İSTANBUL 1 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DOSYA NO : 2024/74 E

SUNAN : Adnan Oktar

KONU : Müvekkil Adnan Oktar’ın gelenekçi ortodoks sisteme bazı karşı eleştirilerinin birtakım çevrelerde yanlış anlaşıldığı, söz konusu eleştirilerin bahse konu camia, grup ve insanlara karşı olumsuz bir düşünce içermediği, müvekkilin her zaman bu kesime tüm insanlara olduğu gibi şefkatle yaklaştığı ve saygı duyduğu, gelenekçi sistemin yanlışlarının ortaya konulmasının İslam’ın menfaati için şart olduğu hakkında müvekkilin görüş ve kanaatlerinin sunumudur.

AÇIKLAMALARIMIZ
Huzurdaki dosyanın iddianamesi, ana dava dosyası gerekçeli kararı ve iddianamesine gönderme yaparak, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının “MODERN BİR İSLAMİYET YORUMUNA SAHİP OLMALARINI” (2024/74 E İddianame Sayfa 1) sözde örgütün ideolojisi ve dolayısıyla da suç olarak adlandırmıştır.

Müvekkil Adnan Oktar’ın konuyla ilgili düşünce ve kanaatleri şöyledir:
Öncelikle iddianamede ve diğer bazı metinlerde “modern islam anlayışı” olarak nitelenen inanç, müvekkil tarafından Kuran Müslümanlığı ve Peygamberimiz (sav) ve sahabe dönemi yaşanan gerçek İslam olarak nitelenmektedir. Bu, müvekkilin kendi şahsına ait bir yorum değildir. Kuran’a bakıldığında, gelenekçi İslam anlayışının temelini oluşturan pek çok gelenek ve uygulamanın Kuran’da olmadığı açıkça görülmektedir. Bunu Türkiye’de ilk defa dile getiren de müvekkil Adnan Oktar değildir. Açıklamalarının tamamına katılmamakla birlikte Yaşa Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Edip Yüksel, Bayraktar Bayraklı, Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır gibi birçok ilahiyatçı da geleneksel İslam anlayışının farklı yönlerine farklı eleştiriler getirmektedirler. Şu an Kuran’ı inceleyen birçok akademisyen de müvekkilin görüşlerine benzer açıklamalarda bulunmaktadırlar.
Tüm bunların ötesinde Sayın Cumhurbaşkanı da farklı zamanlarda yaptığı açıklamalarda Kuran’ın yeterli olduğuna vurgu yaparak, 4 farklı mezhebin 4 farklı inancı olmasının kabul edilemeyeceğini söylemiş, "Mezhepçilik fitnedir. Ben ne Sünniyim ne Şii, ben Müslümanım" sözleriyle kendisinin de Kuran Müslümanlığından yana olduğunu vurgulamıştır.
Ancak Sayın Cumhurbaşkanı’nın en dikkat çekici tepkisi ise, "Allah kadına 'Vur' dediyse vardır bir hikmet" diyerek kadınlara 'erkeklerden dayak yedikleri için şükretmeleri' tavsiyesinde bulunan bir şahsa karşı gösterdiği tepki olmuştur:




"Din adamı diye ortaya çıkıp kadınla ilgili dinde yeri olmayan içtihatlarda bulunuyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslamı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız."
(https://www.hurriyet.com.tr/video/erdogandan-sert-sozler-din-adami-diye-ortaya-cikip-kadinla-ilgili-dinde-yeri-olmayan-ictihatta-bulunuyorlar-40765670)
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri çarpıtılarak İslam’ın inanç esasları aleyhine yorumda bulunuyormuş gibi bir imaj oluşturulmak istenmiştir. Tıpkı Kuran’ın yeterli olduğunu anlattığında müvekkile yapılan “dinimizi dejenere ediyor” baskısı Sayın Cumhurbaşkanı’na da yapılmaya çalışılmıştır. Oysa Sayın Cumhurbaşkan’ın “güncellenme” diye ifade ettiği şey, dinin özüne yani Kuran’a dönülmesi, kadını ikinci sınıf varlık olarak gören, sevgiden, kaliteden ve sanattan uzak İslam’ın gerçek İslam olmadığının ifade edilmesidir. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı bu sözünün ardından bazı gelenekçi zihniyete sahip çevreler tarafından eleştirilmiş, eleştirilerin büyüklüğü dikkat çekici olmuştur.
Bir yayın kuruluşu Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerini halka sormuş, gelenekçi sistemin etkisi altında olanların verdikleri cevaplar ise Sayın Cumhurbaşkanı’na eleştiriler ve “kadının dövülmesinin meşru” olduğu gibi sapkınca izahları destekleyen nitelikte olmuştur:
Mesela bir vatandaş şunları söylemiştir:
"Kadınlara ekonomik özgürlük dedikleri şey var ya, bu aile kavramını bitirdi. Cenab-ı Hak âyet-i kerimesinde, "Benden sonra bir secde gerekseydi, kadın kocasına secde eder" diyor. Bunu bilecek kadın da yok şu an!..."

