VİCDANINI İDEOLOJİSİNE VE MENFAATLERİNE REHİN VERENLERİ HALKIMIZ KABUL ETMEZ

Bazı sol çevrelerin müvekkil Adnan Oktar’a yönelik öfkesinin hala dinmemiş olmasının tek nedeni, müvekkilin Darwinizme karşı yürüttüğü etkili mücadeleden kaynaklanmaktadır. Müvekkilin 40 yıl boyunca, materyalist düşüncenin güya bilimsel temeli olan Darwinizmi, her kesimden ve her yaştan insanın anlayabileceği netlikte, bilimsel delillerle çürütmüş olması, kitaplarının hemen her gencin elinde, kütüphanesinde, çantasında yer bulması, sol kesimin hala etkisinden kurtulamadığı, materyalist felsefeyi yerle bir eden bilimsel ve kültürel  bir deprem etkisi meydana getirmiştir.

Sol görüşlü basının, “cezaevinden çıktığında Darwinizmi bir daha canlandıramayız” endişesiyle, müvekkil Adnan Oktar’a hala var güçleriyle saldırmaları, hemen her gün aleyhinde bir haber yapmaları, Darwinist ve materyalist düşünceyi tekrar canlandıramayacaktır, bu beyhude bir çabadır. Kişileri baskılamak, iftiralarla hapse koymak, linç etmekle fikirler yok edilemez.

Müvekkilin 73 dile çevirisi yapılmış, 300’ü aşkın sayıda kitabı, yüzlerce makalesi, eserlerinden faydalanılarak hazırlanan belgeseller, internet siteleri hala dışarıdadır, okunmaktadır, izlenmektedir. Darwinizmin bilimsel geçersizliği bir kere anlatıldıktan, bilimsel olarak insanlar buna ikna olduktan sonra, müvekkilin cezaevinde tutulması bu gerçeği geri çeviremeyecektir. Aynı Galile’nin engizisyonda zorla “Dünya Güneşin etrafında dönmüyor” dedirtildiği sırada, Dünyanın Güneşin etrafında dönmeye devam etmesi, Galile’nin de  mahkemeden çıkınca “Yine de dönüyor (Eppur si muove)” demesi gibi.

Sol görüşlü gazetecilerin maalesef ki kendi vicdanları ve inisiyatifleri doğrultusunda yazı yazmaları mümkün değildir; sol basının bir “karar merci” vardır ve ne derse ona uymak zorunda bırakılmaktadırlar.

Müvekkil Adnan Oktar aleyhindeki yazılarda da bu durum çok açık görülmektedir. Bir anda, adeta bir düğmeye basılmış gibi müvekkil aleyhinde, aynı tonda, benzer üslupla, hiçbir delili olmayan gerçek dışı iddialarla TV programlarında, gazetelerde, sosyal medyada bir hareketlenme yaşanmaktadır.

Sol görüşlü basın mensuplarının, bu “karar merci”nin aldığı kararın aksine görüş bildirmesi, bu kararın aksini yapması, hatta sessiz kalması dahi mümkün değildir. Bir gazetecinin müstakil karar vererek, lehine yazmak veya konuşmak bir yana, “Adnan Oktar aleyhine yazmayacağım” demesi, hatta “bu iddianın delili nedir” diye sorması dahi mümkün görünmemektedir; aksi bir durumda söz konusu gazetede veya TV kanalında çalıştırılmayacağı ortadadır.

50 bin canımızı almış, şehit etmiş kanlı terör örgütü lideri hakkında dahi olumsuz konuşmaktan imtina edenlerin, müvekkil Adnan Oktar aleyhinde aralıksız olarak iftira ve yalan haber uydurmalarının sebebi, bunun karşılığında maddi çıkar sağlamalarıdır. İdeolojik nedenlerle müvekkilin baskı altında tutulmasına çalışanların sağladıkları maddi imkanlar karşılığında, Adnan Oktar aleyhtarlığı yapmayı meslek edinmiş görünümü veren gazetecilerin sayısı oldukça yüksektir.

