MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’DAN BASIN DUYURUSU

SAMİMİ DİNDARLIK, GELENEKÇİ-MUHAFAZAKAR İSLAM ANLAYIŞIYLA DEĞİL, KURAN’A DAYALI GERÇEK İSLAM ANLAYIŞIYLA KAZANILABİLİR

Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının maruz bırakıldıkları çok sayıdaki haksız ve adaletsiz uygulamalarla haklarında verilen hukuka aykırı mahkumiyet kararları sebebiyle, suçsuz olmalarına rağmen cezaevinde tutuldukları kamuoyunun malumudur. Ancak 7 yılı aşkın süredir herkesin gözü önünde gerçekleşmesine rağmen görmezden geldikleri bu haksız ve hukuksuz uygulamaların belki de çok ufak bir kısmı, bugün kendilerinin ya da savundukları parti mensuplarının başına geldiğinde, SOL GÖRÜŞLÜ MEDYA ve BASININ ülkede hukuk ve adaletin kalmadığından veryansın ettikleri de görülmektedir.

Bu durum, müvekkilin “Darwinizm ve dayanağını Darwinizmden alan sol ideolojileri dünya çapında yenilgiye uğratmış olması” sebebiyle, sol görüşü savunan kesim ve medyada, müvekkile duyulan ideolojik husumetle açıklanabilirAncak şaşırtıcı olan, dindar olduğunu iddia eden SAĞ GÖRÜŞÜ SAVUNAN KESİMİN ve KONTROLÜ ALTINDAKİ MEDYANIN DAkonu müvekkil ve arkadaşları olduğunda yaşanılan tüm haksızlık ve hukuksuzluklara sessiz kalması, hatta üstüne bir de bunlara arka çıkıp destek veren açıklamalar yapıyor olmalarıdır.

Müvekkilin konuyla ilgili düşünce ve görüşleri şöyledir:

Müvekkil ve arkadaşları körü körüne uyulan gelenekçi-muhafazakar İslam anlayışını değil, KURAN’A DAYALI GERÇEK İSLAM’I BENİMSEDİKLERİ” için hem sağ hem de sol kesimden bazı kimselerin hedefi olmaktadır.

Zaten medya ve basında sıkça duyduğumuz ve hatta dava iddianamesine de giren DANSLI, MÜZİKLİ ORTAMLAR şeklindeki eleştiriler, müvekkil ve arkadaşlarının niçin böyle bir kumpasa maruz kaldıklarını ve neden haksız, hukuksuz şekilde tutuklanmış olduklarını da açık şekilde ortaya koymaktadır.

Buna karşın müvekkil, kendisi ve arkadaşlarına yöneltilen “danslı, müzikli ortamlar” şeklindeki eleştirilerin KURAN’A DAYALI GERÇEK İSLAM ANLAYIŞINA ASLA AYKIRI OLMADIĞINI ifade etmekteETKİLİ VE SAMİMİ DİNDARLIĞIN KÖRÜ KÖRÜNE UYULAN GELENEKÇİ-MUHAFAZAKAR İSLAM ANLAYIŞIYLA DEĞİLKURAN’A DAYALI GERÇEK İSLAM ANLAYIŞIYLA ELDE EDİLEBİLECEĞİNE inanmaktadır.

Bununla birlikte müvekkil samimiyetle gelenekçi muhafazakar inancı yaşayan, bu sistemi vicdanen doğru olduğunu düşünerek benimseyen kişilere de saygı duymaktadır. Her insanın inancını dilediği özgürce yaşaması gerektiğine inanmaktadır. Ancak Kuran’da olmayan bir inancın sanki Allah’ın hükmüymüş gibi insanlara dayatılmasının hem insanlara hem de İslam’a verdiği zararı gördüğü için bu inancın yanlışlarını ortaya koymaktadır.

Hurafelere dayalı gelenekçi-muhafazakar İslam modeli, sakalını kesmeyenin öldürülmesini, zina edenin taşlanarak öldürülmesini, namaz kılmayanın öldürülmesini, kadının eksik sayılmasını ve bunun gibi sayısız dehşet verici anlayış ve uygulamayı şart koşan, mevzu, yani doğru olmayan hadislere göre belirlenmiş, KURAN'I DEĞİL, söz konusu mevzu hadisleri "din" olarak esas alan yanlış bir inanç şeklidir.

