yakın sayıda basılmıştır.

Eserlerinden yararlanılarak hazırlanan 1000 kadar internet sitesi yayına girmiştir. Bu sitelerin 73 dilde çevirileri yapılmış ve yayına açılmıştır. Bu internet sitelerini 167 ülkeden her ay 47 milyon insan ziyaret etmektedir, günlük ziyaretçi sayısı ise 1 milyonun üzerindedir. Her ay yaklaşık 8 milyon film, 5 milyon kitap ve 800 bin sesli anlatım ücretsiz olarak bilgisayarlara indirilmektedir.

Türkiye’de ve yurt dışında 5000’in üzerinde ulusal ve uluslararası konferans düzenlenmiştir. Ülkemizde düzenlenen konferanslarda Atatürkçü, milliyetçi ve Türkiye’nin milli bütünlüğünü esas alan konulara öncelik verilirken, yurtdışında daha çok anti-Darwinizm, Kuran Mucizeleri ve İslam ve Bilim konuları esas alınmıştır.

Eserlerinden ve anlatımlarından yararlanılarak 305 Türkçe ve yabancı dillerde ise 1200 belgesel film hazırlanmıştır. Bu belgeseller 36 ülkedeki 120'den fazla TV kanalında yayınlanmaktadır. Ülkemiz genelinde ise 150 kadar yerel televizyon kanalı bu belgeselleri yayınlamıştır.

Makaleleri 47 ülkede 242 gazete, dergi ve internet sitesinde düzenli olarak yayınlanmaktadır. Türkiye’nin uluslararası siyasette köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı her olayda bu makaleleri ile ülkemizi savunarak etkin bir propaganda oluşturmuştur. Her fırsatta Müslümanların ezilmemeleri için bir araya gelmeleri ve birlik olmaları vurgulamıştır.  Makaleleri ile Türkiye’nin PKK, IŞİD ve FETÖ ile olan haklı mücadelesi, Suriye politikası, Gezi olayları ve 15 Temmuz darbe girişiminde de ülkemizi dış dünyada doğru tanıtacak etki oluşturmayı hedeflemiştir.

Yalnızca Türkiye'de 250 yerel radyo, eserlerinden yararlanılarak oluşturulmuş ses kayıtlarını yıllardır düzenli bir şekilde yayınlamaktadır. Bu sesli anlatımlar 20 yabancı dilde ve 20 ülkede pek çok radyo kanalında yayınlanmaktadır.

Eserlerinden ve anlatımlarından yararlanılarak hazırlanan İlmi Mercek, İlmi Araştırma ve Türk-İslam Birliği isimli dergilerin tirajları 6 milyona ulaşmıştır.

Eserlerinden istifade ederek yayın yapan A9 TV isimli bir televizyon kanalı kurulmuştur. Bu kanalda 24 saat boyunca reklamsız olarak bilimsel veriler ışığında iman hakikatleri, Kuran ahlakı, PKK gibi terör örgütlerinin fikri altyapısını yok etme yolları, Türkiye’nin üniter yapısını koruma amaçlı milli şuur bilinci sağlanması, Türk-İslam camiasının manevi değerleri gibi son derece hayati konular anlatılmıştır. Asla magazinsel konulara girmeden, sadece iman, ahlak, milliyetçilik, yaratılış delilleri gibi çok hayati konulara odaklanılmıştır.

Tüm bunların hayata geçmesinde müvekkil ve arkadaşlarının bir çıkar gözetmeden fedakârca çaba yürütmelerinin rolü büyük olmuştur. Genel kültürleri ve modern, düzgün görünümleri ile her dinden insanla hatta yabancı devlet başkanları ile diyalog kurmuşlardır. Gerek verdikleri davetlerde gerekse canlı yayınlanan TV programlarında konuklarla beraber devletimizin ve İslam aleminin yararına olan ilişkilerde bulunmuşlardır.

Müvekkil ve arkadaşları; İslam aleminin, İslamofobiyi yenebilmesini amaçlayan ve bu doğrultuda samimi olarak çaba harcayan, modern, aydın, ideal profilli insanlardır.

SONUÇ ve TALEP:

İslamofobiye karşı İslam’ın güzelliğinin anlatılmasında anlatanın özelliklerinin yanında anlatıcının desteklenmesi de son derece önemlidir. Bu nedenle tüm Müslümanlar bağnazlığa karşı entelektüel bir mücadele yürütmeli, Kuran’daki gerçek İslam’ı tanıtmalı ve savunucularını da desteklemelidirler.

Ancak ne yazık ki durum böyle olmamış; müvekkil Adnan Oktar’ın deyimi ile, İslamofobi ateşini söndürmek için yürüttükleri faaliyetler 11 Temmuz 2018’deki polis operasyonu ile kesintiye uğramakla kalmamış dünyanın her yerinde Müslümanlara zarar vermeye başlayan İslamofobi ateşi güçlenerek dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır.

Müvekkil; “Allah’ın izniyle ‘İslamofobi’ sözcüğü kullanımdan kalkacak ve dünyaya hakim olan öfke-nefret gittikçe azalarak yerini sevgi, saygı ve şefkate bırakacaktır.” demektedir. Arkadaşlarıyla birlikte İslamofobi ateşini söndürecek yeterliliğe sahip olduklarını belirten müvekkil bu uğurda geçmişte olduğu gibi yeniden hiçbir çıkar beklemeden ilmi çalışmalar yapmaya talib olmaktadır.

Yukarıda detaylarıyla yer verdiğimiz İslamofobinin; kendisi ve arkadaşlarının savunduğu özgürlük, adalet, sevgi içeren Kuran Müslümanlığının yaşanması ile ortadan kaldırılabileceğine dair müvekkilin düşüncelerini Sayın Daire’ nin bilgilerine arz ederiz. 02.11.2023

 

 

Adnan Oktar

Müdafii

Av. Mert Zorlu

 

 

 



[1] Avner Falc, “Islamic Terror: Conscious and Unconscious Motives”Bloomsbury Academic, 30 Tem 2008,  ISBN 9780313357640, s. 122

[2] https://www.youtube.com/watch?v=LQt8q_8Swn8

[3] Michael Howard,  “A Long War?” The International Institute for Strategic Studies (IISS), 48 (4 (Winter)): 7–142006-2007 s. 9 https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/00396330601062675

[4] Prof. Dr. Hüsnü Ezber Bodur, “Batı'da İslâm Karşıtlığının İcat Edilmiş Dili Olarak İslamofobi (Çatışmacı Sosyolojik Perspektif)” İlahiyat Akademi Dergisi, s. 82

[5] Sözcü Gazetesi, “Cami imamından Filenin Sultanları için skandal ifadeler” 16 Eylül 2023

https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/cami-imamindan-filenin-sultanlari-icin-skandal-ifadeler-7804200/

[6] Mois Gabay “Göç sürüyor, Türkiyeli Yahudiler azalıyor!” Şalom Gazetesi “” 19 Ekim 2016

https://www.salom.com.tr/arsiv/koseyazisi/100773/goc-suruyor-turkiyeli-yahudiler-azaliyor

[7] +90, Türkiye'de genç Yahudi olmak: "İstanbul benim evimdir ama bitti" youtube kanalı, 12 Haziran 2020 https://www.youtube.com/watch?v=9qJeiWIsxtA 

Daha yeni Daha eski