Kibir ve kendinden başka kimseyi beğenmeme hastalığı, sol kesimdeki bazı gazetecilerin olayları aklı selimle değerlendirmelerini engellemektedir:

Bazı sol entelektüel çevrelerde, özellikle de bazı gazeteciler de gözlemlenen yaygın bir tutum, kendi düşüncelerini mutlak doğru olarak kabul etme eğilimidir. Bir yandan demokrasi savunuculuğu yaparken diğer yandan farklı görüşleri küçümseyen, değersizleştirmeye çalışan üslup kullanmaktadırlar. "Akıl ve bilim bizde, siz karanlıktasınız" gibi üstten bakan, karşıt fikirleri bastırmaya, sindirmeye çalışan, bunu yaparken de toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren yaklaşım, sol kesimin her zaman önemli bir eksiği, dezavantajı olmuştur.

Bu kibirli duruş, sol düşüncenin topluma yayılmasını da engellemekte, bu zihniyetteki sol görüşlü gazetecileri sevimsizleştirmektedir. Zira halkla sağlıklı bir bağ kurmak yerine, halkı "eğitilmesi gereken cahil kitle" olarak görmek, kendini her konuda üstün gören bir anlayış, solun özünde savunduğu eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle çelişen, insancıllığı, dostluk ve kardeşlik hislerini zedeleyen bir tablo ortaya çıkarmaktadır.

Eğer gerçekten özgürlükçü, eşitlikçi ve adil bir toplumsal düzen hedefleniyorsa, öncelikle farklı fikirlerle empati kurabilen, onları anlamaya çalışan, daha açık fikirli bir duruş benimsenmelidir. Karşıt görüşleri küçümsemek, ezmeye çalışmak, değersizleştirmeye çalışmak yerine, anlamaya çalışmak, akıl, vicdan, hakkaniyet ve anlayış hisleriyle hareket etmek, doğruyu mutlaka tarafsızca araştırmak, sorgulamak, daima en doğru olandır.

Sol görüşlü gazetecilerimizin komünizmin “karşı görüşlere merhametsiz ve acımasız olunması gerektiğine” dair telkinlerine karşı dikkatli olmaları gerekmektedir

Komünizm, özellikle 20. yüzyıldaki uygulamalarında, “sınıf savaşı” ilkesini temel alarak toplumu düşman ve dost olarak ikiye ayırmış, karşıt görüşlere karşı en sert yöntemleri kullanmaktan çekinmemiştir. Bu ideolojiyi uygulayan rejimlerde, farklı düşünceler çoğu zaman “karşı-devrimci” ya da “halk düşmanı” olarak yaftalanmış ve yok edilmeleri meşru görülmüştür. Lenin, devrim düşmanlarına acımayı zayıflık olarak görürken, Mao Zedong devrimin özünde şiddet olduğunu söylemiştir. Bu anlayış; işkenceler, sürgünler, infazlar ve milyonlarca insanın ölümüne varan kıyımlar doğurmuştur. Komünizm adına işlenen bu baskılar, kişilerin haklarını değil, ideolojinin mutlak zaferini öncelikli sayan bir zihniyetin sonucudur.

Komünist sistemlerde merhamet, insani bir erdem değil, devrimin önünde engel olarak görülmüştür. Stalin döneminde Sovyetler Birliği'nde muhalif düşünceler, hiçbir yargı süreci olmadan susturulmuş; milyonlarca insan toplama kamplarına gönderilmiş veya idam edilmiş; Mao’nun Kültür Devrimi’nde milyonlarca insan linç edilmiştir. Bu örnekler, komünizmin teoride eşitlik vaad ederken, pratikte farklı olana yaşama hakkı tanımayan, sert ve hoşgörüsüz bir rejim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.


Lenin:

“Halkın düşmanlarına, sosyalizmin ve emekçilerin düşmanlarına acımak yok. Zenginlere…, burjuvalara,  entelektüellerine… karşı ölümüne savaş.”[1] 



 Mao:

Devrim, bir akşam yemeği vermek, makale yazmak, resim yapmak ya da nakış işlemek gibi zarif, yavaşça yapılan, ılımlı ve asil bir iş değildir. Devrim, bir sınıfın diğerini devirdiği bir ŞİDDET eylemidir, bir başkaldırıdır.”

Komünizmin sevgi ve muhabbetle ilgisi yoktur. Komünizm, düşmanı ezmek için kullandığımız bir balyozdur.”




Stalin:

“İpek eldivenlerle devrim yapamazsınız.”

“Ölüm bütün sorunları çözer, insan olmazsa sorun da olmaz.”




