YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE

Sunulmak Üzere

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE

 

Dosya No                : 2023/310 E., 2023/494 K.

Sunan                      : Adnan OKTAR

Müdafi                     : Av. Mert ZORLU

Konu                        : Müvekkil Adnan Oktar'ın, dışarıdaki madde ile asla muhatap olamadığımıza, dolayısıyla şu an cezaevi, mahkeme, yargılama gibi görüntülerin de beyninde oluşan algılar bütününden ibaret olduğuna dair bilimsel açıklamalarını içeren dilekçemizin sunumudur.

 

AÇIKLAMALAR

Müvekkil Adnan Oktar, maddenin gerçeği ile ilgili geçmişte çeşitli kitaplar yazmış, söz konusu kitaplar hem ülkemizde hem de yurt dışında büyük ilgi görmüştür. Hatta bu kitapların yayınlanmasının hemen ardından dünyaca ünlü Matrix filmi çekilmiş ve söz konusu filmde maddenin gerçekliği konusu sorgulanmıştır.

Müvekkil, maddenin aslı konusundaki bilgi ve tefekkürlerini Sayın Dairenize iletmeyi önemli görmektedir. Çünkü hayatın tümünü, hatta varlık sebebimizi içine alan bu önemli bilimsel konu, müvekkilin şu anda cezaevi hayatına, karşılaştığı olaylara, yargılandığı davaya nasıl baktığının da bir açıklaması niteliğindedir.

Müvekkil Adnan Oktar'ın madde ve hayal konusuyla ilgili açıklamalarını takdirinize sunuyoruz.

 

 

Müvekkil Adnan Oktar'ın "Dışarıda Madde Var mı?" Sorusuyla İlgili Açıklamaları

Maddenin aslını görebiliyor muyuz? sorusunu cevaplayabilmek için öncelikle görüntünün beyinde nasıl oluştuğunu hatırlayalım.

Dışarıdan gelen ışık gözümüze çarptığında, bir elektrik akımı oluşur. Bedenimize o ışık hiçbir zaman girmeyecektir; fakat onun göze çarpması ile bir elektrik akımı oluşmuştur ve beyne gidecek olan ışık değil, oluşan o elektrik akımıdır.

Bu durum 5 duyumuzun tümü için geçerlidir. Bir ses dalgası, kulaktan beyne bir elektrik akımı olarak gider. Dokunduğumuzda dokunma hissi aslında sadece orada oluşan elektrik akımıdır. Dilimize ulaşan tat molekülleri, oradan bir yere ilerleyemezler. Onlar da elektrik akımı olarak beyne iletilirler. Koku molekülleri için de aynı durum geçerlidir.

Görüldüğü gibi beş duyumuza ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız elektrik akımları şeklinde ilerlerler ve beyindeki sinir hücrelerini uyarırlar. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır.

Buradan anlamamız gereken şey şudur: Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tatlar ve kokular, aslında aynı malzemeden, yani SADECE ELEKTRİK SİNYALLERİNDEN meydana gelirler. Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma hissi olarak yorumlayan ise beyindir.

Hayatımız boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Hatta “gözlerimiz dünyaya açılan pencerelerimizdir” diye biliriz. Oysa, görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek böyle değildir; çünkü aslında gözlerimizle görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz, sadece “görme olayının” gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler.

Peki bu nasıl olur?

Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan mercimek tanesi büyüklüğündeki görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir.

Örneğin bir çocuk parkında oyun oynayan çocukları izlediğimizde, bu çocukları ve parkı gözlerimizle görmeyiz; çünkü bu manzaraya ait görüntü gözümüzün önünde değil, beynimizin arka tarafında oluşur. Işık demetleri anında ve kusursuz şekilde elektrik sinyallerine dönüştürülmekte ve sonra bu elektrik sinyalleri, üç boyutlu, rengarenk, ışıl ışıl bir dünya olarak bize görünmektedir.

Bu durum bizi önemli bir gerçeğe götürür: Biz hayatımız boyunca, dünyayı bizim dışımızda zannederiz. Oysa, dünya her şeyiyle BİZİM İÇİMİZDEDİR.

