MÜCAHİT BİRİNCİ MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ SAYISIZ GÜZELLİK KAZANMASINA VESİLE OLMAKTADIR

Müvekkil Adnan Oktar tarafından yapılan bir basın duyurusunda, “Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın adını ve kendisiyle çektirmiş oldukları fotoğrafları suistimal ederek haksız çıkar ve nüfuz elde etmeyi amaçlayan kimseler” olduğundan bahsetmiş ve bunlar arasında Av. Mücahit Birinci ve Fırat Develioğlu gibi isimlerin nasıl öne çıktıklarını, kullandıkları yol ve yöntemleri detaylarıyla anlatmıştık.

Müvekkilin basın duyurusunun ardından Mücahit Birinci, sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımında Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında birtakım hezeyanlarda bulunmuştur. Her kötü söz sahibine aittir ve sahibinin iç dünyasının karanlığını yansıtır. Mücahit Birinci ise yazdıklarıyla gerçeklerden kopuk, öfkeli ve kavgacı üslup nedeniyle ufku daralmış algıları sınırlanmış bir boyutta, sevgisiz bir dünyada yaşadığını bir kez daha göstermiştir. Mücahit Birinci de dahil hiç kimse -hayatı boyunca hiç sevilmemiş ve sevmemiş olsa da- sevgisiz yaşamaya mahkum değildir. Büyük bir hızla geçen dünya hayatında iyilik, merhamet, anlayış, dostluk, neşe, sevgi içinde yaşamak varken anlamsız bir hırs, kavga, öfke ve nefretle yaşamaya çalışmak bir insan için olabilecek en büyük felakettir. Müvekkil Adnan Oktar Mücahit Birinci’nin de kendisini bu felaketten kurtarmasını temenni etmektedir.

Müvekkilin konuyla ilgili düşünceleri şöyledir:

1.  MÜCAHİT BİRİNCİ’NİN KADERİNDE MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ HAYRINA VESİLE OLMAK VARDIR

    Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının kendilerine kurulan kumpas davası vesilesiyle tutuklanmalarında Mücahit Birinci’nin her ne kadar kendine bir pay biçmeye çalışsa da kendisini hiçbir katkısının olduğu söylenemez. Mücahit Birinci farkında olmasa da, yapılan operasyon aslen DEVLETİMİZİN, MÜVEKKİLİN ARKADAŞ GRUBUNU DAĞILMAKTAN KORUMAK ve BİRLEŞTİRİP GÜÇLENDİRMEK İÇİN DÜZENLEDİĞİ HİKMET DOLU BİR FAALİYETTİR. 

    2018 operasyonuyla müvekkilin adeta yeniden hayat bulması, fiziki görünümünde şaşırtıcı bir şekilde zamanın ileri doğru değil geriye doğru aktığının görülmesi ve son 40 yılın toplamından binlerce kat daha çok sevilir geldiği herkes tarafından görülen ve bilinen somut bir gerçektir.

    Bu operasyon, neredeyse birbirlerini hiç görmemeye başlayan arkadaş grubunu, birbirleriyle bağlantıları gittikçe zayıflıyorken -tutuklanma vesilesiyle- 24 saat birlikte yaşar hale getirmiş, birbirleriyle tarihlerinde olmadıkları kadar çok kaynaştırmıştır. Çoğu zaman birbiriyle görüşmeye dahi fırsat bulamayan kişiler arasında kurşunla kaynatılmış gibi sağlam bir birlik, kardeşlik, dayanışma, sevgi oluşmuştur.