Mevzu hadislere göre oluşturulmuş bu inanç şekli, vahşeti, şiddeti ve sevgisizliği esas alan bir inanç şekli olduğundan, bu zihniyetteki kişilerin tebliğ anlayışı da genellikle insanları CEHENNEM ATEŞİ İLE KORKUTMAK, onlara GÜNAHKAR OLDUKLARINI söylemek, böyle giderse CEHENNEM ODUNU OLACAKLARINI anlatmak üzerine kuruludur.

Oysa Allah'ı hiç tanımayan, Allah'ı hiç tanımadığı için de Allah sevgisi nedir hiç bilmemiş olan, bu nedenle de hayatı boyunca Allah'tan ve dinden uzak yaşamış olan bir kişiyi, cehenneme gitmekle tehdit etmek, o kişinin dine ve dindarlara öfkesini çok daha fazla artıracak bir şeydir. İnsanlar bu şekilde dine değil tam tersine dinsizliğe sürüklenmektedirler.

Bugün ülkemizde dindarların sayısının azalma eğilimi göstermesi ve özellikle gençlerin hızla deizm ve ateizme yönelmelerinin en önemli sebeplerinden birisi, -müvekkil ve arkadaşlarının suçsuz olmalarına rağmen tutuklanıp tebliğ faaliyetinde bulunmaları fiilen engellendiği için- sayısı az ama sesi çok çıkan samimiyetsiz bağnaz bir kesimin uygun ortam bularak “gelenekçi-muhafazakar İslam anlayışını” var gücüyle ülkemize hakim etmeye çalışılıyor olmasıdır.

RUHBANLIĞIN EN GÜNCEL YORUMU GELENEKÇİ-MUHAFAZAKAR İSLAM ANLAYIŞIDIR

Allah, indirdiği kitaplarda yer almayan birtakım hurafelerin ve sonradan uydurulmuş hüküm ve ibadetlerin zaman içinde insanlar tarafından dine eklenme çabasını Kuran'da, “SONRADAN TÜRETİLEN BİR RUHBANLIK” ifadesiyle tanımlamaktadır. Ruhbanlığın, İslam öncesi geçmiş dinlerde de yaşandığını Allah bir Kuran Ayetinde şöyle bildirmektedir:

Kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığınırız

Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler). Ama buna da gerektiği gibi uymadılar. (Hadid Suresi, 27. Ayet)

Bağnaz kimseler tarih boyunca, yasak ve kural uydurmakta öyle ileri gitmişlerdir ki dinin yaşanmasını, ibadetlerin yerine getirilmesini neredeyse imkansız, içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir. Öyle ki sonuçta, türettikleri bu ruhbanlığa, uydurdukları sahte dine, Allah'ın ayette bildirdiği gibi, kendileri bile uyamamışlardır.

Günümüzde de benzer şekilde Müslüman aleminde, Kuran'la ve İslam'la uzaktan yakından ilgisi bulunmayan katı, bağnaz, uydurulmuş kural ve ibadetlerle, hurafelerle, hikayelerle doldurulmuş çarpık bir din anlayışı sanki gerçek İslam'mış gibi topluma empoze edilmektedir. Daha da vahimi bu sahte din, zorla ve baskıyla insanlara dayatılmaya çalışılmaktadır. Gelenekçi-Muhafazakar İslam anlayışı, bu haliyle Allah’ın Kuran’da tarif ettiği ruhbanlığın en güncel yorumudur.

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR SAMİMİ BİR DİNDAR OLDUĞU İÇİN ASLA İNANDIĞI DEĞERLERDEN TAVİZ VERMEMİŞ BU SEBEPLE HER DÖNEMDE ETKİLİ VE BAŞARILI OLMUŞTUR

Ruhban sınıfı tarih boyunca, yasak ve kural uydurmakta öyle ileri gitmişlerdir ki, yapılan eklemeler sebebiyle İslam’ıyaşanması ve ibadetlerinin yerine getirilmesi neredeyse imkansız, kendilerinin dahi gerektiği gibi uymadıkları bir din haline getirmişlerdir.

Buna karşın müvekkil Adnan Oktar hayatının her döneminde samimi bir Müslüman olduğundan, günümüzde olduğu gibi geçmişte de dini anlatma, tebliğ etme konusunda çok etkili ve başarılı olmuş BU SEBEPLE TIPKI BUGÜN OLDUĞU GİBİ GEÇMİŞTE DE PEK ÇOK KEZ ENGELLENMEYE ÇALIŞILMIŞTIR.