"Ben Cumhurbaşkanı'nın söylediklerine katılmıyorum ve öyle konuşmasına üzüldüm… Kur'an, 'Gerekirse kadını dövebilirsiniz' diyor. Keşke şu an bir hocaya sorsak, o da aynısını söyler. Kur'an gerekirse döv, dayaktan da anlamıyorsa yatağını ayır diyor."

Bir başka vatandaş ise şöyle konuşmuştur:
"Cumhurbaşkanı oy uğruna belki çizgiyi atabiliyor ama yanlış. Bu söyledikleri tabanda kesinlikle rahatsızlık yarattı ama kimse kendini takdim edemiyor..."

"Cenab-ı Hak âyet-i kerimesinde diyor ki, 'Bir baba, kızının topuğundan yukarısını göremez'. Şimdi Allah aşkına, Kırkpınar pehlivanı gibi değil miyiz? Bir kız pantolon giyiyor, daha dar olanları çıktı. Namahrem diye bir şey vardı, artık bitti. Bana kalırsa bu halimiz yanlış, edep diye bir şey var." (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43350228)

Oysa tüm bu açıklamalar cehalet üzerine kuruludur. Bazı kesimler arasında Kuran’da varmış gibi anlatılan bu sevgisiz, şiddete eğilimli, kadınları baskı altına alan ifadelerin hiçbiri Kuran’da yoktur ancak gelenekçi İslami kaynaklarda vardır. Bu olay gelenekçi sistemin yanlış bilgilerinin bazı kesimler arasında nasıl yayıldığını ve bu insanların dine sahip çıktıklarını zannederek hurafelere sahip çıktıklarını fark edemediklerini ve yine farkında bile olmadan çok katı, şiddet dolu, Allah’ın asla tasvip etmediği bir inanç sistemini savunur hale geldiklerini göstermiştir.
Bu tepkiler üzerine Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama daha yapmıştır:
"Biz dinde reform aramıyoruz. Haddimize mi?... Değişmeyecek olan kurallar da vardır. İslam’ın son din olduğu asla değişmeyecek bir hakikattır” diyerek sözlerine devam eden cumhurbaşkanı, ‘hocalar’a seslendi: “Birilerinin çıkıp hayatın gerçekleriyle ilgisi olmayan sözler edip kafaları karıştırması yanlıştır. Kimse bizim dinimize fatura kesme hakkına sahip değildir… Dinime getirilen bu zaafiyete tahammülümüz yok… Dünkü konuşmadan sonra birileri sosyal medyada konuşmaya başladılar. Siz bu fakiri korkutamayacaksınız, hak neyse onu söylemeye devam edeceğim. Kuran’ın ve İslam’ın hükümlerini sağa sola evirip çevirmeye hakkınız yok.” https://www.diken.com.tr/erdogan-islama-guncellemeyi-acti-zaman-degisince-ahkam-da-degisir-inkar-edilemez/