Biz, dışımızda sandığımız dünyayı aslında içimizde, beynimizdeki küçücük bir noktada görürüz. Örneğin, bir holding patronu, holding binasının, şehir dışındaki fabrikasının, otoparktaki arabasının, deniz kıyısındaki yalısının, marinadaki yatının, emrinde çalışan yüzlerce insanın, avukatlarının, ailesinin, dostlarının hep kendi bedeninin dışındaki varlıklarıyla muhatap olduğunu düşünür. Oysa bunların hepsinin, sadece kendi kafatasının içinde, beyninin arka tarafındaki küçücük bir bölgede oluşan görüntüleriyle muhataptır. DIŞARIDAKİ ASILLARININ NASIL OLDUĞUNU İSE HİÇBİR ZAMAN BİLEMEZ; ONLARI HİÇBİR ZAMAN DA GÖRMEMİŞTİR, hatta dışarıda TÜM BUNLARIN ASLI VAR MI, ASLA BİLEMEYECEKTİR.

Aslında bunun ispatı kolaydır. Örneğini verdiğimiz kişinin gözüne, holdinginin önünde dururken, esen hafif bir rüzgar nedeniyle toz kaçtığını düşünelim. Bu kişi, tozdan dolayı kaşınan sağ gözünü, gözü açıkken hafifçe kaşıdığında holding binasının yukarı aşağı veya sağa sola doğru gidip geldiğini görecektir. Açık şuurla değerlendiren bir insan, gördüğü görüntünün kendi dışında sabit bir varlık olmadığını aslında kolayca anlar. Çünkü aslında olağanüstü bir olay olmakta, gözünü kaşımasıyla görüntü gidip gelmektedir. Yani gördüğü şey, bir yansımadan başka bir şey değildir.

Sonuç olarak şu bir gerçektir ki, HER İNSAN HAYATI BOYUNCA GÖRDÜĞÜ HER ŞEYİ BEYNİNDE GÖRÜR VE HİÇBİR ZAMAN GÖRDÜKLERİNİN ASILLARINA ULAŞAMAZGördükleri, dışarıda var olan görüntülerin sadece beyninde oluşan birer kopyasıdır.

Maddenin aslının nasıl ve nerede olduğu ise bizim bilgimizin dışındadır.

Örneğin şu anda başımızı kaldırıp içinde bulunduğumuz odaya baktığımızda gördüğümüz, bizim dışımızdaki oda değildir. Bizler odanın, beynimizin içinde oluşan kopya görüntüsünü görürüz. Ve hiçbir zaman bu odanın aslını duyularımız aracılığı ile göremeyiz.

Geldiğimiz bu aşamada sorulması gereken ikinci önemli soru şudur: Kapkaranlık beynin içinde aydınlık ve rengarenk bir görüntü nasıl oluşur?

Kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin bulunduğu yer kapkaranlıktır, dolayısıyla beynin, ışığın kendisiyle muhatap olması asla mümkün değildir. Ancak biz, mucizevi bir şekilde bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyrederiz. Işık olmadığı için renk de yoktur ama biz 3 boyutlu, renkli bir dünya izleriz. Rengarenk bir doğa, ışıl ışıl bir manzara, meyvelerin renkleri, çiçeklerin desenleri, güneşin parıltısı, kalabalık bir sokaktaki tüm insanlar, trafikte hızla yol alan araçlar, bir alışveriş merkezindeki yüzlerce çeşit kıyafet olmak üzere her şey bu zifiri karanlık yerde oluşur.

Tüm bunlar, ses, koku, tat, sertlik gibi 5 duyu yoluyla bize algı yaratan her şey için geçerlidir.

Beynimizin içinde, birbirinin tıpkısının aynısı olan elektrik sinyallerinin rengarenk, cıvıl cıvıl, birbirinden çeşitli seslerle ve görüntülerle dolu bir alışveriş merkezini meydana getirmesi elbette imkansızdır. Bunu kabul etmek, o alışveriş merkezinin beynin herhangi bir yerinde var olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Ama kuşkusuz ki kapkaranlık beynin içinde et, yağ, kan ve damarlar dışında hiçbir şey yoktur. O ZAMAN BU GÖRÜNTÜ NEREDEDİR?

Gören gözlerimiz değilse, beynin arka kısmında, kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak gören, bu gördüğü manzaradan zevk alan KİMDİR?

Veya hiçbir sesin giremediği beyinde, bir kulağa ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini en yakın dostunun sesi olarak duyan, bu sesi duyduğunda sevinen, duymayınca özleyen KİMDİR?

Beynin içinde bir ele, parmaklara, kaslara ihtiyaç duymadan kedisinin tüylerini okşadığını hisseden KİMDİR?