    Müslümanların birbirlerinden uzaklaşmaları durumunda imani derinliklerini kaybetmeleri hatta Allah korusun ibadetlerden de uzaklaşmaları riski olduğu Kuran’da haber verilen bir gerçektir. Devletimiz arkadaş grubunu dağılma riskini görünce bu gençlerin -Allah korusun- imanlarını kaybetme ve ibadetlerinden uzaklaşma tehdidine karşı tedbir almış operasyon düzenleyip tutuklayarak onları dünyadan kurtarmıştır. Hemen hepsi ilahiyat fakültesini bitirmiş, 2., 3. Ve hatta 4. Üniversiteden mezun olmuşlardır. Arapça öğrenmiş ve Arapçalarını geliştirmiş, Kuran’ı Arapçasından derin anlamlarıyla incelemiş, birçok sırrını ve mucizesini öğrenmiş, alim haline gelmişlerdir. Her biri adeta birer müfessir olmuştur.

    Müvekkil bu konuyu 28.04.2025 tarihli, İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Savunmasında şu sözlerle ifade etmiştir:

    Devletimizin bizi sevdiğini de görüyorum. Operasyon yapılmasa %95’i giderdi. Sosyete bu çocuklar. Eğlence için geliyorlar. Ama operasyon yapılınca, tutuklama olunca mümkün değil. ÇOCUKLARIN DAĞILMASI DEVLETİN KONTROLÜNDE İMKANSIZ HALE GELDİ. BİR KİŞİ ZAYİ OLMADAN HEPSİNİ KURTARMIŞ OLDU. HEPSİ İFLAS EDECEKTİ, EKONOMİK KRİZ OLDU. HEPSİ ARAPÇA VE KURAN ÖĞRENDİLER. EVLİYA GİBİ OLDULAR…

    Allah kaderde her şeyi ince ince planlıyor. Hakikaten, “buhar olacak” diyordu savcı. Devlerin devi haline geldik. Bütün tuzakları Ben kurarım bütün tuzakları Ben bozarım diyor Allah.  ARKADAŞLARIM ŞU AN EVLİYA. Kritik yaşı da atlattılar… Allah’ın gücüne tam inanmak çok önemli, Allah’ın her şeyi halledeceğini bilmek çok önemli.”

    2.  HERŞEYİN HAYIR OLDUĞUNU BİLEN MÜMİNLER İÇİN İNTİKAM DİYE BİR DUYGU YOKTUR

      Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının güya Mücahit Birinci’yi hedef aldıkları veya kendisinden intikam almaya çalıştıkları iddiası da açık bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü her şeyden önce BİR MÜSLÜMANIN İÇİN İNTİKAM ALMASI HARAMDIR.

      Ayrıca bir Müslüman Allah’ın her şeyi bir kader üzerine yarattığınıAllah’ın bilgisi olmaksızın bir yaprağın dahi düşmeyeceğini ve Allah’ın alnından tutup denetlemediği hiçbir canlı olmadığını çok iyi bilir. Yani Mücahit Birinci de -bugüne kadar yaşamış her insan gibi- Allah’ın kendisine takdir ettiği kaderi yaşamaktadır. Dolayısıyla müvekkil ve arkadaşlarının Mücahit Birinci’den intikam almalarını gerektirecek bir durum ortada yoktur.

      Kaldı ki son dönemde hakkında başlatılan savcılık soruşturması, basına yansıyan haberlerde geçen ifadeler ve yapılan suç duyuruları sayesinde Mücahit Birinci’nin kullandığı hukuka aykırı yol ve yöntemler zaten alenen deşifre olmuştur.

      Kamuoyu önünde böyle alenen deşifre olması -anlaşılan o ki- Mücahit Birinci’nin sinirlerini de oldukça yıpratmıştır. Kendisi hakkındaki iddiaları medyada değerlendiren Gazeteci Nedim Şener ile karşılıklı atışmaya dönen bir ağız dalaşında adeta kendini kaybeden Birinci, sosyal medya hesaplarından ağıza alınmayacak hakaret ve küfürler içeren paylaşımlar yapmaya başlamıştır. BU ÇİRKİN ÜSLUP KENDİSİNİN VE NEDİM ŞENER’İN KİŞİLİKLERİ VE RUH HALLERİ HAKKINDA KAMUOYUNUN ÇOK NET VE DOĞRU ŞEKİLDE BİLGİLENMESİNİ SAĞLAMIŞTIR.