Müvekkil, genç yaşlarından itibaren Allah inancında ve Allah sevgisinde kararlı ve dini vecibeleri uygulama konusunda da olağanüstü hassas bir kişi olmuştur. Müvekkil, ilk başlardan beri EHL-İ SÜNNET İNANCINI KABUL ETMİŞ ve bir yanlışlık yapmamak için, HANEFİ VE ŞAFİ MEZHEPLERİNİN İKİSİNİ BİRDEN UYGULAMIŞ ve her iki mezhebin de haram ve helallerine sıkı sıkıya riayet etmiştir. Normal şartlarda bir çok insanın güç yetiremeyeceği bir dikkat ve özen ile, mezheplerin TÜM ŞARTLARINI canı pahasına uygulamıştır. Mezheplerde aktarılan TÜM İBADET ŞEKİLLERİNE olağanüstü bir TİTİZLİKLE RİAYET ETMİŞTİR.

Müvekkilin geçmişte her iki mezhebin gerekliliklerini yerine getirerek uyguladığı bu stil, dünyada HİÇ KİMSENİN BU HASSASİYETLE BAŞARAMADIĞI, BAŞARMAYA GÜÇ YETİREMEDİĞİ bir stildir. Müvekkil, her iki mezhebe de uyma konusunda TAVİZSİZ BİR KARARLILIK gösteren ve bu dinin tüm gerekliliklerini harfi harfine uygulayan YEGANE KİŞİDİR.

Dolayısıyla müvekkil, şayet söz konusu mezheplerin ve bu uygulamanın doğru olduğuna inansaydı, halen aynı titizlik ve özen içinde bu mezheplerin en sadık uygulayıcısı olmaya kuşkusuz ki devam edecek ve BUNDAN ASLA TAVİZ VERMEYECEKTİ.

BUGÜN MÜVEKKİLİ DANSLI, MÜZİKLİ ORTAMLAR SEBEBİYLE ELEŞTİRENLER GEÇMİŞTE TAM TERSİ SEBEPLERLE ELEŞTİRİYOR VE KENDİSİNE ENGEL OLMAYA ÇALIŞIYORLARDI

Bugün müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarını dekolte kıyafetler ve danslı müzikli ortamları gerekçe göstererek güya dini dejenere etmekle itham edenler, BUNDAN YAKLAŞIK 35 YIL ÖNCE İSE, GENÇLERE DİNİ ANLATMAKLA”, “BAŞÖRTÜSÜNÜ SAVUNMAKLA ve “ÜMMETÇİLİK PROPAGANDASI” YAPMAKLA İTHAM EDİP ENGELLEMEYE ÇALIŞIYORLARDI.

Müvekkil Adnan Oktar geçmişte;

  • Ülkemizin önde gelen tanınmış ailelerine mensup gençlerine dini anlatarak içkiyi bıraktırmak, onların disko ve eğlence mekanlarına gitmekten vazgeçip namaza başlamalarına sebep olmakla,
  • Ümmetçilik propagandası yapmakla,
  • Başörtüsünü savunup teşvik etmekle,

suçlanmış ve birçok kez gözaltına alınıp yargılanmış, hapis yatmış ve hatta akıl hastanesine kapatılmıştır.

Örnek vermek gerekirse, 12 Eylül 1986 tarihli Tercüman Gazetesi'nde Ahmet Tanyolaç imzasıyla yayınlanan bir yazıda, müvekkilin Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görülen yargılamasına ilişkin olarak duruşmaya katılan bazı ailelerin müvekkil hakkında:

Çocuklarımızın dünya görüşlerini değiştirdiÇocuklarımız artık içki içmiyorlar. Hatta içkinin damlasını bile ağızlarına almıyorlar, biz bu adamdan şikayetçiyiz.”

diyerek müvekkilden şikayetçi oldukları şöyle haberleştirilmiştir.


Dönemin önde gelen medya ve basın kuruluşları müvekkil hakkında aleyhte bir kamuoyu oluşturmak amacıyla durmaksızın benzer haberler yapıyor, müvekkil Adnan Oktar ısrarla,

  • “Neden tesettürü tavsiye ediyorsun?
  • Neden hanım arkadaşların baş örtülü?
  • Neden bu gençlere içkiyi bıraktırıyorsun?