Allah Kur’an’da insanların zalim ve cahil olabildiklerini, zulme meyilli olabileceklerini birçok ayetinde bildirmektedir:

Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)

Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir. (Ahzab Suresi, 72)

Hatta, ekinleri, insan soyunu helak edebilecek kadar acımasızlaşabileceğini de bildirmektedir:

 “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara Suresi, 205)

Komünist felsefe, sırf ideolojinin ve rejimin yaşatılması için, insana, kadına, çocuğa, hayvana, ekine karşı zalim ve acımasız olunabileceğini savunan, ayetlerde bildirilen insanın zalim ve acımasız yönünü güçlendiren bir sistemi savunmaktadır.

Oysa Allah’ın sevdiği ahlak, merhamettir. Allah sonsuz merhametli olduğu için, insanların da merhametli olmasını ister. Bir diğerinin derdinden anlayan, zorda olanın yardımına koşan, linç edileni, haksızlığa uğrayanı, adaletsizlikle karşı karşıya kalanı, iftiraya uğrayanı kollayan, kendinden olmasa da hakkını aramasına yardımcı olan, zorlukları kaldırmaya, huzur ve esenliğe vesile olmaya çalışanların tavrı Allah Katında da halkın nezdinde de güzel ve doğru olandır, vicdana uygun olandır:

Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). (Beled Suresi, 17-18)

Türk milletinin İslam’la yoğrulmuş, merhametli, anlayışlı, akla, vicdana yatkın ruhu ile yetişmiş sol görüşlü gazetecilerimizin de, bu merhamet, sevgi, empati, halden anlama, adalet ve hakkaniyet hisleriyle davranmaları hem onlara çok daha yakışacak, hem de toplumdaki gerilimi ve kutuplaşmayı ortadan kaldıracaktır.

Sol düşünceye hayran bazı sağcı gazetecilerin, Adnan Oktar aleyhtarlığı ile sol kesimde itibar sağlama çabaları, aksine itibarlarını zedelemektedir

Sol görüşten bazı gazeteci ve yazarların, yukarıda bahsettiğimiz tahkim eden, kibirli, özellikle sağ kesime üstten bakan tavırlarının karşısında kişiliği ezilen, kendini değersiz hisseden bazı sağcı gazeteci ve yazarlar da, sol kesime karşı bir hayranlık ve yaranma çabası içine girebilmektedirler. Yazılarında sürekli dindarları eleştiren, sol görüştekilerin fikirlerini destekleyen, sol görüşlü yayınların üslubunu taklit eden bu kişilerin, sol görüşlü bu gazetecilerle bir diğer ortak noktaları da sürekli olarak müvekkil Adnan Oktar’a “saldırmalarıdır”.

Abdurrahman Dilipak’ın, bazı solcu yazarların üstten bakan tavrını taklit eden üslubu, “yüksek derecede entelektüel şahsiyet” imajı verme gayretleri  ve yazılarının büyük kısmında mutlaka müvekkil Adnan Oktar’ın adını geçirerek aleyhinde tutarsız ve delilsiz iddialarda bulunması, “sol hayranı” izlenimi oluşturmaktadır.

Sol görüşü savunan, bazı sol gazetecilerle benzer mantıkları ve davranış şeklini benimseyen Abdurrahman Dilipak, konuşmalarında da sıklıkla solcularla ne kadar içli dışlı olduğunu, solcu arkadaşlarını, solculara verdiği desteği anlatmaktadır:

“Şanar (Yurdatapan) ile uzun süren, hala arkadaşız.”

“Uğur Mumcu ile de beraber yola çıktık. Aybar’la da beraber çıktık. Doğu Perinçek ile de.”

“(Uğur Mumcu) beni ODTÜ’deki bir konferansına çağırdı. Bayağı yuhalamalar olmuştu. Hayır dedi. Dinleyeceksiniz dedi.”

“Torbalı Belediyesi meclis toplandı. Şehrin merkezindeki iki kesişen caddenin birine Abdurrahman Dilipak, diğerine Uğur Mumcu adını verdiler. Solcu bir belediye idi. Benim tabelamı İstanbul’dan Reha İsvan gelip çaktı. O zaman İstanbul Belediye başkanı idi…”

“Türkiye Komünist Partisinin açlık grevine katılanlarına karanfil verdim. Şimdi Gerçek TV’de Ali var. O da orada açlık grevindeydi. Arkadaşız hala.”