      Mücahit Birinci’nin gerçek yüzünün deşifre olmasıyla birlikte AK Parti’nin yetkili organları da hızlıca hareket ederek hemen tepki göstermiş ve Mücahit Birinci’yi KESİN İHRAÇ TALEBİYLE PARTİ DİSİPLİN KURULUNA SEVK ETMİŞTİR. Mücahit Birinci buradan artık geri dönüş olmayacağını anladığı için de, halk arasında “hayır kovulmadım istifa ettim” diye tabir edilen durumun tipik bir örneği gerçekleşmiştir. Birinci, İHRAÇ EDİLMİŞ OLMAMAK İÇİN, AK PARTİ’DEN KENDİSİ İSTİFA ETMİŞTİR.

      Dolayısıyla bu saatten sonra Birinci’nin Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın adını suistimal ederek ZOR DURUMDAKİ VATANDAŞLARIMIZI KANDIRIP ALDATMASI, ONLAR ÜZERİNDEN HAKSIZ KAZANÇ ELDE ETMESİ İMKANI DA ARTIK KALMAMIŞTIR.

      3.  SOSYAL MEDYA TROLLÜĞÜ MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ ASLA İHTİYAÇ DUYMADIKLARI, MÜCAHİT BİRİNCİ’NİN İSE UZMAN OLDUĞU BİR ALANDIR

        Kamuoyundaki genel kanaat, bizzat Mücahit Birinci’nin kendisinin çok sayıda troll hesaba sahip olduğu ve bu hesapları zaman zaman hedef aldığı insanlara saldırmak amacıyla, zaman zaman da -kendi aleyhinde paylaşımlar yaptırarakkendisini güya mağdurmuş gibi göstermek için kullandığı yönündedir.

        Kanaatimizce Mücahit Birinci’nin müvekkil ve arkadaşlarını trol hesap kullanmakla itham etmesinin altında yatan en basit nedeni “kişi kendinden bilir işi” Atasözüyle tarif edilen “insanların olayları, hayatı ve dünyayı kendi deneyimleri, düşünceleri ve duygularıyla yorumladıkları” gerçeğinin bir ifadesidir.

        4.  HAPİS YATMAK PEYGAMBER SÜNNETİDİR, HZ. İBRAHİM DE VAN’DA TUTUKLANMIŞ, 10 YIL TUTUKLU KALMIŞTIR

          Cezaevine giren her insanın suçlu olduğu mantığı açık bir yanılgıdan ibarettir. Dünya üzerinde haksız yere yıllarca hapis yattıktan sonra suçsuz olduğu ortaya çıkan binlerce insan olduğu gibi, tarih boyunca kimi Peygamberler ve onlarla birlikte haksız yere tutuklanıp hapsedilen çok sayıda Müslüman da bulunmaktadır.  

          Bu yönüyle cezaevi aslen Müslümanlar için kıymetli bir mekandır ve HZ. YUSUF MEDRESESİ OLARAK ADLANDIRILIR. YANİ BİR SUÇU OLMAMASINA RAĞMEN HAKSIZ YERE HAPİS YATMAK BİR MÜSLÜMAN İÇİN ASLEN PEYGAMBER SÜNNETİDİR. Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Hz. Musa da suçları olmamasına rağmen 10 yıl cezaevinde kalmışlardır. HATTA HZ. İBRAHİM’İN VAN’DA TUTUKLANDIĞI TÜM KAYNAKLARDA ANLATILMAKTADIR.