şeklindeki sorularla itham edilip suçlanıyordu. Bu tip yayınlar yoluyla bir yandan müvekkil aleyhinde kamuoyu oluşturulurken diğer yandan da dönemin hükümetine de “bir an evvel konuya el atması” yönünde baskılar yapılıyordu.

Bir süre sonra basında yürütülen karalama kampanyası ve dönemin hükümeti üzerindeki ağır baskılar istenilen neticeyi vermiş, müvekkil 1986 yılında tutuklanıp önce 9 Ay süreyle cezaevine konulmuşardından 10 Ay daha Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tutulmuştur.


Müvekkilin 1986 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tutulduğu 10 Aylık dönem içerisinde çekilen (yukarıdaki) fotoğraf, 6 Ağustos 2018 Tarihinde Haber Türk TV Ana Haber Bültenin’de “31 yıl önceki Adnan Oktar” haber başlığı ile yayınlanmıştır.

19 Aylık cezaevi ve akıl hastanesi sürecinin ardından müvekkilin suçsuz olduğu mahkeme kararıyla ispatlanmış; akıl sağlığının son derece yerinde olduğu da Adli Tıp raporlarıyla kesinlik kazanmıştır. Bunun üzerine müvekkilin kanunun gereği olarak tahliye edilmesi söz konusu olmuştur. Ancak müvekkilin tutuklanması öncesinde uygulanan psikolojik harp metotlarıbu kez tahliyesi aşamasında da uygulanmıştır.

Müvekkilin tahliyesi gerçekleşirken, basın yoluyla kamuoyuna mesaj verebilmek amacıyla dönemin başhekimi Yıldırım Aktuna tarafından basın önden haberdar edilerek hastane içerisinde özel bir ortam hazırlanmıştır. Yıldırım Aktuna basın mensuplarının önünde elini müvekkilin yüzüne uzatarak zorla elini öptürtmeye çalışmış bu sayede kamuoyuna müvekkil Adnan Oktar’ın güya hizaya getirildiği imajı verilmeye çalışılmıştır.


Yukarıdaki gazete kupüründen de görüleceği üzere, Yıldırım Aktuna’nın elinin normal bir el öpmede olması gerekenden çok daha yukarıda olması ve elin müvekkilin ağzına değil de sakalının yanına denk geliyor oluşu, Yıldırım Aktuna’nın elini zorla müvekkile öptürmeye çalıştığını açık şekilde göstermektedir.

Ayrıca basının konuyu haberleştiriken kullandığı, Yıldırım Aktuna’nın tahliye esnasında müvekkile söylediği BUNDAN SONRA DAHA DİKKATLİ DAVRAN şeklindeki sözler de, müvekkilin herhangi bir suçunun ya da akıl sağlığı probleminin olmadığının da açık bir göstergesidir.

Bu sözlerle müvekkil kendisine kumpas kuranlar tarafından aba altından sopa göstererek tehdit edilmiş; eğer “inandığı değerleri savunmaya ve tebliğ etmeye devam ederse” yeniden tutuklanmak ya da akıl hastanesine kapatılmakta korkutulmaya çalışılmıştır.

BİR DİĞER BAŞARIZ KUMPAS GİRİŞİMİ, KOKAİN KOMPLOSU

Müvekkil Adnan Oktar, 1991 yılında kendisine kurulan kokain komplosundan da aklanarak çıkmıştır. Ancak ne yazık ki dönemin suikastlarının failleri bulunamadığı gibi, müvekkile tuzak kuranlar da tespit edilerek cezalandırılmamışlardır. 1990’lı yıllardaki illegal yapılanmaların saçtıkları dehşet cezasız kaldığı, bu yapılar tam olarak deşifre edilerek cezalandırılmadıkları için, günümüzde uzantıları benzer eylemlerine, farklı yöntemlerle devam edebilmektedirler.

1991 yılında müvekkil Adnan Oktar’a kurulan kokain komplosu, o dönemde bazı çevrelerin oluşturduğu dehşeti ve acımasızlığı da ortaya koymaktadır:

1- Komplonun düzenlenmesinden 3 gün önce Müvekkil Adnan Oktar kendisine bir komplo yapılabileceğine dair yetkili makamları ve basın kuruluşlarını faks çekerek uyarmıştır.