Görüldüğü gibi Kuran’da olmadığı halde kadının dövülmesini, kadının aşağılanmasını ve “babaya bile kız çocuğunun topuğunun görünmesinin haram olduğu” gibi sapkın inançların savunulmasına karşı Sayın Cumhurbaşkanı'nın da tavrı nettir. Bu inançların Kuran’a uygun olmadığını anlatmak İslam’ın ve Müslümanların menfaati için şarttır.
Ancak bu kesimde, kendi sistemlerinin kurulu düzenlerinin bozulma endişesi şiddetli bir korku unsurudur. Bu korkularının Türkiye’nin yakın geçmişinde dine ve dindar insanlara ön yargılı olan bazı çevrelerin gaddar ve katı uygulamaları nedeniyle bazı haklı yönleri olabilir. Ne var ki müvekkil Adnan Oktar ve Kuran Müslümanlığını anlatan açıklamaları söz konusu olduğunda endişe duymalarını gerektirecek hiçbir şey yoktur. Çünkü müvekkil bu kişilerin kendi inançları doğrultusunda rahat ve özgür yaşayabilmeleri için gerektiğinde kendi özgürlüğünü feda eden yüksek bir ahlaka ve anlayışa sahiptir. Bunun somut örnekleri de, Devletimizin ilgili kurumları tarafından tüm detaylarıyla bilinmektedir. Üstelik yanlış olanın anlatılması gelenekçi kesim üzerinde kurulmak istenen baskının engellenmesi için de gereklidir, bu anlamda özgürlüklerinin de desteklenmesidir.

1. MÜVEKKİLİN GELENEKÇİ İSLAM ANLAYIŞININ YANLIŞ YÖNLERİNİ ANLATMASININ SEBEBİ BU DÜŞÜNCE SİSTEMİNİN BİRÇOK İNSANIN DİNDEN UZAK DURMASINA SEBEP OLMASI, BUNUN DA İSLAM VE MÜSLÜMANLARA ZARAR VERMESİDİR

Müvekkil, gelenekçi İslam anlayışına sahip olan ve bu inanca göre yaşayan insanlara karşı şefkat ve merhametle yaklaştığı gibi gösterdikleri fedakarlığa saygı duymakta, takdir etmektedir. Çünkü bu insanlar kendilerini Allah’a daha yakın hissedebilmek için olabilecek tüm hükümleri olabilecek en fazla detayla yerine getirebilmek için çaba göstermektedirler. Müvekkil bunun samimi ve iyi niyetli bir çaba olduğunu düşünmektedir. Kuran’da da Hristiyanlardan örnek verilerek insanların daha takva bir hayat isteyerek kendileri için bir inanç sistemi oluşturmaya meyilli olduklarına dikkat çekilmiştir.
Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu fasık olanlardır. (Hadid Suresi, 27)
Ayette dikkat çekilen iki önemli husus vardır.
Birincisi, ruhbanlık yani insanların dini yaşayabilmek için günlük hayata dair çok fazla sayıda ve zor detay eklemesi, böylece dinde var olmayan pek çok davranışı dinmiş gibi kabul eden bir zümre meydana getirilmesi, Allah’ın emrettiği değil insanların sonradan türettiği bir sistemdir. Allah’a daha yakın olmak amacıyla, Allah emretmediği halde kendileri bu detayları kendileri bulup dine ekleyip uygulamak istemişlerdir.
İkincisi de, her ne kadar iyi niyetle yola çıksalar da kendi kurdukları sisteme kendileri de tam olarak uymayı başaramamaktadırlar. Bu husus, gelenekçi ortodoks zihniyetin en temel çelişkilerinden biridir. Allah Kuran’da insanlar için kolay olanı indirdiğini bildirirken, bu zümreye mensup olanlar ibadetlerde zorlukların olmasının daha takva daha dindar bir hayat için şart olduğunu düşünürler. Oysa insan yine Allah’ın Kuran’da bildirdiği üzere zayıf yaratılmıştır. Yarattığı kulunu en iyi bilen Allah onun Kendisine ulaşması için en sağlam ve güzel olan yolu da bilendir. Ve bunun kolaylık olduğunu bildirmiştir:

… Allah sizi seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, aynı atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi… (Hac Suresi,78)
…Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez… (Bakara Suresi, 185)
İnsan zayıf olarak yaratılmış olduğundan Allah size hafiflik getirmek istiyor. (Nisa Suresi, 28)