          Kuran’da Hz. İbrahim’in tutuklandığı haber verilmiştir. Kuran’ı baştan sona tefsir eden ilk alim olan Mekâtîl b. Süleyman’ın Tefsirinde Bakara Suresi’nin 258. ayetinin açıklamasında şöyle denilmektedir:

          … حين كسر الأصنام سجنه نمرود، ثم أخرجه ليحرقه بالنار …

          (İbrahim) putları kırınca Nemrud ONU (İBRAHİM’İ) HAPSE ATTI …. (Tefsîr Mekâtîl b. Süleyman, cilt 1, sf. 139)(https://www.islamweb.net/ar/library/content/1066/151/%D8%AA%D9%81%D8%B3%D9%8A%D8%B1-%D8%A7%D9%84%D8%A2%D9%8A%D8%A9-258)


          Nemrud belirli bir hükümdarın ismi değildir. O dönemde hükümdarlara verilen genel bir isimdir. Tıpkı firavun isminin belli bir hükümdarı değil eski mısır dönemindeki hükümdarlara verilen genel isim olması gibi. 

          Musevi kaynaklarında da Hz. İbrahim’in tutuklandığı anlatılır. Sözlü ve Yazılı TEVRAT’IN TEFSİRİ OLAN MİDRAŞ’DA HZ. İBRAHİM’İN 10 YIL TUTUKLU kaldığı bildirilmiştir:

          (İbrahim’in) İkinci yargılama, ON YIL HAPSE ATILDIĞI ZAMANDI… yedi yıl Budri'de (tutuklu kaldı)... (Pirkei DeRabbi Elizer Bölüm 26) ** Pirkei de-Rabbi Eliezer, 8. yüzyıl civarında derlenmiş olan ve ağırlıklı olarak Ahd-i Atîk (Tevrat) kıssalarını genişleten ve açıklayan bir Midraş’tır (Tefsirdir).

          Tarihi bilgiler, Hristiyan ve Musevi kaynakları incelendiğinde ise Hz. İbrahim’in Van’da, Van Kalesinin yakınlarında -eski Şehir civarında- tutuklandığının ve cezaevinde kaldığının anlatıldığı görülmektedir. Arkeolojik araştırmalar da Musevi kaynaklarındaki bu bilgileri teyit etmektedir.

          Yukarıda da değindiğimiz gibi Sözlü ve Yazılı Tevrat’ın tefsiri olan Midraş’da Hz. İbrahim’in 10 yıl tutuklu kaldığı bildirilirken BU TUTUKLULUĞUN BİR DÖNEMİNİN VAN’DA OLDUĞU da haber verilir.

          (İbrahim) İkinci yargılama, on yıl HAPSE ATILDIĞI ZAMANDI… yedi yıl BUDRİ'DE (VAN’DA) (TUTUKLU KALDI)... (Pirkei DeRabbi Elizer Bölüm 26) ** Pirkei de-Rabbi Eliezer, 8. yüzyıl civarında derlenmiş olan ve ağırlıklı olarak Ahd-i Atîk (Tevrat) kıssalarını genişleten ve açıklayan bir Midraş’tır

          Tarihi kaynaklara göre BUDRİ DENİLEN YER, KARDU YANİ VAN’DIR. Kardu ifadesi Aramice, Süryanice, Keldanice metinlerde ve eski yazıtlarda Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölge için kullanılmaktadır. VAN’IN ESKİ ADI ise BET KARDU olarak geçmektedir.

          VAN’IN ESKİ ADI: BET KARDU’DUR
          Arap ve Süryani kaynaklarında Van Gölünün güneyi Bēt Qardū olarak geçmektedir.

          Kaynaklar:

          • Jean de Thévenot, The Travels Of Monsieur De Thevenot Into The Levant: In Three Parts. Persia, 2. cilt 22 Haziran 2023 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Faithorne, 1687, s. 71
          • Karl Müller, Klaudiou Ptolemaiou Geographike hyphegesis, 1. cilt, 2. bölüm, Alfredo Firmin Didot, 2012, ISBN 124-999-259-1, s.947; Efraim Elimelech Urbach, I. Abrahams, The Sages, 1089 pp., Magnes Press, 1979, ISBN 965-223-319-6, s.552
          • "DARIUS III - DARIUS III, from 1911 Encyclopedia Britanica". 8 Temmuz 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Haziran 2014
          • Wadie Jwaideh, The Kurdish national movement: its origins and development, Syracuse Univ. Press, 2006, ISBN 081-563-093-X, s.12
          • Strabon (1880). "Géographie de Strabon". 14 Nisan 2016 tarihinde kaynağından. Erişim tarihi: 18 Aralık 2011
          • Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası: 12 - 13 - 14 (Geographica) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, sf 382 