“Şanar (Yurdatapan) ile bir kaset yaptık. Ben sosyalist şairlerin şiirlerini okudum.”[2]

“Firavun’un sarayında dostlarım vardır, İsrail’de dostlarım vardır. Amerika’da dostlarım vardır.”[3]

“Toktamış Ateş, Şanar Yurdatapan örnekleri da bu. Sadece Toktamış Ateş de yok. İdris Küçükömer veya Mehmet Ali Aybar veya Uğur Mumcu’yla da benzer şekilde hareket ettim.”[4]


 




Müvekkil Adnan Oktar aleyhtarlığı ile kendisine yer edinmeye çalışan Abdurrahman Dilipak, dindarlığı, sağ görüşü, İslam’ı samimi olarak savunuyor olsaydı, müvekkilin 40 yıl boyunca Darwinist – materyalist ideolojiye karşı, bağnazlığa karşı yaptığı bilimsel ve kültürel faaliyetlerin önemini görerek, kendisine kurulan kumpasın asıl hedefini anlar, sırf kendisine bir yer edinmek için her yazısında müvekkil aleyhine ifadeler kullanmazdı diye düşünmekteyiz. 

Dindarlara söz hakkı veriyor görüntüsü altında aslında dindarlarla alay eden, Adnan Oktar aleyhtarlığı yaptırabildikleri “sözde hocaları” programlarına çıkaran bazı sol görüşlü gazeteciler

Müvekkil Adnan Oktar aleyhine yayın yapanların başında gelen bazı sol görüşlü gazeteciler ise, güya ileri muhafazakar ve dindar görünen, hoca kisvesi altında kendisine bir geçim yolu sağlamış, kendi fikirlerini destekleyen ve hatta kendisine sevimli görünmek için her şekle bürünebilen bazı sözde hocalara programlarında sıklıkla yer vermektedirler.

Bahse konu sol görüşlü kişiler, fuhuş görüntüleri tüm kamuoyunca izlenmiş, kendi cemaatinden dahi gönderilmiş, aslında sözüne hiç itibar edilmeyecek birine, hatta arka planda kendilerinin de alay ettikleri, ciddiye almadıkları sözde bir hocaya, sadece müvekkil Adnan Oktar aleyhinde konuşturabildikleri için programlarında yer vermektedirler. 

Bazı sol ve sağ görüşlü gazetecilerin birlikteliğinin ardındaki tek motivasyon Adnan Oktar aleyhtarlığıdır. Sol, Darwinist materyalist görüşü bilimsel olarak yerle bir ettiği için, sağ görüşlü görünen bir kesim ise bağnazlığa, yobazlığa ket vurduğu, Kur’an Müslümanlığını anlattığı için, müvekkil Adnan Oktar’ı ortak düşman olarak kabul etmişlerdir.

Sn. İpek Özbey ve diğer genç kadın gazetecilerin, genç kadınların suçsuz yere 300 kez müebbet ceza almalarını alkışlamaları “linç gazeteciliği”nin en ürkütücü tezahürlerinden biridir.


Sn. İpek Özbey ve diğer genç kadın gazeteciler, yaşıtları olan genç kadınların, hiçbir suçları olmadığı halde, 300 kez müebbet ceza almalarını, 7 yıldır cezaevinde ağır hak ihlalleri altında yaşıyor olmalarını alkışlamaları, dosyanın içeriğini hiç bilmeden, sadece husumetli kişilerden dinleyerek, bundan dolayı sevinç duymaları, sadece gazeteciliklerinin değil insani değerlerinin de sorgulanmasını gerektirmektedir.  Oysa Sn. Özbey’in kadınlara has sevgi, merhamet, empati hisleriyle davranmasının kendisine daha çok yakışacağı kanaatindeyiz ve bilinçaltında aslında bu duygularla bir sorgulama içinde olduğunu düşünmekteyiz.

Yukarıda da açıklandığı gibi bu tür davranışların altında müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik ideolojik bir karşıtlık olduğu açıkça görülmektedir.