Sıcaklık, soğukluk, kıvam, biçim, derinlik, uzaklık gibi dokunma duyularını aslının aynısı olarak beyinde KİM YAŞAMAKTADIR?

Hiçbir kokunun giremediği beynin içinde, limon, lavanta, gül, kavun, karpuz, portakal, ızgara kokusunu aynısı ile koklayan ve ızgaranın kokusunu duyduğunda iştahlanan KİMDİR?

Zifiri karanlık beynin içinde oluşan bu görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan, merak eden KİMDİR? Tüm gördüklerini ve hissettiklerini yorumlayacak bilinç KİME AİTTİR?

Hayatı boyunca, kapkaranlık, sessiz kafatasının içinde kendisine gösterilen görüntüleri izleyen, düşünen, sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi varlık KİMDİR?

Bütün bunları algılayan, bilinci meydana getiren varlığın, şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır. Beynin ötesinde, çok daha farklı bir varlık olmalıdır.

Bristol Üniversitesi'nde Nöropsikoloji Profesörlüğü yapmış olan R. L. Gregory beynin gerisinde bulunan ve bütün bu görüntüleri gören bu varlığı şöyle sorgular: "Gözlerin beyinde resimler oluşturduğunu söylemeye yönelik bir eğilim söz konusudur, fakat bundan kaçınmak gerekir. Beyinde bir resim oluştuğu söylenirse bunu görmesi için içte bir göz daha olması gerekir -fakat bu gözün resmini görebilmek için bir göze daha ihtiyaç olacaktır. Ve bu da sonsuz bir göz ve resim olması anlamına gelir. Bu mümkün olamaz."

Maddeden başka bir varlığı kabul etmeyen materyalistlerin içinden çıkamadıkları asıl nokta işte burasıdır.

Gören, gördüğünü algılayan ve tepki veren “içteki göz” kime aittir? Georgetown ve Stanford Üniversitelerinde fahri psikoloji ve psikiyatri profesörlüğü yapmış olan Karl Pribram da bilim ve felsefe dünyasında, algıyı hissedenin kim olduğu ile ilgili bu önemli arayışa şöyle dikkat çekmiştir: "Yunanlılardan beri, filozoflar 'makinenin içindeki hayalet', 'küçük insanın içindeki küçük insan' vb. üzerine düşünüp durmuşlardı. 'Ben' –yani beyni kullanan varlık- nerededir?"

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi benliğimizi meydana getiren varlık için kimileri “küçük insan”, kimileri “makinenin içindeki hayalet”, bazıları “beyni kullanan varlık”, bazıları ise “içteki göz” tabirini kullanmışlardır. Tüm bu tabirler, beynin ötesinde bilinç sahibi olan varlığı tanımlayabilmek ve ona ulaşabilmek için yapılmıştır. Ancak bu insanlar materyalist görüşleri nedeniyle gerçekten görenin, duyanın kim olduğunu dile getirememişlerdir.

Bu gerçeğin cevabını bize veren yegane kaynak dindir. Allah Kuran'da insanı önce bedenen yarattığını, sonra da ona “RUHUNDAN ÜFÜRDÜĞÜNÜ” bildirmiştir:

Hani Rabbin meleklere demişti: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın.” (Hicr Suresi, 28-29)

Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 9)

Yani insanın, bedeni dışında bir başka varlığı daha vardır. Beyninin içindeki görüntüyü “görüyorum” diyen, beyninin içinde duyduğu sesleri “duyuyorum” diyen, kendi varlığının şuurunda olan ve “ben benim” diyen bu varlık ALLAH'IN İNSANA VERMİŞ OLDUĞU RUHTUR.

Akıl ve vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı her olayı beyninin içindeki ekranda izleyen varlığın ruhu olduğunu hemen anlayacaktır. Her insan göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen bir ruha sahiptir.

Dışarıda olduğunu zannettiğimiz olayları izleyen, yorumlayan, idrak eden varlık ruh olduğuna göre, insan, bedeninden bağımsız metafizik bir varlıktır. Sadece kendisine izlettirilen görüntüler bütünü ile muhataptır. Bunlar, Allah'ın dilemesiyle bir görüntü olarak bu ruh için özel olarak var edilirler. Bu görüntülerin dışarıda maddi bir varlıklarının olup olmadığı hiç kimse tarafından asla bilinemeyecektir.