          5.  BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ DE VAN’DA YAŞAMIŞTIR, HATTA NAAŞI DA VAN’DADIR

            Bediüzzaman Hazretleri, Van Kalesi’nin güneyinde bulunan Horhor Medresesi'ni bir okul olarak kullanmıştır. KENDİSİNDEN YÜZ SENE SONRA RİSALE-İ NUR’A DEĞER VEREN BAZI KİMSELERİN VAN’A GELECEKLERİNİ VE SÖZ KONUSU MEDRESEYİ ZİYARET EDECEKLERİNİ BELİRTMİŞTİR. BAHSETTİĞİ BU KİŞİ ÇOK ÖZEL BİRİDİR. Van’a her yıl çok fazla sayıda nur talebesi gelmektedir. Ancak Üstad’ın kast ettiği, Van’a gelip giden medresesini ziyaret eden yüzlerce insan değil, çok özel, mübarek ve kutlu bir insanın bekleniyor olmasıdır.

            Hatta Üstad’ın naaşı da şu an Van Kalesi’nin hemen yanında, Horhor Medresesi’nin çevresindedir. Üstad bunu bir keramet göstererek vefatından çok önce söylemiştir. Müvekkilin şu an kalmakta olduğu Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi de Üstad’ın naaşının bulunduğu Van kalesinin yanındaki Horhor Medresesi ile çok yakındır.


            Üstad’ın konuyla ilgili sözleri şöyledir:

            … ve VAN'IN YEKPARE TAŞI OLAN KAL'ASININ ALTINDA BULUNAN HORHOR MEDRESEMİN vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van kal'ası mezar taşı olmuş. EY YÜZ SENE SONRA GELENLER! Şu kal'anın başında bir Medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü'z-Zehra'yı cismanî bir surette bina ediniz, demektir. (Emirdağ Lahikası, s. 489)  

            Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. NE YAPAYIM, ACELE ETTİM, KIŞTA GELDİM; SİZLER CENNET-ÂSÂ (cennet gibi) BİR BAHARDA GELECEKSİNİZ. ŞİMDİ EKİLEN NUR TOHUMLARI, ZEMİNİNİZDE ÇİÇEK AÇACAKTIR. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: MAZİ KIT’ASINA GEÇMEK İÇİN GELDİĞİNİZ VAKİT, MEZARIMIZA UĞRAYINIZ; O BAHAR HEDİYELERİNDEN BİRKAÇ TANESİNİ MEDRESEMİN MEZARTAŞI DENİLEN VE KEMİKLERİMİZİ MİSAFİR EDEN VE HORHOR TOPRAĞININ KAPICISI OLAN KALENİN BAŞINA TAKINIZ. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. MEZARIMIZDAN “NE MUTLU SİZE!” SADÂSINI İŞİTECEKSİNİZ. Hatta misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadayı işitecektir. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın hakaikini (hakikatlerini) hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat (hakikat meselesi) olarak sizde tahakkuk edecektir. (Münazarat, s. 88)

            Bediüzzaman açıklamalarında kendisinin kışta geldiğini İslam aleminin kurtuluşuna vesile olacak mübarek kişilerin ise baharda geleceğini, kendisinin de bu kişilere zemin hazırladığını özel olarak vurgulamıştır. Bu açıklamalarında dikkat çeken husus ise MÜBAREK VE ÖZEL BİR KİŞİNİN KENDİSİNDEN 100 YIL SONRA, BAHAR MEVSİMİNDE VAN’A GELECEK OLMASIDIR.

            MÜVEKKİL, TAM YÜZ SENE SONRA VE TAM OLARAK BAHAR BAŞINDA Horhor Medresesi'nin bulunduğu VAN İLİNE CEBREN GETİRİLMİŞTİR. 