Kokain komplosundan bir hafta önce, bazı gazetelerde güya müvekkilin kokain kullandığına dair yalan haberler çıkmasının ardından müvekkil kendisine yönelik bir komplo hazırlığı olduğunu anlamış ve OLAYDAN 3 GÜN ÖNCE resmi makamlara ve basına faks göndererek Kendisine bir komplo yapılabileceğini, bu amaçla evine silah, uyuşturucu gibi yasa dışı maddeler bırakılabileceğinden şüphelendiğini bildirmiştir.

Yine aynı ihtimale karşı, KOMPLO DÜZENLENMEDEN 1 GÜN ÖNCE ANNESİNDEN EVİ ÇOK DETAYLI TEMİZLEMESİNİ istemiştir. Annesi, komşular ve kapıcının yardımıyla evin her odasını çok detaylı temizlemiş, kütüphane ve bütün kitaplar dahil olmak üzere her yeri tek tek arayıp temizlik yapmıştır. Adnan Oktar’ın annesinin komşusu ve kapıcısı, olaydan sonra “Adnan Oktar’ın kütüphanesini hep beraber detaylıca temizledik, orada böyle bir paket yoktu” diye noter tasdikli bir ifade vermişlerdir.

2- Müvekkil Adnan Oktar’ın annesinin 70 metrekarelik evine aynı anda 20 polis memuru girerek, ilk 3-4 dakika içinde 6 katlı L şeklindeki kütüphanede baktıkları ilk kitabın içinden kokain paketi çıkarmışlardır.

İzmir’de göz altına alınıp İstanbul’a getirilen Müvekkil Adnan Oktar olay günü, yaklaşık 20 polisin eşliğinde eve getirilmiş ve evde arama yapılmıştır. Arama sırasında, İÇERİ GİRİLDİKTEN HEMEN SONRA, müvekkilin başka kişilere dikkatinin dağıldığı bir esnada, YÜZLERCE KİTABIN BULUNDUĞU 6 KATLI “L” BİÇİMİNDEKİ BÜYÜK BİR KÜTÜPHANENİN ORTA RAFINDAN ALINAN 3. KİTABIN ARASINDAN kokain paketi çıkarılmıştır. Arama sadece 3-4 dakika sürmüş ve kütüphaneden alınan 3. kitabın içinden kokain çıkarıldıktan sonra, evin başka hiçbir yerinin aranmasına gerek duyulmamıştır.

Müvekkil Adnan Oktar, kokain paketini kitabın arasından çıkarmalarının ardından, arama yapan polislerden birinin cebinin çok kabarık olduğunu fark ederek, polisin cebinin boşaltılarak bakılmasını istemiştir, ancak diğer memurlar bunun yapılmasına izin vermemişlerdir. Müvekkil, bu polise “bütün dikkatim sende, bundan sonra hiçbir yere paket koyamazsın, anında yakalarım” demiş ve dikkatini bir an bile üzerinden ayırmadığı için bu polis memuru elini tekrar cebine götürememiştir. Müvekkil bunu fark etmemiş olsa, evin başka bir köşesine daha bırakacakları muhtemeldir.

3- Gözaltına alınan müvekkilin yiyecek ve içeceğine kokain karıştırılarak kanında kokain çıkmasının sağlanmıştır.

Müvekkil toplam 72 saat göz altında kalmıştır. Bu süre sonunda kendisine yapılan tahlil sonucunda, kanında 5mg/ml’nin üzerinde kokain bulunduğu tespit edilmiştir. Kokain 24 saat içinde insan vücudunu tamamen terk eden bir maddedir. Dolayısıyla, 72 saat sonra müvekkil Adnan Oktar’ın kanında bu derece yüksek dozda kokain bulunması, KOKAİNİN ANCAK MÜVEKKİLE GÖZ ALTI SIRASINDA YİYECEĞİNE VE İÇECEĞİNE KARIŞTIRILMAK SURETİYLE VERİLDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR.

Gerçekten de müvekkile, emniyette göz altında bulunduğu sırada çok acılı bir kebap yemeği getirilmiştir. Kokainin tadı acı olduğu için, özellikle çok acılı bir kebapla müvekkilin kokaini fark etmeden yemesi sağlanmıştır.