Sn. İpek Özbey, müvekkilin arkadaşlarının nasıl olup da kendisine bu kadar sevgiyle, vefayla bağlı olduklarını bir türlü anlayamadığını söylemektedir. Bunu gerçekten, samimi olarak anlamaya çalıştığında, bir gazeteci olarak yapması gereken iki şey vardır:

  1. Müvekkilin yargılandığı dosyayı incelemesi, suç isnatlarına dair tek bir maddi delil bulunmadığını görmesi, yapılan kumpası deşifre etmesi
  2. Müvekkilin arkadaşlarının kendisini neden bu kadar güçlü ve vazgeçilmez bir sevgiyle sevdikleri sorusunu, müvekkile husumetli (öldürme hisleri içinde olacak kadar) Özkan (Mamati) Deniz’e değil, müvekkilin can dostlarına, ona çok seven arkadaşlarına sorması

Samimi, dürüst, gerçekleri ortaya çıkarmak için gayret eden, ideolojik düşmanlıklar beslemeyen, maddi çıkar, prestij peşinde olmayan gerçek bir gazetecinin izleyeceği yol bu olmalıdır.

Müvekkil Adnan Oktar’a yönelik kumpas ve kumpası besleyen bazı gazetecilerin bitmeyen saldırıları, müvekkilin ve arkadaşlarının, sevgi bağını, sağlığını ve fiziksel gücünü hiçbir şekilde olumsuz etkilememekte, bilakis güçlendirmektedir

Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının büyük bir kısmı 7 yıldır cezaevindedir. Yedi yıldır cezaevindeki ve dışarıdaki arkadaşlarının müvekkilden ayrı kalmaları, sevgilerinde ve arkadaşlık bağlarında herhangi bir çözülmeye veya azalmaya sebep olmamıştır. Hatta bilakis, müvekkil Adnan Oktar’a olan sevgi bağlarının çok daha güçlendiği açıkça görülmektedir.

Müvekkil, 7 yıldır cezaevinde olmasına ve neredeyse 80’e varan yaşına rağmen, şaşırtıcı derecede genç, dinç, atletik ve güçlüdür. Cezaevindeki zamanını çok faydalı şekilde değerlendirdiğini belirten müvekkil Adnan Oktar, içinde bulunduğumuz dönemde de, cezaevinin kendisi ve arkadaşları için en güvenlikli yer olduğunu belirterek, Allah’ın her yarattığı ortamın kendisi için en hayırlısı, en güzeli, en keyif vereni olduğunu sıklıkla ifade etmektedir.

Müvekkilin arkadaşları ise kendisine her koşulda sımsıkı bir sevgiyle bağlı, müvekkile çok düşkün, onu aşkla seven, gerçek, samimi, vefalı dostlarıdır. Bu 7 yıl içinde de bunu en güzel şekilde ispatladıkları görülmektedir.

Operasyondan önce, camianın zengin, şatafatlı yaşam tarzı sebebiyle arkadaşlarının grupta kaldığı veya genç hanımlara şantaj yapıldığı gibi iddialar ile bu samimi arkadaşlığa kılıf aranmaktaydı. Ancak operasyon ve ardından gelen 7 yıl cezaevi, tüm mallarına ve paralarına el konması, etkin pişmanlıktan faydalanarak iftira ile bu cezalardan kurtarılanların varlığı söz konusu olunca, ortada sadece bir sevgi ve inanç birliği olduğu aslında herkes tarafından anlaşılmıştır.

Müvekkil Adnan Oktar, gerçek sevgiyi hiç bilmeyen, hiç tanımamış, gerçek anlamda bir insanı sevmemiş, ve yine gerçek anlamda sevilip, saygı görmemiş, değer görmemiş insanların, kendisinin ve arkadaşlarının arasında güçlü sevgi bağını anlayamadıklarını, bu nedenle de bu sevgiye kirli, materyalist, çıkarcı gerekçeler bulmaya çalıştıklarını ifade etmektedir.

Müvekkil, ideolojik nedenlerle kendisine karşı olan, kendisini cezaevindeyken bile iftira ve hasmane söylemlerle etkisizleştirmeye çalışanlara; Darwinist ve materyalist ideolojiyi ayağa kaldırmalarının artık imkansız olduğunu, bu felsefenin bir kez bilimsel olarak yenilgiye uğradığını, Türk halkının bu konudaki aydınlanmayı bir kez yaşadıktan sonra bunun geri dönüşünün olmayacağını; kendisine yönelik ağır saldırı ve ithamların ise, kendisine hiçbir zarar vermediğini, ideolojik husumetle değil, samimi, vicdanlı, gerçekleri araştıran, doğruları anlatan bir çizginin her görüşten insan için elzem olduğunu hatırlatmaktadır.

Kamuoyunun bilgilerine bilvekale sunarım. 09.08.2025

Daha yeni Daha eski