            Müvekkil, Mehdi talebesi olmaya azmetmiş bir insan olduğundan her Mehdi talebesinde olduğu gibi kendisinde de Mehdi’nin gölgesi bulunmakta, her Mehdi talebesi gibi kendisi Mehdiyet yolunda yürümektedir. Talebesi olduğu Mehdi’nin yaşayacaklarının bir benzerini yaşamasının şeref duyulacak bir tevafuk olduğuna inanmaktadır.

            KEMİKLERİMİZİ MİSAFİR EDEN VE HORHOR TOPRAĞININ KAPICISI OLAN KALENİN BAŞINA >>> Bilindiği üzere Bediüzzaman Hazretleri vefat ettikten sonra Urfa’ya defnedilmiş ancak kısa süre sonra naaşı buradan alınarak çok az kişi tarafından bilinen gizli bir yere defnedilmiştir. Bu yer Horhor Medresesi’nin bitişiğindedir. Kendisi de bu sözüyle keramet göstererek vefatından önce gelişmeleri söylemiştir.

            6.  CEZAEVİNDE OLMAK MEHDİYETİN VE MEHDİ’YE TALEBE OLMANIN DA ŞARTIDIR

              Hadislerde Mehdi’nin birinin kısa diğerinin ise daha uzun olduğu bildirilen gaybetinin hapis hayatı olduğu açıkça izah edilmiştir. Müvekkil de Mehdi öncüsü ve talebesi olduğu için Mehdi ile aynı yollardan yürümekte, o Mübarek Şahsın yaşadıklarının benzerini yaşamaktadır. Müvekkil Adnan Oktar’ın da Mehdi Talebesi olarak iki hapis dönemi vardır.

              Hadislerde Mehdi’nin dört Peygamberin sünnetine sahip olacağı, bu Peygamberlerden birinin Hz. Yusuf olduğu, yani Mehdi’nin de Hz. Yusuf gibi tutuklanıp hapse atılacağı, gaybetinin de hapiste tutulmak şeklinde olacağı şöyle açıklanır:

              Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Bu GAYBETİN (Mehdi’nin) sahibinde dört peygamberin sünneti vardır:… Dedim ki: “Hz. Yusuf’un sünneti nedir?” Buyurdu ki: “ZİNDAN ve gaybet.” (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190)

              Hadislerde Mehdi’nin bu hapishane dönemleriyle ilgili başka detaylar da verilmiştir. Buna göre iki defa hapishane dönemi olacak, ikincisi ise uzunca ve kesintisiz olacaktır. Bu da uzun bir mahkumiyete ve sürgüne anlamına gelmektedir.

              AL-İ MUHAMMED’İN KAİM’İNİN (HZ. MEHDİ’NİN) İKİ GAYBETİ (HAPİS DÖNEMİ) VARDIR. BİRİSİ DİĞERİNDEN DAHA UZUNDUR… (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)

              Bu kıyamın sahibinin (Hz. Mehdinin) İKİ GAYBETİ vardır. BİR GAYBETİ (hapiste kaldığı dönem) O KADAR UZAYACAK Kİ şöyle diyecekler: Öldü. Bazıları diyecek ki: Öldürüldü. Bazıları diyecek ki: Gitti… (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 198)

              Dolayısıyla Mehdi’ye talebe olanların ve öncüsü olarak faaliyet yapanların da uzun yıllar boyunca hapiste kalmaları güzel bir işaret ve hayırdır, doğru yolda olduklarının tescilidir. Mücahit Birinci muhtemelen bu hakikatlerden habersiz olduğu için müvekkil ve arkadaşlarının cezaevinde olmasının onlar için bir zarar değil yarar olduğunu kavramakta zorlanmaktadır. Onlara zarar verdiğini düşünürken tarihlerinde olmadığı kadar büyük hizmet edip yarar sağladığını anlayamamaktadır.