Gelenekçi ortodoks zihniyetin temelini oluşturan “dini zorlaştırma” bir süre sonra içinden çıkılması zor bir karmaşıklık ortaya koyar. Sevgi, kolaylık, ferahlık, sakinlik üzerine yaratılmış olan insanın katı, affedici olmayan, takip edilmesi ve uyulması müthiş zor detaylar içeren bir dini yaşaması imkansız hale geldiğinden, insanlar böylesine zor bir dini yaşamaktansa hiç yaşamamayı tercih etmeye başlarlar. Dahası bu sistemi kuranların ve savunanların çoğu da kendi kitaplarında, kendi elleriyle yazdıkları bu sistemi tam olarak uygulayamazlar. O zaman da ortaya anlatılan ama uygulanmayan yani samimiyetten uzak bir din anlayışı ortaya çıkar. Gelenekçilik, Allah’a daha yakın olma çabasıyla ortaya çıkmışken insanları dinden uzaklaştıran bir sisteme dönüşür.
Ancak daha da önemlisi din adına dinde olmayan kurallar oluşturma girişimi zaman içinde öyle bir hal almıştır ki, dine Allah’ın insanlara emrettiği saygılı, sevecen, hayat dolu, affedici, güzel sözlü, iyilik dolu ahlakın yerini dini zor ve baskıyla yaşatmaya çalışan katı ve ruhsuz bir yapı yerleşmiştir. Bu da bir yandan İslam’a yakınlaşanların sayısını gittikçe azaltırken bir yandan da İslam’ı şiddeti kullanarak hakim kılmaya çalışan hareketlere zemin hazırlamıştır. Bunun neticesinde de tüm Müslümanları ve İslam’ı hedef alan, acımasızca ezmeye çalışan İslam karşıtlığı ortaya çıkmış ve neredeyse 50 yıldır İslam alemini adeta hallaç pamuğu gibi paramparça etmiştir.
İşte müvekkil Adnan Oktar’ın Kuran’daki gerçek İslam’ı ısrarla anlatmasının, Müslümanların aydın, modern, sevecen, nezih, sevgi dolu yüzünün anlaşılması için emek vermesinin ardında da bu mevcut durum vardır. Bu sistemin yanlışlıklarını ortaya koyarken müvekkilin amacı hiçbir şekilde gelenekçi İslam’ı savunan veya yaşayanların ezilmesi değildir. Tam tersine daha çok özgürlüğe ve rahatlığa kavuşabilmelerinin tek yolu olan Kuran ahlakının hakimiyetine ve sırf gelenekçi zihniyet sebebiyle İslam’dan uzak duranların da kurtulmasına vesile olabilmektir.

2. MÜVEKKİL HAYATI BOYUNCA GELENEKÇİ İSLAM ANLAYIŞINA SAHİP OLAN CEMAAT VE GRUPLARA SEVGİ VE SAYGIYLA YAKLAŞMIŞ, HAKLARININ KORUNMASI İÇİN ÇOK SAYIDA FEDAKARLIKTA BULUNMUŞTUR

Şunu da ifade etmek gerekir ki müvekkilin kendi arkadaşları arasında da gelenekçi İslam anlayışını esas alan, buna göre yaşayan insanlar vardır. Başörtülü, çarşaflı hanım arkadaşları olduğu basına da yansımıştır. TV programlarında da başörtülü, çarşaflı hanımları takdir edip desteklediğini beyan eden çok sayıda açıklaması olmuştur. Ancak bu hanımların kendilerini öyle rahat hissettikleri için başörtülerini özgürce kullanmaları ne kadar önemliyse, Kuran’ın açık hükümlerini anlatmak da son derece önemlidir. Bir Müslüman Allah’ın farz kılmadığına farz diyemeyeceği gibi, insanlara farz olmayan bir hükmü dayatması da haram olacaktır. Bu sebeple müvekkil Kuran’da yer alan hükmü anlatmakta ancak insanların hür iradeleriyle yaptıkları seçimlerine saygı duymaktadır.
Zaman zaman bazı çevrelerin gelenekçi İslam’ı yaşayanlara karşı ön yargılarının olması ya da toplumu kutuplaştırmak isteyenlerin telkinleri sebebiyle mağdur edilmeleri ihtimali olduğunda da bunun engellenmesi için her zaman gerekli tedbirleri almıştır. Müvekkilin her düşünceden her inançtan insana şefkatle ve anlayışla yaklaşması toplumun birbirine zıt olan kesimlerini bile biraraya getiren bir sevgi bağı oluşmasına sebep olmuştur. Gereksiz ön yargıların ortadan kaldırılması için gösterdiği emek, gelenekçi islam anlayışına göre yaşayan Müslümanların hayat alanlarının gelişmesini sağlamıştır.