Özetle muhatap olduğumuz tek şey bir HAYAL DÜNYADIRİnsanların çok gerçek zannettiği olaylar, evler, arabalar, lüks yaşamlar, dertler, sorunlar, kısaca her şey hiçbir zaman gerçeğine ulaşamayacağımız HAYAL VARLIKLAR VE HAYAL OLAYLARDAN ibarettir. Bu bir inanç değil, BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR.

Uzun yıllardır maddenin gerçeği konularında araştırma yapan ve bu konuda derin bir düşünce yapısına sahip olan bir kişi olarak, şahsıma ve arkadaşlarıma yönelik kumpas hareketi ve bununla beraber yaşadığımız cezaevi ve mahkeme dönemleri ile ilgili bakış açım da başından beri aynı şekilde olmuştur. Yaşadığımız tüm olaylar, yargılamalar ve şu anda muhatap olduğumuz cezaevi görüntüsü sadece bizim için oluşturulmuş HAYAL GÖRÜNTÜLERDEN ibarettirDev mahkeme salonları, salonun içindeki kalabalık, cezaevinin sürgülü kapıları, kısaca her şey beynimizde bizlere seyrettirilen birer HAYAL GÖRÜNTÜDEN fazlası değildir. Görüntüyü ruha muazzam güzellikleri ve detayları ile izlettiren Allah, bu dönemde de bizlere böyle bir görüntü izlettirmektedir. Tüm bunların DIŞARIDA BİR ASLININ OLUP OLMADIĞINI HİÇ KİMSE BİLEMEYECEKTİR. HİÇ KİMSE KENDİ GÖRÜNTÜSÜNDE OLUŞANLARI BİR BAŞKASINA İSPAT EDEMEYECEKTİR. ÇÜNKÜ O DIŞARIYI DEĞİL, BEYNİNDE KENDİSİNE İZLETTİRİLENİ SEYRETMEKTEDİR.

Tüm kainatı da, tek bir görüntüyü de var etmek; onların tümünü bir anda yok etmek veya farklı bir şekle sokmak Allah için çok kolaydır. Dolayısıyla, bir görüntünün bir anda değişebilmesi için uzun vadeli sebeplere, olaylara, süreçlere, kişilere ihtiyaç yoktur. Allah insana görüntüyü farklılaştırmak istediğinde, Allah emrini verir ve o iş hemen olur. Allah ayetinde bu önemli gerçeği belirtmiştir:

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen olur. (Bakara Suresi, 117)

O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün (her şey) olur, O'nun sözü haktır. (Enam Suresi, 73)

Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen olur. (Nahl Suresi, 40)

Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen olur. (Mümin Suresi, 68)

Hayatımızdaki her şey gibi şu an yaşadıklarımız da birer görüntü olduğuna göre, tüm bu görüntülerin bir anda değişmesi için olaylara, süreçlere, kişilere ihtiyaç yoktur. Beyindeki bu hayal görüntü içinde zaten bunların hiçbirinin aslı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, benim de hakkın ve adaletin sağlanmasına dair beklentim, dışarıda var zannedilen olaylara, sebeplere bağımlı değildir; BEKLENTİM YALNIZCA ALLAH'TANDIR. Allah'ın tüm tuzakları bozacağına, samimi Müslümanları koruyacağına ve hakkı hak olarak tecelli ettireceğine dair inancım her daim sonsuzdur.

Yüce Rabbim bir ayette şöyle buyurur:

De ki: "Benimle aranızda şahit olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 96)

 

 

Sonuç:

Müvekkil Adnan Oktar, her görüntünün, her varlığın, her anın Allah'ın kontrolünde olduğunu çok iyi bilen ve tüm hayatını bu gerçek doğrultusunda yaşamış olan bir insan olarak, karşılaştığı kumpasların kendisini asla yıldıramayacağını çünkü her birinin Allah'ın dilemesiyle anında yıkıma uğrayacak birer görüntü olduğunu belirtmektedir. Açıklamalarında yer alan detaylar tümüyle bilimseldir; dolayısıyla inkar edilebilecek konular değildir. Dışarıdaki maddenin aslına ulaşamayan vehim bir dünyada yaşıyor olduğumuz gerçeğini çok iyi bilen müvekkil için, kurulan tuzakların ve yapılan haksızlıkların hiçbir önemi olmamıştır, asla da olmayacaktır. Müvekkilin bu konudaki görüşlerini takdirinize sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.19.08.2023

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Zorlu


Daha yeni Daha eski