              7.  MÜVEKKİL İÇİN MÜEBBET İSTEYİP CEZAEVİNDEN HİÇ ÇIKAMAYACAĞINI SANANLAR ŞİMDİ HEP BİRLİKTE AHİRETTEN MÜVEKKİLİ İZLEMEKTEDİR

                Mücahit Birinci yaptığı paylaşımda müvekkil Adnan Oktar’ın cezaevinde vefat etmesini istediğini dile getirmiştir. Geçmişte de Adil Serdar Saçan, Hıncal Uluç, Metin Uca, Ercan Arıklı, Süleyman Özışık, Gökhan Özbek, Mustafa Karahasanoğlu, Savaş Ay, Güneri Civaoğlu, Güngör Mengi gibi benzer şekilde müvekkilin müebbet hapis cezası almasını, cezaevinde vefat edip hiç çıkamamasını isteyenler ve bunun için gayret edenler olmuştur. Bu ve daha ismini saymadığımız iki yüzden fazla kişi, şimdi aynı yerde, sonsuz müebbettedirler. Hep birlikte müvekkili oldukları yerden izlemektedirler. Her biri müvekkile karşı akıl almaz bir öfkeyle sürekli aleyhinde faaliyet yapmış olmalarına rağmen müvekkil Adnan Oktar hiçbirine karşı kin ve nefret duymamakta, bir öfke hissetmemektedir. Tam tersine onların iyiliğine dua etmekte, Allah’ın onları rahmetiyle sarmasını temenni etmektedir. Hepsine hakkını helal etmiştir.

                Örneğin Merhum Adil Serdar Saçan, müvekkilin son yargılandığı dava da dahil olmak üzere yıllarca müvekkil aleyhine faaliyetler yapmış, anlamsız ve gereksiz bir nefretle müvekkilin vefat etmesini isteyerek ömrünü harcamıştır. Maalesef daha sonra kansere yakalanmış ve vefat etmiştir. Müvekkil Adnan Oktar ise hiçbir zaman kendisine karşı nefret ve öfke duymamış, intikam beslememiştir. Merhum Adil Serdar Saçan’ın en yakın destekçilerinden ve arkadaşlarından olan MİNE KIRIKKANAT, ADİL SERDAR SAÇAN’IN VEFATININ ARDINDAN ADİL SERDAR SAÇAN’I CEHENNEM MELEĞİ OLAN “ZEBANİ”YE BENZETMİŞTİR. ADİL SERDAR SAÇAN’I CEHENNEMLİK GÖRDÜĞÜNÜ İFADE ETMİŞTİR. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR İSE ADİL SERDAR SAÇAN’A HAKKINI HELAL ETMİŞ, ALLAH’IN ONU CENNETİNE ALMASI TEMENNİSİYLE ALLAH’TAN RAHMET DİLEMİŞTİR. 

                Tıpkı Adil Serdar Saçan gibi müvekkilin haksız ve hukuksuz ağır ceza alması için çaba gösterenlerden biri de Rahmetli hukukçu Prof. Dr. Duygun Yarsuvat’dır. Müvekkil hakkında dosya hazırlayan Emniyet görevlileri “bir suç bulamadık, burada suç yok” diyerek ünlü hukukçu Prof. Dr. Duygun Yarsuvat’ın görüşlerine başvurmuştur. Duygun Yarsuvat ise “suç yoksa da bal gibi buluruz” diyerek müvekkilin müebbet cezası alması için uğraşmıştır. Müvekkilin müebbet cezasıyla cezaevinde vefat etmesini beklerken 2021 yılında korona virüs nedeniyle çoklu organ yetmezliğinden vefat etmiştir. Müvekkil ona da hakkını helal etmiş ve Allah’ın ona rahmet etmesini dilemiştir.

                Benzer şekilde Savaş Ay da ömrünün son dönemlerine kadar müvekkil Adnan Oktar aleyhinde faaliyet yapmış, hemen hemen tüm yayınlarında ve yazılarında müvekkilin cezaevine atılmasını ve orada vefat etmesini istemiştir. Ancak sonra o da kansere yakalanmış ve çok ağır bir tedavi görmüştür. Müvekkil Adnan Oktar ise bu tedavi sürecinde onun yanında olmuş, hastanede ziyaretine gitmiştir. Vefatına kadar da kendisine şefkatle ve merhametle yardımcı olmuştur.