3. GELENEKSEL İSLAM ANLAYIŞININ ÖNDE GELEN ŞEYH VE ALİMLERİ MÜVEKKİLİN GÖRÜŞ VE YÖNTEMLERİNDE BİR HİKMET OLDUĞUNU VURGULAYARAK DESTEKLEMİŞLERDİR

Müvekkilin gelenekçi İslam anlayışına göre yaşayan kesimlerle, cemaat liderleriyle, kanaat önderleriyle her zaman çok iyi ilişkileri olmuştur. Mahmut Efendi Hazretleri, Şeyh Nazım Hazretleri, Süleyman Hilmi Tunahan’ın damadı Kemal Kaçar Beyefendi gibi büyük zatlarla görüşen bir insandır. Şeyh Nazım Hazretleri’nin kendisinden “Adnan Bey oğlum” diye bahsettiği bilinmektedir. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi’nin mutlak vekilleri olarak kabul edilen Mustafa Sungur Ağabey, Seyyid Salih Özcan, Said Özdemir Ağabey de müvekkilin yakın dostluk kurmuş olduğu kıymetli zatlardır.
Bu kıymetli insanlar yaptıkları açıklamalarda müvekkilin yol ve yöntemlerinin hayırlı ve hikmetli olduğunu beyan etmişlerdir.
Mustafa Sungur Ağabey’in müvekkilin geçmiş yıllarda DGM’de yargılandığı dönemde Mahkemeye gelip, kendisine
“Ne mutlu sana! Mazi de müstakbel de seni alkışlıyor.”
“Sen küfre karşı sedd-i Zülkarneyn oldun, seni aşıp bize gelemiyorlar.” diyerek seslenmiş olması, müvekkilin ilmi çalışmaları ve tebliğ yöntemlerinin aslında tüm Müslüman camialar ve cemaatler için hayati ve koruyucu bir önem taşıdığını ifade eden çok hikmetli bir ifadedir.
Yine Mustafa Sungur Ağabey, 30 Ocak 2007 günü İstanbul’da bir sohbetinde, iman hizmetinde müvekkil Adnan Oktar’ın eserlerinin büyük etkisi olduğunu ifade etmiştir:
MUSTAFA SUNGUR AĞABEY: Daha önce biz biraz geri duruyorduk, risalelerden başka kitaplarla ilgilenmiyorduk. Fakat neşriyat (yayınlar) aleminde Harun Yahya'nın (Adnan Oktar) eserlerinin elmas hükmünde olduğunu gördük maşaAllah.
Seyyid Salih Özcan Ağabey ise defalarca müvekkil Adnan Oktar’ı öven ve sevgisini ifade eden açıklamalarda bulunmuştur. Bunlardan biri şöyledir:
SALİH ÖZCAN AĞABEY: Adnan Hoca’yı da seviyorum, Allah bilir bunun içindir. O Darwin aleyhinde kafamızda hep şey etmişlerdi, küçüklüğümüzden beri, kaç defa söyledikse: Hocam nasıl olur bu ya..” diyorduk. Bu olmaz diyoruz. Allah insanı insan yaratmıştır diyoruz. Ama Elhamdulillah Adnan Hoca ispat etti.
Yine Bediüzzaman Hazretleri’nin değerli talebelerinden biri olan Said Özdemir Ağabey de müvekkil Adnan Oktar’a sevgisini ifade eden büyük insanlardan biridir:
SAİD ÖZDEMİR AĞABEY: Efendim, o ( Adnan Hoca) Darwin nazariyesinin iptalinde çok büyük gayret sarfetti. Teknik ve fen ilimlerinde muazzam kitaplar, Allah’ın varlığına ve birliğine ve onun doğrudan Esma ve sıfatlarının tecelliyatına ait olduğunu ilmen ispat etmesi de bunun imanın kuvvetlenmesine vesile olduğu için çok takdir ve tebrik ediyoruz… Bu, ilmen yani fen noktasında ve efendim doğrudan doğruya bugünkü maddiyyun ve tabiyyun mesleklerinin iptaliyle insanların Allah’a yönelmesi cihetini efendim, ele alarak o şekilde beyan etmesi muazzam bir hizmet olmuştur.
Nakşibendi Tarikatı’nın en büyük alimlerinden ve şeyhlerinden biri olan Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri ise müvekkil Adnan Oktar’ı İstanbul’a geldiği ve tebliğe başladığı ilk yıllardan beri manevi oğlu gibi sevmiştir. O zaman dahi müvekkil hakkında “sosyete” tabir edilen gençlere tebliğ yaptığı için gelenekçi kesimden çok eleştiri geliyor olmasına rağmen, müvekkilin tebliğ yönteminin önemini görmüş ve desteklemiştir. Örneğin 1987 yılında müvekkilin de olduğu bir ortamda şunları söylemiştir:
Şeyh Nazım: Cenab-ı Hak, Efendim, size Yusuf aleyhisselamın makamını versin, salahiyetini de versin diyorum.
..Siz bu beyi tanıdınız mı?