Daha detaylı açıklamak gerekirse; MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN İZMİR’DE 8 TEMMUZ 1991 GÜNÜ SAAT 24:00 SULARINDA GÖZALTINA ALINMASINDAN 11 TEMMUZ 1991 GÜNÜ SAAT 14.10’DA TAHLİLE GÖNDERİLMESİNE KADAR GEÇEN SÜRE 62 SAATTİR. MÜVEKKİL BU 62 SAAT BOYUNCA SÜREKLİ GÖZALTINDA TUTULMUŞTUR. 62 SAATLİK GÖZALTI SÜRESİ SONUNDA YAPILAN TAHLİLDE İSE, İDRARINDA KOKAİN METABOLİTİ OLAN BENZOİLEKGONİN TESPİT EDİLMİŞTİR. MAHKEME TARAFINDAN ALINAN ADLİ TIP RAPORUNA GÖRE İDRARINDA 5 MG/MM BENZOİLEKGONİN BULUNAN BİRİ EN FAZLA 24-48 SAAT ÖNCE KOKAİN ALMIŞ OLMALIDIR. BU İNSANIN 62 SAAT ÖNCE ALDIĞI KOKAİN NEDENİYLE İDRARINDA 5 MG/MM BENZOİLEKGONİN ÇIKMASI TIBBEN MÜMKÜN DEĞİLDİR. DEMEK Kİ KOKAİN MÜVEKKİLE EMNİYETTE VERİLMİŞTİR.

Adli Tıp Kurumu da kokainin gözaltında müvekkil Adnan Oktar’ın yemeğine karıştırılmak suretiyle verildiğini teyit etmiştir.

Sonuçta, 22.02.1994 tarihinde İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi 1991/1130 Esas, 1994/136 Karar sayılı kararı ile müvekkil hakkında:

“Sanığın uyuşturucu madde kullanmak ve bu maksatla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan cezalandırılmasına, yeterli savunmanın aksine aleyhinde kanaat teminine elverişli KESİN ve İNANDIRICI DELİLLER ELDE EDİLEMEMİŞ OLDUĞUNDAN BERAATİNE

denilerek beraat kararı vermiş ve yapılan komplo böylece tescillenmiştir.

Mahkeme heyetince verilen beraat kararının gerekçe bölümü ise şöyledir:

Sanığın gözaltına alınışından 62 saat sonra yapılan tahlil sonucu belirlenen miktarın 5 mg/ml’nin üzerinde bir sonucun çıkmasının mümkün olmayacağı dosyadaki Adli Tıp raporları ve delillerle anlaşılmakta olup, sanığın olaydan önce bir müddet annesine ait eve uğramadığı, kendisine karşı husumet duyan kimseler tarafından komplo sonucu eve bırakılmış olabileceği bildirilmiş olup, sanığın savunmalarının aksine deliller de bulunmamaktadır.

Ayrıca mahkeme heyeti başkanı yargılama esnasında, müvekkilin evinde arama yapan polislere, “nasıl olup da o kadar çok kitap arasında ellerine aldıkları ilk kitabın arasından kokain çıktığını” sorarak, bu zamana kadar küçük bir eve 20’ye yakın polisin arama için gittiğini görmediğini de söylemiş ve kurulan tuzağa dikkat çekmiştir.

Hem evinde hem de kanında kokain bulunacak şekilde son derece detaylı düşünülerek kurulan bu tuzak, adli tıp raporu ve mahkeme heyetinin adil yargılamasıyla vesilesiyle beraatle sonuçlanmıştır. Mahkemenin verdiği beraat kararı, müvekkile kurulan komplonun aleni bir teyidi olmuştur.

MERHUM ŞEHY NAZIM KIBRISİ HAZRETLERİ: ONUN İMTİHANI BENİM TAHAMMÜL EDEBİLECEĞİM GİBİ DEĞİLDİRADNAN OKTAR’A RAZILIK MAKAMI VERİLMİŞTİR