                 Müvekkilin cezaevinde vefat etmesini arzuyla isteyenlerin unutmaması gereken önemli bir gerçek vardır: Elbette ölüm haktır, kimin ne zaman ve nerede öleceğini yalnızca Allah bilir. Allah’ın Ali İmran Suresi 185. Ayetinde belirttiği gibi mutlak surette “HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR.” 

                Ancak bir başkası için ölümü dileyen kişi, kendisinin de bir ölümlü olduğunu asla unutmamalıdır. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran Ayetinde şöyle ifade etmektedir:

                “Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; ŞİMDİ SEN ÖLÜRSEN ONLAR ÖLÜMSÜZ MÜ KALACAKLAR?” (Enbiya Suresi, 34)

                Ayrıca bugüne değin Müvekkil ve arkadaşlarının cezaevinde vefat etmesini bekleyen birçok kişi müvekkilden önce hayatını kaybetmiştir. Ne şaşırtıcıdır ki bu kişiler henüz daha hayattalarken kendilerine “Siz Adnan Oktar ve arkadaşlarının hapiste çürüyüp ölmesini istediğinizi söylüyorsunuzama kimin ne zaman öleceğini Allah daha iyi bilir” diye hatırlatılmış olsa, BÜYÜK İHTİMALLE MÜVEKKİLİN ÖLÜME KENDİLERİNDEN DAHA YAKIN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜRLERDİ. Ancak şu anda hep birlikte, oldukları yerden, 80 yaşına yaklaşmış olan müvekkilin adeta 30’lu yaşlarda bir genç gibi müthiş dinç, zinde, hayat dolu ve neşe içinde hayatına devam ediyor oluşunu izlemektedirler.

                Kuşkusuz Allah’ın takdir ettiği vakit gelmeden kimse kimsenin canını alamaz. Kimsenin kimseye Allah dilemedikçe bir zararı da yararı da dokunmaz. Müvekkil Adnan Oktar ömrü boyunca defalarca fiili suikast girişimlerine maruz kalmış, akıl almaz kumpaslar sonucu akıl hastaneleri, cezaevleri görmüştür. Her defasında da kendisine düzenlenen saldırılar Allah’ın rahmeti ve korumasıyla daha dinç, daha sağlıklı, daha güçlü olmasına vesile olmuş, kendisini sevenlerin sayısı kat kat artmıştır. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR İÇİN HER DEFASINDA "BU DEFA BUHAR OLDU" DENİLMİŞ, OYSA TAM AKSİNE ÇELİK KUBBE HALİNE GELMİŞTİR.

                Allah, insanları henüz hayattalarken “hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylerin peşine düşmemeleri” ve “kötü şeylere aracılık etmemeleri” konusunda önemle uyarmaktadır.

                HAKKINDA BİLGİN OLMAYAN ŞEYİN ARDINA DÜŞME; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ONDAN SORUMLUDUR.” (İsra Suresi, 36)

                Kim güzel bir aracılıkta bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; KİM DE KÖTÜ BİR ARACILIKLA ARACILIKTA BULUNURSA, ONDAN DA KENDİSİNE BİR PAY vardır.” (Nisa Suresi, 85)

                Allah’ın güzel imtihan sanatını bilen ve bizzat kendi hayatında şahit olup şükreden müvekkil, aleyhinde faaliyette bulunan ve kendisine anlamsız bir öfke ve husumet duyanlara da şefkatle ve merhametle bakmaktadır. Her birinin Allah’ın kaderde takdir ettiğini yapmakla görevli kişiler olduğunu bilmekte onlara karşı hiçbir öfke duymamaktadır.

                Değerli kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız. 14.09.2025

                Daha yeni Daha eski