Bayan: Evet.

Şeyh Nazım: Kimdir?


Bayan: Adnan hoca değil mi oradaki? Resminden tanıdım.


Adnan Oktar: Sağolun.

Şeyh Nazım: Hem o rütbeyi hem salahiyeti versin diye ben dua ediyorum, Adnan bey kardeşimize de Cenab-ı Allah, namaz için Yusuf peygamberin tecellisini ona giydirmek üzere ona halvet emreylemiş ve onu ikmal ettiği kimi kafidir, şık giyerekten ona icazet vermiş, ümit ederiz ki ileriye doğru Adnan Bey'in yapacağı mükemmel hizmetler vardır. Velayet sırrı ile, zahiri de başka da, Velayet sırrı ile yapacağı ve yapmakta olduğu hizmet de vardır. Tebrik ederiz. Kendisi sabırlılardan yazılmıştır. Sabırlıların bir ötesi, efendim, razılardan da yazılmış razılık da verildi ona, kendisine, efendim, ben kendime göre bir düşünüyorum, bakıyorum benim tahammül edebileceğim gibi değildi o, o maşaAllah gençti zamanında, o hizmeti tekmil etmiş, arada askerlik hizmeti gibi, velayet erbabına böyle iftiralar geliyor, size zarar vermemiştir o. 


Adnan Oktar: Allah razı olsun hocam, duanızla, himmetinizle inşaAllah.


Şeyh Nazım: Estağfurullah, O da geçmiştir, şimdi sizin peygamber huzurunda, size bir rütbe giydirilmiştir, bu muharrem-ül şerifte hafzeten, zahir ve batında sizi tevhid edecek, hem manevi bir ruh, hem bir maneviyat giydirilmiş ve bir anlayış da, bir ilham da size açılmıştır, ki o ilham üzerine siz, kendinizi etraf ile meşgul etmeyin. Siz Kur’an-ı Kerim’i okuduğunuz vakıtta, teemmül ile okuyunuz. Üzerinde düşüneceğiniz her ayeti kerime, her okumanızda gusül abdesti ile okuyun. Bu size olan hitaptır.
Adnan Oktar: İnşaAllah hocam


Şeyh Nazım: Bir defa okuyun, lakin gusül abdesti ile okuyun. Ve tenha bir makamda okuyun ve ayak üzeri okuyun, Kur’an-ı Kerim’i yüksekte tutun.


Adnan Oktar: Allah razı olsun


Şeyh Nazım: Böyle ayakta durduğunuzda okuyabilecek yükseklikte tutacaksınız.