Kumpasçıların ta o günlerden günümüze kadar süregelen, müvekkile yönelik tehdit, kumpas ve kullandıkları psikolojik harp taktikleri müvekkili asla yıldırmamış, aksine kendisinin dava şevkini ve heyecanını daha da artırarak inandığı değerleri savunup anlatması için kendisini teşvik eden pozitif bir unsur olmuştur. Bugün dahi, 2018’den bu yana müvekkil Adnan Oktar’a karşı uygulanan hukuksuzluk bri çok kişinin dayanabileceği türden değildir. 7 yıldır kesintisiz olarak tek başına küçük bir odada tutulmaktadır. Önce Türkiye’nin en batısına Edirne’ye, sonra en doğusuna Erzurum’a sonra da Van’a zorunlu sevkle gönderilmiş, ailesinden bin kilometre ötede olmaya mahkum edilmiştir. Hiçbir hukuki dayanağı olmadığı halde avukatlarıyla dahi görüşleri sınırlandırılmakta, birçok vatandaşa tanınan anayasal hak gerekçesiz olarak müvekkil Adnan Oktar’a verilmemektedir. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir hukuk katliamı neticesinde 350 defa müebbet anlamına gelen 8650 yıllık cezaya mahkum edilmiştir. Cezaevi koşullarının ağırlığı son dönemlerde gündeme gelen siyasi yargılamalarla kamuoyu tarafından yavaş yavaş anlaşılmaktadır, ki kamuoyuna yansıyanlar müvekkilin yaşadığı zorlu ortamların binde biri dahi değildir. Tüm bunlara rağmen gün geçtikçe zindeleşmesi, gençleşmesi, sağlık ve sıhhat kazanması, sevenlerinin kat kat artması müvekkil Adnan Oktar’ın Allah’ın sonsuz güzel kaderine içten bir sevgiyle boyun eğip, her yaşadığını sevinç ve şükürle karşılamasının nimeti olarak Allah’ın ona güzel bir ikramıdır.

Müvekkil Adnan Oktar’ın 80’lerde hukuksuz olarak cezaevine ve akıl hastanesine gönderilmesinden bu yana gösterdiği kesintisiz tevekkül ve teslimiyet ta o tarihlerde büyük alim Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri tarafından teşhis edilmiştir.

Müvekkil Adnan Oktar, merhum Şeyh Nazım Kıbrısi hazretleri ve merhum Mehmet Şevket Eygi ile birlikte bir ev sohbetinde (Aşağıda)


Müvekkilin maruz kaldığı tüm kumpas ve baskılara rağmen gösterdiği sarsılmaz iradesi ile artarak devam eden dava şevki ve heyecanı merhum Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretlerinin de nazar-ı dikkati çekmiş; 1987 senesindeki bir sohbetinde manevi oğlum dediği müvekkil Adnan Oktar hakkında “KENDİSİ SABIRLILARDAN YAZILMIŞTIR. Sabırlıların bir ötesi, efendim, RAZILARDAN DA YAZILMIŞ, RAZILIK DA VERİLDİ ONA” ifadelerini kullanmış ve kendisinin dahi böyle bir imtihana sabır göstermekte zorlanacağını söylemiştir:

ŞEYH NAZIM HAZRETLERİ: Adnan bey kardeşimize de Cenab-ı Allah, namaz için Yusuf peygamberin tecellisini ona giydirmek üzere ona halvet emreylemiş ve onu ikmal ettiği kimi kafidir, şık giyerekten ona icazet vermiş, ümit ederiz ki İLERİYE DOĞRU ADNAN BEY'İN YAPACAĞI MÜKEMMEL HİZMETLER VARDIR. VELAYET SIRRI İLE, ZAHİRİ DE BAŞKA DA, VELAYET SIRRI İLE YAPACAĞI VE YAPMAKTA OLDUĞU HİZMET DE VARDIR. TEBRİK EDERİZ. KENDİSİ SABIRLILARDAN YAZILMIŞTIR. SABIRLILARIN BİR ÖTESİ, EFENDİM, RAZILARDAN DA YAZILMIŞ RAZILIK DA VERİLDİ ONAKENDİSİNE, EFENDİM, BEN KENDİME GÖRE BİR DÜŞÜNÜYORUM, BAKIYORUM BENİM TAHAMMÜL EDEBİLECEĞİM GİBİ DEĞİLDİ o, o maşaAllah gençti zamanında, o hizmeti tekmil etmiş, arada askerlik hizmeti gibi, velayet erbabına böyle iftiralar geliyor, size zarar vermemiştir o. (1987)

Saygılarımızla kamuoyunun bilgilerine sunarız. 24.10.2025

Daha yeni Daha eski