Adnan Oktar: İnşaAllah


Şeyh Nazım: Ve O’nun huzurunda Sultan huzurunda durur gibi duracaksınız. Gusülle geleceksiniz oraya, iki rekat namazı kıldıktan sonra ayakta, üç kelime-i şahadet, yüz estağfirullahtan sonra destur alıp, Kur’an-ı Kerim’i siz tilavet edeceksiniz. İsterseniz, efendim, bir çeyrek tilavet edin, isterseniz yarım saat, isterseniz sizin kalbinizdeki ilhama göre okuyacaksınız... ve ondan sonra kalbinize verilecek ilhamı göreceksiniz.. Çünkü size bu yapmış olduğunuz halvetin neticesinde size bir ikram olarak bir şerik bağlanmıştır kalbe, ilhamla bağlanmıştır. Ve siz beni buraya kapattılar, kapatanlara. beni muhakeme eylediler, muhakeme edenlere...beni suçladılar, suçlayanlara diyerekten kötü bir temenni olmayacak.


Adnan Oktar: İnşaAllah


Şeyh Nazım: Onlara muğber olmak ister insanın nefsi, reddedeceksiniz.


Adnan Oktar: İnşaAllah Hocam.


Şeyh Nazım: Ve siz bu minval üzerine, size mükellefiyet vardır şimdi, yanınıza kimse almadan, o hücrenizde yüksek sehpa gibi yerde Kur’an-ı Kerim’i, böyle sultan huzurunda duruyor gibi okuyacaksınız, isterseniz bir hizip, isterseniz iki, isterseniz üç, isterseniz tekmil bir cüz okuyun. Ondan sonra size bir varidat vardır, manevi varidat verilecektir size mükafat olarak. Ki o ilhamdır, o ilham geldiği vakıtta o ilhamı kaybetmeyeceksiniz, o kıratı bitirdikten sonra diz üstüne oturunuz mecliste, elinizde kalem kağıt, efendim, kalbinize doğacak olanı zapt edin, o inkişaf edecektir ve genişleyecektir, darlanmayacak, artacaktır, eksilmeyecektir, o surette siz Kur’an-ı Kerim hakkında yeni bir görüş, yeni bir anlayışla bilhassa o gençlere çok bir hizmet yapacaksınız. Velayet sırrı olduğu için size ben bunu söylemeye memurum bugünkü günde, efenim, sizin vilayetiniz vardı, yani evliyaullah’tan olduğunuz için, lakin şimdi o böyle tomurcuk gül olur, daha ne rengi belli, ne şekli belli, ne kokusu bellidir, o açıldığı vakıtında belli olur. Şimdi Adnan Bey’in halide o kapalıdır. 24 saat zarfında bir defa bir veliullah, bir defa bir veliullah, bir defa bir veliullah, üç evliyadan rızaat çıktı, onun kalbine nazar ettiler, O gerek mahpusta, gerek bu hastanede bulunduğu vakıtta. Öyle nazar etmese o bu halde çıkamazdı. O, efendim, zindanın sıkıntısı onu bozardı, bozmadı, bozulmaya bırakmadılar ve şimdiki imanı ve mertebesi bu halvethaneye girmezden önceki halinden çok fazla farklıdır.




Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri’nin müvekkile sevgisini ifade eden başka da çokça beyanı vardır:
“Söylenecek meseleler onun kalbine verilmiştir. Devam etsin, beklesin. Onunla beraber olanlar da beklesin. Vakit yakındır.” (Mart 2011)
“Elhamdülillah elinden tutacak kimse vardır, yalnız değildir oğlum Adnan Bey. Milletin içerisinde avam-ı nastan görünüyor lakin hakikati başka türlüdür.” (Mart 2011)
“Adnan Efendi hocamıza, oğlumuza selamlarımı götürürsünüz. Hepsine devamlı hayır temennisinde bulunuruz.” (Mart 2011)
“Şimdi gelen ilhamdır bu. O (Adnan Oktar), onu anlar. Onun sırrını bilen bilir. Arslanımızdır, ustamızdır. Allah nurunu güneş gibi yapsın.” (1 Nisan 2012)
Şeyh Nazım Hazretleri’nin sözlerinden en çok dikkat çekenlerden biri ise, son dönemlerde 2011 tarihinde müvekkilin kullandığı tebliğ yöntemi hakkındaki eleştirilere karşı verdiği şu cevaptır:
“Acayip, acayip bir tecelli var üzerinde. Kuvvetli tecelli var. Bu kafasızlara anlatmak için, ki onun söylediğine ve yazdığına cevap verecek adam yoktur. Kim isterse olsun. Allah, Allah. Göresim geldi kendisini. Allah razı olsun. Allah razı olsun. Ruhaniyetiyle görüşürüz. Hiç şey yok. Cismani görüşmeyi maniler var şimdi. Hiç gereği yok. Ama bizim ruhaniyetimiz onu bırakmaz. Allah’ım. Ben de severim. Severim, acayip bir tecelli sahibidir o. Türkiye’de bir tane o, ikincisi yok. İkincisi olabilir başka menbadan. Adnan Bey oğlumuzun girdiği mecraya başkaları giremez. Süveyş’ten bir gemi geçer. İkisi geçemez. Bir tanesi geçer, bir tanesi geçmez. O da cinsten olan kimsedir. Bir yoldan gider. Onun girdiği yere başkası giremez. Herkesin efendim tecellisi başkadır. Herkesin efendim Cenab-ı Hakk’ın huzurunda yaratılış hikmeti yine başkadır.”
Görüldüğü gibi bu kıymetli büyük insanların hepsi müvekkil Adnan Oktar’ın Kuran Müslümanlığını anlatması ve insanların bir kısmının ilk bakışta hikmetini anlayamadıkları tebliğ yöntemleri kullanıyor olmasının hayır ve hikmetini anlamışlar ve takdir etmişlerdir.
Ayrıca müvekkilin dünyanın dört bir yanındaki Müslüman liderler ve kanaat önderleriyle de yakın ilişkisi vardır ve bu kişilerin bir kısmı A9 TV yayınlarına da katılmıştır. A9 TV yayınlarına katılmamış olan ama sık sık müvekkili ziyarete gelenlerin sayısı ise çok daha fazladır.













Bangladeş Cemaati İslami Partisi Avrupa Sözcüsü Muhammed Ebubekir Sıddık Molla



Fransa Müslümanlarının önemli liderlerinden Mohammed Azimi



Müvekkilin Ürdün ve Filistin’den gelen konukları






Sonuç Olarak;
İddianamede müvekkilin “modern İslam anlayışını benimsemiş olmasına” sanki bir suç vasfıymış gibi gönderme yapılmış olması kanaatimizce Sayın İddia Makamı’nın müvekkil hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olmamasından kaynaklanmıştır. Müvekkil hayatının her döneminde gelenekçi islam anlayışına sahip olanların özgürlüğü, rahatı ve güvenliğini önemli görmüş, hepsine sevgi, saygı, hürmet, şefkat, merhamet ile yaklaşmıştır. Müvekkilin gelenekçi islam anlayışını yaşayanlara karşı bir karşıtlığı bulunmamaktadır. Tam tersine hepsiyle, hatta kendi içlerinde birbirleriyle anlaşamayanlarla bile, çok yakın dostluk ve samimiyet içinde olmuştur.
Samimiyetle, Allah’a daha yakın olmak için zor olan bir yolu seçiyor olmalarına özellikle saygı duymaktadır. Ancak Kuran’daki gerçek İslam’ı anlatmak farz olduğu için, Allah’ın indirdiği ve yaşanmasını istediği dini, Kuran’da olduğu şekilde anlatmamak da haram olacağı için gelenekçi İslam’ın yanlış yönlerini dile getirmektedir. Bunun amacı hiçbir şekilde o inanca göre yaşayan insanları mağdur etmek, ya da inanç sistemlerini ortadan kaldırmak değildir. İnsanların İslam’dan uzaklaşmamaları ve dini zor gördükleri için İslam’a yanaşmayanların da kurtuluşuna vesile olmak için gösterilen bir gayrettir.

Saygılarımızla arz ederiz. 27.01.2025


Daha yeni Daha eski